Etiket arşivi: namaz

Müsaade ederseniz…

Gerçekte hiçbir suçları olmadığı halde, sırf iman ve Kur’an’a dair eserleri okudukları ve yazdıkları için tutuklanmış, Afyon Cezaevine konmuşlardı. 54 kişiydiler. Mahkemeleri de tutuklu olarak devam diyordu. Oturumlar saatlerce sürüyordu. Mahkeme sırasında Bediüzzaman ve talebeleri şahane savunmalar yapıyorlardı. Mahkemeyi Nur Dersanesine çevirmişlerdi.

Son oturumlardan biri yine çok uzun sürmüştü. Akşam namazı vakti girmişti. Hakimin ara verme gibi bir düşüncesi yoktu.

Bediüzzaman oturduğu yerden kalktı ve:

Müsaade ederseniz ben namaz kılacağım” dedi.

Savcıyla göz göze geldiler. Savcı homurdandı:

Olmaz efendim, usule aykırıdır” dedi.

Hakim de savcıyla aynı fikirdeydi:

Sonra kaza edersiniz, şimdi mahkemeye ara veremeyiz

Bediüzzaman’ın gözleri şimşek gibi çaktı, alnındaki damarlar kabardı. Celalli bir şekilde: ”Kaza olmaz, ben namaz kılacağım” dedi. “Biz namazın hukukunu müdafaa için burada bulunuyoruz ve bizim bundan başka suçumuz yoktur.

Yürüdü, gitti. Belinden seccadesini çıkarıp koridora serdi, namazını kıldı.

Mahkemeye de mecburen ara verildi.

Bediüzzaman’la Yaşayan Öyküler / 1

Omer Faruk Paksu

Bediüzzaman’ın mektubunun anlamı

Türkiye hâlâ Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu muhakeme çerçevesini müzakere ediyor. Din-Devlet-Toplum ilişkilerindeki tartışma da bu eksende. 88 yıl sonra bile bu değerlendirmeler ihmal edilemez bir ehemmiyet taşıyor.

Bediüzzaman Said Nursi’nin “Duacınız Said-i Kürdi” imzasıyla 23 Kasım 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığı ve “Çok mühim bir mektup” notu düşülerek Cumhurbaşkanlığı Arşivinde saklanan bir mektup, Güntay Şimşek tarafından Habertürk gazetesinde yayımlandı.

Bediüzzaman’ın mektubu, “Ey şanlı Gazi” hitabından sonra, temsili sorumluluğundan yola çıkarak, “İki cihanda mutluluk ve başarılarınızı can-ı gönülden dileyen bu fakirin, bir meselede 10 sözünü, tavsiyesini birkaç nasihatini dinlemenizi rica ediyorum” ifadesiyle başlıyor.

Mektubun hemen girişine, “İnessalate kanet alel mü’minine kitaben mevkuta – Şüphesiz namaz belli vakitlerde müminlere farz kılınmıştır.” (Nisa Suresi , 103) ayeti konmuş.

Sonra 10 tavsiye geliyor. Mektubun özü, “namaz ve hayatın İslam ölçülerine göre tanzimi” etrafında şekillenmiş.

Mektuba bugünden baktığımızda, onda, bir İslam âliminin, bir devlet reisine -ki, o dönemde Mustafa Kemal Paşa, mutlak iktidar sahibi bir konumdadır – yönelik ikaz üslubunun  çerçevesini görmekteyiz. Mektup aynı zamanda, Cumhuriyet’in ilk yıllarında devlet reisine İslam’la ilgili bir hatırlatmada bulunmanın yadırganmadığını ortaya koyması bakımından ilginçtir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin bu mektubundan bazı bölümleri sizlerle paylaşmak ve kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Şu hatırlatmaları yapıyor Bediüzzaman Hazretleri, Mustafa Kemal Paşa’ya:

1 ) Allah’ın verdiği olağanüstü bu başarılar, bir teşekkür ister ki sürekli olsun, artmaya devam etsin. Eğer nimet, şükür görmezse gider. Madem Allah’ın yardımıyla Kuran’ı düşmanın saldırılarından kurtardınız, Kuran’ın en açık ve kesin emri olan “namaz” gibi farzları yerine getirmeniz gerekir. Böylece namazın feyzi (ilmi, bolluğu, hazzı) şahane işleriniz için sürekli bir şekilde üstünüzde olsun ve devam etsin.

2 ) İslam dünyasını mutlu ettiniz, sevgilerini ve yakın ilgilerini kazandınız. Ancak o yakın ilgi, alaka ve sevginin devamlılığı, İslami yaşamın gereklerini yerine getirmekle olur. Çünkü Müslümanlar, İslamiyet adına sizi severler. Siz de İslami yaşantınızla ahretinizi güçlendirin ve İslamiyet’e bağlılığınızı ortaya koyunuz.

3 ) Başta yüce şahsiyetiniz olmak üzere siz ve silah arkadaşlarınız olan kahramanlar, bu dünyada Allah dostları (evliyaullah) hükmünde olan gazi ve şehitlere komutanlık ettiniz. Kuran’ın kesin emirlerini uygulamak ve uygulatmakla öteki âlemde de nurlu gruba önder olmaya çalışmak, sizin gibi büyük yardıma mazhar olanlara layıktır. Aksi takdirde burada kumandanken orada bir neferden yardım dilenme zorunda kalabilirsiniz.

4 ) Bu milletin Müslüman toplulukları, o kadar ki bir cemaat namazsız kalsa, sapkın günahkâr olsa bile yine de başlarındakini dini bütün görmek ister. Hatta bütün Kürdistan’da, görev verilen tüm memurlara yönelik ilk önce sorulan soru şudur: “Acaba namaz kılıyor mu?” Namaz kılan memura kesinlikle güvenirler, kılmayan memur da ne kadar başarılı ve etkili olsa bile onlara göre suçludur. Bir zamanlar “Beytüşşebap” aşiretlerinde isyan vardı. Ben gittim, sordum: “Sebep nedir?” Dediler ki: “Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu. Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?” Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya (hırsız, haydut) idiler.

5 ) …Doğu’yu ayağa kaldıracak din ve kalptir, akıl ve felsefe değildir. Doğu’yu uyandırdınız, hak ettiği yere getirdiniz, o halde tabiatına uygun davranınız. Aksi halde bütün emeğiniz ya boşa gider veya başarılarınız çok yüzeysel kalır.

6 ) …İttihatçılar o kadar harika, gayretli, istikrarlı olmalarına ve fedakârlık göstermelerine rağmen, hatta İslam’ın uyanışına sebep oldukları halde, dinde kısmen laubalilik tavrı gösterdikleri için içerideki millet onlardan nefret etti ve değersiz görüldüler.

7 ) ….İslâm âlemi içinde önemli ve devrim niteliğinde bir iş yapmak, ancak İslamiyet’in kurallarına teslimiyetle mümkün olabilir. Aksi olamaz ve olmamıştır. Olsa dahi kısa sürede sönüp gitmiştir.

8 ) ….Napolyon’a değil belki Selahaddin-i Eyyubi gibi İslâm kahramanlarına tabi olmanız gerekir.

9 ) Sizin bu başarınızı, yüce hizmetinizi takdir eden ve sizi canı gönülden sevenlerin çoğunluğu inananlardır ve özellikle halk tabakasıdır ki, bunlar da sağlam Müslüman’dırlar……. Siz dahi Kuran’ın emirlerini uygulayıp, onlara bağlanıp dayanmanız, İslam’ın yararı adına gereklidir. Yoksa İslamiyet’ten soyutlanmış olan bedbaht, milliyetsiz Avrupa düşkünü, Batı taklitçilerini Müslüman halka tercih etmek İslam’ın yararına aykırı olduğundan İslam âlemi bakışını başka tarafa çevirmeye ve başkasından yardım istemeye mecbur kalacaktır.

10 ) ….Bu büyük inkılabın temel taşlarının sağlam olması gerekir. Bilirsiniz ki ebedi düşmanlarınız ve hasımlarınız, İslâm’ın gerekliliklerini tahrip ediyorlar. Öyle ise mecburi göreviniz İslam’ın gerekliliklerini yaşatmak ve korumaktır. İslam’ın değerlerini hafife alma, milletin zayıflığını gösterir, zayıflık ise düşmanı durdurmaz, bilakis cesaretlendirir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin mektubu “Hasbunallahu ve ni’me’lvekîl, ni’me’l-mevlâ ve ni’me’nnasîr – Allah bize yeter. O ne güzel vekildir” (Al-i İmran Suresi, 173). O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır” (Enfal Suresi, 40)  ayetleri ile bitiyor. Mektubun altında  “Duacınız Said-i Kürdi” imzası var.

Neyi hatırlatıyor bir İslam âlimi, kudretli bir devlet yöneticisine, onları alt alta sıralamakta yarar görüyorum:

Namaza itina etmek. Muhakemesi şöyle: Madem Kur’an’ı saldırılardan kurtardınız, öyleyse onun üzerinde en hassas şekilde durduğu namaza da itina edin. Ki namazın bereketi üzerinize yağsın.

Müslümanca yaşamaya itina etmek. Muhakemesi şöyle: İslam dünyasını sevindirdiniz, onlar sizi İslam’a göre yaşadığınız için severler. Öyleyse hayatınızda İslami ölçülere riayet ediniz.

Kur’an ahkamına riayet etmek, ettirmek. Muhakemesi şöyle: Siz bu dünyada şehitlere gazilere komutanlık yaptınız. Kur’an ahkamına riayet etmezseniz, ahirette, erlerden yardım istemek zorunda kalabilirsiniz.

Kürtlere namazlı niyazlı yönetici göndermek. Muhakemesi şöyle: Kürtler, kendileri namaz kılmıyor, hatta sapkın ve günahkâr olsalar bile yöneticilerinin namaz kılmasını önemserler. Kürtlerle doğru iletişim kurmak için buna önem vermek gerekir. Doğu’yu ayağa kaldıracak din ve kalptir, akıl ve felsefe değildir.

İttihatçılara benzememek. Muhakeme şöyle: Onlar da büyük fedakârlık sahibi idiler, ancak dinde laubalilikleri sebebiyle halk onları sevmedi. Halk tarafından sevilmek istiyorsanız, dinde laubali olmayın.

İslam’dan yola çıkmak: Muhakeme şöyle: İslam dünyasında bir büyük hizmet üretmek istiyorsanız, İslam’dan yola çıkmalısınız. O zaman halk sizi destekler. Bu noktada, Napolyon gibi bir Batılı lideri örnek almak yerine, Selahaddin-i Eyyubi gibi bir İslam komutanını örnek almak gerekir.

Müslüman halka dayanmak. Muhakemesi şöyle: Sizi canı gönülden seven ve destekleyenler halk tabakasıdır, onlar da inançlı Müslümanlardır, bundan dolayı, siz de onların desteğini önemseyin, Avrupa düşkünü kesimlere yönelmeyin, öyle yaparsanız halk sizden soğur.

Sağlam bir inkılap için İslam gerekli. Muhakemesi şöyle: Büyük bir inkılap için sağlam temel taşlarına ihtiyaç vardır. Ebedi düşmanlarınız, İslâm’ın gerekliliklerini tahrip ediyorlar. Öyle ise sizin İslam’ın gereklerini yaşatmanız ve korumanız gerekir. İslam’ın değerlerini hafife alma, milletin zayıflığını gösterir, zayıflık ise düşmanı durdurmaz, bilakis cesaretlendirir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin Mustafa Kemal Paşa’ya ilettiği düşüncelerin kendi içinde bir mantığı var.

Bunlar, büyük ölçüde Müslümanlık coşkusunun iştirakiyle yürüyen Millî Mücadele sonrasında, Türkiye’nin yeni yol arayışında, büyük bir özgüven içinde ifade edilebilen düşünceler.

Türkiye hâlâ, bu eksende tartışmalar yaşıyor. Ve bir anlamda Bediüzzaman Hazretleri’nin ortaya koyduğu muhakeme çerçevesini müzakere ediyor. Din – Devlet – Toplum ilişkilerindeki tartışma da bu eksende, Kürt sorunu çerçevesindeki tartışma da bu eksende…

Doğrusu ben, aradan geçen 88 yıldan sonra bile, bu değerlendirmelerin ihmal edilemez bir ehemmiyet taşıdığı inancındayım.

Ahmet Taşgetiren

Kaynak: Aksiyon Dergisi

Üstad Namaz Kılanı Kardeş Kabul Etti

Konyalı, genç bir imam hatip talebesi Bediüzzaman’ı ziyarete gelmişti. “İsmim Ahmed” diye tanıttı kendini.

Bediüzzaman gençlere, özellikle talebelere ayrı bir önem verir, onlarla ilgilenir, sıkıntılarını gidermeye çalışırdı.

Ahmed, okul müdüründen şikayetçiydi. Ona göre yeterince dine hizmet edilmiyor, hatta din dışı uygulamalar yapılıyordu. Bundan da en çok yöneticiler sorumluydu. Bediüzzaman’a:

“Efendim, bizim okul müdürünün dinimize uymayan davranış ve uygulamaları var” dedi ve biraz da ileri giderek, “Galiba komünist” dedi.

Bediüzzaman, kimseye önyargıyla bakmaz, herkesin iyi yönlerini ön plana çıkarırdı. Ve kimsenin de arkasından kötü konuşulmasını istemezdi.

Kardeşim, müdürünüz namaz kılıyor mu?” dedi.

Delikanlı, “Evet kılıyor Üstadım” dedi.

Bediüzzaman bunun üzerine hayatın şaşmaz ölçülerinden birini ders verdi genç talebeye:

O halde o bizim kardeşimizdir.

Kaynaklar: Bediüzzaman’la Yaşayan Öyküler (Ömer Faruk Paksu)

Otomatik pilotla namaz

“Sakın deme, benim namazım nerede, şu hakikat-ı namaz nerede! Zira bir hurma çekirdeği, bir hurma ağacı gibi kendi ağacını tavsif eder. Fark yalnız icmâl ve tafsilde olduğu gibi, senin ve benim gibi bir âmînin (velev hissetmezse) namazı, büyük bir velinin namazı gibi, şu nurdan bir hissesi var…

…Senin başın böyle tedai-yi efkâra müptelâ ise, sakın telâş etme, belki intibaha geldiğin anda dön, ‘aman ne kusur ettim’ deyip tetkikle meşgul olup durma…” (21. Söz)

Uzun yol uçuşlarında, uçak rotasına girdikten sonra, pilotlar zaman zaman uçağı bilgisayarların yönettiği otomatik pilota bağlar. Ve, 5-10 dakikalık da olsa bir kahve molası verip bir parça dinlenirler.

İnsanda merkezi sinir sistemi ikiye ayrılır. Bunlar;

1- İradî sistem.

2- Otonom (irade dışı) sistemdir.

Meselâ; ağzımıza koyacağımız lokmayı irademizle seçeriz. Temiz, helâl, faydalı olduğuna karar verirsek ağzımıza koyarız. Bundan sonra otonom sistem devreye girer. Tükrük salgısı, çiğneme, dilin hareketleri hep otomatik sistem tarafından yönetilir. Fakat bu safhada olumsuz bir şey olursa iradî sistem tekrar devreye girebilir. Dişimize gelen bir kum taneciği ya da bir kemik kırıntısı çiğnemenin durmasına ve o istenmeyen şeyin dışarı atılmasına sebep olur; bundan sonra çiğneme işlemi devam eder.

Yutma işlemi de otomatik sistem tarafından yönetilir, bundan sonra da iradî sistem hiç müdahale edemez. Sindirim salgıları, enzim salgıları, mide-barsak hareketleri hep otomatik sisteme bağlı olarak çalışır.

Namaza da irademizle gireriz. Namaz öncesi hazırlığımız, niyetimiz, kıbleye dönüşümüz hep irademizle olur. Fakat namaz ilerlerken, şeytan ve nefsimiz bir anlık gafletimizden istifade ederek bizi hayal balonuna bindirip değişik vadilerde dolaştırmaya başlar. İşte bu arada namaz otomatik sisteme geçer. Kıraatler, rükûlar, secdeler aynı şekilde yapılır. Ancak biz derelerde, tepelerde dolaşır dururuz. A. Başar Hocamızın dediği gibi: Namaz kılarken, en azından, namazdan sonra ne yapacağımızı plânlarız.”

Hatta bu konuyla ilgili bir İranlı şair çok daha ileri gitmiş ve demiş: “İnsanlar namaz kılarken unuttukları şeyleri hatırlar; Allah’tan başka!” Elbette şairler biraz mübalâğacıdır ama, sözlerinde yine de bir hakikat çekirdeği bulunur.

Bütün bunlar olurken bir ara devreye tekrar iradî sistem girer, bakarız ki uçak alana inmiş, tahiyyata oturmuşuz, sağa sola selâm veriyoruz. Namazımız şeklen tamamdır. Namazımızı otomatik pilotta her zaman nasıl kılıyorsak o şekilde tamamlamışızdır. Fakat namazımız içerik olarak elbette yaralıdır. Hiç olmazsa telâfi etmemiz için yine irademizle yaptığımız tesbihat devreye girer. Âyetü’l-kürsî, tesbih, hamd, tekbir ve tehlil, salâvat, istiğfar ve dualarla bu eksiğimizi inşaallah tamamlarız.

Dr. M. Yaşar Çil / Zafer Dergisi

Bazen, Hak Sözle Bâtıl Kastedilir

Bir söz vardır. Fevkalade düşündürücüdür. Şöyle denir bu sözde:

“Kelimetü hakkın yürâdü bihel-bâtıl” (Hak kelime ile bâtıl murad edilebilir.) Evet, doğru bir sözle eğri mânâlar kastedilebilir. Bir kısım bâtılları hak sözlerle ortaya atıp tahakkuk ettirmeye çalışanlar olabilir. Nitekim bu tip bâtılın kastedildiği hak sözler günümüzde oldukça yaygın vaziyettedir. Masum insanlar sözün haklılığına bakar, hemen taraftarı olurlar. Halbuki arkasındaki mânâ batıldır, hak sözle bâtıl ve yanlış şeyler yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Farkına varamazlar.Bir tanesine göz atalım:

“Bize Kur’an Müslümanlığı gereklidir.” Kur’an Allah’ın kelâmıdır, O’nun yanında kul sözüne gerek yoktur. İşte size hak bir kelime ki, onunla sünnet dışlanmak istenirse bütünüyle bâtıl maksat güdülmüş olunur. Halbuki sünneti dışlayan hiçbir söz hak olamaz, haklılığından söz ettiremez. Çünkü Kur’an’ı yer yer açıklayan sünnettir. Sünneti de yer yer çerçeveleyen Kur’an’dır. Yani Kur’an’la sünnet (Peygamberimzin sözleri ve hareketleri) birbirinden ayrılmaz.

İsterseniz şöyle bir hatırlatma yapalım da meseleyi birlikte düşünelim. Kur’an’da “Namazınızı kılın” buyurulmaktadır. Ama nasıl kılınacağını Efendimiz (s.a.v.); Namazınızı benim kıldığım gibi kılın, hadisiyle öğretmiştir.

-Zekâtınızı verin, buyrulmaktadır. Ama nasıl verileceğini Efendimiz (s.a.v.)’in izahıyla öğrenmekteyiz.

Hacca gidin, emri verilmiştir. Ama nasıl, ne türlü yerine getirileceğini Efendimiz bizzat hacca gitmesiyle göstermiş, aynen tatbik etmiş, sonra da; -Haccınızın usul ve adabını benden öğrenin, buyurmuştur.

Sünneti aradan çıkaracak olsak (hâşâ) namazın nasıl kılınacağını, zekatın nasıl verileceğini, haccın nasıl yapılacağını bilmemize imkân yoktur. Bu takdirde herkes aklına estiği gibi namaz kılacak, zekat verecek, hacca gidecek, yani çerçevesi, şekli belli olmayan korkunç bir kargaşa yaşanacaktır. Sünnettir ki, bu kargaşayı önlemekte, Kur’an’daki emirlerin çerçevesini, sınırlarını göstermektedir. İsterseniz aslı Kur’an’da bulunan hac konusunun uygulamasına ait hükümlerini sünnet nasıl açıklıyor bir örnek verelim:

Zengin insan hayatında hacca gider, borcundan kurtulur. Ya hastalığından, yahut da başka bir mazeretinden dolayı hacca gidemezse geride kalan yakınları onun yerine hacca gidebilir mi? Gidip de hac yaparsa onu borcundan kurtarmış olabilir mi? Kur’an-ı Kerim’de bunun açıklamasını bulmak mümkün değildir. Çünkü Kur’an-ı Kerim meselenin aslını izah eder, ama yaşanma biçimini Peygamberimizin hayatı ve hareketiyle gösterir. Yani bu emrin uygulanmasını Efendimiz’den öğrenmek gerekir.

İşte Efendimiz’den öğrenme şekli:

Şehid Cafer-i Tayyar’ın hanımı Esma (r.a.) bir gün şöyle bir soru sorar. Der ki:

-Ya Resulallah, babam (Umeys) yatağından kalkamayacak kadar hasta. İyileşme ihtimali de görünmemektedir. Onun yerine hacca gidilse hac borcundan kurtulur mu?

Şöyle cevap verir Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri:

-Senin babanın bir insana borcu olsa da sen o borcu ödesen baban borçtan kurtulur mu?

-Kurtulur.

İşte Allah’a olan borcu da öyledir.

O ödeyemezse yerine vekil olarak giden başkası ödeyebilir. İşte özürden dolayı hacca gidemeyen hasta ve kötürümlerin yerine vekil gönderebileceklerine dair hüküm bu hadisle sabit olmuştur.

Peygamberimizin yaşadığı ve tatbik ettiği hayatı ortadan kaldıracak olursanız, bu gibi soruların cevabını bulamaz, dinî hükümlerin birçoğunun yorumunu keyfiliğe bırakmış olursunuz. Böylesine bir keyfilik ise kargaşadan başka bir mânâya gelmez. Öyle ise sadece söylenen sözlerin haklılığına bakmayıp, o sözlerin doğuracağı neticeleri nazara almak zorundayız. Tâ ki hak sözle bizi aldatıp bâtılı yerleştirmeye çalışanlara destek vermiş olmayalım.

Ahmed Şahin / Zafer Dergisi