Muhammed Numan tarafından yazılmış tüm yazılar

Ehl-i Sünnet müslüman ve pürmerak Risale-i Nur Talebesi instagram sayfası: risaleinurdan.vecizeler

CERBEZE iLE ETBAINIZI KANDIRMAYIN ARTIK YETER!

Kazım güleçyüz’ün “Bediüzzaman sonrası nurcuların siyasi tercihleri” videosuna cevap mahiyetindedir.
Bu videoyu izledim ve çelişkili ifade ve beyanlarını dinledim. Kendi içerisinde de çelişen bu beyanlarına karşı bir şeyler yazmak istedim.
Güleçyüz’ün beyanında 
* Demokrat misyonunun Adalet ile devam ettiğini söylediniz. ki bizde buna katılıyoruz. Lakin şu var. Demokrat bir misyon iken ve bunu misyonu adaletle devam ettiğini söylerken bu misyonun temsilcisi olarak şimdiki Demokrat partiyi görüyorsunuz.
4. dk de ise tüm nur meşreblerinin ve diğer mesleklerin de desteğini aldığını söylediniz ki elhak doğrudur.
videonun 6.40 da ise “% veya %% kaç bunlar bizim ölçü değil”. denildi.
o halde soruyorum ki üstad halkçılara karşı, millet partisi ve cevdet rifat atilhanın kurduğu ittihad-ı islam partisini neden desteklemedi demokrata verdiği desteği devam ettirdi? çünkü bu millet ve ittihad-ı islam partileri, halk partisinden oy alamaz demokrat partiden oy kaydırabilir. Demokrattan oy kayması ise halkçıların işine yarar. Dolaylı yollardan bu mllet ve ittihad-ı islam partilerine kayan demokrat oyları Halçılara verilmiş olacaktır.
Bir basit denklem. 1 Oyun var. Bunu götürüp ya Halkçı zihniyete veya bunun karşısında ki en gür sese vereceksin. Engür sese vermeyip cılız seslere verirsen senin poatnsiyel 1 oyun engürsesten 1 kayıp olduğu için Halkçıların sesinin daha gür çıkmasına sebep olacaktır.
Bu sebeple üstad Bediüzzaman (k.s.) bu siyasi dehasını kullarak millet ve ittihad-ı islam partilerine oy kaymaması ve demokratın devamı için “BU VATANDA 4 PARTİ VAR” Başlıklı mektubu kaleme almış olup 1. ve 3. saidin siyasi dehalarını konuşturmutur. Şimdi Halkçılara karşı en gür seda olan AK Parti yerine kıyıda % veya %% 1’lik bir rey sahibi olan yerleri desteklemek oromatik olarak HALKÇILARA DESTEK MANASINA GELMEKTEDİR. Zaten Halkçılar bunu bildikleri için AK Partiye değil de falan filan yere verin demekteler. 7 haziran seçimlerinde Halkçıların Sa***** partisinin stantlarını kurdukları da medyaya yansımıştı.
8. dk de üstadın varislerinin meşvereti ve bu kararı açıklamalarına kafa tutar tarzda umumu bağlamaz gibi bir tabir kullanarak bir şeyler söylediniz.
Buna deriz ki: sizin aldığınız kendi kafa feneri ve meşveret namı altında ki muhalif sesleri susturmak için kullanılan silahınız da umumu bağlamaz. Ve bunun yeni asya tabanına ya da dikte edemez veya dayatamazsınız. Meşveret kararımız deyip muhalifleriniz bu kılıf ve suretle susturamazsınız. 
Tabana zıt bir üst kadro yapılanması görüyoruz. Biliyoruz bu yapılanma  ekalli kalil bir kesim ve azama tahakküm etmeye çalışıyor.
Bu tahakküm için ise biz meşret ettik, bizde meşveret esas gibi BATIL KASTEDİLEN HAK BİR SÖZ KULLANILMAKTA. (TARiHTE HZ. ALi (r.a.) karşı mızraklarına Kur’an sayfaları takanları hatırlatıyor bize.)
Biz tüm nur meşreblerinin [Tenvir, Zehra, Yeni Asya Harici] ve diğer mesleklerin [Tarikatların] ittifak ettiği şimdiki AK Partidir. Yukarda izah ettiğim kısımla sizin videoda söyledikleriniz nedense çelişmektedir, Videonun başında söylediğiniz mana ile terstir.
Hem herkes ittifak etmiş Adalat partisinde diyorsunuz ve mürur-u zamanla ya esaret ya zafer manasında olan bir zamanda; ama biz orada ihtilaf ederiz manası çıkıyor ki, burada başka manalarda okuyabiliriz. Başka defterler sahibi olduğunuzu çok rahat görüyoruz bu durumda.
Bugün ve Millet yayın ekibine kayyum atanması gibi bir şeyi Yeni Asya olarak istediğinizi de belli ediyorsunuz. Çünkü işleriz iyi gitmiyor. Batmadan böyle bir şey olursa el koydular deyip kabahatinizi gizleyeceksiniz. Ve milletten hizmet diye para toplayacaksınız. Kusura bakmayın YEMEZLER..
Yeni Asya Meşreb Nur Talebelerine Sesleniyorum Ki:
Bu seçimlerde, 7 Haziran seçimleri için Güneydoğu Yeni Asya müntesiplerinin yaptığı gibi sizlerde bu dikteyi kabul etmeyin. Başka manalara çalışanlarla beraber olmayın. Sözde meşveret aslı dikte olan şeyi tanımayın.
Ha cephede düşmana kurşun sıkmayıp yeni bir cephe açmışsınız,
ha harpten kaçmışsınız veya düşmana iltihak etmişsiniz. 
Netice aynıdır.
üST AKLA SESLENiYORUM!
EY üSTADA SADAKAT KILIFINDA TAASSUP TAŞIYAN KİMSELERE!
Durumun vehametini görmek istemeyip, CERBEZE iLE ETBAINIZI KANDIRMAYIN ARTIK YETER!
Muhammed Numan ÖZEL
www.NurNet.Org

 

Hakiki Meşveretin Nasıl Yapılacağı Ve Meşveret’in Su’i İstimal Edilmemesi!

Hakiki Meşveretin Nasıl Yapılacağı Ve Meşveret’in Su’i İstimal Edilmemesi!

 

 

Meşveret ve şûrâ-i şer’î, dinin esasat ve müsellemat gibi kat’i ve sabit hükümlerinin hâricinde ve şer’î usûlüne göre yapılır.

 

Meşverette iyi niyet ve ihtisas şarttır. Yani meşverete katılanlar, istişarede ele alınacak meselenin isabetli olan cihetini ve tercihi gereken maslahat-ı umumiyesini keşfetmek niyet ve gayretine sahib olmalıdır.

 

Yoksa kendi maksadlarını veya bağlı olduğu şahsın veya cemaatin menfaatini tahakkuk ettirmek niyetini taşıyanlarla yapılacak meşveret hak ve maslahat-ı bulmaktan daha çok karışıklıklara ve inşikaklara sebeb olur.

 

Bu meşveret, meşveret-i şer’îye değildir ve ibadet mahiyetini taşımaz. Hakiki olmayan meşveretlerin bir fayda sağlamayacağını ve dini bir değer taşımayacağını Üstad Hazretleri şu ifadelerle belirtir. “Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûrâ-yı hakikiyeyi yapmamasıdır.» [1]

 

Bu hakikattaki meşveretler yapılmazsa ihtilafların bitmeyeceği ve şahsi garazların devam edeceği aşikârdır. Demek ki şeri meşveret hakiki olmalıdır. Meşveret adı altında yapılan müessese toplantıları veya rakiplerini tasfiye etmek toplantılarına meşveret demek dini bir tabir olan meşveret manasına hakarettir.

 

Ümmetin itimad edeceği bir meşveretin meclis-i ilmiye olmasını lüzumlu gören Bediüzzaman Hazretleri şu ehemmiyetli hususları nazara verir: «Müfessir-i azîm olan zamanın taht-ı riyasetinde, herbiri bir fende mütehassıs, muhakkikîn-i ulemadan müntehap bir meclis-i meb’usan-ı ilmiye teşkiliyle, meşveretle bir tefsiri telif etmekle sair tefasirdeki münkasım olan mehasin ve kemâlâtı mühezzebe ve müzehhebe olarak cem etmelidirler.

 

Evet, meşrutiyettir her şeyde meşveret hükümfermâdır. Efkâr-ı umumiye dahi didebandır. İcma-ı ümmetin hücciyeti buna hüccettir.» [2]

 

Bediüzzaman Hazretleri gelecekteki cemahir-i müttefika-i İslâmiyyenin siyaset ehline, şûrâ’nın ehemmiyet ve lüzûmunu beyan eden yazısının bir kısmında şu hususa dikkat çeker:

 

«Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferid bir şahıs olabilirdi, onun fikrini tashih ve tâdil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatten çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevîdir ki, şûrâlar o ruhu temsil eder.» [3]

 

Bediüzzaman Hazretleri şurâ’ya verdiği aynı ehemmiyeti, Risale-i Nur dairesindeki hizmet faaliyetinde de meşverete ihtiyaç duyduğunu söyler. Mesela der ki:

 

«Bu mektupta bir ince meseleyi meşveret suretiyle reyinizi almak için gönderdik. Münasib midir?» [4]

 

«Hâfız Ali’nin mektubunda, medrese-i Nuriyenin üstadı olan Hacı Hâfız ile gayet samimâne ve uhuvvetkârâne görüşmeleri ve meşveretleri bizleri çok mesrur eyledi.» [5]

 

«Risale-i Nur dairesindeki şakirdler, istişare suretinde, tab etmek gibi çok ehemmiyetli işleri görmeye başlamalarıdır.» [6]

 


 

HAS TALEBELERLE MEŞVERET ETMEK GEREKLİLİĞİ

Üstad Hazretleri Nur Talebelerinde istişare etmeyi “has şakirdler, haslar” gibi tabirlerle yapılmasını ifade eder.

 

«Asıl fikir sahibi, sizler ve Risale-i Nur’un has şakirdleri ve müdakkik nâşirleri, meşveretle, hususan Ispartadakilerle, maslahat ne ise yaparsınız.» [7]

 

«Bundan sonra her meselemizde emir, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini temsil eden has şakirdlerin ve sizlerindir. Benim de şimdi bir reyim var.» [8]

 

«Medâr-ı nizâ bir mesele varsa meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız herkes bir meşrepte olmaz. Müsamahayla birbirine bakmak şimdi elzemdir.» [9]

 

«Hizmet-i Kur’âniyeye kemal-i tesanüdle çalışmak lâzımdır.

 

Sakın! Dikkat ediniz! ihtilâf-ı meşrebinizden ve zayıf damarlarınızdan ve derd-i maişet zaruretinizden ehl-i dalâlet istifade edip, birbirinizi tenkit ettirmeye meydan vermeyiniz. Meşveret-i şer’iyeyle reylerinizi teşettütten muhafaza ediniz. İhlâs Risalesinin düsturlarını her vakit göz önünüzde bulundurunuz. Yoksa, az bir ihtilâf bu vakitte Risale-i Nur’a büyük bir zarar verebilir.» [10]

 

Dini hizmetler yapanlar arasında zaman zaman aykırı düşünceler olabilir. Bu durumda bu farklılıkları görüşerek birliği beraberliği korumak gerekmektedir.

 

Bir de on beş günde okunması hususunda tavsiye/emir bulunan İhlas Risalesinin mana anlaşılsın anlaşılmasın vird gibi de olsa okunmasına dikkat gayret lazımdır.

 

«Şimdi namazda bir hâtıra kalbe geldi ki, kardeşlerin, ziyade hüsn-ü zanlarına binaen, senden maddî ve mânevî ders ve yardım ve himmet bekliyorlar. Sen nasıl dünya işlerinde hasları tevkil ettin, erkânların meşveretlerine bıraktın ve isabet ettin. Aynen öyle de, uhrevî ve Kur’ânî ve imanî ve ilmî işlerinde dahi Risale-i Nur’u ve şakirdlerinin şahs-ı mânevîlerini tevkil ile o hâlis, muhlis hasların şahs-ı mânevîleri senden çok mükemmel o vazifeni kendi vazifeleriyle beraber yaparlar.» [11]

 

«Şakirdlerin tensibiyle ve meşveretiyle intihap edilecek bir yeni kahraman bulununcaya kadar o vazifeleri taksimü’l-a’mâl suretinde herbir şakird bir vazifesini yapmaya başlasın.» [12]

 

Buraya kadar belirtilen kısımlar çerçevesinde meşveret hizmet ehlinin olmazsa olmaz özelliğidir. Fakat bu meşveretler, görüşerek ve müzakere ile hizmeti ifa ve icra etmenin mukaddemesi mânâsında olan meşveret, istişare ve şûrâ, mezkûr beyanat ve tavsiyelerin neticesi olarak bir esas olduğu zâhir oluyor.

Mesut ZEYBEK

Mehazler:

[1] Hutbe-i Şamiye ( 60 )

[2] Muhakemat ( 22 )

[3] Sünuhat Tuluat İşarat ( 37 )

[4] Emirdağ Lahikası-ll  ( 104 )

[5] Kastamonu Lâhikası ( 199 )

[6] Kastamonu Lâhikası ( 129 )

[7] Emirdağ Lâhikası-l ( 109 )

[8] Emirdağ Lâhikası-l ( 223 )

[9] Kastamonu Lâhikası ( 234 )

[10] Kastamonu Lâhikası ( 236 )

[11] Şualar ( 492 )

[12] Emirdağ Lâhikası-l ( 189 )

 

Kaynak: ittihad.com.tr

 

www.NurNet.Org

Sözde Din Namına Çıkmış..

‘Kardeşim,

o parti mensupları bazen ders dinlemek için gelirler. Maksatları insan çalmaktır.

Dikkat edin, yakasına bakın, rozeti varsa medreseye almayın. Onlar işi dolandırmak için geliyorlar.

Ara sıra kendi mesleğinizin dışına çıkarak onlarla sohbet ederseniz size bir kelime söylerler, kafanız karışır.

Zaten o tahribat yeter. Sizde iz bırakır. Onun için kat’iyyen onları içeri almayın.’”

Zübeyr GÜNDÜZALP

www.NurNet.Org

Vazifemiz Hizmettir!

Vazifemiz Hizmettir!

 

            Risale-İ Nur Şakirdleri, Hizmet-i Nuriyeyi Velayet Makamına Tercih Eder; keşf ü keramatı aramaz; ve âhiret meyvelerini dünyada koparmaya çalışmaz; vazife-i İlahiye olan muvaffakıyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstehak oldukları şân ü şeref ve ezvak ve inayetlere mazhar etmek gibi kendi vazifelerinin haricinde bulunan şeylere karışmazlar ve harekâtını onlara bina etmezler. Hâlisen, muhlisen çalışırlar, “Vazifemiz hizmettir. O yeter.” derler. [1]

 

Risale-i Nur Hizmeti malumdurki gönüller üzerine tesis edilmiş ve gönüllülük esas olan bir hizmettir. Bu hizmette istihdam olan hizmet edenlerki Risale-i Nur Talebeleri ünvanını alırlar. Bu hizmette maddi bir beklenti ve emel olamaz. Zaten Risale-i Nur’un Talebeleri maddi emel bekleyen kimseleri soğuk görür ve kalbi ısınmaz.

 

Risale-i Nurun canlı, ruhlu ve icraat yapan Şahs-ı Manevisi ise farklı emeller besleyen kimseleri tokatlayıp daire dışına atar. Zaten bir muhlis nur talebesini gördüğünüzde hemencecik ona hiç tanımadığı halde insan ısınır. Adeta senelerdir bir ahbabı gibi hisseder.

 

Şayet bir nur talebesini namı altında olan birisini gördüğünüzde içiniz ona ısınmıyorsa bilin ki o şahıs ya farklı emeller beslemekte veya şahs-ı maneviden düşmüş bir haldedir. Kendisini Nur talebesi kisvesine sokmuş, başka hesabı olan veya olanlara aldanan veya aldananların aldattıklarından birisidir. Mesela bir yere derse gidiyorsun. Orada kimisi sana can kardeşi gibi geliyor. Bazıları ise sanki düşmanın gibi itiyor. Gözleri ile veya sireti ile seni rahatsız edip taciz ediyor. Orada iki üç saat kalmayı planlıyorsan böyle insanı manen rahatsız eden bir ortamdan bir an evvel kaçıp gidesi geliyor insanın.

 

Siretlerin – yani iç alemin yani enfüsi alemin – insanın suretine yani dış görünüşüne yansıdığı biraz Risale-i Nur okumuş kimselerce okunabiliyor.

 

“Şu medenîlerden çoğunun, eğer içini dışına çevirirsen, görürsün: Başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır. Sîreti olur suret.” [2] burası üzerinde durmak lazım “Hazret-i Eyüb Aleyhisselâm’ın zahirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış e bir çevrilsek, Hazret-i Eyüb’den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünki işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şübhe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.” [3]

Dünyada yaşamak itibari ile hepimiz birer medeniyiz. İşlediğimiz günahlar sebebi ile manevi alemde üzerimize birer leke koyula koyula artık manevi kalbimizi kaplamakta ve o pak olan kalbimizi karanlığa getirip günah küsufuna sebep olmaktadır.

 

Günah küsufuna tutulan kalbler ise manevi görüntüsü olan sireti değişime uğramaktadır adım adım.. başta taklide başlar ve meynun özelliğini gösterir. Sonra biraz daha kurnazlaşır ve tilki vasfına girer. Sonra sinsileşip zarar vermeye başlar yılan kisvesine girer. Sonra kaba kuvvete güvenir ve laf anlamaz hale gelir ayılaşır. Sonra artık aleminde kutsi hiçbir mana ve mefhum kalmaz ve hınzırlaşır. Hınzırlaşması ile ne namus ne ar kalır. Tamamen çırıl çıplak olur edep ve hayadan.

 

Bir üst kimliğe bürünen alt kimlikleri de içerir. Tıpkı üniversite diplomasının içinde ilk okul, orta okul, lise diplomalarının olduğu gibi.

 

Siretini muhafaza etmenin ve insan kalmanın yolu ahlakını muhafaza etmek ve günahlardan mümkün olduğu kadar kaçmak ve uzak durmak ve günahları terketmekle mümkündür. Yoksa siretimizin karalığı yüzümüze vurur ve tiksinç bir surete sahip oluruz.

 

“Eğer istersen hayalinle Nurşin karyesindeki Seyda’nın meclisine git bak: Orada fukara kıyafetinde melikler, padişahlar ve insan elbisesinde melaikeleri bir sohbet-i kudsiyede göreceksin. Sonra Paris’e git ve en büyük localarına gir, göreceksin ki, akrepler insan libası giymişler ve ifritler adam suretini almışlar..” [4]  nur ve nurani manalarla meşgul olarak cismani Dünyada bile olsak ruhumuz cennet gibi bir hayat yaşar ve haz alır. Buna hadsiz ehl-i hakikat şahittir.

 

İman ve Kur’an hakikatleriyle hizmet edenler vazifesi tebliğdir, anlatmaktır. Kalblere tesir ettirmek ise o hizmetkarın işi değildir. Hizmetkar işini yapar efendisi neyi nasıl neye layık görürse ona göre muamele eder. Yoksa bir kişinin yapacağı işi, nasılsa birisi yapar deyip bir kişi çıkmazsa, o bir kişinin yapacağı iş yapılmaz ve yapılmamış olur.

 

“Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir.” [5]

 

Hak ve hakikatin bekçileri “muvaffakıyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstehak oldukları şân ü şeref ve ezvak ve inayetlere mazhar etmek gibi kendi vazifelerinin haricinde bulunan şeylere karışmazlar ve harekâtını onlara bina etmezler.” [6] hizmet edenler aktifken başkalarını aktifler. Başkalarını hareketlendirip kinektik hale getiren kimseler bu faaliyeti yaparken kendisi ücretini almaktadır. Hizmette aktif olmak bir hizmetkar için en büyük mükafattır. Çünkü hizmetin kendisi bir ücrettir. Kitap okumayan veya haybeye okuyan, kimseye anlatmayan kimse dinamo özelliğini kaybetmiş ve hizmette enerjisini söndürmüştür. Dimanonun kinetik hale gelip ektiflemesi için hizmette faal olması elzemdir.

 

Bazı arabalar var. Akü bittiği için kontak çevirsenizde motor çalışmayacaktır. Ya başka bir aküden akım alıp statikten kinetik hale gelecek yani aküyü şarj edecek. Veya arabayı birileri yitip kontağı çalıştıracak, halk tabiri ile vurduracak.

 

Bunun gibi bu şablonu şuna uyarlayalım.

Şevki olmayanlar hi hi hi hi hii

Şevki zayıf olanlar hihiiii hizmeet

Şevkli olanlar hizmet

Gibi motorun kuvvetine göre faaliyet gösterecektir.

 

 

Bir nur talebesinin okumak ve anlatmak vazifesini terketmesi ise onun manevi kıyameti kopmuş, içi pörsümüş, içeriyi kurt yemiş bir hale gelmiş demektir.

 

Sadece okuyan kimseler ise büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar. Bu hallerden kurtulmanın çaresi ise şevk u gayretle hizmetle kurtulmaktır.

 

Bizler hizmeti kurtarmaya değil, hizmetle kendimizi kurtarmalıyız. “kim olursa olsun, mes’uliyet dairesi olanlar, muhitini tenvir ile mükelleftir. Bir vilayet, hattâ bir memleketin saadet ve selâmeti, tenvir ve irşadı ile mükellef olanlar, elbette çok daha ziyade müteyakkız davranmak mecburiyetindedirler. [7]

 

Rabbim hizmetle kaim olmak şuuruna sahip kimselerdeneyleyip bizleri müteyakkızlardan eylesin. Hüsn-ü zanla şirket-i maneviye ve şahs-ı maneviden düşmekten muhafaza eylesin. Bineğimiz olan şevkimizi kaçırttırmasın.

 

“Biz âcizleri

böyle eserleri okumak şerefiyle müşerref kılan

Cenab-ı Hakk’a

binler, yüzbinler defa

hamd ü sena ediyoruz.

 

Bütün dünyanın asırlardan beri beklediği

ve nurundan istifade etmek için can attığı;

 fakat muvaffak olamadığı

böyle bir hazine-i ilmiyeyi bizlere

 okumayı nasib eden

o Hâlık-ı Zîşan’a

teşekküren âhir ömrümüze kadar

secdeden başımızı kaldırmasak

yeridir…” [8]

 

Selam  ve Duayla

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Tarihçe-i Hayat ( 315 )

[2] Sözler ( 712 )

[3] Lem’alar ( 8 )

[4] Mesnevi-i Nuriye ( 263 )

[5] Münazarat ( 95 )

[6] Tarihçe-i Hayat ( 315 )

[7] Tarihçe-i Hayat ( 29 )

[8] Hanımlar Rehberi ( 140 – 141 )

 

www.nurnet.org

Kurban Bayramınız mübarek olsun

  RİSALE-İ NUR GÖZÜ İLE KURBAN BAYRAMI,
                        TEŞRİK TEKBİRLERİ
  ÜSTAD HAZRETLERİNİN BAYRAM TEBRİKLERİ
Aziz, sıddık, sarsılmaz, sebatkâr, fedakâr kardeşlerim!Evvelâ: وَ الْفَجْرِ وَ لَيَالٍ عَشْرٍ senasına mazhar o gecelerinizi ve bayramınızı ruh u canımla tebrik ederim.

hacıların o kudsî farizayı ve din-i İslâm’ın kudsî ve semavî kongresi hükmünde olan bu hacc-ı ekberi büyük bir bayramın arefesi noktasında olarak bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz.

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelâ: Sizin leyali-i aşere olan mübarek o geçmiş gecelerinizi ve kudsî bayramınızı ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak, rahmet ve keremiyle ve hıfz u himayetiyle ve tevfik ve hidayetiyle, Risale-i Nur’un tab’ ve intişarına ve Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın tevafuklu tab’ına sizleri muvaffak eylesin, âmîn!

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Ruh u canımızla mübarek bayramınızı tebrik ediyoruz. İnşâallah âlem-i İslâm’ın da büyük bir bayramına yetişirsiniz. Cemahir-i Müttefika-i İslâmiye’nin kudsî kanun-u esasiyelerinin menbaı olan Kur’an-ı Hakîm, istikbale tam hâkim olup beşeriyete tam bir bayramı getireceğine çok emareler var.

Aziz, sebatkâr, fedakâr, sıddık kardeşlerim!

Evvelâ: Gelecek bayramınızı tebrik ederim. وَالْفَجْرِ وَ لَيَالٍ عَشْرٍ kasem-i Kur’aniyle fevkalâde kıymetleri tahakkuk eden o mübarek gecelerde ve seherlerde mübarek kardeşlerimin mübarek duaları hem bana, hem ehl-i imana çok bereketli ve nurlu olmasını rahmet-i Rahman’dan niyaz ederim.

Aziz, sıddık, muktedir, müteyakkız kardeşlerim!

Sizin mübarek leyali-i aşerenizi ve Kurban Bayramınızı tebrik ederiz.

                          TEŞRİK TEKBİRLERİNİN MAHİYETİ  HAKKINDA
Kurban bayramının birinci gününe yevm-i nahir, diğer üç gününe ise eyyâm-ı teşrik denir. Bayramdan evvelki güne ise yevm-i arefe (arefe günü) denir ki Zilhicce`nin 9. günü olmaktadır. Ramazan bayramında arefe yoktur. Arefe gününün sabah namazından itibaren bayramın 4. günü ikindi namazına kadar 23 vakit farz namazını müteâkip birer defa
 اَللّهُ اَكْبَرُ اَللّهُ اَكْبَرُ لاا اِلهَ اِلاَّ اللّه وَاللّهُ اَكْبَرُ اَللّهُ اَكْبَرُ وَلِلّهِ الْحَمْدُ

Allahü Ekber Allâhü Ekber Lâ ilâhe İllâllahü Vallâhü Ekber, Allâhü Ekber ve Lillâhi`l-Hamd şeklinde tekbir alınır. Bunlara teşrik tekbirleri denir. Teşrik tekbirleri fakîhlerin çoğuna göre, namaz kılmakla mükellef herkes için vâcibtir. Sünnettir diyenler de vardır. Teşrik tekbirleri günlerinde namazı kazaya kalan bir kimse, bu namazları yine teşrik günlerinde kılarsa tekbirleri de kaza eder. Teşrik günlerinden sonra kıldığında ise, teşrik tekbirlerinin kazâsı gerekmez. Kadınlar teşrik tekbirlerini gizli olarak getirirler.

TEŞRİK TEKBİRLERİNİN EHEMMİYETİ HAKINDA ÜSTADIMIZIN BEYANI

Bu makam yazıldığı zaman Kurban Bayramı geldi. “Allahü Ekber” “Allahü Ekber” “Allahü Ekber”ler ile nev’-i beşerin beşten birisine, üçyüz milyon insanlara birden “Allahü Ekber” dedirmesi; koca küre-i arz, büyüklüğü nisbetinde o “Allahü Ekber” kelime-i kudsiyesini semavattaki seyyarat arkadaşlarına işittiriyor gibi, yirmibinden ziyade hacıların Arafat’ta ve îd’de beraber birden “Allahü Ekber” demeleri, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın binüçyüz sene evvel âl ve sahabeleriyle söylediği ve emrettiği “Allahü Ekber” kelâmının bir nevi aks-i sadâsı olarak rububiyet-i İlahiyenin “Rabb-ül Ardı ve Rabb-ül Âlemîn” azamet-i ünvanıyla küllî tecellisine karşı geniş ve küllî bir ubudiyetle bir mukabeledir, diye tahayyül ve hiss ve kanaat ettim.

                          AREFE GÜNÜ BEŞ YÜZ İHLAS-I ŞERİF OKUMA HAKKINDA
        Aziz, mübarek kardeşlerim!Pek çok selâm… Bizim memlekette eskide arefe gününde bin İhlas-ı Şerif okurduk. Ben şimdi bir gün evvel beşyüz ve arefede dahi beşyüz okuyabilirim. Kendine güvenen, birden okuyabilir. Ben gerçi sizleri göremiyorum ve hususî herbirinizle görüşmüyorum, fakat ben ekser vakitler, dua içinde herbirinizle bazan ismiyle sohbet ederim.

HACDAKİ KÜLLİ İBADET MANASI

DÖRDÜNCÜ ŞUA: İşte ey tenbel nefsim! Bir nevi Mi’rac hükmünde olan namazın hakikatı; sâbık temsilde bir nefer, mahz-ı lütuf olarak huzur-u şâhaneye kabulü gibi; mahz-ı rahmet olarak Zât-ı Celil-i Zülcemal ve Mabud-u Cemil-i Zülcelal’in huzuruna kabulündür. “Allahü Ekber” deyip, manen ve hayalen veya niyeten iki cihandan geçip, kayd-ı maddiyattan tecerrüd edip bir mertebe-i külliye-i ubudiyete veya küllînin bir gölgesine veya bir suretine çıkıp, bir nevi huzura müşerref olup, اِيَّاكَ نَعْبُدُ hitabına (herkesin kabiliyeti nisbetinde) bir mazhariyet-i azîmedir. Âdeta, harekât-ı salâtiyede tekrarla “Allahü Ekber” “Allahü Ekber” demekle kat’-ı meratibe ve terakkiyat-ı maneviyeye ve cüz’iyattan devair-i külliyeye çıkmasına bir işarettir ve marifetimiz haricindeki kemalât-ı kibriyasının mücmel bir ünvanıdır. Güya herbir “Allahü Ekber” bir basamak-ı mi’raciyeyi kat’ına işarettir. İşte şu hakikat-ı salâttan manen veya niyeten veya tasavvuren veya hayalen bir gölgesine, bir şuaına mazhariyet dahi, büyük bir saadettir.

İşte hacda pek kesretli “Allahü Ekber” denilmesi, şu sırdandır. Çünki hacc-ı şerif bil’asale herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubudiyettir. Nasılki bir nefer, bayram gibi bir yevm-i mahsusta ferik dairesinde bir ferik gibi padişahın bayramına gider ve lütfuna mazhar olur. Öyle de: Bir hacı, ne kadar ami de olsa, kat’-ı meratib etmiş bir veli gibi umum aktar-ı arzın Rabb-ı Azîmi ünvanıyla Rabbine müteveccihtir. Bir ubudiyet-i külliye ile müşerreftir. Elbette hac miftahıyla açılan meratib-i külliye-i rububiyet ve dûrbîniyle nazarına görünen âfâk-ı azamet-i uluhiyet ve şeairiyle kalbine ve hayaline gittikçe genişlenen devair-i ubudiyet ve meratib-i kibriya ve ufk-u tecelliyatın verdiği hararet, hayret ve dehşet ve heybet-i rububiyet “Allahü Ekber” “Allahü Ekber” ile teskin edilebilir ve onunla o meratib-i münkeşife-i meşhude veya mutasavvire ilân edilebilir. Hacdan sonra şu manayı, ulvî ve küllî muhtelif derecelerde bayram namazında, yağmur namazında, husuf küsuf namazında, cemaatle kılınan namazda bulunur. İşte şeair-i İslâmiyenin velev sünnet kabîlinden dahi olsa ehemmiyeti şu sırdandır.

M. SAİD ÖZDEMİR
Kaynak: Nur.gen.tr
www.NurNet.Org