Etiket arşivi: Sema Maraşlı

Kadınlara Ne Oldu da Böyle Oldular?

Zuhruf sûresi 17. ve 18. âyet-i kerîme: Onların biri “Kızlar Rahmân (olan Allah)’ a aittir.” dediği halde kendisi ise onun (doğumu) ile müjdelendiği zaman yüzü kapkara olur ve kederinden yutkunup durur.

“Onlar, kızlar süs içinde yetiştiği ve kavgaya (ve mücâdeleye) açık (müsait) olmadığı için mi? (istemiyorlar da Allah’a nisbet ediyorlar, O’nun olsun diyorlar.)

Zuhruf sûresi 18. âyet-i kerîmede kadınların yaratılışları ile ilgili çok önemli ipuçları var.

Rabbimizin kadın tarifi var: Kadınlar süsü sever ve kavgaya meyilli olmaz.

Öncelikle Allah (c.c) süsü seviyor: Gökyüzünü yıldızlarla süslemiş, yeryüzünü yemyeşil ağaçlar, rengarenk çiçeklerle süslemiş, kuşların, balıkların, kelebeklerin, sineklerin kanadını bile muhteşem bir incelikle yaratmış.

İnsan cinsinde de kadını süslü ve narin yaratmış. Ayrıca süslenmeleri için doğal malzemeler yaratmış. Kına yaratmış saçlar için, sürme yaratmış gözler için. Peygamberimiz sürme ve kına kullanımını teşvik etmiş.

Allah (c.c) yarattığı her süs malzemesini aynı zamanda faydalı olacak şekilde yaratmış. Takı olarak kullanılacak renk renk taşlar yaratmış, vücut enerjisini olumlu etkileyen.

Nahl suresi 14. âyet-i kerîme de şöyle buyruluyor:

Kendisinden taze et yemeniz ve ondan (inci ve mercan gibi) giyineceğiniz bir ziynet çıkarmanız için denizi istifadenize sunan O dur. Gemilerinde deniz de yara yara akıp gittiğini görürsün. Bu da lutfundan arayasınız ve şükredesiniz diyedir.

Denizden çıkan ziynetler de çok faydalı. İncinin kadınlar için çok önemli iki faydası var. Tiroit ve kadınlık hormonlarının düzgün çalışmasını sağlıyor. Mercan da çok faydalı.

Arap kadınları süslenme konusuna çok önem veriyorlar. Dinimiz tesettür ve süs konusunda dışarısı için belli ölçüler koymuş. Arap kadınları uygun ortamlarda, kadınlar arasında ve evlerinde çok bakımlı ve süslüler.

Sahabe hanımlarına baktığımız zaman da aynı şeyi görüyoruz. Peygamberimiz zamanında bir kadının gözünde sürme yoksa, süslenmemişse “Cenazen mi var” diye soruyor, hanımlar. Bir kadın sadece kocası öldüğünde dört ay boyunca sürme kullanamıyor, onun dışında bir akrabası öldüğünde üç gün sonra süslenmeye başlıyor. Bu da peygamberimizin tavsiyesi.

Hz. Aişe bu konuda kadınlara çok güzel bir örnektir. İlimde çok üstün bir kadın; fakat süsü de seviyor. Bizim dindar kadınlarımız, özellikle dernek ve vakıf çalışmaları ile meşgul hanımların çoğu kendilerini çalışmalara öyle kaptırıyorlar ki kadın olduklarını unutuyorlar. Onlara sahabe hanımlarının hayatlarını okumalarını tavsiye ederim.

Hz. Âişe’nin ve Hz. Hatice’nin saçlarını yapmaya gelen kuaförleri var. Medine’ye hicretten sonra kuaför hanım gelip Peygamberimize “Ya Resulallah bildiğiniz gibi ben bu işi yapıyorum, bırakayım mı?” diye soruyor. Peygamberimiz “Ey Ümmül Ri’le, sen bu işini devam ettir, bırakma.” buyuruyor.

Hz. Âişe bir gün kendisinin duymadığı bir hadis-i şerîfi rivayet eden Ebu Hureyre’ye “Ben duymadım bu sözleri” demesi üzerine “Ey anneciğim sen ayna ve sürme ile meşgulken, ben Resulullah’tan öğreniyordum.” der.

Süs kadın için önemli. Kadın süslendiği zaman kendini daha kadın hisseder. Tavır ve davranışları süsüne, giydiği giysiye göre şekil alır.

Elbise kadına farklı havalar verir. Dekolte bir elbise ile kadın cazibedar görünür. Sade bir elbise ile hanımefendi görünür. Süslü bir elbise ile canlı neşeli görünür. Elbisenin renkleri bile kadının ruh halini etkiler.

Türk kadınlarının çoğunun süslenme ile ilgili sorunları var. Süslenenler genellikle evden çıkarken süsleniyor; ev gelir gelmez eşofman tişört, kocayı öyle karşılıyorlar. Ya da hiç süslenmeyenler var: Ne evde ne dışarıda. Onlar da evde eşofman ve tişört içinde yaşıyorlar.

Yemek ve temizlik yaparken eşofman rahat oluyor. Fakat eşofman alışkanlık haline geliyor, kadınların üzerinden hiç çıkmıyor. Oysa kadın elbise ve eteğin içinde daha kadındır.

Âyet-i kerîme de süs içinde yetişmekten bahsediliyor. Kız çocuklarını yetiştirirken onların erkek gibi değil, fıtratına uygun süslü kıyafetlerle kız gibi yetiştirilmesi konusunda bir hatırlatma var, aynı zamanda bizlere.

Rabbimiz biz kadınları “Kavgaya meyilli olmayanlar.” diye tarif ediyor. Kadınlar, anne olacakları için şefkat ve merhametle donatılmışlar. Erkekler ise aileyi vatanı koruyacakları için koruma ve kollama duygularından dolayı kavgaya meyilliler. Erkeklik hormonu olan testosteron aynı zamanda cesaret hormonu. Erkeklere kavga etmek, savaşmak konusunda cesaret veriyor.

Yaradan’ımız tarafından “kavgaya meyilli olmayanlar” diye tarif edilen günümüz kadınların çoğunluğu, maalesef ki yedi gün yirmi dört saat kavgaya hazırlar. Yeter ki bir dokunan olsun. Beden güçleri yeterli olmadığı için dilleri ile saldırıyorlar. Küfür, hakaret, alay, küçümseme psikolojik saldırı.

Fıtrata uygun yumuşak olmak, uzlaştırıcı olmak aptallık; kavga etmek akıllılık oldu. Kadınların bu kavgaya hazır halleri elbette evlilikleri çok olumsuz etkiliyor.

Peki kadınlarına ne oldu da bu hale geldiler?

Bunu sorgulamak gerekmiyor mu? Kadınlar üzerine oynanan kirli oyunları görmek ve bunlardan arınmanın yollarına bakmak gerekmiyor mu?

Bunları yapmak yerine en kolayı erkekleri suçlamak. “Erkekler yüzünden kadınlar kavgacı oldu. Erkekler kadınların her dediğini yapsalar kadınlar da elbette kavga etmezler.

Doğrusu bu mu?

Erkekler kadınların her istediğini yapmalı mı? Yaparlarsa kadınlar mutlu olur mu? Aileler huzur bulur mu? Bu kavgalar biter mi?

Bu soruların cevapları ayrı bir yazı konusu. Kadın, süs ve kavga konusunda sizlerin düşüncelerinizi de öğrenmek isterim. Yorum ve maillerinizi bekliyorum.

Sema Maraşlı / Haber 7 / semamarasli@gmail.com

Cuma Mesajları

Cuma günleri “Hayırlı Cumalar” ya da “Cumanız Mübarek Olsun” mesajları yollayanlar için bazı duaları toparlayıp size sunduk. Hepinize Hayırlı Cumalar… Dua bi parça modern zamanımıza hitap etmiştir, bilginize..

Allah’ım, “kin, kibir ve kim ne der” hastalıklarından sana sığınırım. Bayramı senin rızan için sevgi ve muhabbet içinde geçirmeyi nasip eyle.

Allah’ım, internette tanımadığım insanlarla sohbet edeceğim, diye arkadaşlarımı akrabalarımı ihmal edip vefasızlık etmekten sen beni koru.

Allah’ım, aileme ayırmam gereken zamanımı internet başında geçirerek onların hakkına girmekten sana sığındım, beni konu. Teknolojiye karşı bana sağlam bir irade ver.

Allah’ım, beni, ailemi, sosyal paylaşım sitelerinin şerlerinden koru. Kötü insanları arkadaş diye ekleyip zarar görmekten sana sığındım.

Allah’ım, internete düşmekten ve rezil olmaktan sana sığındım.

Allah’ım, sosyal paylaşım sitelerinde çok kişi takip etsin diye abuk subuk şeyler yazmaktan ve şöhretin afetlerinden sana sığındım.

Allah’ım, internette paylaştıklarımın ne kadar beğenildiği değil, senin ne kadar beğendiğin her şeyden önemli olsun benim için.

Allah’ım, internete tuhaf tuhaf fotoğraflarımızı çekip koymaktan, kendimizi rezil etmekten sen bizi koru.

Allah’ım sigara, içki, uyuşturucu ve internet bağımlılığından sana sığındım, bana sağlam bir irade ver, beni koru.

Allah’ım sanal günahlardan sana sığındım. İnternette gönül çalmaktan, çalıp terk etmekten, mazlumun gözyaşından ve bedduasını almaktan sana sığındım.

Allah’ım, hayalime bile günah girmesin. Bana temiz bir zihin ve temiz bir gönül ver.

Allah’ım, televizyonun zararlarından sana sığındım. Vaktimi çalmasından, zihnimi yormasından, gönlümü bulandırmasından, aile hayatımı bozmasından koru. Beni ve ailemi yarışma programlarına katılma sevdasından, saçma sapan şaka programlarının ortasına düşüp üç kuruş para için rezil olmaktan koru.

Allah’ım, genetiği bozulmuş tehlikeli gıdalardan, kola ve cips gibi zararlı yiyeceklerden bizi koru. Temiz ve helal beslenmeyi nasip eyle.

Allah’ım, dünyada bu kadar aç insan varken tıka basa yemekten, yemek beğenmemekten sana sığınırım.

Rabbim, insanlar dertleri ile uğraşırken kameraya görüntü kaydetme merakından sana sığınırım.

Allah’ım, “daha fazlasını iste” diye bağıran reklam sloganlarının şerrinden sana sığındım beni ve ailemi koru.

Allah’ım, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine düşmekten sana sığındım.

Allah’ım telefonumda “bedava konuşma hakkı var” diye kendimi kaybedip zamanımı telefonda boş konuşarak ziyan etmekten sana sığınırım.

Allah’ım telefonda bedava saatlerimi dolduracağım diye, gıybet ve dedikodu yapmaktan, gerekli ve gereksiz konuşmaktan sen beni koru.

Allah’ım modern görünme adına dinini hor görmekten âyet-i kerîme ve hadis-i şerîfleri çağa uydurayım, dini kibarlaştırayım diye saçmalamaktan, inkara düşmekten ve dinden çıkmaktan sana sığınırım.

Allah’ım nefsimin hoşuna gitmediği için senin hükümlerini görmezden gelmekten, inkar etmekten sana sığınırım.

Allah’ım, kadının feministinden, susmasını bilmeyeninden, nanköründen, çok bilmişinden sana sığınırım.

Allah’ım erkeğin kabasından, bencilinden, sevmeyi bilmeyeninden, merhametsizinden sana sığındım.

Rabbim, gaddarlıktan, intikam almaktan, cezalandırıcı olmaktan sana sığınırım.

Allah’ım, karımın beni dizi kahramanları ile kıyaslamasından sana sığındım.

Allah’ım, kocamın beni mankenlerle kıyaslamasından sana sığındım.

Allah’ım, beş günde alevlenen, on günde sönen yalan aşklardan, sahte sevgilerden sana sığınırım.

Allah’ım, yalnızlıktan sana sığındım. Bana içinde sevgi ve merhametin olduğu güzel bir evlilik ver.

Rabbim, aile hayatımda her şeyden önce sevgi ve muhabbet olsun. Eşimi kırmaktan, ona zulmetmekten sana sığındım.

Bu dualar “Sema Maraşlı’nın” bir yazısından alınmıştır…

Dindar ailelerin dini sevmeyen çocukları!

Hiçbir şeyden memnun olmayan, şükretmeyi bilmeyen, bencil, merhametsiz bir nesil yetişiyor. Okullarda, hasta ve engelli arkadaşları ile alay eden çocukları duyuyoruz. Çocuklara ahlâki konularda pratik çalışmalar yaptıralım; ibret alacakları yerlere götürelim.

İletişim çağında, iletişim sıkıntısı yaşıyoruz. Tatsızlıkların pek çoğu iletişim hatalarıyla geliyor. Karı-koca iletişim kuramıyoruz, çocuklarımızla iletişim kuramıyoruz. Peki niye?

İletişim kazalarımız yüzünden gönüllerimiz hep yaralı.

Hâlâ eğitim sistemimizde doğru düzgün iletişim dersleri yok. Göstermelik bir kaç ders var. Çocuklara işlerine yaramayacak pek çok bilgi öğretiliyor; ama en önemli bilgiler öğretilmiyor. Hele günümüz gençliği, iletişim konusunda bir facia. Anne-baba ile nasıl konuşulur? Öğretmene nasıl davranılır? bilmiyorlar.

Gençler, saygısızlık etmeyi, büyüklere laf yetiştirmeyi, özgürlük ya da zeka alameti zannediyorlar. Evimin balkonu “Anadolu Lisesi”ne bakıyor, yan tarafımda sitenin çocuk parkı var. Balkona çıkarken kulaklarımı tıkamam gerekiyor. O küçücük çocuklar birbirlerine karşı sanki küfür yarışına giriyorlar. Salıncakta sallanma yaşlarında küfür öğrenmişler.

Bu çocukların aileleri hep düzgün insanlar. Evlerinde küfür kelimeleri kullanıldığı zannetmiyorum. Artık çocuklarımızı biz değil, çevre yetiştiriyor. Eskiden ailelerin etkisi daha fazlaydı çocuklar üzerinde. Biz eğitim hataları yaptık; televizyon, bilgisayar ve çevre de çocuklarımızı bizden aldı.

Yaz tatilinde her yerde yaz okulları açıldı: Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Kur’ an Kursları, dernekler, vakıflar, etüt merkezleri, tatilde çocuklar için yaz okulları yapıyorlar, kurslar düzenliyorlar. Geçmiş yıllarda çocuklarımı farklı yerlere gönderdim. Yaz okulu olduğu için yüzme, gezme gibi etkinlikler, çocuklara cazip geliyor; fakat dini eğitim noktasında çok yetersizler. Dini eğitim denince sadece Kur’ân-i Kerim okutup, ezber yaptırmak ve çocukların çok da anlamadığı fıkıh konularını ezberletmek zannediliyor hâlâ pek çok yerde. Çocuklara ezber konusunda o kadar yükleniyorlar ki çocuklar kısa süre sonra gitmekten vazgeçiyorlar.

Çocuklara zorla ezber yaptıracaklarına: “Namaz sûrelerinin anlamlarını öğretseler, birlikte namaz kılsalar, güzel ahlakı uygulamalı gösterseler, iletişim dersi verseler, iletişim ile ilgili âyet-i kerîmelerin anlamlarını ezberletseler, peygamberimizin örnek davranışlarını anlatsalar, çocuklara dini sevdirseler” yeter.

Nedense Kur’an Kurslarına giden çocukların pek çoğunun, dini konularda hevesleri ölüyor. İstisnalar vardır elbette; ama benim gördüklerim genellikle öyle. Bir kaç ay kursa giden çocuklar, her şeyi bilirim havalarına giriyorlar. Dini konuları araştırma, okuma, öğrenme hevesleri kalmıyor. Bu eğitim-öğretim sisteminde bir bozukluk var. Elli yıl önceki aynı sistem hâlâ devam ediyor. Belli ki bu çağın çocukları için yetersiz kalıyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı’ na ve dini konularda eğitim yapan, vakıf ve dernek yöneticilerine bir çağrım var: Önümüzdeki yılın “kurslarının ve yaz okullarının” adını ve içeriğini değiştirelim. “yaz okulları” nın adı “Kur’ân-i İletişim Okulları” olsun. Buralarda “Kur’an Ahlakını” öğretelim. Çocuklar; nezaketi, güzel konuşmayı, öfke kontrolünü, sabrı, kötülüğü iyilikle savmayı öğrensinler. Kısacası dinimizin adâbı muaşereti öğretilsin. “Nezaket Kursları” açılsın her yerde.

Hiçbir şeyden memnun olmayan, şükretmeyi bilmeyen, bencil, merhametsiz bir nesil yetişiyor. Okullarda, hasta ve engelli arkadaşları ile alay eden çocukları duyuyoruz. Çocuklara ahlâki konularda pratik çalışmalar yaptıralım; ibret alacakları yerlere götürelim.

Hatalı davranışlarının farkına varabilmeleri için biraz da ahlâki testler çözdürelim. Bakalım nasıl cevaplar verecekler.

“Babanız su istedi; ne yapmanız gerekir?”

-Yüzümü ekşitir, sesimi çıkarmam.

-“Bekle biraz, az sonra getiririm” deyip, oyalarım.

-Çemkiririm. “Kendin al.” derim.

-Espriye vurur: “Baba ben de çok susadım; sen içerken bana da getirir misin?” derim.

-Hiçbirisi

“Birisi size bağırdı, ne yaparsınız?”

-Ben de ona bağırırım.

-Bana kimse bağıramaz; hakaret edip söverim.

-Alay eder, dalga geçerim.

-Şiddete baş vururum

-Hiçbirisi

Çocuklar kendileri söylesinler, ne yapacaklarını. Cevaplar testte olmasın. Onları klasik okul bilgilerinden kurtarıp biraz “hayat bilgisi” öğretelim.

Tabii bu arada çocuklarımızın hatalarında kendi paylarımızı da göz ardı etmeyelim. Çocuklarımızı iyi yetiştiremiyoruz; kabul edelim. Güzel yetiştirenlere sözüm yok, istisnalar kaideyi bozmaz. Fakat genel anlamda bir sorun var. Saygılı olsunlar diye baskı yaptık; bağımlı ve korkak oldular. Özgüvenleri gelişsin diye müdahale etmedik; saygısız oldular. Korkak olmasınlar diye serbest bıraktık; kimseyi dinlemez oldular.

Gençlere dinimizi sevdiremedik. “Altı Paris, üstü Mekke” diye giyimlerini eleştirdiğimiz genç kızlara kızıyoruz; ama onları biz yetiştirdik. Biraz psikoloji, biraz ana babadan gördüklerimiz, biraz oradan buradan duyduklarımızla karışık bir eğitim programı uyguladık.

Kur’ân-ı Kerîm’in ve sevgili peygamberimizin eğitim metodunu göz ardı ettik. Kafadan rafadan annelik babalık yaptık. Kendimde söylediklerimin içindeyim; kimseyi suçlamıyorum, yanlış anlaşılmasın. Maalesef ki dindar ailelerin “dini sevmeyen evlatları” azımsanmayacak kadar çok. Çocuklara dinimizi sevdirerek öğretemedik.Ciddi eğitim hataları yaptık. Gönderdiğimiz kursların çoğu ters etki yaptı. Çocuklar sırf anne- babalarına kızgın olduklarından, onları üzmek için dini konularda bilinçli hatalar yapıyorlar. Kendileri de üzülmek pahasına anne ve babalarını en hassas oldukları dini konulardan vuruyorlar.

İletişim çağının gençlerinin evlilikleri de iyice tuhaf. Kavgalar daha tanışma aşamasında başlıyor; sözden, nişandan ayrılmalar çok fazla. Evlenmeyi başaranların bir kısmı daha ilk günlerden vazgeçiyor; bir kısmı da zoraki götürmeye çalışıyor.

Emek vermeden sevilmeyi bekliyorlar; fedakarlık etmeden evlilik kendi kendini götürsün istiyorlar. Aşk sözcüklerinden, hayvan adlarına, kısa zamanda geçiş yapıyorlar. Kendilerini denetlemeyi bilmiyorlar. Herkes sadece kendi istediği olsun istiyor. Böyle bir şey mümkün değil.

Bu eğitim sistemi böyle devam ederse gençlerin hâli daha da kötüye gidecek. Ancak “Kur’an Ahlakı” ışığında düzgün bir iletişim ile mutlu olunabilir. Rabbimizin eğitim metodunu, çağın eğitim araçları ile ailelere ve çocuklara en güzel şekilde sunmamız gerekli. Bunun için de ilahiyatçılara, eğitimcilere ve biz anne-babalara çok iş düşüyor. Kur’ân-i Kerîm’i sadece dilimizde bırakmayıp, hayatımızın her alanına katmamız gerekiyor.

Sema Maraşlı

www.cocukaile.net

Gururlu Kadınlarımıza Cevaplar

*  *  *

Son yazdığım yazılar internette sosyal paylaşım sitelerinde de çok tartışılmış. Kadınlardan biraz eleştiriler geldi. Kadınlardan gelecek eleştirileri tahmin ettiğim için aslında pek çoğuna yazının içinde cevap vermiştim demek ki dikkatli okumamışlar.

Şunu tekrar hatırlatayım. Ben âlim değilim, tefsir yapmıyorum. Sadece unuttuğumuz ya da bize unutturulmaya çalışılan âyet ve hadisleri birlikte hatırlayalım diye yazıyorum. Çünkü mutluluk güzel dinimizde. Âyet-i kerîmeleri güvenilir kaynaklardan alıyorum, konu ile ilgili bilimsel araştırmalarla birlikte uzmanların yazdığı kitaplardan ilgili bölümleri size aktarıyorum ve kendi düşüncelerimi de tabii ki yazıyorum.

Allah ve Resûlünün sözlerinden uzaklaştıkça kafalarımız laikleşiyor. Dini ve dünyayı ayırmak istiyoruz. Zaten ülkemizde din deyince akla ilk gelen ibadetler; namaz, oruç… Kılalım namazımızı, tutalım orucumuzu gidelim cennete. Din daha fazla karışmasın dünyamıza, istiyoruz.

Elbette ibadetler önemli ama asla tek başına yetmez. Din hayatın her yönüne müdahildir. Evlerde en üst raflardaki Kur’an-ı Kerimleri alıp, hayatlarımızın içine katmalıyız. Kadını ve erkeği yaratan mutluluk reçetesini de beraberinde göndermiş. Hadis-i şerîfler hem Kur’anı Kerîmi tefsir ediyor hem de günlük hayatımıza rehberlik ediyor.

Gelelim yazılarıma yapılan eleştirilere.

Tesettürlü, yüksek eğitimli, iyi de bir aileden gelen kızımız, itaat ile ilgili olan yazım üzerine internet sayfasında şöyle demiş:”Helvadan yaptığın puta tapmakla, yüzük taktığın ademoğluna tapmak arasında pek bir fark

göremiyorum.”

Hanımefendi hangi cüretle bilmiyorum, kocaya itaati puta tapmakla eş değer görmüş ve şirk olarak kabul etmiş. Allah ve Resulunden daha iyi bildiğini zannedenlerimiz var. Onlara ne demek lâzım ben bilmiyorum. Bir zamanlar ben de hayata ve dine feminizm gözlükleri ile bakıyordum.

Bazı hadis-i şerîflere bakıp “Peygamberimiz erkeklere biraz torpil geçmiş” diye düşündüğümü hatırlıyorum ama hiç bu kadar pervasız olmadım. Yapamasam da “vardır bir hikmeti” diye düşündüm.

Şimdi geçmişte anlayamadığım hadis-i şerîflere baktıkça ne çok hikmetleri olduğunu daha iyi anlayabiliyorum. Bu genç kızların dini konulardaki bu pervazlıkları eski bir feminist olarak bile beni hayrete düşürüyor.

İtaati “kocaya tapmak” olarak değerlendiren genç kızımız, “Tüylerimizi Diken Diken Eden Emir” başlıklı yazımın içindeki hadis-i şerîfe atıfta bulunmuş anladığım kadarıyla.

İnsan insana secde etseydi kadının kocasına secde etmesini emrederdim.” Hadis-i şerîfin sahih olmadığı iddia edenler oluyor. Fakat bu hadis-i şerîf üzerine Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisans tezi (*) yapılmış ve Hadis-i şerîfin sahih, güvenilir, rivayet zincirinin sağlam olduğu ispatlanmış.

Hadis-i şerîfteki secde kelimesinin tabii ki Allah’a secde etmekle alakası yok. Peygamberimiz ailede mutluluk için kadının kocasına saygı duymasının ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmiş.

Nefislerimize ağır gelen Hadis-i şerîfleri reddetmeye başladık. 1400 yıldır âlimler hadis ilmi yapıyor, bir hadisin sağlığını ispat için yüzlerce km yol almışlar, biz nasıl bir çaba harcadık ki oturduğumuz yerden ahkam kesiyoruz?

Hadis-i şerîfler olmasa Allah (c.c) ın peygambere itaat emri nasıl yerine gelecek. Nîsa sûresi 64. âyeti kerîmede Rabbimiz “Biz bütün peygamberleri Allah’ın izni doğrultusunda kendilerine itaat edilsin diye gönderdik.” buyuruyor. İtaat emri nefislerimize pek bir ağır geliyor. Hele günümüzde şişirilmiş egolarımız patlar diye ödümüz kopuyor. “Taş altında uyurum ama söz altında kalmam.” nakaratları ile bilinçaltımızı dolduran şarkı sözlerinin etkileri en çok evlilikte ortaya çıkıyor. Bir Allah dostunun söylediği gibi “İnsaf, ilim, islam, nefis terbiyesi” adımlarını sırasıyla gerçekleştirmeye çalışmak yerine, nefislerimizi mutlu etme peşine düşünce Rabbimizin emirleri de ağır gelmeye başlıyor. Tam da bu noktada itaat kibrimizi kıracağı için biz kadınlara pek gerekli.

Kadının kocasına itaati emreden Allah(c.c) olduğu için aslında kocaya itaat Allah’a itaattir. Kaçımız “Namazını kılan, kocası kendisinden razı olarak ölen kadın, cennete girer.” Hadis-i şerîfine binaen kocalarımıza teşekkür etmeyi akıl ettik. İçtenlikle söyleyin, istediğimiz dünyada patronluk, evde liderlik, hükümranlık mı yoksa ahiret saadeti mi?

Kadın kocasına itaat ederek ahiret saadetini kazanırken dünyada da mutlu olur. İtaat emriyle kadın ezilmemiş sadece kocasına reislik yapması yasaklanmış. Kadın evde reisse ne kadın ne erkek ne de çocuklar mutlu olur. Evin yöneticisi, reisi erkektir, Rabbimiz böyle takdir etmiş. Kadının kocasına saygısızlık etmesi, kocası ile çatışmaya girmesi, inatlaşması yasaklanmış. Kadın sert olduğunda çatışma olur, yumuşak olduğunda kocası çoğu zaman onun istediğini yapar zaten.

İtaat deyince feminist kafalarda “Kadın paspas olacak, erkek üstüne basacak, ayağını silecek.” böyle bir hayal canlanıyor. Bu Rabbimize karşı ne kötü bir zandır. Tam aksi kadın itaat ettiğinde erkeğin baş tacı olur.

“Sanki evlendiğinde, koca karşısında direk “kuzu statüsüne” düşecekmişsin gibi saçma bir tablo çiziyorlar.” eleştirisi vardı bir de. Kuzu ve statü kelimeleri yan yana çok hoş durmuş.

Okumuş kızların evliliğe bakışı da bir başka oluyor! Okumuş kızlara soruyorum “Hanımefendi aile içerisinde statünüz nedir?

Efendim benim statüm “kedi”dir, sevilmek isterim ama tırnaklarım her zaman hazırdır.

Benim statüm “kuzu” dur, ne söylenirse yaparım.

Benim statüm “köpek”tir, kızdığım zaman hemen havlarım.

Benim statüm “kuş”tur, canım sıkıldığı zaman hemen kaçarım.

Benim statüm “deve”dir, kin tutar, hayatı eşime zindan ederim.

Benim statüm “karınca”dır, çalışır işime bakarım.

Benim statüm “horoz”dur, sesimi hep yükseltirim.

Bir de kötü huylarımızı kibar cümlelerle süsleyip kendimizi kandırıyoruz. Geçenlerde bir hanım bana şöyle dedi: “Sema Hanım ben çok sabırlı bir kadınım. Bir keresinde kocamla üç ay küstük, barışmak için hiç adım atmadım sabrettim.” dedi. Ben de “Lütfen kötü huylarımızı kibar cümlelerle süslemeyelim. O yaptığınıza sabır değil de kibir denir, inat denir.” dedim. Çoğu zaman hatalarımızı görmek istemeyiz, eğer görüyorsak da kendimizi temize çıkarmak için bir kılıf uydururuz.

Bununla ilgili bir eleştiri de şöyleydi: “Erkekler, insanlık onurunu savunan, koruyan bir kadına saygı duymaz sanıyorlar; erkeklere bakış açıları da böyle sığ işte…” demiş. Bu “insanlık onuru” dedikleri şeyin aile hayatı içindeki adı “kibir” den başka bir şey değil.

Sen bana ne dedin? Sen bana ne demek istedin? Bu söylediğin onuruma dokundu, bana bunu söyleyemezsin! Vır vır da vır, vıdı vıdı da vıdı vıdı. Başka bir şey değil. Bir de erkeğin bu vıdı vıdılara saygı duymasını bekliyorlar. Başka emriniz var mıydı?

Kadın kuzu olunca erkek de kurt oluyor, herhalde doğal olarak. Bu ne düşmanlıktır, gün geçtikçe dozu iyice artıyor. Bir kadın bir erkeğe tokat attıysa “Kim bilir, adam ne yaptı da kadın vurdu.” deniyor. Erkek kadına adına vurduğunda “zalim adam” deniyor. Her iki durumda da erkekler suçlanıyor.

Geçen yıl bir okulda böyle bir olay yaşandı. İlköğretim de bir kız öğrenci sınıfında bir erkek öğrencinin, komiklik olsun, diye defterini alıp çöpe atıyor. Çocuk defterini gidip çöpten alıyor, “komik olmadığını, bir daha yapmamasını” söylüyor. Kız inadına bir daha alıp çöpe atıyor. Çocuk defterini çöpten alırken bu kez kıza bağırıyor. Kız da o bağırdı diye hem bir yandan bağırıyor hem de çocuğa vuruyor. Çocuk da kıza bir tokat atıyor.

Sınıftaki bütün kızlar çocuğa düşman oluyor, erkek çocuklar da “kızlara vurulmaz” diye kızlarını tarafını tutuyorlar. Diğer erkek çocuklarının aynı olay başlarına gelse bir tokadı bırakın, kızı gebertirlerdi ama uzaktan kibar olasıları geliyor. Kadın dayanışması, diye bir şey var ama nedense, erkek dayanışması, yok.

Kadınlar, hayır-şer fark etmez, karşılarında erkek varsa birbirlerine çoğunlukla destek olurlar. Ben de çocuğa “Eline sağlık iyi yapmışsın” dedim. Vurmasaydı da sınıfta “kızdan dayak yiyen ezik oğlan” muamelesi yapılacaktı. Kadın edepsizliği karşısında erkek her durumda kötü konumda oluyor.

Okuldaki rehberlik öğretmeni de erkek öğrenciyi çağırıyor, kıza vurmasının altındaki psikolojik sıkıntıları çözmek için. Oysa esas psikolojik sorun kızda. Terbiyesizlikten daha büyük psikolojik sorun olabilir mi?

Kız vurunca iyi, erkek vurunca kötü. Bu ne çifte standarttır böyle! Nedir bu kadın şımarıklığı? Eziliyoruz, eziliyoruz diye erkeklerin tepesine çıkmaya ve erkekleri ezmeye çalışıyorlar. Bu işin sonu nereye gidecek bilmiyorum.

Erkeklere her türlü hakareti yap, sorun yok; ama kadınların hatalarını yazınca “kadın düşmanı” oluyorsun. Kadınlar hiç sorgulanmadan, hep haklı kabul edilmek istiyorlar. Medya desteğiyle kadınlar putlaştırılmaya çalışılıyor.

Erkek okurlarımdan yazılarımın çıktısını alıp eşine götürenler veya maille gönderenler oluyormuş. Eşlerinin tepkilerini bana yazmışlar. Çoğunun karısı anlaşmış gibi kocalarına neredeyse birbirinin aynı cümleyi kurmuşlar. “Sen kendine bak, kendini düzelt.”

Eş olmayı bırakın bir mümin olarak bile birisi hatamızı söylediği zaman önce bir durup düşünmek lâzım. Hatam varsa düzelteyim demek lâzım.

Herkes kadınları bu kadar pohpohlayıp şımartınca birilerinin de çıkıp hatalarını göstermesi lâzım. Dost acı söyler. Erkeklerin de hataları var, yeri geldikçe onları da yazıyorum yazacağım elbette; fakat en çok hatayı kadınlar yapıyor.

Sema Maraşlı “Kadın Düşmanı” yazmışlar, bir kaç yerde kadınlar. Hakkı söyleyince işine gelmeyenler iftira ediyorlar fakat hiç umurumda değil. Böyle bir kaç çatlak ses dışında, yazılarımı ve kitaplarımı takip eden, dua eden, mesaj yollayan, nefsine ağır gelse de doğru yolun

Allah ve resulunun gösterdiği yol olduğunu kabul eden kadın okurlarım da çok, çok şükür.

Yazımı bir hanımefendiden gelen maille bitirmek istiyorum.

“Sema Hanım,

Daha öncede yazılarınızı okumuş ve almam gerekenleri almaya çalışmıştım hatta bir yazınız eşimle aramızda geçen bir tatsızlıkta bize ışık olmuştu.

Bir gün, eşim elinde bir kağıtla geldi ve yazınızı okudu hiç konuşmadan dinledim sanki bizim yaşadığımız tatsızlık ve benim yaptığım hataları yüzüme vuruyor ve doğru yolu da yanında gösteriyordu.

Okudu hiç yorum yapmadan, sadece dinledim, o da yorum yapmadan sadece okudu, okudu, okudu…

Ve yaşadıklarımızı anlatıyordunuz sanki ikimizin de hatalarını gösteriyordunuz. Yazı bitince hiç konuşmadan sadece sarıldık ve ağladık hatalarımızı görmüş ve utanmıştık çünkü.

O günden beri yazılarınızı takip ediyorum.

Şimdi çok huzurlu ve mutluyuz ikimizde.

Size çok teşekkür ediyorum gösterdiğiniz yol için, eminim bir çok kadın kendine pay çıkartıyor ve mutluluğa giden yolda sizin gösterdiğiniz ışığı kullanıyorlardır, bu açıdan yaptığınız iş amacına ulaşıyor enim olun …bilin istedim sadece..

Sema Hanım teşekkür ederim, her şey için ve yazılarınız için ..

Hayat boyu başarı ve mutluluk sizinle olsun.”

Hikmet bende değil. Kaynaklarım sağlam. Allah ve Resulunden daha doğru kaynak olabilir mi? Ben sadece bir vesileyim. Bu da benim için çok büyük bir nimet ve şereftir. Rabbim kıymetini bilmeyi nasip etsin.

Sema Maraşlı – Haber 7

Aile Mutluluğuna Tek Çare

Aile mutluluğuna tek çare: “Kur’an ve sünneti hakem yapmak

Nisâ Sûresi 34. ayeti kerîmeden sonra, 35. âyeti kerîme ile devam ediyoruz. Bugüne kadar evlilik ilişkisine yeterince feminizm gözlükleri ile baktık biraz da Yaradan’ın yol göstericiliğinde iman gözlüklerimiz ile bakalım. Nisâ sûresi 35. âyeti kerîme:

Eğer aralarının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar düzeltmek isterlerse, Allah aralarını bulmaya onları muvaffak kılar. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir ve her şeyden haberi olandır.

Eğer karı koca meseleyi aralarında çözemedilerse Rabbimiz aileye dışarıdan yardım edilmesini istiyor. Her iki taraftan iki hakem tavsiye edilmiş fakat âlimler “İkisinin de kabul edeceği bir hakem de olabilir.” diyorlar.

Rivayete göre, Peygamberimiz (s.a.s) ile Hz. Aişe arasında bir tartışma olur ve Hz. Ebubekir hakem olarak çağrılır. Hz. Peygamber (s.a.v) “Sen mi önce konuşacaksın, ben mi?” diye sorunca, Hz. Aişe “Önce sen konuş fakat hak söyle.” deyiverir.

Bunun üzerine Hz. Ebubekir (r.a) kızına bir tokat atar ve “Ey nefsinin düşmanı! O hakkın dışında hiçbir şey söyler mi?” diyerek çıkışır.

Bunun üzerine Hz. Aişe Peygamberimizin arkasına sığınır. Peygamberimiz “Yâ Ebabekir! Biz seni bunun için çağırmadık ve böyle bir şeyi de senden istemedik.” diyerek hoşnutsuzluğunu belirtir.

Hakemin iki tarafın ailesinden olmasının tavsiye edilmesi, ilk adımda aile sırlarının dışarıya açılmaması ve yakınların onların durumu hakkında zaten fikir sahibi olmaları açısından önemli. Fakat aileden hakem olabilecek özellikte kimseler yoksa dışarıdan birisi de olabilir.

Hz. Ömer (r.a) anlaşamayan bir çiftin arasını bulmak için bir hakem gönderir. Hakem geri döndüğünde “onları barıştıramadığını” söyler. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) hakemi kamçılar ve ona Nisâ sûresindeki 35. âyet-i kerîmeyi hatırlatır:

Hakemler gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah onların arasını bulur.

Bunun üzerine hakem seçilen kişi geri gider, niyetini güzelleştirir. Eşlere şefkat gösterir ve böylece aralarını düzeltir.

Niyetin önemini âyet-i kerîmeden öğreniyoruz. Sözler de çok önemli. Resûlullah efendimiz: “Sözlerde büyü etkisi vardır.” buyuruyor.

Kocamla aramız bozuldu, kayınvalidem büyümü yaptırdı.” diye şüphelenen hanımlar öncelikle kimin sözünden ne kadar etkilendiklerine, kimlerin sözleriyle büyülendiklerine bakmalılar. O kayınvalidesinden şüphelenirken belki esas büyüyü sözleri ile onu yönlendiren annesi yapmaktadır.

Kadının annesi ve erkeğin annesi evlatlarına farkında olmadan sürekli hakemlik yapmaktalar. Hakemlikteki en önemli şart iyi niyetle hareket edip aralarını güzelleştirmeye çalışmak olmalı. Kötü niyetle aralarını açacak sözler söylemekte çok büyük vebal.

Sevgili peygamberimiz: “Karı koca arasını bozacak söz söyleyen ateştedir.” buyuruyor.

Fakat maalesef ki aileler çoğu zaman evlatlarını yanlış yönlendirmekteler. Gelinin ya da damadın ardından konuşarak evladını kışkırtan kayınvalidelerin sayısı az değil. Kayınvalideler diyorum çünkü çoğunlukta kayınvalideler yapmakta bunu. Kadınlar kaç yaşarsa yaşasın çocuklarının hayatlarına müdahil olmayı severler ve sözle yönlendirmekte de ustadırlar.

Kayınpederler genellikle aile sorunlarına sebep olmazlar. Tam aksi yapıcı olmaya çalışırlar. Tabi istisnalar elbette vardır, aileyi olumsuz etkileyen kayınpederler de vardır fakat biz çoğunluk üzerine konuşuyoruz.

Kadınların yanlış yönlendirmelerinde en önemli etki, kız ve erkek annelerine göre değişmekte. Kendi kocasına saygı duymayan ve yöneticiliğini kabul etmeyen pek çok anne, oğlunun karısı tarafından saygı görmesini bekler, evladının kılıbık olmasından, gelinin ağzına bakmasından da korkar. Tamamen bir çifte standart vardır bu konuda.

Oğlu karısını çok severse, karısının emrine girer ve ailesini unutur, diye de endişelendikleri için gelinin arkasından konuşarak, oğlunun gözünden karısının değerini düşürmeye çalışan kayınvalideler var maalesef. Bu noktada erkeğin uyanık olması ve annesinin sözlerini dikkate almaması lâzım. Kadın kıskançlığına kurban olmamak için. Tabi gelinin de akıllı davranıp kayınvalide ile güzel geçinmeye çalışması da önemli.

Kız annelerinin çoğu da kızlarının kocaları tarafından ezilmesinden endişe ederler, bu yüzden de kızlarını kocaları üzerinde otorite olabilmeleri için yönlendirirler. Evde kızlarının sözü geçmezse onların ezildiklerini düşünürler. Ayrıca kızı kocasının sözünü dinlediğinde, kızı üzerinde kendi otoritesinin de sarsılacağının ve yeterince annelik edemeyeceğinin planını yapan kadınlarda var.

Bunlar kötü niyetli adımlar. Bir de iyi niyetli adımlar var. Mesela erkeğin ailesinden “Aman oğlum, çocukların var, sus, hep alttan al, idare et, karının söylediklerini yapıver.” diyenler de oluyor. Bir erkeğin boşanmamak için evde hep alttan almasını ve idareyi kadına vermesini tavsiye etmek doğru bir hakemlik midir? Değildir elbette. O zaman hakemlikte bir ölçü olması lazım. Ölçü de tabii ki Allah ve Resûlü’ nün sözleri olmalı.

Nisâ sûresi 59. âyet-i kerîmede Rabbimiz şöyle buyuruyor:

Ey iman edenler! Allaha itaat edin, Resûlüne itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de… Herhangi bir şey hakkında çekişirseniz (anlaşamazsanız) eğer gerçekten Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız, onu, Allah’a ve Resûlüne arz edin. (Kur’an ve sünnetle halledin.) Bu (sizin için) daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.

Bu âyet-i kerîme ile herhangi bir şeyde- karı koca sorunları ya da başka sorunlar da olur- anlaşmazlığa düştüğümüz zaman önce âyet-i kerîme ve hadis-i şerîflere bakarak çözüm bulmamız, Allah ve Resulüne itaat etmemiz ve müslüman idarecilere (Ulü’l-emre) de itaat etmemiz emredilmekte. “Ulül- emr kelimesi geniş kapsamlıdır; müslümanların herhangi bir işinin başında olan her yöneticiye şamildir.” diyor âlimler. Din âlimleri ve ülke yöneticileri ulü-emrin başında gelirler. Hadis-i şerîfe göre: “Emrettiği şey günah olmadığı sürece, bir müslümanın, hoşlansın veya hoşlanmasın, yöneticinin emirlerine itaat etmesi gerekir.

Günümüzde özgürlük ateşi ile kışkırtılan insanlara en ağır gelen kelimedir itaat.

Nisâ sûresi 34. ayet-i kerîme ve Nisâ 35. âyet-i kerîmeye birlikte baktığımızda karı koca bir sorun olduğunda önce kendi aralarında çözmeye çalışsınlar, olmadı hakemle sorun giderilmeye çalışılsın. Nîsa 59. Âyet-i kerîmeyi de göz önüne aldığımızda karı koca da hakem de sorunu çözerken önce Allah’ın kitabına ve Resûlünün sözlerine bakacak, sorun çözülmediyse din âliminden yardım alacak. Burada hakeme de itaat gerekli. Yine toplumumuzda çok yapılan bir yanlış var. Sorunu olan gider bir hocaya danışır; fakat işine gelmezse kendi canının istediğini yapar.

Tekrar aileler konusuna dönecek olursak, aileler evlatlarına hakemlik yaparken içlerinden geldiği gibi değil, Allah ve Resûlunün sözlerini göz önüne alarak hakemlik yapmak zorundalar yoksa vebal altındadırlar. Ayrıca evlatlarına iyilik edeyim derken kötülük ederler. Kadına, evde kocasına söz geçirmesi için huysuzluk yapmasını söylemek ya da erkeğe, karısı karşısında hep susmasını, karısının evde emir olmasına izin vermesini öğütlemek Allah ve Rasûlünün ölçülerine uymaz.

Aslında farkında olmadan hakemlik çok yapıyoruz. Biz dert anlatmayı, paylaşmayı seven bir toplumuz. Akrabalarımız, komşularımız, arkadaşlarımız bize aile sorunlarını anlatırlar ve biz de onlara “şöyle yapsaydın, böyle yapsaydın” derken tek taraflı hakemlik yapmış oluruz. Burada iyi niyetimiz ve doğru ölçüleri kullanmamız (âyet-i kerîme ve hadis-i şerîfler) çok önemli. Çünkü ağzımızdan çıkacak her cümle sıkıntılarına çözüm arayan insan için çok önemli olacaktır. Bir ailenin huzursuzluk yaşamasına ya da dağılmasına sebep olursak büyük bir vebal altında kalırız.

Günümüzde aile danışmanlarının da yaptığı aslında hakemlik. Psikolog ya da danışmanlara giderken de ölçüsü Allah ve Resûlü olan insanları seçmek gerekir. Freud’la, eşitlik ve feministlik teraneleriyle yardım etmeye çalışanlardan fayda yerine zarar görebiliriz.

Yazıyı ölçüsü doğru, akıllı bir annenin kızına nasihatleri ile bitirmek istiyorum.

Ümâme bint-i Hâris, kızı Ünâs’ı evlendirirken ona şöyle nasihat etmiştir:

“Bak yavrum! Bir kimseye nasihat ve tavsiye, eğer o kimsenin edebine, terbiyesine, asâletine ve haysiyetine bakılarak terk edilecek olsaydı, benim de şimdi sana bu tavsiyelerde bulunmama ihtiyaç olmazdı. Lâkin tavsiye, bilene hatırlatma, bilmeyene anlatıp öğretme demektir. Bundan dolayı da herkes için faydalıdır.

Kızım! Eğer bir kız, ana-babasının servet ve zenginliğinden dolayı kocaya muhtaç olmasaydı, senin herkesten ziyâde müstağnî olman lâzım gelirdi. Fakat öyle olmayıp erkekler bizim için yaratıldığı gibi biz de onlar için yaratılmışızdır.

Kızım! Sen ana-babanın evinden, büyüyüp yürüdüğün yuvadan çıkıp, bilmediğin ve şimdiye kadar alışmadığın bir kişinin evine gidiyorsun.

O hâlde kocanın rızâsını gözetip hizmetçisi gibi kendisine itaat eyle ki, o da sana kul-köle olsun, seni sevsin ve hoşnut olman için elinden gelen her şeyi yapsın.

Sana şimdi on şey söyleyeceğim. Bunları ezberle ve gereğince hareket et ki, kocanla güzel geçinmeye muvaffak olasın:

1. Sana yiyecek ve giyecek her ne getirirse onu cân u gönülden kabul etmelisin.

2. Emrettiği şeyleri yapmalı, yasaklayıp yapma dediği şeyleri de yapmamalısın. Sözünü dinleyip kendisine itaat etmelisin.

3. Üstünü-başını ve evini temiz tutmaya dikkat etmelisin.

4. Görüldüğünde veya kokusu alındığında hoşlanılmayan şeylerden kaçınmalısın ki, kendinden iğrendirip kocanın gözünden düşmeyesin.

5. Kocanın uyuyacağı, yemek yiyeceği vakitleri iyi tâkip etmelisin. Yani bunları hangi vakitte yapmayı alışkanlık hâline getirmişse, o vakitleri gözetip yemeğini ve yatağını hazır etmelisin. Zîrâ açlık insanı ateşlendirir, uykusuzluk da öfkelendirir.

6. Kocanın malını muhâfaza edip israf ve teleften korumalısın.

7. Kocanın îtibârını gözetip onun akrabâ-yı taallukâtına hürmet etmelisin.

8. Hiçbir şeyde ona isyan ve muhâlefet etmemelisin.

9. Âile sırrını kimseye ifşâ etmemelisin. Eğer emrine isyan edersen kendine kin bağlatırsın, sırrını ifşâ edersen gadr u cefâsından emin olamazsın.

10. Kızım, sakın ola ki kocan kederli iken yanında ferah ve neşeli durmayasın, onun ferah ve neşeli vaktinde de keder göstermeyesin!”

Sema Maraşlı – Haber 7