Kategori arşivi: Aile Sağlık

Anne ve Babama Mektup Ben Gencim

Ben gencim, bana bir şeyler oluyor. Boyum büyüyor, gelişiyorum, boyumun büyüdüğü tepeden bakınca her şey değişik görünüyor. Kabıma sığmamaya başladım. Duygularım boyumdan da hızlı büyüyor, dur durak bilmeden koşuyor ve daldan dala konuyor. “Babam- annem çok cahil, kimse bir şey bilmiyor ve ben aslında çok şey biliyorum, oysa kimse beni dinlemiyor ve anlamıyor” gibi geliyor bana.

Ben gencim, evet kabıma sığamıyorum, kendime yeni bir duruş, yeni bir tarz oluşturma ihtiyacındayım. Evde duramıyorum. Arkadaşlarım benim her şeyimmiş gibi geliyor. Onlarla gece gündüz otursam, konuşsak, hayal kursak, çocuklar gibi koşup zıplasak ve kimse bana karışmasa istiyorum. Boyun büyüdü, koca adam oldun diyorlar bana, oysa içimdeki çocuk hâlâ at koşturuyor. Tabi ki boyum kadar olgunlaşacağım fakat zamanla.

Siz büyükler ne kadar sabırsız ve acelecisiniz farkında mısınız? Söylediğiniz her şey ters geliyor bana, ne zaman itiraz penceresinden uzansa cümlelerim, tenkit ve azarlama soğuğunda kırağı çalıyor filizlerimi. Sen de kimsin ki, nasıl büyüklerinle böyle konuşursun? deyip susturuyorsunuz. Oysa siz büyükler onaylamadığınız bir durumla karşılaştığınızda, “Aman incinmesin” ya da “ayıp olur” veya “el ne der” diye, çoğunlukla susuyor, yüzlerine karşı onaylıyor daha sonra da, ya arkalarından konuşuyor veya içinize atıp, bir süre sonra patlayacak kadar biriktiriyorsunuz.

Ben ise şimdi yanlış olsa bile sizinle açık açık konuşmak istiyorum fakat bu seferde beni dinlemeye tahammül edemiyor ve beni hemen susturuyorsunuz. Şimdi size soruyorum, nasıl doğru konuşulur? Nasıl itiraz edilir? Ne zaman ve nasıl hakkımı koruyabilirim? Bunu bana siz öğretmezseniz kim öğretecek? Beni sürekli susturur ve bastırırsanız bende size benzerim ve fakat size benzemek istediğimi kim söyledi?

Ben gencim, bırakın itiraz edeyim, bırakın eleştireyim, biraz idare edin ne olur? Çalkalanıyorum hayat denizinin dalgalarında. Nasıl olursam kendim olurum bilmiyorum. Sürekli itirazları bastırılanlar, hayatta da itiraz etmeyi unutuyor, kendinize bakın beni daha iyi anlarsınız. Şimdi itirazlarım anlamsız olabilir fakat zamanla bu da oturacak. Bazen saçmaladığımın farkındayım fakat engel olamıyorum. Bazen duymazdan, bazen görmezden geliverin, bazen susuverin ne olur?

Ben gencim, nasıl durursam, nasıl bakarsam daha alımlı, daha güzel ya da yakışıklı olurum bilmiyorum, deniyorum. Diken gibi saçlarla ilgi toplar mıyım acaba? Ya da bende nasıl duruyor şöyle bol, düşecek gibi duran pantolonlar. Bunların hepsi bana yabancı ve zor geliyor aslında, fakat arkadaşlarımdan ayrı düşmek ve onlardan farklı olmak istemiyorum. Her yaptıkları bana güzel geliyor, onlar gibi olmazsam bana ilgi göstermezler ve yanlarında küçük düşerim, belki de dışlarlar diye korkuyorum. Onlara benzediğimde kendimi daha güçlü ve güvenli hissediyorum.

Ben gencim, anne babacığım beni bu halimle sevmenizi o kadar çok istiyorum ki. Ne olur azıcık geç kalsam, ne olur ben de yetişkin gibi muamele görsem, ne olur eve girer girmez eleştiri okları üzerime yağmasa ve gönlüm yaralanmasa. Eve girdiğimde asık yüzlerinizle karşılaşmak bazen bir kâbus gibi beni korkutuyor.

Ben gencim, tamam siz de anne-babasınız, elbette sınır koyacaksınız ve benim bilmediğim tehlikelere karşı beni uyaracaksınız fakat sizi dinleyebilmem ve görebilmem için benim seviyemde ve benim kulvarımda bulunup elimden tutmalı ve sevgiyle gözlerime bakmalısınız. Hiçbir şeyimi ve hiçbir yaptığımı beğenmeyince, kendimi işe yaramaz ve değersiz birisi gibi hissediyorum. O zamanda kendime güvenim azalıyor, moralim bozuluyor ve gerginleşiyorum. Nadiren söylediğiniz o “seni elbette seviyoruz” sözü ise yakınımdan bile geçmiyor, çünkü yakınlarımda bana sürekli iğne gibi batan ve sizden uzaklaştıran tenkit edici, aşağılayıcı sözleriniz var.

Ben gencim, hayata, kendime ait pencereden bakmak istiyorum. Sizin pencerenizden bakmamı istemeyin benden. Tamamen başıboş bırakmanız da işime gelmez. Sevin, koruyun fakat o koruma ipini boynumdan çıkarın ki beni boğmasın. Beni sürekli korumanıza, benim adıma düşünmenize değil, benim düşünmemi sağlamanıza ihtiyacım var. Bazen öyle oluyor ki, o tenkitlerinizi ve aşağılayan cümlelerinizi duymamak için eve bile gelmek istemiyorum. Size hep karşı çıkıyor ve hiçbir şeyi kabul etmiyor gibi görünsem de, içimde size karşı çok büyük sevgi ve ihtiyaç var. Sizin şartsız sevgi ve güveniniz benim sıçrama tahtam gibi. Siz benim gerçeği görmemi şefkatli sözlerle sağlayın ve bana şartsız saygı duyun ve zaman tanıyın.

Bana verdiğiniz bütün o güzel sözlerin hepsi zihnimde fakat ben daha iç dünyamın dalgalanmasını durduramadığım için sanki hiç söylenmemiş ve beni etkilememiş gibi görünüyor olabilir. Siz bu şaşırtıcı görüntüye inanmayın. Hiçbirinin boşa gitmediğini göreceksiniz. Yeter ki, ben dalgalarla boğuşurken elimi bırakmayın. Sizden koparsam ya boğulur giderim ya da başka sahillerde gözümü açabilirim.

Ben gencim, duygularımı ve aklımı siz beslemezseniz, ben başka beslenme kaynağı bulmak zorunda kalabilirim. Benim odama, giysilerime karışmayın. Sadece olması gerekeni söyleyin bırakın ben evime içim rahat olarak rahat gidip gelebilmeliyim.

Beni hep seveceğinizi ve hiç yalnız bırakmayacağınızı bilmeme her zamankinden çok ihtiyacım var. Hele arkadaşlarımı hiç eleştirmeyin. Onlar benim en önemli desteğim. Onlarsız kalırsam yıkılırım. Ufak tefek yanlışlarıma göz yumun. Mükemmeliyetçi olduğunuzda, hiç beğenmeyip daha iyisini yapmamı beklediğinizde ümitsizliğe düşer, hiçten her şeyi bırakabilirim.

İçimde çok git geller yaşıyorum. Neyi istediğimi, neyi sevdiğimi, hangisinin doğru olduğunu çoğu zaman karıştırıyorum. Düşünmeye ve bulmaya ihtiyacım var. Bu zamana kadar ki bana verdiklerinizle hareket ediyor zihnim. Daha çok kavgalarınız ve eleştirileriniz kalıcı olmuş. Siz huzurlu ve mutlu olduğunuzda kendimi çok daha güçlü ve zorluklarla mücadele edebilecek yetenekte görüyorum. Siz kavga edip huzursuzluk yaşadığınızda, ayağımın altındaki zemin kayıyor gibi hissediyorum.

Ben gencim, yüzümdeki bir sivilce beni allak bullak ettiğinde ve ayna ile sıkı fıkı olduğumda o beni küçümsemeniz ve anlamamanız var ya, çok canımı acıtıyor. Odamdaki resimler ve dağınıklık korkutmasın sizi. Kafamın içi dağınık da ondan böyle. Siz aslında arada sırada benim size yaklaştığımı ve şirinleştiğimi fark edemeyecek kadar yanlışlarıma takılısınız. O dönemlerimi bir yakalayabilseniz ve beni anlamaya çalışsanız, iki taraf da çok mutlu olabilir inanın.

Ben gencim, arkadaşlarımla tanışın, eve çağırın ve onları benim gözlerimle görmeye çalışın, nasihatleri hiç dinlemediğimizi gördüğünüz halde, devam etmenize şaşırıyorum. Elâlemin sözüne çok bakıyorsunuz. “Aaaaaa çok yüz veriyorsun, bu kıyafette ne böyle? Sizin delikanlı saçlarını mı uzatmış öyle? Ya da kızınızın üstündekilerde ne öyle? Ne olacak? Zamane çocukları, bana göre hiç yakışmamış. Şimdiden bu kadar yüz verirseniz daha sonra hiç başa çıkamazsınız” gibi sözler sizi ne çabuk etkiliyor? Onları dinlediğiniz kadar beni dinleseniz daha kolay anlaşırız.

Alınmayın ama anne-babacığım, hiç benim sorunlarım ve ihtiyaçlarım hakkında kitap okudunuz mu? Hayır ya da evet derken neye göre diyorsunuz? “Acaba biz nasıl davranırsak doğru olur” sorusu var mı zihninizde? Eğer yoksa Allah iki tarafında yardımcısı olsun, demek ki daha çok düşüp kalkacağız ve çok yara alacağız. Çünkü “Bilmeyen el hüner üretmez” demiş büyükler. Bildiklerinin ve yaptıklarının tamamının doğru olduğunu düşünmek kadar tehlikeli bir şey yoktur.

Ben gencim, bir gün öfkemin rengi gözlerime vurduğunda, “Sizden nefret ediyorum, bu evde yaşanmaz” deyip kapıyı çarpıp çıktığımda, bunu söyleyen dilim ve giden sadece bedenim, kalbim ise sizin yanınızda atıyor olacak inanın. Ben sağa sola zikzaklar çizerken kimi zaman dibe çökersem, iyi arkadaşlar, verdiğiniz güven ve sabrınız, benim en iyi ilacım olacaktır. Unutmayın, kanımın deli deli aktığı bu zamanlarda beni idare etmenize ihtiyacım var.

Ben gencim, takdire, teşekküre ve azda olsa başardığım şeyleri bilmeye hava kadar ihtiyacım var. Siz benim yanımda mısınız karşımda mısınız, sözlerinizin renginden ve gözlerinizin mesajından derhal anlaşılıyor. Yanımda olmanız size olan bağlılığımı artırıyor. Nereye güçlü bir bağ ile bağlansam, orada kalmaya müsaidim. Ben size bağlanmak ve sizinle kalmak istiyorum. Bana bu fırsatı verin olur mu?

Ben gencim, bazen sizinle ve akrabalarımla birlikte görünmek bile istemiyorum. Bu geçici, ne olur beni anlayın. Sizin yapamadıklarınızı yapmam ya da yaptığınız yanlışları yapmamam için gözünüzün üzerimde olması beni boğuyor. Yapma yapma diye sürekli söylediğiniz şeyler daha kalıcı oluyor, farkında değilsiniz. Benim yapmamam gerekenlerden ziyade yapmam gerekenleri bilmeye ihtiyacım var. Beni kendinizle ve başkalarıyla mukayese ediyorsunuz, ben de sizi başka anne babalarla mukayese etsem hoşunuza gider mi?

Ben gencim, sanki siz her yaptığınızı doğru görüyor ve hiç beni kale almıyor, adam yerine koymuyorsunuz gibi hissediyorum. Bu da benim size yakınlaşmamı engelliyor.

Biliyorum geçecek bu zikzaklar, her gecenin bir sabahı olduğunu, her fırtınanın durulduğunu ve her kışın bir baharının olduğunu biliyorum. Kuşluk vakti yakın anne ve babacığım. Az daha sabır lütfen, beni olgunlaştıracak kontrollü serbestlik ve değerlerinizi gün ışığı niyetine bekliyorum. Sizi seven ve anlayan ve fakat daha çok da anlaşılmayı bekleyen genç bir çocuğunuz var, zor da olsa realitemiz bu.

Ben gencim, her şeye rağmen siz dünyanın en iyi anne babalarısınız. Bizlere rağmen gene iyisiniz, sizleri çok seviyorum. Yakında fazlasıyla geri ödeme yapmak kaydıyla gönül hesabıma karşılıksız saygı, güven ve sevgi yatırılmasını acilen talep ediyorum. Sizi ömür boyu gönlünde yaşatacak, baş tacı yapacak, sözlerinizi dinleyecek, sizinle ilgilenecek ve fakat kumandasını size asla vermeyecek olan ve duanıza muhtaç genç çocuğunuz.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Çocuk Eğitiminde Şimdiki Aklım Olsaydı Kitabından Alıntıdır.

Kadınlara Ne Oldu da Böyle Oldular?

Zuhruf sûresi 17. ve 18. âyet-i kerîme: Onların biri “Kızlar Rahmân (olan Allah)’ a aittir.” dediği halde kendisi ise onun (doğumu) ile müjdelendiği zaman yüzü kapkara olur ve kederinden yutkunup durur.

“Onlar, kızlar süs içinde yetiştiği ve kavgaya (ve mücâdeleye) açık (müsait) olmadığı için mi? (istemiyorlar da Allah’a nisbet ediyorlar, O’nun olsun diyorlar.)

Zuhruf sûresi 18. âyet-i kerîmede kadınların yaratılışları ile ilgili çok önemli ipuçları var.

Rabbimizin kadın tarifi var: Kadınlar süsü sever ve kavgaya meyilli olmaz.

Öncelikle Allah (c.c) süsü seviyor: Gökyüzünü yıldızlarla süslemiş, yeryüzünü yemyeşil ağaçlar, rengarenk çiçeklerle süslemiş, kuşların, balıkların, kelebeklerin, sineklerin kanadını bile muhteşem bir incelikle yaratmış.

İnsan cinsinde de kadını süslü ve narin yaratmış. Ayrıca süslenmeleri için doğal malzemeler yaratmış. Kına yaratmış saçlar için, sürme yaratmış gözler için. Peygamberimiz sürme ve kına kullanımını teşvik etmiş.

Allah (c.c) yarattığı her süs malzemesini aynı zamanda faydalı olacak şekilde yaratmış. Takı olarak kullanılacak renk renk taşlar yaratmış, vücut enerjisini olumlu etkileyen.

Nahl suresi 14. âyet-i kerîme de şöyle buyruluyor:

Kendisinden taze et yemeniz ve ondan (inci ve mercan gibi) giyineceğiniz bir ziynet çıkarmanız için denizi istifadenize sunan O dur. Gemilerinde deniz de yara yara akıp gittiğini görürsün. Bu da lutfundan arayasınız ve şükredesiniz diyedir.

Denizden çıkan ziynetler de çok faydalı. İncinin kadınlar için çok önemli iki faydası var. Tiroit ve kadınlık hormonlarının düzgün çalışmasını sağlıyor. Mercan da çok faydalı.

Arap kadınları süslenme konusuna çok önem veriyorlar. Dinimiz tesettür ve süs konusunda dışarısı için belli ölçüler koymuş. Arap kadınları uygun ortamlarda, kadınlar arasında ve evlerinde çok bakımlı ve süslüler.

Sahabe hanımlarına baktığımız zaman da aynı şeyi görüyoruz. Peygamberimiz zamanında bir kadının gözünde sürme yoksa, süslenmemişse “Cenazen mi var” diye soruyor, hanımlar. Bir kadın sadece kocası öldüğünde dört ay boyunca sürme kullanamıyor, onun dışında bir akrabası öldüğünde üç gün sonra süslenmeye başlıyor. Bu da peygamberimizin tavsiyesi.

Hz. Aişe bu konuda kadınlara çok güzel bir örnektir. İlimde çok üstün bir kadın; fakat süsü de seviyor. Bizim dindar kadınlarımız, özellikle dernek ve vakıf çalışmaları ile meşgul hanımların çoğu kendilerini çalışmalara öyle kaptırıyorlar ki kadın olduklarını unutuyorlar. Onlara sahabe hanımlarının hayatlarını okumalarını tavsiye ederim.

Hz. Âişe’nin ve Hz. Hatice’nin saçlarını yapmaya gelen kuaförleri var. Medine’ye hicretten sonra kuaför hanım gelip Peygamberimize “Ya Resulallah bildiğiniz gibi ben bu işi yapıyorum, bırakayım mı?” diye soruyor. Peygamberimiz “Ey Ümmül Ri’le, sen bu işini devam ettir, bırakma.” buyuruyor.

Hz. Âişe bir gün kendisinin duymadığı bir hadis-i şerîfi rivayet eden Ebu Hureyre’ye “Ben duymadım bu sözleri” demesi üzerine “Ey anneciğim sen ayna ve sürme ile meşgulken, ben Resulullah’tan öğreniyordum.” der.

Süs kadın için önemli. Kadın süslendiği zaman kendini daha kadın hisseder. Tavır ve davranışları süsüne, giydiği giysiye göre şekil alır.

Elbise kadına farklı havalar verir. Dekolte bir elbise ile kadın cazibedar görünür. Sade bir elbise ile hanımefendi görünür. Süslü bir elbise ile canlı neşeli görünür. Elbisenin renkleri bile kadının ruh halini etkiler.

Türk kadınlarının çoğunun süslenme ile ilgili sorunları var. Süslenenler genellikle evden çıkarken süsleniyor; ev gelir gelmez eşofman tişört, kocayı öyle karşılıyorlar. Ya da hiç süslenmeyenler var: Ne evde ne dışarıda. Onlar da evde eşofman ve tişört içinde yaşıyorlar.

Yemek ve temizlik yaparken eşofman rahat oluyor. Fakat eşofman alışkanlık haline geliyor, kadınların üzerinden hiç çıkmıyor. Oysa kadın elbise ve eteğin içinde daha kadındır.

Âyet-i kerîme de süs içinde yetişmekten bahsediliyor. Kız çocuklarını yetiştirirken onların erkek gibi değil, fıtratına uygun süslü kıyafetlerle kız gibi yetiştirilmesi konusunda bir hatırlatma var, aynı zamanda bizlere.

Rabbimiz biz kadınları “Kavgaya meyilli olmayanlar.” diye tarif ediyor. Kadınlar, anne olacakları için şefkat ve merhametle donatılmışlar. Erkekler ise aileyi vatanı koruyacakları için koruma ve kollama duygularından dolayı kavgaya meyilliler. Erkeklik hormonu olan testosteron aynı zamanda cesaret hormonu. Erkeklere kavga etmek, savaşmak konusunda cesaret veriyor.

Yaradan’ımız tarafından “kavgaya meyilli olmayanlar” diye tarif edilen günümüz kadınların çoğunluğu, maalesef ki yedi gün yirmi dört saat kavgaya hazırlar. Yeter ki bir dokunan olsun. Beden güçleri yeterli olmadığı için dilleri ile saldırıyorlar. Küfür, hakaret, alay, küçümseme psikolojik saldırı.

Fıtrata uygun yumuşak olmak, uzlaştırıcı olmak aptallık; kavga etmek akıllılık oldu. Kadınların bu kavgaya hazır halleri elbette evlilikleri çok olumsuz etkiliyor.

Peki kadınlarına ne oldu da bu hale geldiler?

Bunu sorgulamak gerekmiyor mu? Kadınlar üzerine oynanan kirli oyunları görmek ve bunlardan arınmanın yollarına bakmak gerekmiyor mu?

Bunları yapmak yerine en kolayı erkekleri suçlamak. “Erkekler yüzünden kadınlar kavgacı oldu. Erkekler kadınların her dediğini yapsalar kadınlar da elbette kavga etmezler.

Doğrusu bu mu?

Erkekler kadınların her istediğini yapmalı mı? Yaparlarsa kadınlar mutlu olur mu? Aileler huzur bulur mu? Bu kavgalar biter mi?

Bu soruların cevapları ayrı bir yazı konusu. Kadın, süs ve kavga konusunda sizlerin düşüncelerinizi de öğrenmek isterim. Yorum ve maillerinizi bekliyorum.

Sema Maraşlı / Haber 7 / semamarasli@gmail.com

Cennetinize Dönün !

Evlilere Çağrı :”Cennetinize Dönün!’
Meydanlardan daha geniş, caddelerden daha aydınlık ve yollardan daha kalabalık bir özgürlük var evinizde.

Evimiz meydanlardan daha dar, caddelerden daha loş ve yollar gibi uğrak yerler değil. Meydanlardan daha geniş, caddelerden daha aydınlık ve yollardan daha kalabalık bir özgürlük var evinizde.

Evimiz iki insanın kalbinin sebepsiz ve karşılıksız bağdaşması üzerinde yükselen bir cennettir.

Yeryüzündeki herşeyi harcasaydın da onları birleştiremezdin. Fakat Allah onların kalblerini birleştirdi. O izzet sahibidir, hikmet sahibidir.

(Enfal Sûresi, 63 ) …

Psikiyatrik bir görüşmeye başladığımda bana gelen hastamın hemen medeni hâlini merak ederim. Evli midir, bekâr mıdır? Hastam evliyse ve özellikle de kadınsa içime hafiften bir ürperti basar. Acaba bu hastam da eşinden şikayet edecek mi? Hanımlar mutsuz olduklarını, yalnız olduklarını anlatırlar. Kocalarının dünyasında var olmadıklarından önemsenmediklerinden, değer verilmediklerinden yakınırlar. Dinledikçe içimi saran ürperti artar. Erkekler ise “Daha ne yapayım?” derler. “Çalışıp para kazanıyoruz işte! Eve geç geliyorsak, yorgun argınsak bu kimin için. Tabii ki eşimin daha iyi yaşaması için!” “Daha iyi yaşamak” lâfına hiç kanmam. İyiyi yaşayamayan daha iyiyi bulamaz ve yaşayamaz.

Onları dinledikçe dünya zihnimde ikiye ayrılır. Cennet ve cehennem diye. Sokaklar, caddeler, kalabalık ortamlar bana hep cehennemvâri gelir. Aile hayatı ise hep cennetvâri. Aile hayatı, hayatın en zengin yaşanacağı yerdir. Çünkü karı-koca arasındaki mahrem ilişki üzerine kuruludur. İki insan arasındaki ilişki kâinatın Rabbinin insana sunduğu en büyük ihsandır. Duygularla, Yaratıcı iki insanı birbirine bağlar. Birbirini hiç tanımayan iki insan, bir de bakmışsınız birbirinden hiç ayrılmak istemeyen iki dost olmuştur.

Ve biz erkekler ve kadınlar hırsımızdan cennetlerimizi terkettik. Rabbimizin bize ailede sunacağı nimetleri az gördük. Bir eşle paylaşılacak bir hayatı azımsadık. Zamanımızı evdeki cennetvâri hayatın içinde değil, dışarlarda geçirmeye başladık. Yemekler, toplantılar, iş görüşmeleri “daha çok çalışmam gerekir”ler, dışarıda yüzeysel insan ilişkileri hep bahanelerimiz oldu. Modern yaşamın oyununa geldik. Bizi bizden kopardı bu yaşam. Biz de saf saf aldandık ve kabûl ettik. Bizi en yakın dostumuzdan – eşimizden kopardı. Menfaate dayalı ilişkilerin içine koydu. Dışardaki insan ilişkileri bize hep cazip geldi. Sonuçta olan, erkeklere ve kadınlara oldu. Her ikisi de dostsuz ve arkadaşsız kaldı.

Sadece dostsuz ve arkadaşsız kalsaydık gönlüm buna yine razı olabilirdi. Ama korkarım kaybetme tehlikesi içinde olduğumuz bundan sonsuz kere daha fazla bir şey. Dünyadaki cennetimizi terkedince, sonsuz bir cenneti kazanmamız da zorlaştı.

Aile bizim sığınağımızdır çünkü. Dışarının cehennemvâri kirlerinden uzak kalacağımız, kendimizi bulacağımız ve tanıyabileceğimiz biricik mekânımızdır.

Evimiz bizim tasarruf edebileceğimiz tek yerimizdir. Orada eşimizle birlikte istediğimiz hayatı kurma imkânımız vardır. İstersek oraya hiç kimseyi karıştırmayabiliriz. Orayı istediğimiz gibi döşeriz. Benzemek istediğimiz peygamberse hayatımızı ona göre belirleriz. Allah’ın istediği gibi bir hayatı yaşamak arzumuz varsa bunu en iyi evimizde gerçekleştirebiliriz. Burada dışaradaki seküler düzenin yasakları yoktur. İstersek Rabbimizin koyduğu kurallarla yaşarız burda. Karı koca olarak istediğimiz kadar, istediğimiz şekilde ibadet ederiz. Evinizde kimse sizin kıyafetinize karışamaz. Kimse ne okuduğunuza bakamaz ve engelleyemez. İsterseniz evinize gazete hiç almazsınız. Tv hiç seyretmezsiniz. Sokaklarda size Allahın emrettiği bir kıyafeti giydirmeyebilirler. Ama kimse evinizde bunu yapma cesareti göstermez. İsterseniz gecenin bir vakti kalkar ve Yaratıcıyı anarsınız. Kendinizle başbaşa kalmak istediğinizde karanlık bir odaya çekilir ve saatlerce düşünebelirsiniz. Ya da gönlünüzü dışarıya açmak isterseniz. Perdenizi aralar gökyüzüne bakarsınız. Gökteki yıldızlar sizi büyüler ve eşinizle Rabbinize olan imanınızı tazeler ve arttırırsınız, burada eşinizi ne kadar sevdiğinizi anlarsınız.

Karıkocaya ait biricik mekânlardır evler. Bir kaç odalı bir mekân iki insanın belirleyebildiği çok özel mekân haline getirebilir ve bu mekânda iki insanın Rabbi adına bir hayatı inşa etmesi orayı çok özel bir mekân haline getirebilir. Ve bu mekânda iki insan çok özel bir şekilde, gözlerden uzak, en basit haliyle, peygambere en çok benzeyerek, yaşamalarını onunkine en çok benzeterek yaşayabilirler. Yaratıcı adına yaşanılacak bu hayat, sonsuz bir hayatı netice verir.

Bu tabloyu çok seven ve isteyen Yaratıcı, bunun bozulmasını hiç istemez. Ve onlara cenneti verir. Beraberliklerini sonsuz kılar.

Hayatı Rabbi adına değil kendi adına yaşayan ve hayatı bu dünya ile sınırlayanlar sonsuz bir hayat özlemi ile dolu insanların sonsuz bir hayata ulaşmasını hiç istemezler. Bu yüzden modern yaşam elimizden önce aileyi alır. Bize hep cennetimizi terketmemiz telkin edilir. Dışarda sahte bir cennet sunulur. Bizi cennetimizden çıkarmaya çabalar. Cennetimizden çıkınca cenneti kazanmak çok zorlaşır. Ruhlarımıza cehennemvâri dış dünyanın kirleri sıvaşır. Sonsuz bir hayat özlemi, yerini küçük isteklere ve arzulara bırakır.

Bir kere daha düşünelim derim. “Hayattan ne bekliyorum?” diye. Beklediğimiz bu dünya hayatı ile sonsuz bir hayatı kazanmak ve Rab adına yaşamak ise, artık dönüş vakti gelmiştir. Kendimize dönmenin vaktidir. Ve yaratıcı bunu bize evimizde yapmamızı istiyor. Bizi aile hayatıyla koruyor ve kolluyor. Aile hayatıyla ve evimizle bize sonsuz nimetlerini yolluyor. Artık evimize dönmemizi ve hayatımızı Onun adına yaşanabilir bir özgürlüğe genişletmemizi istiyor. Bunu bizim için istiyor. Bizi tanıdığı için. Bizi sevdiği için. Cennetinden aldığı Âdemi sonsuz merhametinden tekrar cennetine koyduğu gibi bizi de tekrar Cennetine koymak istiyor. Bizden istediği ise bunu istememiz. Gerisini O verecektir.

Mustafa Ulusoy

 

Siz Bu Aileyi Tanıyor Musunuz?

Evlilik kadın için şiir, erkek için şuurdur.

Barış bey ve Ayla Hanım çalıştığım polikliniğe şiddetli geçimsizlik nedeniyle gelmişlerdi. Barış bey öğretmen, Ayla hanım ise ev hanımıydı. Ayla hanımın eşi ile ilgili en büyük şikâyeti eşinin kendisi ile yeterince ilgilenmemesi ve yaptığı işi küçümsemesiydi. En çok da eşinin ona:

Sen bütün gün evde ne yapıyorsun ki?” demesiydi.

Bu cümle Ayla hanımın çileden çıkması için yeterliydi. Barış bey ise; bütün gün ailesi için çalıştığını ve eve geldiğinde içeri girer girmez eşinin ne kadar yorulduğunu, evi nasıl silip süpürdüğünü, çocukların onu ne kadar yorduğunu anlatmasından bıktığını söylüyordu. Barış beye göre asıl yorulan ve şikâyet etmesi gereken kişi kendisiydi. Eşi evde iki çocukla uğraşıyor, kendisi ise okulda yüzlerce çocukla uğraşıyordu. Bir de bu yetmezmiş gibi, eve geldiğinde rahat edeceği yerde, eşinin dırdırına (!) maruz kalıyordu.

Ayla hanımla ve Barış beyle önce yalnız görüştüm ve daha sonra onları birlikte dinledim.

Ayla hanım, bana bir de Barış beyin yanında, Barış beyin sizi en çok rahatsız eden özelliklerinden bahseder misiniz?

“Doktor bey hepsini anlatsam saatlerce konuşmam gerekir.”

“Siz kısaca özetlerseniz sevinirim.”

“Doktor Bey; eşimin bana ve yaptığım işe hiç saygısı yok. Sanki ev hanımları bütün gün yatıyor gibi. Ona yorulduğumu ve biraz yardıma ihtiyacım olduğunu söylesem, hemen bana bütün gün ne yaptın ki diyor. Daha ben anlatmadan başlıyor dalga geçmeye. Benim bütün gün yaptığım işler ona göre çocuk oyuncağı. Ayrıca bana eskisi gibi kıymet vermiyor. Eşimi tanımasam sanki hayatında başka biri var diyeceğim. Eve geldiğinde, ne bir hal hatır sorma var, ne de bir Allahın kelamı. İlk sorduğu şey:

Bu gün ne yemek yaptın? Veya sofra hazır mı? Oysa ben, benimle ilgilenmesini, halimi hatırımı sormasını, bir çift güzel kelam etmesini kısaca gönlümü almasını bekliyorum. Ama nerde bizimkinde o incelik.”

Ayla hanım isterseniz Barış beye soralım, bakalım bu söyleyeceklerinize ne cevap verecek? Barış bey siz ne söylemek istersiniz?

“Doktor Bey, yok öyle bir şey. Onun dediği gibi değil kazın ayağı. Ben bütün gün onlar için çalışıyorum. Elin kahrını çekiyorum. Eve nasıl geldiğimi kendisi görüyor. Çoğu zaman yorgunluktan yemek hazırlanana kadar kanepede sızıyorum. Doktor bey, ben eve geldiğimde Allah sizi inandırsın daha kapıyı açar açmaz ben içeri bile girmeden başlıyor şikâyet etmeye; bütün gün öldüm, canım çıktı çocuklarla uğraşmaktan, evi temizlerken çok yoruldum, şöyle yaptım, böyle yaptım diye bir başlıyor anlatmaya aşk olsun sustura bilene. Bazen eve geldiğimde evde olmuyor, geldiğinde eğer hasbelkader günün nasıl geçti? diye soracak olsam, başlıyor bütün gün komşularıyla ne konuştuklarını anlatmaya vıdı vıdı mübarek hiç bitmiyor. Bana adam gibi üç beş cümleyle özetlese ya nerdeee, sanki makineli tüfek. Bende artık sormuyorum. Sormayınca da ilgisiz biri olup çıkıyorum. Birde şimdi söylemedi ama beni hep komşunun kocasıyla kıyaslıyor. Bizim apartmanda karı koca memur bir çift var. Onlarla iyi görüşüyoruz. Neymiş adam karısına yemek yaparken, evi temizlerken, bulaşık yıkarken yardım ediyormuş. Ben niye öyle değilmişim? Kendisine kırk kere izah etmeye çalıştım. Onların ikisi de çalışıyor, tabi adam karısına yardım edecek. Kadında dışarıda çalışıyor ve ikisi de eve geç geliyorlar. Yemeği birlikte hazırlıyorlar, sofrayı birlikte kuruyorlar. Ama sen dışarıda çalışmıyorsun senin işin ev hanımlığı tabi ki yemeği sen yapacaksın, bulaşığı sen yıkayacaksın dediğim vakit; ben bencil, nezaketten uzak, yaptığı işi küçük gören biri olup çıkıyorum. Allah aşkına doktor bey haksız mıyım? Ben hem okulda bütün gün çalışıp yorulayım hem de eve gelip yemek hazırlayayım bu mu yani nezaket? Bu mu adalet? Sonra neymiş arada başka kadın mı varmış? Yahu benim okul dışında başka bir şeye ayıracak zamanım mı var ki? Tövbe, tövbe…”

Sanırım konuşmaların buraya kadar olan kısmından görüşmenin nasıl geliştiğini tahmin etmişsinizdir. Evet, Barış Bey ve Ayla Hanım prototipi aileler bu toplumda çok sık karşılaştığımız örneklerdir. Bu aile üzerinden birçok analiz yapacağız. Ayrıca kitabın geri kalan kısmında erkek ve kadınların neden farklı düşündüklerini ve aslında aynı şeyleri istemelerine rağmen nasıl farklı sonuçlara ulaştıklarının sebeplerini irdeleyeceğiz. Bu kitap işte tam da bu sebepten dolayı kaleme alındı

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Not: Yazarımızın yazıları eklenmeye devam edecektir…

Çağdaş Ergenler

Bakmayın siz Sokrates’in öyle dediğine sanırım hiçbir kuşakta ergenleri yetiştirmek günümüzde olduğu kadar şaşırtıcı ve zor bir niteliğe sahip olmamıştır. Geçmişte ortaya çıkan ergen kültürü ve onun şu an ki versiyonu olan günümüz ergenlerinin bizce temel iki ana özelliği vardır. Bağımsızlık ve özbenlik isteği.

Günümüz versiyonunda bu artık bağımsızlık sınırlarını da aşarak egoist ve hedonist (hazcı) bir yaklaşıma doğru hızla yol almaya başlamaktadır. Bu durun ebeveynleri çaresizliğe itmekte, ergen eğitiminde ne yapacaklarını bilemez bir hale getirmektedir.

Bu durum ebeveynlerin “Biz nerede yanlış yaptık? Ve nerede yanlış yapıyoruz?” sorularını sormalarına neden olmaktadır.

Bu anne babaların cevap aradıkları sorular bu günün sosyal problemlerini içeren felsefi, yansız, ya da entelektüel konularla ilgili değil çektikleri kişisel acılardan kaynaklanan sorulardır.

Bu ebeveynler “Onlar için iyi birer anne baba olmaya çalıştık; Onlara istedikleri her şeyi verdik. Kendilerine de bize de bunu nasıl yapabilirler? Biz bunu anlayamıyoruz” diyorlar.

Anne ve babaların merak ettikleri bu sorunun yanıtının sanıldığı kadar kolay ve basit olmadığını düşünüyoruz. Öyle olsaydı içinden çıkılmaz hale gelmeden ergen problemlerini kolay yoldan çözerdik. Bununla birlikte çağdaş ergenin ruhundaki bu huzursuzluğun kaynağı, bedensel büyümeyle doğru orantılı bir şekilde zihinsel büyümenin olmayışı ve bir önceki kuşağa tamamen yabancı olan bir dünyada yaşaması olabilir. Bu yaşam; uydu yayınlı televizyonun, internetin ve çok daha fazla teknolojinin olduğu küresel bir dünyadır. Modern teknoloji; imkânlarını insan kültürünün en iyisini de en kötüsünü de içerecek şekilde ergen çocuklarımızın önüne sermektedir.

Kendi gözlemlerimize dayanarak şunları söylemeliyiz ki ergen yetiştiren anne ve babalar tarihin hiçbir döneminde kendilerini bu denli yardıma muhtaç ve acziyet içerisinde hissetmemişlerdir. Aynı zamanda da geçmişte yaşamış olan anne ve babalar çocuk eğitiminde asla günümüzde olduğu kadar önemli bir konumda olmamışlardır.

Bütün araştırmalar ergenlerin hayatındaki en etkili kişilerin ebeveynler olduğunu göstermektedir. Günümüzde ebeveynlerden de kaynaklanan hatalı davranışlar nedeniyle bu önemli rolü çocuğun çevresi, çeteler, zararlı arkadaşlıklar almaktadır. Zaten zor bir durum olan ergenlik bu tür zararlı ilişkilerle çoğu zaman içinden çıkılamaz bir hale gelmektedir.

Bu durumlarda anne-babaların yapabilecekleri en önemli davranış ergene karşılıksız, koşulsuz ve pazarlıksız sevgi duyduklarını göstermeleri ve bunu ona hissettirmeleridir.

Bir anne-baba çocuklarını nasıl sevmez? Tabii ki onları seviyoruz! Dediğinizi duyar gibiyiz. Ebeveynlerin ergen çocuklarını sevmediklerini söylemiyoruz, demek istediğimiz; binlerce genç bu sevgiyi hissetmiyor. Birçok anne ve baba bunu içten olamadıkları için değil, duygusal seviyede ergene sevgisini etkili bir şekilde nasıl ifade edeceğini bilmediği için başaramamaktadır.

Dilleri bile farklı… Bizden farklı düşünüyorlar ve farklı şeylere gülüyorlar. Pek çok sorunları var. Boy, sivilce, şişmanlık, güzellik, çirkinlik, dikkatsizlik, aşk ve başarısızlık bunlardan sadece birkaçı. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir de, geleceklerini belirleyecek sınavlarla karşı karşıya gelmek zorundalar…

 Ergenlik dönemindeki gençler bu sorunlarla mücadele ederken, acaba aileleri ne ölçüde onların yanında olabiliyor? Peki ya siz? Çocuğunuzun davranışlarına gülüyor musunuz? Kızıyor musunuz? yoksa onu anlamaya mı çalışıyorsunuz?

Ergen sorunları ile ilgili görüştüğümüz ebeveynler genelde benzer sorunlardan şikâyet ediyorlar. Bize çocuğu ile ilgili sıkıntılarını anlatan bir annenin sorusu ve bizim verdiğimiz cevaplar şöyleydi:

Soru: 15 yaşında bir kızım var. Hayatı eşim ve bana zehir etti. Evimizde huzur kalmadı. Onunla anlaşabilmek için inanın her yolu denedim. İyilikle konuşarak, alttan alarak, kavgayla, hatta dayakla ona bir türlü ulaşamadım. Psikologa dahi gittik. Hırçın, şiddet eğilimli, sorumsuz biri. Bununla birlikte başarılı olduğu halde arkadaşlarına uyup bunu da yitiren bir kız haline dönüştü. Babayla hiçbir şekilde diyalogu da çekincesi de yok. Ne yapacağımı şaşırdım. Bana yardımcı olursanız sevinirim.

Cevap:  Çocuğa sevginizi göstermeniz, hissettirmeniz gerekiyor. Çocuğunuz bunu hissedemeyebilir. Sevdiğinizi bilse bile bunu hissetmek ister. Hissedemedikçe sizinle çatışır. Bunun için tavsiyelerimiz şunlar:

1. Ergenin en önemli ihtiyacı kabul görmektir. Çocuğunuzu bütün aşırılıklarına ve hoşlanmadığınız davranışlarına rağmen, olduğu gibi kabul edin. Çocuğunuzu kabullenmezseniz o kabul göreceği başka yerler bulacak ve sizden daha çok uzaklaşacaktır. Onu ne yaparsa yapsın çok sevdiğinizi ve her haliyle kabul ettiğinizi kendisine de söyleyin. Sen benim evladımsın ve ne kadar kötü şeyler yaşarsak yaşayalım ben seni çok seviyorum, seni olduğun gibi kabul edeceğim deyin.

2. Bu kabulünüz lafta kalmasın. Çocuğunuzu eleştirmeyin, yargılamayın, olumsuz iletiler göndermeyin, hesap sorar tarzda konuşmayı bırakın. “Ne kadar dağınıksın? Hiç söz dinlemiyorsun. Sen kendini ne sanıyorsun? Ne biçim kıyafet bu? Gene mi bunlarla uğraşıyorsun? Ders çalışsana” gibi cümleler kullanırsanız, onu olduğu gibi kabul etmiş olmazsınız.

3. Gerçekten zararlı olan davranışlarından rahatsız olduğunuzu ifade etmek için sen iletisi değil ben iletisi kullanın. “O arkadaşlarınla görüştükçe onlara benziyorsun, onlar gibi oluyorsun” demek yerine “O arkadaşlarınla görüşmen beni üzüyor, senin için endişeleniyorum” gibi cümleler kullanın. Onun hoşlanmadığınız davranışlarını değil, o davranışların size hissettirdiği şeyi ben diliyle söyleyin.

4. Çocuğunuzun karşısında sinirlenmeyin, bağırmayın sakin, kararlı ve makul olun. Onu yargılamayın, yargıladığınız şeyi daha çok yapabilir.

5. Çocuğunuza sırf kendi istediğiniz bir şeyi yaptırmak için iyi davranmaktan, güzellikle yaklaşmaktan kaçının. Çocuk kendi lafınızı dinletmek için ona iyi davrandığınızı anlar, samimiyetinize inanmaz, güveni kırılır. “Hadi kızım bak senden şunu istiyorum, hadi benim canım yavrum” gibi kendi emeliniz için canım cicim cümleleri kullanmayın. Bu gibi cümleleri sadece sevginizi göstermek için kullanın, çocuk dediğinize gelsin diye değil.

6. Eşinizle beraber hareket edin. Mesela kızınızı kabul ettiğiniz konuşmasını beraber yapın. Anne babaların kafasında “ben ana babayım, evladım benim lafımı nasıl dinlemez” gibi bir kabul vardır. Bundan kurtulmaya çalışmak lazım. Bu bir kısır döngüdür, çocuklarımıza bizim lafımızı dinlemeleri gerektiğini hatırlattıkça dinlemezler. Onlara laf dinletme ısrarımız olmazsa bizi daha ciddiye alırlar. Bağırdıkça kızdıkça tersini yapabilirler. Eşinizle bu konuda hemfikir olun (kabul etme, bağırmama, kızmama, çocuğumuza bizim lafımızı dinlemesi gereken bir yaratık gözüyle bakmama konusunda).

7. Uyguladığınız şeyleri doğru olduğu için yapın, olaylar ya da kızınız istediğiniz gibi olsun diye değil. Durum istediğiniz gibi olmazsa doğruları uygulamaktan vazgeçmeyin. Sebat edin, doğru davranırsanız uzun bir süreç istese bile doğru sonuçlar mutlaka gelecektir. Yeter ki sabırlı olun.

Unutmayalım ki, biz çocuklarımızın sahibi değiliz, öyle olsaydık onlara her istediğimizi yaptırabilirdik. Onlar kendi özel kişilikleri ve özgür olma istekleri olan birer bireylerdir. Biz istiyoruz diye bizim istediğimiz gibi olmak zorunda değildirler. Çocuklarımızın sahibi olmadığımızı anladığımız an birçok sorunu aşmış oluruz.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Çocuk Eğitiminde Şimdiki Aklım Olsaydı Kitabından Alıntıdır.