Etiket arşivi: şöhret

Bediüzzaman’ın Ferağatı (Şiir)

Said Nursi Hazretleri acayip bir insandı

Ona meziyeti veren göğsündeki imandı

 

Lezzetlerden mahrum kaldı bütün ömrü boyunca

Doğru dürüst bir yiyecek yiyemedi doyunca

 

Maişet ve kıyafeti temiz ve sade idi

Tevekkül ve kanaati harikulade idi

bediuzzaman.in.feragati

 

 

 

 

 

 

 

İffet ve nezaketini hep muhafaza eder

Olumsuz bütün şeylerden kendini uzak eder

 

Dünyaya zerre miktarı meyil muhabbet etmez

Zekât ve hediyeleri katiyen kabul etmez

 

Gayet mütevazı olup şöhretten sakınırdı

Az söylemek âdetiydi gıybetten kaçınırdı

 

Bir nur-u vakar mevcuttu mübarek yüzlerinde

Muhabbet ve hikmet vardı o veciz sözlerinde

 

Mübarek vakitlerini katiyen boş geçirmez

Taharete önem verir asla abdestsiz gezmez

 

Nefsindeki en’aniyet gurur putunu kırmış

Tabiatperest putları dahi taru-mar etmiş

 

Maddi manevi menfaat hissiyat karışmadan

Kuran-ı tefsir etmiş ve O’na olmuş tercüman

 

Yeni yetişen nesiller böylesine muhtaçtır

İmanın hâlası için zaruri ihtiyaçtır

 

Üstad hayatı boyunca bir yuva kuramadı

Bunu düşünmeye vakit ve fırsat bulamadı

 

Fakat Allah kendisine çok şeyler ihsan etti

Bu dünyada manen O’na büyük mutluluk verdi

 

Dünyada hangi babanın bu kadar evladı var

Cismi yorgun ruhu ise mesut ve de bahtiyar

 

Ve hangi Üstad bu kadar talebe yetiştirmiş

İman kurtarma adına zirvelere erişmiş

 

Dünyamız devam ettikçe bu nurlar hep kalacak

Ebediyetlere kadar sel halinde akacak

 

Çünkü bu ilahi dava ta zirveye varacak

Bu nur Kuran’dan doğmuş ve Kuran’la yaşayacak

 

Bu yolun neticesinde hapis sürgün olsa da

Bin zulüm ve işkenceler zehirlenme olsa da

 

Rabbim! O ne büyük iman o ne boğulmaz bir ses

Ve işkencelere rağmen nasıl kısılmaz nefes

 

Semalardan daha yüksek denizlerden de derin

Bütün ulema içinde başkadır Sen’in yerin

 

O ne bitmez ve tükenmez o ne çelik irade

Kendini bu yola vermiş her şeyiyle amade

 

Harikalar harikası mübarek şahsiyettir

İnsanlığa verdiği ders sebat ve metanettir

 

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

İnsanı İnsana Köle Eden Tehlike : “Şöhret ve Riya”

Hayatın gayesini ve neticesini en veciz şekilde ders veren bir ayet-i kerime:

Şüphesiz biz Allah içiniz ve muhakkak O’na rücu edeceğiz.” Bakara Sûresi, 156

Hepimiz Rabbimizin rızasını kazanmak ve ebedî saadet için gerekli cihazlarla donanmak için bu dünyaya gönderilmişiz. Ve sonunda yine O’na rücu edecek, O’na döneceğiz.

Bu ayet-i kerime Mesnevî-i Nuriye’de riya ve şöhret hastalığının ilacı olarak gösterilir.

İnsanların kendisinden söz etmelerini, onu beğenmelerini ve alkışlamalarını hayatına gaye edinmiş bir insan, bu dünyaya Allah için gönderildiğini unutmuş, insanlara beğenilmek için gönderildiği zannına veya vehmine kapılmıştır. Akıl, bunun böyle olmadığını çok iyi bilir. Çünkü, o alkışlarına can attığımız insanlar dün yoktular, yarın bu dünyadan göçüp kaybolacaklar. Onların takdirleri, beğenmeleri sadece bu kısa dünya hayatında insanın bazı hislerini tatmin edebilir, ama ölüm ötesinde hiçbir işe yaramaz.

Kabristanlar bize bu dersi en mükemmel şekilde verirler. Bir kabristanda yatan bütün kişileri tanıdığımızı düşünelim. Onlardan birini göstererek “Şu adam var ya, diyelim, hayatta iken şunların alkışlarına can atardı. Onlar da bunu çok severlerdi, ama şimdi her biri kendi hesabını vermekle meşgul, birbirlerine bakacak halleri yok.” Yarın, biz de onlara karıştığımızda bir başkasının da bizi göstererek aynı şeyleri söylemesini istemiyorsak tedbirimizi şimdiden alalım.

İnsan, hissine mağlup olmadan şöyle bir düşünse şöhret hastalığından rahatça kurtulacaktır:

Benim cebimde on lira olsun. Ama çevremdeki bütün insanlar benim bin liram olduğunu sansınlar. Onların bu yanlış bilgileriyle benim param artar mı? Hayır.

Aksini düşünelim:

Cebimde bin lira var, ama herkes benim on liram olduğunu sanıyor. Onların bu zannıyla benim paramda bir azalma olur mu? Yine hayır.

İşte insanların zanlarıyla bizim maddî servetimizde bir artma ve azalma olmadığı gibi, manevî hayatımızda da bir değişme olmuyor. Biz neysek oyuz. İmanımız ne ölçüde kemâle ermişse, salih amel ve takvadan yana hissemiz ne ise bizim Hak katındaki değerimiz de o kadardır. Başkaların bizi şöyle veya böyle bilmeleri sonucu değiştirmez.

Ve biz, Rabbimize gerçek değerimizle rücu edeceğiz, başkalarının bildiğiyle değil.

Ayetin açıkça ders verdiği gibi, insan bu dünyaya Allah için gönderilmiştir, diğer insanlar için değil. Ve ölüm hadisesiyle yine Allah’a rücu edecektir, diğer insanlar gibi.

Şöhret ve riya hastalığı için, yine Mesnevî-i Nuriye’de çok önemli iki noktaya dikkat çekilir:

Şöhret ayn-ı riyâdır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. Ve insanı insanlara abd ve köle yapar.”

Riya, yani başkaları görsün ve beğensin diye iş görme hakkında Nur Külliyatında şu tüyler ürperten tespite yer verilir: Şirk-i hafi, yani gizli şirk.

Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet/kulluk etsinler diye yarattım” (Zâriyât Sûresi, 56) ayet-i kerimesi, insanın yaratılış gayesini açıkça ortaya koyduğu halde, bu dünyaya başkalarına kendini beğendirmek ve onları memnun etmek için geldiğini vehmeden insan, gizli bir şirk içine düşmüş demektir.

Yine Allah kelâmında “kalplerin ancak Allah’ı anmakla tatmin olacağı” beyan edilmişken, başkalarının anmasıyla tatmin olan kalpler manen hastalanmış demektir. Bu hastalığı Üstat Hazretleri “zehirli bal yeme” olarak tarif eder. Riya ve şöhret, insanın nefsine ve hissine kısa bir süre bal tadı verseler bile, o zehir, sonunda kalbi öldürür.

Bu zehirli bal insanın manevî hayatını mahvettiği gibi, dünyada da, “İnsanı, insanlara abd ve köle yapar.”

İnsanların teveccühüyle tatmin olan bir şöhret hastası, onlara bir bakıma mahkûm olmuş demektir. Bir köle, “Nasıl yapsam da efendimi razı etsem?” diye düşündüğü gibi, bu adam da insanların beğenmeleri konusunda aynı pozisyona düşmüş, onlara bir bakıma köle olmuştur.

Dünyanın bir misafirhane olduğunu hepimiz biliriz. O halde, bütün insanlar bir yönleriyle bizim misafirhane arkadaşlarımızdır. Önemli olan onların bizi alkışlamaları değil, gideceğimiz yerde nasıl ve ne ile karşılaşacağımızdır.

Öyleyse çare, insanların geçici ve mânâsız teveccühlerinden yüz çevirerek Rabbimize dönmektir. Bu dönüş, dünyada O’nun rıza çizgisinde yürümemizle gerçekleşir, âhirette ise rahmetine ererek.

 Alaaddin Başar / Zafer Dergisi (www.zaferbilimarastirma.com)