Etiket arşivi: nurcular ve siyaset

Talebelikten Siyaset Meydanına..

Bir kimse Müslüman olmak istiyorsa kelime-i şehadet getirince yani “Eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abdühu ve resulullah” diyerek Müslüman olabilir, başka hiçbir kimseye ihtiyacı yoktur. Ancak Müslüman olduktan sonra yerine getirmekle görevli olduğu şeyler vardır ki bunlar da Namaz kılmak, Oruç tutmak, Zekat vermek ve Hacca gitmek gibi işlerdir.

Mümin olmak için de Allah’ın varlığı ve birliğine, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, Ahiret gününe, Kadere ve Hayır ve şerrin Allah’dan geldiğine inanmak gerekir. Gerçek kurtuluşu yakalamak için hem mümin hem de Müslüman olmak gerekir.

Kişi Müslüman olduktan sonra dinini öğrenmek ister, bunun için de çeşitli yollara başvurur. Bir kısmı hafız olmak ister, bu yolda yürür. Kur’an’ı ezberlemek ve onu güzel sesiyle okumak her asırda her hizmetin başında gelir ve her şeye tercih edilir.

*Aziz, sıddık kardeşlerim,

Sizlerin ümidimin pek fevkinde gayret ve faaliyetiniz beni, ahir hayatıma kadar mesrur ve müteşekkir edecek bir mahiyettedir. Bu defa mektubunuzda, “Hıfz-ı Kur’an’a çalışmak ve Risale-i Nur’u yazmak, bu zamanda hangisi takdim edilse daha iyidir?” diye sualinizin cevabı bedihîdir. Çünkü, bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur’an’ındır. Ve her harfinde, ondan ta binler sevap bulunan Kur’an’ın hıfzı ve kırâati her hizmete mukaddem ve müreccahtır. Fakat, Risale-i Nur dahi o Kur’an-ı Azîmüşşanın hakaik-i imaniyesinin bürhanları, hüccetleri olduğundan ve Kur’an’ın hıfz ve kıraatine vasıta ve vesile ve hakaikini tefsir ve izah olduğu cihetle, Kur’an hıfzıyla beraber ona çalışmak da elzemdir. (K.LAHİKASI)

Ancak herkesin hafız olması mümkün değildir. Kişinin kendi arzusu ve ezber yeteneği de bu işte önemli rol oynar. Güzel sesli hafızların okuduğu Kur’an herkesi mest eder.

Kur’an’ı dinleyen bir Müslüman, onun ne dediğini de anlamalıdır. Onun tefsirini de okumalıdır. Asırlar boyunca tefsir alimleri tarafından çeşitli tefsirler yazılmıştır. İşte Risale-i Nurlar da Kur’anın imani ayetlerini önceleyerek asrın anlayışına onu detaylı şekilde tefsir eden eserlerdir.

Kur’an tefsirlerinden başka Peygamberin hadisleri de bir müslümanın bilmesi gereken bilgilerdir. Hadis alimleri de bunları açıklar. Bu hadislerin bazılarının anlamı açıktır, herkes anlayabilir ama bazıları da tıpkı Kur’anda olan bazı ayetler gibi “müteşabih” denilen manası çok açık olmayan, gizli olan hadislerdir ki mutlaka bunlar da ilim adamlarınca açıklanmalıdır.

Çünkü bunların yalnızca sözlerine bakarak, hadis olmadığına yüzeysel bir anlayışla karşı çıkılıp, ret edilebilir. Bu konuda bilgisi olmayan insanların kafası karışır, imanına zarar gelir. İşte Risale-i Nurlarda bu tür hadislerin de akla ve mantığa uygun açıklamalarını bulabilirsiniz.

*Âhirzamanda Hazret-i İsa (a.s.) nüzulüne ve Deccalı öldürmesine ait ehâdis-i sahihanın mana-yı hakikîleri anlaşılmadığından, bir kısım zahir ulemalar, o rivayet ve hadislerin zahirine bakıp şüpheye düşmüşler veya sıhhatini inkâr edip, veya hurafevâri bir mana verip, âdeta muhal bir sureti bekler bir tarzda avâm-ı Müslimîne zarar verirler. Mülhidler ise, bu gibi zahirce akıldan çok uzak hadisleri serrişte ederek hakaik-i İslamiyeye tezyifkârâne bakıp taarruz ediyorlar. Risale-i Nur, bu gibi ehâdis-i müteşâbihenin hakiki tevillerini Kur’an feyziyle göstermiş.(K.LAHİKASI)

Bediüzzaman tarafından yazılmış ve adına Risale-i Nur denilen bu kitapların tek parti döneminde yasaklar altında köylerde elle yazılması, tashih edildikten sonra Osmanlı Türkçesiyle çoğaltılması ve dağıtılması çok zorluklar altında olmuştur. İşte Bediüzzaman onları üç gruba ayırır.

Onlar da üç tarzda olur: Ya dost olur, ya kardeş olur, ya talebe olur.

Dostun hassası ve şartı budur ki: Kat’iyyen, Sözler’e ve envâr-ı Kur’aniyeye dair olan hizmetimize ciddî tarafdar olsun;ve haksızlığa ve bid’alara ve dalalete kalben tarafdar olmasın, kendine de istifadeye çalışsın.

Kardeşin hassası ve şartı şudur ki: Hakikî olarak Sözler’in neşrine ciddî çalışmakla beraber, beş farz namazını eda etmek, yedi kebairi işlememektir.

Talebeliğin hâssası ve şartı şudur ki: Sözler’i kendi malı ve te’lifi gibi hissedip sahib çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini, onun neşir ve hizmeti bilsin.

İşte şu üç tabaka benim üç şahsiyetimle alâkadardır.

Dost, benim şahsî ve zâtî şahsiyetimle münasebetdar olur.

Kardeş, abdiyetim ve ubudiyet noktasındaki şahsiyetimle alâkadar olur.

Talebe ise, Kur’an-ı Hakîm’in dellâlı cihetinde ve hocalık vazifesindeki şahsiyetimle münasebetdardır. (MEKTUBAT,26.Mektup)

Risale-i Nur talebesi olmak öyle kolay iş değildir. O günün şartlarında devletin takibi vardır, yakalanıp hapse atılma korkusu vardır. Bugünün koşullarında da kolay değildir, eleğin üstünde kalmak. Enaniyetini bu havuzda eritmek, şahsını geride tutmak, Risale-i Nurları hep öne sürmek. Bu yolda ölünceye kadar sebat etmek ve sadık kalmak zor iştir.

* Risale-i Nur’a intisap eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak ve yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran, “Risale-i Nur talebesi” ünvanını alır. Ve o ünvan altında, her yirmi dört saatte benim lisanımla belki yüz defa, bazan daha ziyade hayırlı dualarımda ve manevi kazançlarımda hissedar olmakla beraber, benim gibi dua eden kıymettar binler kardeşlerin ve Risale-i Nur talebelerinin dualarına ve kazançlarına dahi hissedar olur. (K.LAHİKASI)

Günümüzde kendine Risale-i Nur talebesi diyen veya kamuoyu tarafından öyle bilinen insanlar, eğer yukarıdaki tariflere uyuyorsa öyledirler. Başlangıçta talebe olmuş insanlar zamanla bu kriterlerin dışına çıkmışsa, kendi cemaatini kurmuşsa ve kendi kitaplarını basıp yayınlamışsa, ağızlarından Bediüzzaman’ın görüşleri açıkça anlatılmıyorsa onlar artık başka bir cemaat olmuşlardır. Ehl-i Sünnet yolunda olanlar hak yoldadırlar ama Risale-i Nur talebesi değillerdir.

Has talebeleri İman hakikatlerini bırakıp geniş daireye, Risale-i Nur adına siyasete girmezler. Zalimlerin satranç oyunlarında piyon olmazlar. Filistin’deki zulme susmazlar, İsrail’i otorite kabul etmezler. Ülkesini asla terk etmezler. Büyük devletlerin uzun vadeli politikalarına alet olmazlar, onlara diyet borçları da olmaz.

… bu zamanda hiçbir şeye âlet ve tâbi’ olmayan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-i imaniyeyi fıtrî ubudiyetle, bilmeyenlere, bilmek ihtiyacında olanlara tesirli bir surette bildirmek; bu keşmekeş dünyasında, imanı kurtaracak ve muannidlere kat’î kanaat verecek bu tarzda; yani hiç bir şeye âlet olmayacak bir tarzda, bir Kur’an dersi vermek lâzımdır ki; küfr-ü mutlakı ve mütemerrid ve inadçı dalaleti kırsın, herkese kat’î kanaat verebilsin. Bu kanaat da bu zamanda, bu şerait dâhilinde, dinin hiçbir şahsî, uhrevî, dünyevî, maddî ve manevî bir şeye âlet edilmediğini bilmekle husule gelebilir. (T.HAYAT)

Talebelerinden Hicaz’a gitmek isteyen Said Özdemir’e söyledikleri bugün için de geçerliliğini korumuyor mu?

Kardeşim, ben orada olsam buraya gelirdim. Alem-i İslâm kapısının kilidi Türkiye’dir. Bu kilit bu kapıyı Âlem-i İslâm üzerine açar. Kat’iyen buradan gitmek için izin yok” (Nur.gen.tr.)

“Biz, imanı kurtarmak ve Kur’ana hizmet için, Mekke’de olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünki en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalıklara mübtela olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin imanına ve saadetine hizmet için burada kalmağa Kur’andan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz. (E. LAHİKASI-1)

*Hem Risale-i Nur’un has talebeleri, bâki elmaslar hükmünde olan hakaik-i imaniyenin vazifesi içinde iken zalimlerin satranç oyunlarına bakmakla vazife-i kudsiyelerine fütur vermemek ve fikirlerini onlarla bulaştırmamak gerektir.

Cenab-ı Hak, bize, nur ve nuranî vazifeyi vermiş, onlara da zulümlü zulümatlı oyunları vermiş. Onlar bizden istiğna edip yardım etmedikleri ve elimizdeki kudsî nurlara müşteri olmadıkları halde, biz onların karanlıklı oyunlarına vazifemizin zararına bakmaya tenezzül etmek hatadır. Bize ve merakımıza, dairemiz içindeki ezvak-ı maneviye ve envar-ı imaniye kâfi ve vâfidir. (K.LAHİKASI)

*Risale-i Nur, kendi sadık ve sebatkar şakirtlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymettar neticeye mukabil fiyat olarak, o şakirtlerden tam ve halis bir sadakat ve daimi ve sarsılmaz bir sebat ister. (K.LAHİKASI)

Nur talebelerinin yollarında uyacakları kurallar bellidir. Onun kurallarını Bediüzzaman hayatta iken koymuştur. En önemli birinci kural; “hükümetin işine karışmamaktır”. Divan-ı Harbi Örfide yargılanırken ne söylemişse tek parti dönemindeki tavrı da odur, çok partili dönemde de odur.

…husumete vaktimiz yoktur. Hükümetin işine karışmayacağız. Zirâ, hikmet-i hükümeti bilmiyoruz. (DİVAN-I HARB-İ ÖRFİ)”

Kim istiyorsa kendi adına veya cemaati adına parti kurabilir, siyasete girebilir. Ama dünya alem bilsin ki bu yol Bediüzzaman’ın yolu değildir.

Bir söz var ya “tak sepeti koluna herkes kendi yoluna”. Cemaatler de alsın kendi yazdıkları kitapları ellerine, kendi gazete ve televizyonlarını da arkalarına ve açıkça düşsünler artık siyaset meydanına. İşte geliyor 2015 er meydanı…

Dr. Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org

Siyasi Partiler Nasıl Değerlendirilmeli? Kıstaslar ve Ölçüler Nelerdir?

Türkiye’de mevcut partileri çok yönlü bir değerlendirmeye tabi tutmak, memleket şartlarının bir zaruretidir. İndî ve sathî görüşlerle, bir partinin sadece belirli bir yönünün nazara verilmesi, mübalağalı bir şekilde fazla büyütülmesi ve bir sıfatın abartılması parti değerlendirilmesinde yanlış bir kıstastır. Her partiye bir bütün olarak bakılmalı ve bütün vasıfları üzerinden bir değerlendirme yapılmalıdır.

Partilerin genel değerlendirilmesinde şu ölçülerin belirtilmesine ihtiyaç vardır:

Evvela, milletin menfaatlerini şahsi menfaatlerine tercih eden, örf, adet ve manevi değerlere saygılı, millet çoğunluğunun teveccühüne mazhar olan bir partiyi tercih etmek aklın gereğidir.

Ayrıca, bir partinin iyi tarafları, hatalarına üstün geliyorsa, o parti müsbet partiler katagorisinde değerlendirilmelidir. Bununla beraber, hatasız bir parti veya hükümet muhaldir. Bir tek insan bile hata ve kusurlardan arınmış olmazken, değişik meslek ve meşrep sahibi insanlardan meydana gelen bir teşkilat ve bir cemiyet, nasıl tamamen hatasız ve kusursuz olabilir?

Hiç hata ve kusuru olmayan bir parti ve hükümet isteğinde bulunmak, olmayacak şeyi istemek, yani, muhali talep etmektir. Kusursuz hükümet talebinde bulunan bir kimse bin sene de yaşasa, gelecek hiç bir parti ve hükümet beğenmeyip onun aleyhinde bulunacaktır. Onun için “hatasız hükümet” yerine “en az kusurlu hükümet” isteğinde bulunmak, en akli ve mantıki olan yoldur.

Buna “ehven-i şerri ihtiyar” denir. Bu prensibin lüzum ve zaruretini Münâzârat isimli eserinde Bediüzzaman şu şekilde izah etmektedir:

*** “Zerrâtı günahkârlardan mürekkeb bir hükümet tamamiyle masum olamaz. Demek nokta-i nazar, hükümetin Hasenâtı seyyiatına tereccühüdür. Yoksa seyyiesiz hükümet muhâl-i adidir.

Ben öyle adamlara anarşist nazarıyla bakıyorum. Zira onlardan birisi – Allah etmesin- bin sene yaşayacak olsa, âdeta mümkün hükümetin hangi suretini görse, hülya ile yine razı olmayacak, şu hülyanın neticesi olan meylüttahrip ile o sureti bozmaya çalışacaktır.”[1]

Parti değerlendirilmesinde üzerinde duracağımız diğer bir ölçü de, devlet yönetiminde liyakat, meharet, adalet, kul hakkına riayet ve müdebbirlik sıfatıdır.

Mesela: Bir gemi sahibi, seçeceği kaptanda pek çok özellikler aramalı ve kaptan seçmekte ki kıstasları çok yönlü olmalıdır. Kaptanın sadece bir sıfatı tercih sebebi olmamalıdır. Kaptanın ehliyeti, gemiyi kullanma mahareti, tecrübesi ve motor aksamını anlamakta derinliği, basiret ve feraseti, sıhhatının mükemmelliği, sabrı ve meşakkatlere dayanma gücü, irade ve ciddiyeti, vazifesindeki samimiyet derecesi dikkate alınmalı ve bu sıfatlar üzerinden genel bir değerlendirmeye gidilmelidir.

Kaptan, esen rüzgarın ve bulutun lisanından anlamalıdır. Kaptan, havanın durumunu ve ne getireceğini idrak eden, işine ehil, müdebbir bir insan olmalıdır.

Kaptanın elbette ki dindarlığı ve samimiyet derecesi de araştırılmalıdır. Ancak, kaptanın, mukaddesâtı makam ve arzularına alet edip etmediği de dikkate alınmalıdır. Kaptan, gemiyi Kâbeye götüreceğim diye Batum’a da götürebilir, yahut geminin komuta dairesini vatan hainlarine ve anarşistlere kaptırabilir. Bu hususta çok dikkatli olmak gerekir.

Nasıl ki, evlenmek isteyen bir genç, hususi hayatının direği ve çoluk çocuğunun tahassungahı olan hanesine getireceği müstakbel eşini seçerken araştıracak, soruşturacak ve evleneceği kadın hakkında malumatlarını yoğunlaştırarak bir karar verecektir. Kadının iffet, ciddiyet, salahat, tesettür, ahlâk, anlayış, nezaket, ev işlerine vukufiyet, şefkat, fedâkarlık ve sebatkârlık gibi vasıflarını dikkate alacak, bunlar ışığında tercihini belirleyecektir. Onun sadece bir yönüne bakarak tercihini yapan genç, aldanabilir, yahut aldatılabilir.

Ceylan gözü, insan gözüyle kıyas edilirse, belki insan gözünden daha güzel görünebilir. Ama bütünüyle bir insan ile bir ceylan kıymet bakımından mukayese edilirse, aradaki fark kendiliğinden ortaya çıkar.

İşte partilerin tercih edilmesinde de çok yönlü araştırma yapılmalıdır. Evet, memleketin maslahatını dikkate alarak bir partiyi iktidar yapmak, bu milletin asli vazifelerinden biridir. Elbette ki hizmete talip partilerin durumlarını geniş bir muhteva içinde incelemek, muhtelif cihetlerini belirlemek, hizmetteki şevk ve arzularını, cesaret ve ciddiyetlerini, vazife anlayışlarını, icraatlarını, millete karşı samimiyet ve tutumlarını araştırmak; bir vatandaşlık hakkıdır ve aynı zamanda vatani bir vazifedir.

Sanatta öncelikle maharet aranmalıdır. Bir insanın bir sanatta ehliyetli olması, diğer sanatlarda da ehil olmasını gerektirmez. Bir vasfı mükemmel olan insanın, bütün vasıfları da mükemmel demek değildir. Mükemmel bir doktordan mahir bir kimyager olması beklenmemelidir. İnsan, hangi sıfatını ve kabiliyetini geliştirmiş, hangi sahada çalışmışsa o sahada söz sahibidir.

Nitekim dinimiz, vasıflı ve işine ehil insanların, millet hizmetinde tercih edilmelerini nazara vermektedir. Hz. Ebu Bekir (r.a.) gibi en seçkin sahabilerin de katıldığı “Zatü’s-Selâsil Gazvesinde” Resûl-i Ekrem Efendimizin, daha yeni Müslüman olmuş, fakat harp sanatını iyi bilen Amr İbnü’l-As’ı kumandan tayin etmesi; aynı şekilde, Efendimiz’in (s.a.v.) vefatından kısa zaman önce Suriye üzerine yapılacak bir sefere bütün sahabeler arasında Üsame Bin Zeyd’i ordusuna kumandan tayin etmesi, vazifelerde salahattan çok, maharete önem verildiğini göstermektedir. Demek ki, emaneti ehline vermek çok mühimdir. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyrulur: “Gerçekten Allah size, emanetleri ehlinize vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adalatle hükmetmenizi emreder.”[2]

Peygamber Efendimiz de (a.s.m) şöyle buyurmaktadır: “Emanet kaybedildiği zaman- işler ehli olmayanlara verildiği zaman- kıyâmeti bekle.”

Yukarıda bir partide bulunması gereken temel özelliklerden bahsedildi. Bununla beraber bu kıstaslara uymayan bir partiye oy vererek yanlış tercih yapan müminleri hatalı görmek, onlara kin ve düşmanlık beslemek, hatta tekfir etmek de en azından insafsızca bir davranıştır. O mü’min kardeşimiz isabetli bir karar vermemiş ise, nihayet bir rey hatası yapmış olur. Bunu büyütmek, bu yüzden ona kin ve adavet beslemek ne İslamiyet’e ne insaniyete ve ne de vatanperverliğe yakışır. İslamiyet’te Allah için muhabbet etmek ve yine Allah için buğz etmek esastır. Maalesef geçmişte olduğu gibi günümüzde de bu büyük esastan sapma gösteren bazı kişiler, düşmanlık ve muhabbetlerinde siyaseti esas almakta ve kendi partilerine rey vermeyen müminleri haksız, kendi partilerine oy verenleri haklı görerek müminleri tezyif etmektedirler. Bu büyük bir hata ve zulümdür. Bediüzzaman bu tehlikeye şöyle dikkat çekmektedir:

Sakın, sakın! Dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihad etmiş dalalet fırkalarına karşı perişan etmesin! Elhubbufillâhi velbuğzufillâh düstur-u Rahmanî yerine, (el’iyazü billah) elhubbufissiyâseti velbuğzulissiyâseti düstur-u şeytanî Hükmedip, melek gibi bir hakikat kardeşine adavet ve el-hannas gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve tarafdarlık ile zulmüne rıza gösterip, cinayetine manen şerik eylemesin.”[3]

Üstad, başka bir eserinde de tüyler ürperten bir gerçeği şöyle ifade eder:

Cây-ı dikkat bir hâdise: Bir zaman, bu garazkârane tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki: Mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasîsine muhalif bir âlim-i sâlihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârane medhetti. İşte siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, “Eûzü billahi mineşşeytani vessiyase” dedim, o zamandan beri hayat-ı siyasiyeden çekildim.”[4]

Hâlbuki siyasi tercihleri farklı olsa bile insanların birbirini sevmeleri için birçok sebep vardır. Bediüzzaman Hazretleri bu hakikati şöyle ifade etmektedir:

Her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mabudunuz bir, Râzıkınız bir.. bir bir, bine kadar bir bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir.. bir bir, yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir.. ona kadar bir bir..

Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak manevî zincirler bulundukları halde; şikak ve nifaka, kin ve adavete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakikî adavet etmek ve kin bağlamak; ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebat-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu; kalbin ölmemiş ise, aklın sönmemiş ise anlarsın!”[5]

Peygamber Efendimiz (asm.) adavet ve kinin kötülüğünü ifade için şöyle buyurmuştur: “Birbirinizle kinleşmeyiniz, hasetleşmeyiniz, birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz…”[6]

Müslüman kardeşine hakaret etmesi kişiye kötülük olarak yeter “[7]

İmam-ı Gazali Hazretleri de şöyle buyurmaktadır: “Aklın kemali, imandan sonra insanları sevmektir.” Zira, insan, umum aleme sultan ve halife olarak yaratılmıştır.

Elhasıl, sebep ne olursa olsun müminlerin birbirine kin beslemeleri dinen, aklen ve vicdanen çirkin ve merduttur.

Evet, birlik ve ittifakı sağlamanın yegane çaresi: Müslümanlar arasında muhabbeti tesis etmek, maddî ve manevî terakki için azami gayret göstermektir. Bu hususta takip edilecek yolu Bediüzzaman Hazretleri şöyle ortaya koyar:

Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silahı ile cihad edeceğiz”[8] Böylece, milletimizi mahv ve perişan edip zillete düşüren bu büyük düşmanlarımıza karşı üç elmas kılıçla mücadele edip milletçe zilletten izzete, tedenniden terakkiye, cehaletten, irfan ve marifete, ittifak ile de ittihada yükseleceğiz. Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi;

İttifakta kuvvet, ittihadda hayat, uhuvvette saadet vardır.”

İttihad ve uhuvvet, fertler arasındaki muhabbet ile olur. Ancak o muhabbetle umumi muhabbet ve cazibe meydana gelir. Şanlı ecdadımız, yukarıda zikredilen üç büyük düşman ile mücadelesinde muvaffak olarak asırlarca tevhid bayrağını dünyanın bir çok yerinde dalgalandırmışlardır. Bizler de şanlı ecdadımızı örnek alarak, birlik ve beraberliğimizi muhafaza edip, memleketimizi parçalamak isteyen dahili ve harici düşmanlara karşı çok dikkatli ve uyanık olmalıyız.

Bediüzzaman Hazretlerinin “Milliyetimiz bir vücuttur. Ruhu İslâmiyet, aklı Kur’an ve îmandır.”[9] sözüne kulak vermeliyiz.

Mehmet Kırkıncı

 www.Mehmedkirkinci.com

[1] Şualar

[2] Nisa Suresi 4/58

[3] Kastamonu Lahikası

[4] Mektubat

[5] Mektubat

[6] Buhârî, Edeb, 57; Feraiz 2; Müslim, Birr, 23; Tirmizi, Birr, 24

[7] Müslim, I, 32

[8] Divan-ı Harb-i Örfî, s.15

[9] Tarihçe-i Hayat

Risale-i Nur Talebeleri Neden Siyasetten Kaçıyorlar?

SİYASETLE ALAKALI BEDİÜZZAMAN’IN BİZLERE DERS OLACAK BAZI MÜHİM SORULARA CEVAPLARI

Hizmet mensupları bu tavsiyeleri bin kere okumalı ve yaptıklarına tevbe etmeli

Sual: Bu kadar zaman hizmetinizde bulunuyoruz:
(1.Sual:) Dünyaya, hayat-ı içtimaiyeye ve siyasete dair bir alâkanızı, merakınızı görmedik.

(2.Sual:) Daima iman ve âhiret dersinden başka bir meşgalenizi görmüyoruz. Öyle anlamışız ki, bu on sekiz senedir vaziyetiniz böyle imiş. Bu meseleyi bize izah et.

(Elcevap’ta yer almasına rağmen; gelen bu parağraf bir bakıma 3. Sual olabilir aslında:)

(3.Sual:) Hem talebelerinde bu kadar kesret ve kuvvet ve hak ellerinde bulunduğu halde, âsâyişe hiçbir zararı dokunmadığını ve talebelerden bin adam, on adam kadar hayat-ı içtimaiyeye zarar vermediklerini, kalbi bozuk olmayan görür.

Bu meselenin sırr-ı hikmeti budur ki:

Âlem-i insaniyette ve İslâmiyette üç muazzam mesele olan, iman ve şeriat ve hayattır. İçlerinde en muazzamı iman hakikatleri olduğundan,

(1.Sualin Cevabı:) Bu hakaik-i imaniye-i Kur’âniye başka cereyanlara, başka kuvvetlere tâbi ve âlet edilmemek (için)

(1.Sualin Diğer Bir Cevabı: O yol meşkûk ve müşkülâtlı ve bana nisbeten fuzuliyâne, hem en lüzumlu hizmete mâni ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık; ve bilmeyerek ecnebî parmağına âlet olmak ihtimali var. Eğer kuvvetle ve hâdise çıkarmakla muhalefet etsem, husulü meşkûk bir maksat için binler günaha girmek ihtimali var; birinin yüzünden çoklar belâya düşer. 16.Mektup_1.Nokta)

(2.Sualin Cevabı:) Elmas gibi o Kur’ân’ın hakikatleri, dini dünyaya satan veya âlet eden adamların nazarında cam parçalarına indirmemek (için) 

(2.Sualin Diğer Bir Cevabı: Hakaik-i İmaniye ve Kur’âniye birer elmas hükmünde olduğu halde, siyasetle âlûde olsaydım, elimdeki o elmaslar, iğfal olunabilen avam tarafından, “Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset değil mi?” diye düşünürler. O elmaslara âdi şişeler nazarıyla bakabilirler. 16.Mektup_2.Nokta)

(3.Sualin Cevabı:) En kudsî ve en büyük vazife olan imanı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için,

(3.Sualin Diğer Bir Cevabı:Hayat-ı ebediyeyi kazanmakta en birinci vasıta ve saadet-i ebediyenin anahtarı imandır; ona çalışmak lâzım geliyor.16.Mektup_2.Nokta)

Risale-i Nur’un has ve sadık talebeleri, gayet şiddet ve nefretle siyasetten kaçıyorlar.

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

www.NurNet.org