Etiket arşivi: Sultan İkinci Ahmed

Sultan II. Ahmed Han Kimdir? (1643-1695) Kısaca Hayatı

Ağabeyi 2. Süley­man hân’ın, vefatı üzerine, Sultan İbrahim’in, 25 Şubat 1643’te Edirne’de doğan şehzadesi  2. Ahmed  21. Osmanlı padişahı ve 13. Osmanlı halifesi ve İslam halifelerininde seksen altıncısı olarak Osmanlı tahtına çıkmıştır.Tahta çıktığında kırksekiz yaşında idi Annesi Hatice Muazzez Sultandı.

Annesi 2. Ahmed’in terbiyesiyle ve tahsiliyle sıkı sıkı meşgul olmuştur.Yazı yazma kabiliyeti çok üstündü. Kendisi bir çok Kur’an-i Kerim yazmıştır. Arapça ve Farsça lisanlarına vakıftı. Şairlere ve Şiirlere düşkündü. 

Ahmet Han’ın tahta çıkma sırasında Osmanlı Devleti, İkinci Viyana Kuşatmasını takip eden harplerle meşguldü. Tahta çıktığında  Avusturya üzerine giden Sadrazam Fazıl Mustafa Paşa’ya  seferine devam etmesini ferman buyurdu.  Fazıl Mustafa Paşa, 20 Temmuz’da Belgrad’a ulaşan Osmanlı ordusunu, Kırım kuvvetlerinin gelmesini beklemeden ve harp meclisinin kararına aykırı olarak Petervaradin önlerinde bulunan Avusturya ordusu üzerine sürdü. Şiddetli geçen harbin ilk anlarında Osmanlı ordusu üstün durumda iken serdarın vurularak şehit düşmesi üzerine, vaziyet Osmanlılar aleyhine döndü. Böylece Salankamen savaşı kaybedildi. Bu mağlubiyetten  sonra, Lipva ve Varat kaleleri Avusturyalılar tarafından işgal edildi İsakçı ve Hanya kalelerini muhasara etmişlersede kale komutanlarının başarılı savunmasıyla muvaffak olmayıp geri döndüler.

1693 yılında Avusturyalılar, Erdel üzerinden Eflak ve Boğdan’a tekrar taarruza başladılar. Yanova’yı işgal eden düşman kuvvetleri,Belgrad’ı muhasara ettiler. Ancak Sadrazam Bozoklu Mustafa Paşa Yanova’yı geri aldı ve Belgrad’ı muhasaradan kurtardı. Osmanlı Ordusunun kısmi başarılarına rağmen Avusturyalıların taarruzları bitmek bilmiyordu. Osmanlıların toparlanmasına fırsat vermek istemeyen Venedikliler de devamlı saldırı halinde idiler. Nitekim serdar-ı ekremin Varadin muhasarasında olduğu bir sırada Malta, Floransa ve Papalık filolarından müteşekkil bir Venedik donanması Sakız Adası’nı işgal etti. Bu haber Sultan II. Ahmet Han’ı çok müteessir etti. Padişah, bu üzüntüsünü vezir-i azam Sürmeli Ali Paşa’ya gönderdiği hatt-ı hümayunda “Madem ki Sakız düşman elindedir, bütün Engürüs (Macaristan) memleketini fethetsen makbulüm değildir.” diyerek bildirdi. Ayrıca sadrazam Edirne’ye gelince; “Eğer bu kış Sakız geri alınmazsa, bütün reisleri katlederim.” diyerek emrini bildirdi.

Bu emir üzerine 1695 yılı ilk günlerinde İstanbul’dan hareket eden Osmanlı donanması kalyonlar kaptanı Mezomorto Hüseyin Paşa’nın büyük kahramanlığı sayesinde Sakız boğazındaki Koyun adaları mevkiinde Venedik donanmasına büyük zayiat verdirdi.

Venedikli amiral, gemisiyle birlikte sulara gömüldü. Koyun adaları zaferinden sonra, Türk donanması Sakız’a asker çıkarıp adayı kolayca ele geçirdi. Ancak Sultan II. Ahmet Han Sakız’ın fetih haberini alamadan  6 şubat 1695 te elli iki yaşında Edirne’de hayata gözlerini yumdu. 2. Ahmed tahta çıktığı zaman söylediği; “Ben saltanata talip değildim. Allah-ü Teala fazl-ı kereminden bu aciz kuluna nasip eyledi. Bu nimetin şükrünü eda edemem.” şeklinde sözleri onun nasıl manevi bir mesuliyetle devlet reisliğini kabul ettiğini anlatmakta ve milletine hizmet duygusunun derinliğini göstermektedir. Divan toplantılarını asla aksatmaz, haftada dört gün çalışılmasını tekrar meriyete sokan bu zattır.

Ayşe Haseki sultan ve Rabia Haseki Sultanla evli olan 2. Ahmed ; İbrahim, Selim (ikizdir) Ahmet, Atike, Hatice ve Asiye (çocuk yaşta vefat etmiştir) adlı üçü kız üçü erkek olan altı  çocuk sahibi idi. Türbesi İstanbul Süleymaniye’dedir

Derleyen: Çetin Kılıç

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

  • enfal 
  • osmanlı padişahları

Osmanlı Sultanlarında Peygamber Sevgisi Nasıldı?

Sultan İkinci Murad’ın vasiyeti, hamdele ve salvaleden sonra şöyle deniyordu: “Saruhan vilâyetinde bulunan malımın üçte birini -3.500 altını Mekke fukarasına, 3.500 altını Medine fukarasına- olmak üzere dağıtınız. 500’ü Mekke ahalîsinden Kâbe ve hatim arasında toplanarak 70.000 kere ‘lailahe illallah’ kelime-i tevhidini zikredip defalarca Kur’ân okuyup sevabını vasiyet sahibine ita edenlere harcansın. 2.500’ü Mescid-i Aksa’da Sadre kubbesinde 70.000 kere ‘lailahe illallah’ kelime-i tevhidini zikredenlere ve defalarca Kur’ân okuyanlara harcansın.”

Ve yıl 1453… Genç bir serdar, Efendiler Efendisi’nin (sallallahü aleyhi ve sellem) medhine nail olabilmek için İstanbul surlarının önünde otağını kurmuş… Fetihten sonra, Allah Resulü’nü hicretten sonra evinde misafir eden “Mihmandâr-ı Resûl”un kabrini Akşemseddin Hazretleri’ne sorar ve kabrinin bulunması hakkındaki arzularını belirtir. Onlar sadece Allah Resulü’ne (sallallahü aleyhi ve sellem) değil O’nun köyünün kokusunu taşıyanlara da büyük bir sevgi beslemişlerdir.

İkinci Bayezid Han çok iyi dostu olan Hak âşığı Baba Yusuf’u Hacca uğurlamak için ayağına kadar gider, ona bir miktar altın teslim eder ve “Bu, elimle çalışarak kazandığım helâl kazançtır. Bu altınları Ravza-i Tahira’nın kandilleri için ayırdım. Allah Resulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) huzuruna varınca: Ey Allah’ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem), günahkâr kul Bayezid’in selâmı var… Bu altınları türbenin kandillerine yağ alınması için gönderdi. Kabul buyurunuz…” diye söylemesini tembih eder.

Yahya Kemal, Yavuz Sultan Selim’e atfen şu mısraları kaleme almıştır:

“Seyr eylesün felek kaderin şehsuvarını

Fethetti bir seferde nebiler diyarını

Sahrayı Mercidabık’a nakş etmiş kader

İslâm fikr-i vahdetinin kâr u zârını…”

 

Yavuz Cennetmekan, kendisi için hutbelerde “Hâkimü’l-Harameyn” kullanılması üzerine, bu ibareyi “Hâdimü’l-Harameyn” olarak değiştirmiştir.

Osmanlı padişahları içinde Efendimiz’i (sallallahü aleyhi ve sellem) rüyasında görüp O’ndan aldığı emir ve işaretle fetihler yapanlar da olmuştur. Kanunî Sultan Süleyman‘ın gördüğü rüya buna misâl olarak nakledilmiştir. Rüyasında Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): “Belgrad, Rodos ve Bağdat kalelerini fethedesin sonra da benim şehrimi imar edesin!” diye emir buyurur. Bu emir üzerine, Kanunî hemen Harameyn’i imar ve iskân projelerine başlar. Hattâ vasiyetinde şahsî servetinden hacılar için su getirecek bir vakıf kurulmasını ister. Kızı Mihrimah Sultan da babasının bu vasiyetini yerine getirir ve Arafat’taki Ayn-ı Zübeyde Suyu’nu Mekke’ye ulaştırır. Cihanın önünde el pençe divan durduğu bu büyük kumandan, Allah Resulü’nün (sallallahü aleyhi ve sellem) huzurunda O’na şöyle yalvarır:

“Nûr-ı Âlemsin bugün hem dahi Mahbub-u Hüda

Eyleme âşıkların bir lâhza kapından cüda

Gitmesin nâm-ı şerefin bu dilimden dem-be-dem

Dertli gönlüme devadır can bulur ondan safa.”

 

Sultan İkinci Ahmed, Bir gece, kimseye görünmeden Topkapı Sarayı’ndaki Mukaddes Emanetler Dairesi’ne gider. Burada Allah Resulü’nün (sallallahü aleyhi ve sellem) nalınını eline alır ve şu beyitleri söyler:

“N’ola tacım gibi başımda götürsem dâim

Kadem-i pâkini ol Hazret-i Şâh-ı Resulün

Gül-i Gülzâr-ı Nübüvvet o kadem sahibidir

Bahtiya, durma yüzün sür kademine ol Gül’ün”

O günden sonra Efendimiz’in ayak izinin resmini sarığındaki sorgucun içinde taşımaya başlar. Başka bir yerde de gönlünün yangını, alev alev peygamber aşkıyla yanarak şu mısraları döker:

“İftirakınla Efendim bende takat kalmadı

Yekpare oldu bu dil, aşkta muhabbet kalmadı

Şol kadar ağlattı ben bîçarei hükm-i kaza

Giryeden hiç Hazreti Yakub’a nevbet kalmadı”

 

Sultan Abdülaziz bir gün hasta yatağında yattığı sırada Medine’den bir dilekçe gelir. Yanındakilere “Beni ayağa kaldırınız. Mukaddes beldeden gelen dilekçeyi yatarak dinleyemem.” der. Dilekçeyi titreyen ayaklarına rağmen el pençe divan durarak dinler ve hemen gereğinin yapılmasını emreder. Âdeti oluğu üzere Medine’den gelen hiçbir postayı abdestini tazelemeden eline almaz. Çünkü bunlarda Hz. Peygamber’in (sallallahü aleyhi ve sellem) köyünün tozu ve kokusu vardır. Öper, alnına koyar, koklar ve öyle açar.

İkinci Abdulhamid Han, Hicaz demiryolu projesini hayata geçirmiştir. O mukaddes beldeleri korumak ve hacıların emniyetli bir yolculuk yapabilmesini sağlamak için, İstanbul’dan Medine’ye kadar demiryolu hattı döşetir. Harem hudutlarına yaklaşılınca da, rayların döşenmesinde sadece Müslüman işçilerin çalışmasına müsaade edilir. 31 Ağustos 1908 tarihinde Medine’ye ulaşan hattın son 30 km’lik kısmına bizzat padişahın emriyle keçe döşenir. Lokomotif şehre yaklaştığında hızını keser, yavaşça perona yanaşır. Keçe döşenen raylar, günün belli saatlerinde gülsuyuyla yıkanır.

Osmanlı padişahlarının neden Hacc’a gitmediği sorusu akla gelebilir. Üç ay civarında süren yolculuğu, sürekli korunmalarının çok kolay olmayabileceği ve İstanbul’dan bu kadar uzun bir süre ayrı kalacak olmalarının yol açabileceği idare boşlukları ve muhtemel fitneler..vb. hususlar bunda etkili olmuştur. Kaldı ki, yerlerine birkaç defa vekil gönderdikleri de bir gerçek..

Hira dergisi, 18. Sayı (Ocak-şubat-Mart 2010)

www.herkul.org