Kategori arşivi: Aile Sağlık

Tevekkül Et Kadın

Hasbünallahü ve ni’mel vekil…

Doktor Bey dünyanın bütün yükünü omuzlarımda taşıyorum sanki. Dayanamayacağım kadar ağır bir yük bu.

“Size ağır gelen bu yük kavramını biraz açar mısınız?”

Evin tüm sıkıntılarını ben çekiyorum. Eşim iyi bir insan ama biraz asabi, olur olmaz her şeye sinirlenen biri anlayacağınız. Bir taraftan onu idare etmek zorundayım. Diğer taraftan oğlum üniversiteyi bitirdi. Askerliğini de yaptı. Ona iş arıyoruz. Bulabilecek miyiz? Bulursak iyi bir iş olacak mı? Yaşı artık evlenme yaşına geldi ama işi olmadığı için kız bakamıyorum. Öbür taraftan kızım KPSS sınavına hazırlanıyor, ya kazanamazsa diye uykularım kaçıyor.

Hepsinden öte annem felçli ona ben bakmak zorundayım. Artık bu kadar yükü taşıyamıyorum. Anlayacağınız bunaldım doktor bey, hem de çok bunaldım. Off, offffffff.

“Omuzlarınıza binen yükün mahiyetini anladım sanırım…”

“Çaresi doktor bey, çaresi. Siz bana varsa çaresinden bahsedin. İnanın düşüne düşüne kayışı sıyıracağım.”

“Elbette çaresi var. Her derdin bir dermanı olduğu gibi, bu derdinde bir dermanı var. Zaten bizi yaratan çaresiz bir dert yaratmamış. İlk yapmanız gereken; sizi rahatsız eden ve size ağır gelen bu yükü omuzlarınızdan indirin ve rahat edin!”

“Nasıl yani?”

“Tevekkül ederek Filiz Hanım, tevekkül ederek.”

“Şimdide siz biraz açar mısınız, tevekkül derken?”

“İsterseniz bunu size bir teşbihle izah edeyim: Vaktiyle iki adam omuzlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir gemiye bir bilet alıp binerler. Birisi gemiye girer girmez yükünü gemiye bırakıp, o yükün ağırlığından kurtulur. Diğeri hem cahil, hem kendini beğenmiş biri olduğundan yükünü yere bırakmaz. Yükünü omuzlarından indiren ve rahat eden kişi, o kendini beğenen ve mağrur olan arkadaşına hitaben:  “Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et” der. Arkadaşı da ona: “Yok, ben bırakmayacağım. Belki kaybolur. Ben kuvvetliyim. Yükümü omuzlarımda muhafaza edeceğim”  der. Yine ona: “Beni ve seni taşıyan şu emniyetli gemi daha kuvvetlidir, yükümüzü bizden daha iyi muhafaza eder. Eğer böyle yapmazsan belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın gittikçe ağırlaşan şu yüklere güç yetiremeyecek.  Geminin kaptanı seni bu halde görse, ya delidir diye seni kovacak. Ya haindir, gemimize güvenmiyor, bizimle alay ediyor, hapis edilsin, diye emredecektir. Hem bu durumunu gören herkese maskara olursun. Çünkü dikkatli insanların nazarında, za’fı gösteren dik başlılığın ile aczi gösteren gururun ile riyayı ve zilleti gösteren yapmacık hareketlerin ile kendini halka maskara yapıyorsun. Herkes sana gülüyor” denildikten sonra o bîçarenin aklı başına gelir. Yükünü yere koyar. Kendisine bu telkinleri yapan arkadaşına dönerek:  “Oh!.. Allah senden razı olsun. Zahmetten, ağır yükten, maskaralıktan kurtuldum” der ve rahat eder.

“İşte Filiz Hanım! Siz de bu adam gibi yükünüzü omuzlarınızdan indirin ve şu kainatı yaratan âlemlerin Rabbine tevekkül edin. Ta ki başınıza gelen ve gelmesi muhtemel olan her türlü olumsuz olaydan dolayı sıkılıp bunalmayasınız.”

“Yani o yükünü bırakmayan yolcu ben oluyorum öyle mi?”

“Teşbihte hata olmaz ama biraz öyle. Size Mark Twein’in bir sözünü hatırlatmak istiyorum: ‘Hayatta birçok endişem oldu ama çok azı başıma geldi…” diyor.

Bazen gemideki o yolcu gibi olur insan. Yaşadığı tüm sıkıntılar altında ezilir. İtimat etmez kimseye ve “O”na. Bazen de pencereden dışarıyı seyreden ve kendi kendine ağlayan kız misali gibidir. Vehimlerine hayat elbisesi giydirir, anlam katar ve olmamış belki de hiç olmayacak şeylere üzülerek kendini yer bitirir.

Kız misali mi?

“Evet! Genç bir kız pencereden dışarıyı seyrederken birden ağlamaya başlar. Bunu gören komşusu sorar. ‘Kızım ne oldu, bir problemin mi var?’ diye. Kız hıçkırıklar içinde anlatmaya başlar: ‘Ben ağlamayayım da kim ağlasın? Ben şimdi bu pencereden dışarıyı seyrederken genç ve yakışıklı bir delikanlı buradan geçse, bir birimizi görsek ve aşık olsak, beni istemeye gelseler ve annem-babam evlenmemize izin verse, sonra onunla evlensek ve dünyalar güzeli bir çocuğumuz olsa, çocuğumuz büyüse ve dışarda oynamak için benden izin istese ve bende izin versem, sonra dışarıda oynarken, şu logar kapağı olmayan çukuru görmese o çukura düşse ve ölse, ben ne yaparım? Ben onun yokluğuna nasıl dayanırım? Ben ağlamayayım da kim ağlasın?’ der.

Evet, Filiz Hanım, olmamış şeylere vehim gözlüğüyle bakmak ve hüzünlenmek aynen böyle bir şey.

Her insanın bir sabır rezervi vardır. Onu gereksiz yere kullanmadığı müddetçe, gündelik sıkıntılarla ve problemlerle baş etmek için yeterlidir, o sabır rezervi. Ancak günümüz insanı sabır rezervini yanlış kullandığı için, kendisine yetmiyor.

Bakın yapılan bir çalışmada: İnsanların normal kaygı duyması gereken miktar (Yerinde kaygılar) %8’miş.

Geri kalan % 92 ise;

Asla olmayacak şeylerle ilgili kaygılar % 40,

Olmuş bitmiş şeylerle ilgili kaygılar % 30,

Sağlık konusundaki evhamlar % 12,

Değişik konulardaki küçük kaygılar % 10’muş.

Yani aslında çoğunlukla başımıza hiç gelmeyecek veya gelmiş geçmiş şeyler için kendimizi üzüyoruz. Bu sizce ne kadar mantıklı?”

………..

Filiz Hanımla görüşmemiz bittiğinde odadan çıkarken belli belirsiz şu cümleler dökülüyordu dudaklarından:

Ya logar kapağı açık kalırsa…!

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org

Gençlik İntiharları

Ülke Almanya, 70 yaşın üzerinde yalnız yaşayan iki eş, bir gün bir not bırakıyorlar ve birlikte ölümü seçiyorlar. Notta , “34 yıldır kapıcıdan başka kapımızı çalan olmadı, artık yaşamak anlamsızdır” cümlesi yer alıyordu.

Ülke Türkiye, yer İstanbul. Bir kutu ilaçla yaşamına son veren 17 yaşındaki genç şu notu bırakıyor: “Beni sevmediniz, beni anlamadınız, bana yardım etmediniz, hep kendiniz için yaşadınız. Şimdi bensiz kalın ve görün.

Dünya Sağlık Örgütü ( WHO ) intiharları geleceğin sağlık sorunu olarak ilan etti. Sanayileşmiş ülkelerde intiharla gelen ölüm, ilk üç ölüm nedeni arasına girdi.

İntihar olayları ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile ters orantılı bir tablo çiziyor. Batılı düşünürler bunun nedenini araştırma konusunda ciddi arayışlar içerisindeler. Modernleşme ve aydınlanma ile insanlık ilerleme ve gelişmeyi çok hızlandırdı. Fakat buna paralel olarak mutluluk , doğru orantılı gitmedi. Toplumsal düzenler insanın mutlu olması için oluşturulur. Son iki yüz yıldır oluşturulan toplumsal düzen ve kabullenilen yaşam felsefesinde hangi yanlışlar vardı? Postmodernizmde bunun sorgulaması yapılıyor. İnsan odaklı yaşam felsefesi diyebileceğimiz postmodernizm şu sorulara cevap arıyor. “Hayatın ve ölümün sırrı nedir?, ne için yaşıyoruz?, hayatımın sonu ne olacak?, sonsuzluğun sonu nedir?” Bu sorulara verilen cevap “Hayat yaşamaya değer veya hayat bir anlamsızlıktır” sonucuna götürür.

İNTİHAR HIZI ARTIYOR MU?

Son yıllarda intihar olaylarında rastlanan artış tesadüfi değildir. Biyolojik, psikolojik ve sosyolojik pek çok nedenleri vardır.

İntihar olgularındaki artış sadece Türkiye’de değil bütün dünyada birinci sağlık sorunu olmaya başladı. Genç yaş grubunda olması dikkati çeken diğer özelliktir.

İntihar hızı Japonya, Almanya, Finlandiya, İsviçre’de 100.000 de 25 , ABD. ve İngiltere’de 100.000 de 12 iken Türkiye’de 100.000 de 2 civarındadır. Bu, senede 1300 intiharlı ölüm demektir.

Bugün intiharla ölüm İngiltere’de trafik kazalarında ölümden fazladır.

Türkiye’de bir yılda 5-14 yaş arası 40-50 çocuk canına kıymaktadır.

PSİKOLOJİK NEDENLER

Gençlik döneminin psikolojisi intihar eylemi için önemli risk oluşturmaktadır.

Gençlik dönemi hızlı büyüme çağıdır. Hormonal fırtına yaşayan gencin duyguları aklının önünde gider. Heyecanlı, riski seven, cesaretli, macera heveslisi, tatlı hayaller, ilk sevgililer bu dönemin özellikleridir. Kolayca hayal kırıklıkları yaşarlar.

Böyle duygusal fırtına içerisinde genç duygusal desteğe ve ahlaki norm’a sahipse dönemi kazanımla aşabilecektir.

Ahlaki norm ve duygusal desteği binci derecede verecek ailedir.

AİLE KURUMU VE MODERN YAŞAM

Aile kurumundaki yapısal değişiklik, şehir hayatının getirdiği yalnızlık çok önemli iki etkendir.

Bu gün ABD’de boşanmalar %52 civarındadır. 1955 yılında yapılan bir araştırmada bu oran %10 civarında idi. Bu artışın en önemli nedeni 1960’ lı yıllarda başlayan nikah karşıtı cinsel özgürlük taraftarı akımlar oldu. İnsanlar daha çok bencilleşmeye başladılar. Çocuk büyütmek fedakarlık isteyen bir çaba olduğu için bencil ve çıkarcı bireyler çocuk büyütmenin külfetinden kaçmaya başladılar.

Anne-Babanın çocuğa duygusal desteğinin az olması genci yalnızlığa itti. Özellikle ekonomik destek varken duygusal destek yoksa genç ,kolaylıkla uyuşturucu kullanımına yönelir.Hemen ardından gençlik depresyonu oluşur.

GENÇTE DEPRESYON

Gençlik depresyonu intiharın en önemli nedenidir. Genç bir insanın depresyonu genellikle klasik elem-keder tepkisi şeklinde çıkmaz.

Hırsızlık, yalan söyleme, tik, tırnak yeme, evden-okuldan kaçma, ders çalışmama, sinirlilik, isyankarlık, yalnızlık hissi, sürekli iç sıkıntısı çekme, uyumsuzluk, aşırı hayaller kurma, otoriteye karşı gelme birer depresyon belirtileri olabilir.

Gençlik döneminde ölümlerin iki ana sebebinden biri intihar, diğeri araba kazalarıdır. Bu durum gencin duygusal iniş çıkışı ile ilgilidir.

Bocalama ve kimlik karmaşası yaşayan genç çok kırılgandır, depresif olur.

Bu dönemde gencin üzüntülerini ve sevinçlerini paylaşan yakınları onu hayata bağlayan ipler olacaktır. Bunun için gencin en önemli psikolojik ihtiyacı duygusal destektir.

TEHLİKE İŞARETLERİ

Depresyondaki bir gencin bazı davranışları intihar riski açısından tehlike işaretleridir.

Birincisi, sürekli ölümden söz etmesi, ölümü düşünmesi, içine kapanması.

İkincisi, önem verdiği şeylere ilgisinin azalması.

Üçüncüsü, yakınları ile arasındaki psikolojik duvarın gittikçe büyümesi.

Son ana belirti de uzun bir yolculuğa çıkacakmış gibi davranması, eşyalarını dağıtması ve önemli kişileri ziyaret etmesidir.

DEPRESYON-İNTİHAR İLİŞKİSİ

Depresyon bir moral bozukluğu veya zayıflık, güçsüzlük değil,bir hastalıktır. Depresyondaki gencin beyninde özellikle serotonin olarak adlandırılan hayattan zevk alma ile ilgili kimyasal iletici azalmıştır. Mamafih intiharlı ölümlerde yapılan otopsilerde beyin omurilik sıvısında normal ölümlere göre serotonin 10 misli daha düşük çıkmıştır.

Depresyon tedavisinde kullanılan serotonin enerjik sistemi tedavi eden ilaçlar iyileşmeyi sağlamaktadır.

BİYOLOJİK TEMELLER

Depresyon klinik tablosunu gösteren gencin, beyin kimyası bozulmuştur. Hayattan zevk alma duygusu içerisindeki bir genç çıkış yolları arayacaktır. Eğer depresyondaki bir gencin ailesinde daha önce intihar eylemi yaşanmışsa çok dikkatli olmak gerekir.

Depresyonun bazı türlerinde genetik yatkınlık önemli rol oynar. Böyle kişilerde psikososyal bir stres kolayca beyin kimyasını bozar ve depresyon gelişir.

İntihar otu!

Srilanka’ya Birleşmiş Milletler 110 milyon dolar destekte bulundu. Geçtiğimiz yıl sağlanan bu desteğin amacı bu adadaki intihar otu neslini tüketmek idi. Çünkü gençler bu otu çiğneyerek kolayca intihar ediyorlardı. İnsan davranışı ile biyoloji arasındaki ilişki öğrenildikçe daha kolay çözümler bulunabilecektir.

İNTERNETİN ROLÜ

Bilgisayar oyunları ve internet bir çok olumlu etkisinin yanında gerçeklik sınırlarını bozmak, yanlış modeller oluşturmak, şiddet ve saldırganlığı özendirmek gibi sakıncalar getirdi.

Gençlerin duygu dünyasını önemli güçler sınırsız arzular oluşturur. Sınırsız arzularını ifade ettiği hayal dünyasının nesneleri de oyunlardır.

Bilgisayar oyunları gençleri sakinleştirir, onlarda hoş bir kontrol ve üstünlük duygusu uyandırır.

Bilgisayar oyunları, insana gergin anlarda soğuk kanlı kalmayı başarmak gibi bir beceri kazandırabilir.

Ölçülü ve paylaşımlı bilgisayar kullanımı çocuğun gelişimine katkı sağlayıcıdır.

Ancak tüm bunların yanı sıra intihar eğilimindeki bir genç, intiharı özendiren sitelere girip chat’ler yaptığında yanlış arkadaş gurubuna adım atmış demektir.

Böyle sitelere girerek yanlış arkadaşlar edinen bir gencin, üzüntülerini ve sevinçlerini paylaşmayı başaran kişiler ancak onları iyi yöne yönlendirebileceklerdir.

MEDYANIN ETKİSİ

Medyanın yaşamsal gıdası çarpıcı olaylardır. İntiharlarda çarpıcı olaylar olduğuna göre bu medyatik ilginin olması doğaldır.

Medyanın etik sınırlar içerisinde, olayları abartmadan ve çarpıtmadan olduğu gibi vermesi toplumu doğru bilgilendirmesi demektir. Bu durum uyanık olmayı sağlar. Fakat özendirici, yanlışı tasvir edici yayınlar olumsuza teşvik ve öğretici etki yapar.

MORAL DEĞERLER ve KÜLTÜREL KİMLİK

Depresyonun öznel belirtilerini gösteren bir genç kendisini çıkmazda hissettiğinde “yaşamak anlamsız, ölsem daha iyi” düşüncesi yerleşmeye başlar. Çektiği acı, sıkıntı ve ızdırap gerçekten dayanılması zor bir duygudur.

Bu duygu durum içerisindeki kişi “Bu çektiğim acıyı ve mutsuzluğu bütün hayatım boyunca çekeceksem, şimdiden bu hayatı bitirmeliyim” düşüncesi ile karşı karşıya gelecektir.

Eğer bu kişide ümitsizlik duygusunu yenecek ahlaki normlar, inanç ve kültürel değerler varsa şöyle diyecektir.”Gerçi şu anda çok sıkıntı çekiyorum, fakat ölüm ve sonrası için yanlış şeyler yapmamalıyım. İnsan ölür ama hayat ölmez. Hem benim çok merhametli bir yaratıcım var . O bana bir çıkış yolu bulur” düşüncesi ile dayanma ve katlanma gücünü kazanır.

Gençlik arasında gittikçe yaygınlaşan intihar olguları ile gençliğin manevi değerden uzaklaşması arasında nedensellik ilişkisi olduğunu söyleyebiliriz.

EĞİTİM SİSTEMİNİN ROLÜ

Eğitim örgütünün, psikolojik destek ve intiharı önleme konusunda danışmanlık faaliyetleri içerisinde olması çok önemlidir.

İntiharı düşünen depresyondaki bir genç, aile ve yakınları ile üzüntü ve sevinçlerini paylaşmıyorsa da bir psikologla paylaşmasının alışkanlık haline gelmesi yerinde ve fevkalade doğru bir uygulamadır.

Eğitimin genel politikasında mutluluğa götürecek ahlaki normlar ve manevi desteklerin özendirilmesi tek çıkış yolu gibi gözükmektedir. Aksi takdirde önüne doğru seçenek sunulmayan gence kızmaya hiç hakkımız olmayacaktır.

Vicdan,insana neyi yapması ve ne yapmaması gerektiğini söyleyen zihinsel bir süreçtir. Vicdan duygusu genci yanlıştan koruyan bir bekçidir. Bu iç disiplin hem aile hem de okulda kazandırılmalıdır.

ANNE–BABALAR NE YAPMALI ?

Sürekli aşağılayan, istismar eden, baskıcı ailede veya ilgisiz, parasal destek çok ama duygusal ve sosyal destek olmayan ailelerde sağlıklı gençler yetişmez.

Gencin egosunu güçlendirmek, kişiliğinin sınırlarını çizmek, kendilik duygusunu geliştirmek için büyüklerin yardımına çok ihtiyacı vardır.

Sosyal çekinik içindeki içine kapanık gence veya gülmeyi unutmuş, öfkeli gence sevgi dolu bakış, güler yüz, tatlı birkaç söz yaşamsal manevi gıdalardır.

Gençlik sorunları yaşayan aileler suçlu aramak yerine kendilerini sorgulamalılar.

Suçlu aramak yerine sorunu çözmek için sorumluluk almaya çalışmalılar.

Suçlu aramak yerine çocuğunuzla ifade kanalları açmaya çalışın. Omzuna el atıp ona değer verdiğinizi hissettirin.

Bunalımdaki gence iki hediye veriniz.

Birincisi sevginizi

İkincisi esnekliğinizi

Çünkü gencinde hata yapma hakkı vardır. Fakat sonunda sığınacağı sıcak ailesi de vardır.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan

Aileye Verilen Önem

Hz. Peygamber’in Aileye Verdiği Önem

İnsan için cemiyet, cemiyet için de aile ne kadar önemli ise Hak Din’in ve son ve en kâmil tebliğcisi ve uygulayıcısı Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz de aileye o kadar önem ve değer vermiştir. Çünkü O’nun tebliğ ve tatbik ettiği dinin vâzı’ı ile kâinatın yaratıcısı birdir; Vahid, Ehad, Hakîm ve Alîm olan Allah’ın iki eseri (din ve insan) arasında çelişkinin bulunmaması, birinin diğerine elbise ile vücut gibi uyması tabiidir.

Resul-i Ekrem’in örnek uygulamasında kemaliyle tecelli eden İslâm’ın, aileye verdiği yer ve önem şu tedbirler ve talimat tablosunda açıkça görülmektedir:

1. Allah Teala’nın insanlığa örnek olarak sunduğu sevgili Resulü bizzat evlenmiş, aile kurmuş; baba, dede, eş, kayınpeder, enişte gibi aileye bağlı sıfatlarla örnek davranışlar ortaya koymuştur. İlk evliliğini yirmi beş yaşında iken, kendisinden onbeş yaş büyük ve dul olan bir hanımla (Hatice annemizle) yapmış, elli yaşına varıncaya kadar bütün gençliğini bu tek hanımıyla yaşamış, çevresinde yaygın bir adet olmasına rağmen ikinci bir eş edinmemiştir. Neslini devam ettiren çocuklarının da annesi olan sevgili eşi vefat ettikten sonra yaşlı, genç birden fazla hanımla evlenmiş ve geride kalan onüç yılını bu hanımlarına manevi zenginlik ve mutluluk bahşederek geçirmiştir. O’nun gençliğini yaşlı, dul ve tek hanımla geçirmesi evlilikte cinselliğin önüne geçen amaçların bulunduğunu ve gerektiren ciddi bir sebep bulunmadıkça ailenin tek hanımla kurulacağını göstermektedir. Daha sonraki eşlerini edinmesinde her birine ait siyasî, ictimai, ahlâkî, dinî sebepler ve hikmetler vardır. Ayrıca ümmetinde birden fazla hanımla evlenme bir sosyal vakıa olacağından bunlarla, Allah’a kulluk çerçevesinde bir aile hayatı yaşamanın eşi bulunmaz örneği verilmiştir…

2. Evlenmeyi teşvik etmiş, Allah’a daha fazla ve daha iyi kulluk edebilmek için evlenmeyi, aile hayatını terketmek isteyenleri bundan vazgeçirmiştir. Sahabeden üç kişi Resulullah’ın eşlerinden birine O’nun günlük ibadet hayatını sormuşlar, durumu öğrenince kendi ibadetlerini az bulmuşlar ve o andan itibaren kendilerini ibadete vermeyi kararlaştırarak; birisi gece sabahlara kadar namaz kılmaya, ikincisi her gün oruç tutmaya, üçüncüsü de aile hayatı ile ilgisini kesmeye azmetmişlerdi. Hz. Peygamber yaptıklarını öğrenince yanlarına geldi ve şöyle buyurdu: “Yemin ederim ki ben hepinizden daha fazla Allah’tan korkar ve O’nun koyduğu sınırlara riayet ederim, fakat (aynı zamanda) nafile oruç tuttuğum da olur, tutmadığım da, gece namaz da kılarım uyku da uyurum, kadınlarla da evlenir aile hayatı yaşarım; imdi kim benim yolumdan ayrılırsa benden değildir.” (Buhari, Nikâh, 1). O gençlere hitaben şöyle buyuruyor: “İmkân bulanlarınız evlensin; çünkü gözü ve iffeti en iyi koruyan evliliktir…” (Buhari, Nikâh, 2-3.)

Resulullah’ın talimatından çıkan sonuca göre imkanı müsait ve evlilik hukukuna riayet edebilecek olan kimselerin evlenmeleri gereklidir.

3. Evlenmeyi kolaylaştırmış, şeklini, şartlarını ve maddi külfetini asgariye indirmiştir. Şahitler huzurunda yapılmak veya vekillerinin yahut da velilerinin bir araya gelerek irade beyanında bulunmaları (seninle evlendim, seni eş olarak kabul ediyorum gibi örf ve adete uygun bir ifadede bulunmaları) evliliğin oluşması için yeterlidir. Erkeğin kadına vereceği veya borçlanacağı mal (mehir) sembolik düzeyde olabilmektedir. Akit esnasında mehrin zikredilmemiş olması akdin sıhhatine mani değildir.

4. Evlenmek, aile kurmak isteyip de maddi, manevi engeller yüzünden bunu gerçekleştiremiyenlere yardımcı olmuş, evlenmelerini sağlamıştır. Kendileri bir gün ashabı ile birlikte bulunurken bir kadın yanına gelmiş ve mehirsiz olarak O’nunla evlenmek istediğini bildirmişti. Peygamberimiz (s.a.) kadına baktı, sonra tekrar başını önüne eğdi, kadın O’nun, evlenme konusunda bir hükme varmadığını görünce bir kenara oturdu. Sahabeden biri ayağa kalkarak “Ya Rasûlallah! Eğer siz onunla evlenmek istemiyorsanız benimle evlendirin” dedi. Efendimiz -adama- kadına verecek birşeyinin olup olmadığını sordu, olumsuz cevap alınca da “Git bir ailene bak, belki birşeyler bulursun” dedi, adam gitti ve eli boş döndü. Resulullah “Bak, demirden bir halka da olsa olur” dedi, adam gidip aradı yine eli boş döndü ve “Demirden bir halka yüzüğüm de yok, yalnızca üzerimdeki alt giysim (izarım) var” dedi (adamcağızın üst giysisi bile yoktu). Efendimiz “Alt giysini nasıl vereceksin; sen giysen o giyemez, o giyse sen çıplak kalırsın” dedi, adam yerine geçip oturdu, aradan uzunca bir süre geçince de ümidini keserek kalkıp gitmeye yöneldi. Peygamberimiz onu geri çağırtarak Kur’an-ı Kerim’den ezbere bildiği kısımların olup olmadığını sordu, birkaç sureyi ezbere bildiğini öğrenince de şöyle buyurdu:

Haydi al da git, bildiğin surelere karşı bunu sana veriyorum” (Buhari, Nikah, 14).

O’nun ve eşlerinin büyütüp yetiştirerek, cariye ise azad ederek, engeli varsa yardımcı olarak evlendirdiği birçok erkek ve kadın olmuştur.

5. Ailede eşlerin amaca uygun olarak seçilmesi çok önemlidir. İnsanların eş seçiminde kullandıkları ölçüler farklıdır ve çoğu kez geçici hevesler ve zevklerin etkisi sözkonusudur. Bu sebeple Resulullah (s.a.) Efendimiz ümmetini eş seçimi konusunda uyarmış ve sağlam ölçüler getirmiştir. Bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Kadın dört özelliğinden dolayı seçilir: Malı, soyu sopu, güzelliği ve dindarlığı; evlilikten hayır görmen için eşin dindarını seç!” (Buhari, Nikah, 15)

Ashabı ile beraberken yanlarından bir adam geçti. Efendimiz “Bu adam hakkında ne dersiniz?” diye sordu, “Bu kişi bir kızı isterse verilir, bir iş için aracı olursa geri çevrilmez, konuşursa dinlenir” dediler. Bir müddet sükut ettiler, sonra müslümanların yoksullarından biri geçti, Efendimiz “Bu adam hakkında ne dersiniz” diye sorunca sahabe: “Bu adam birinden kız istese vermezler, bir iş için aracı olup ricada bulunsa geri çevirirler, konuşsa dinlemezler.” cevabını verdiler. Peygamberimiz “Bu fakir, öbür zengin gibi dünya dolusu insandan daha hayırlıdır.” buyurdular. (Buhari, aynı yer).

Zengin ve güzel bir dul kadınla evlenmek istediğini söyleyerek fikrini soran bir sahabiye kadının doğurgan olup olmadığını sormuş, çocuğu olmadığı cevabını alınca “çocuğu olanı tercih et” buyurmuştur.

Peygamberimizin bu değerlendirmelerine göre eş seçiminde öncelik dindarlık ve ahlaka verilecek, diğer iyi ve güzel vasıflar önem bakımından ikinci sırada tutulacaktır.

6. İstikrarlı, huzurlu, verimli bir aile hayatı için gerekli bulunan hukukî ve ahlâkî düzenlemeleri ilahi irşad doğrultusunda yapmış, aile hayatının değişime açık yönlerini örf, adet ve gelişmelere bırakmıştır. Kitab ve sünnetten hareketle ortaya konmuş bulunan İslâm aile hukuku (münâkehât, mufâraqât) ciltlere sığmayacak zenginliktedir. Ailede roller, yardımlaşma, nafakanın kemmiyet ve keyfiyeti, sosyal ilişkiler gibi konularda değişime açık bulunan hüküm ve uygulamalar örf ve adete bırakılmış, bunların ma’rufa (müslümanların iyi, güzel, uygun bulmalarına) göre yürütülmesi istenmiştir. (Nisa: 4/19).

7. Kurulmuş ailenin fertleri arasında çıkan anlaşmazlık ve problemler ile ilgilenmiş, bütün imkânları aileyi sürdürme ve huzuru sağlama yönünde kullanmıştır. Ümmetini de bozulan aile ilişkilerini düzeltmeye teşvik etmiş, bu maksatla gerektiğinde yalan söylemeyi bile caiz görmüştür (Tirmizi, Birr, 26).

Bizzat kendi yakınlarında, daha doğrusu en yakınında, Hz. Ali ile eşi Fatıma arasında meydana gelen bir kırgınlıkla nasıl meşgul olduğunu şu olayda görüyoruz.

Birinin babası, diğerinin amcazadesi olan Efendimiz bir gün Fatıma annemizin evine gelmiş ve Hz. Ali’yi evde bulamamıştı. Kızına “Amcamın oğlu nerede?” diye sorduğunda şu cevabı aldı: “Aramızda bir şey oldu, bana kızıp dışarı çıktı, öğle istirahatini benim yanımda yapmadı.” Bu cevap üzerine Peygamberimiz birisini, Hz. Ali’yi aramak üzere gönderdi, arayan kişi biraz sonra döndü ve onun mescitte uyumakta olduğunu haber verdi. Efendimiz mescide geldiğinde Hz. Ali hâlâ uyuyordu, üzerinden ridası kaymış, vücudu toprağa bulanmıştı. Sevgili kayınpederi bir yandan mübarek elleriyle vücudundaki toprağı silerken diğer yandan “Kalk toprak babası, kalk toprak babası (Ebu Türab)” diyerek onu kaldırdı, beraber eve gittiler, kırgınlık ortadan kalktı, mutlu hayatın akışı kaldığı yerden devam etti. (Müslim, Fedailu’s-sahabe, 38). Hz. Ali bu tatlı hatırasını yadeder ve en sevdiği adının “toprak babası, topraklı” mânâsına gelen “Ebu-Türab” olduğunu söylerdi.

Yine aynı yüce aileye, müminlerin sevgilisi ehl-i beyte ait bir başka örnek, Hz. Ali’nin, eşi Fatıma üzerine -ikinci bir eşle- evlenme teşebbüsünde ortaya çıkmıştır. Bunun Hz. Fatıma’yı üzeceğini, günaha sokabileceğini (fitne), ailenin huzur ve mutluluğunu gölgeleyeceğini düşünen Hz. Peygamber (sa.) yangını ilk kıvılcımında önlemek üzere derhal harekete geçmiş, “Ali eşi Fatıma’yı boşamadıkça üzerine o kadını alamaz” demiş, sevgili damadı da eşini ve kayınpederini üzmemek, aile mutluluğuna gölge düşürmemek için bu teşebbüsünden vazgeçmiştir. (Buhari, Nikah, 109; Ebu-Davud, Nikah, 13; Avnu’l-Ma’bud, c. VI, s. 76-81).

8. Çocukların eğitim ve istikballerinden birinci derecede aileyi sorumlu tutmuştur. Allah Teala’nın “Ey iman edenler, kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (Tahrim: 66/6) buyruğunun nasıl yerine getirileceğini ümmetine öğretmek üzere hem kendi ailesinde uygulama örnekleri vermiş, hem de değeri zamanları aşan sözler söylemiştir:

Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürüsünden mesuldür. Yönetici çobandır. Aile reisi erkek ailesinin çobanıdır. Kadın evin ve çocuğun çobanıdır… Hasılı hepiniz çobansınız ve sürünüzden mesulsünüz.” (Buhari, Nikah, 90).

Hiçbir çocuk yoktur ki fıtrat üzere doğmasın, sonra ana-babası onu yahudi veya hıristiyan, yahut mecusi… yaparlar. Tıpkı bir hayvanın kendi cinsinden ve azası tam bir yavru dünyaya getirmesi gibi, siz onda hiçbir eksiklik görür müsünüz? Fakat kendiniz onun kulağını, kuyruğunu keser değiştirirsiniz.” (Müslim, Kader, 22-25).

Çocuk yedi yaşına gelince ona namaz kılmasını telkin edin, on yaşına gelince zorla da olsa kıldırın.” (Ebu Davud, Salat, 24).

Malik b. el-Huveyris anlatıyor: Ben ve aynı yaştaki genç arkadaşlarım Resulullah’ın yanına gelmiş, yirmi gün kadar kalmıştık. Kendileri çok merhametli ve anlayışlı idiler, ailelerimizi istediğimizi veya özlediğimizi anlayınca geride kimleri bıraktığımızı sordular, onları kendisine bildirdik, şöyle buyurdular: “Aile ocaklarınıza dönün, onlarla beraber kalın, bildiklerinizi onlara öğretin, gerekli talimatı verin… Namazı beni kılarken gördüğünüz gibi kılın, namaz vakti girince biriniz ezanı okusun, en büyüğünüz de size imam olsun.” (Buhari, Salat, 18).

9. Yakından uzağa bütün aile fertlerinin aile bağlarına, bu bağın gerektirdiği hukuk ve edebe riayet etmelerini emretmiştir. Bu emir, muhtaç olan akrabanın geçimini sağlama (nafaka) gibi konularda bağlayıcı bir kanun hükmündedir. Şöyle buyurmuşlardır:

Öncelikle annenin rızasını gözet ve ona iyi davran, öncelikle annene, öncelikle annene, sonra babana, sonra da yakınlık derecelerine göre diğer akrabana.

Amellerin en değerlisi vaktinde kılınan namazdır, sonra ana-babaya iyi davranmaktır, sonra da Allah yolunda cihaddır.

Allah Teala şöyle buyurmuştur: Ben Allah’ım, ben Rahmanım (Rahmetimin sınırı yoktur), akrabalık bağını yarattım ve ona kendi ismimden bir isim vererek “rahim” dedim. O bağı devam ettirenle bağımı devam ettiririm, kesenle de bağımı keserim.

Üç kızı veya üç kızkardeşi olup da onlara karşı iyi davranan, onları hoşnut tutan herkes cennete girer.

Bir kimsenin çocuğunun terbiyesi ile meşgul olması sadaka vermesinden daha hayırlı ve ecirlidir.

Hiçbir kimse çocuğuna, güzel ahlaktan daha üstün bir bağışta bulunmuş olamaz.” (Tirmizi, Birr, 1-10, 33).

10. Ailenin bir okul, bir ibadethane, sıcak ve aydınlık bir yuva, bir sığınak, bir sosyal rabıta birimi ve bir keyfiyetli nüfus üretim kaynağı olabilmesi için diğer aile fertlerinden önce karı-koca arasında karşılıklı sevgi, saygı ve şefkatin bulunması gerekir. Bu sebeple birbirini sevmeyen, birbiri ile geçinemiyen, birbirinin haklarına riayet etmeyen çifti bir arada tutmanın mânâsı yoktur. Bu gerçekten hareket eden İslâm, başka çare kalmadığında boşanmaya izin vermiş, bunun da aile sırlarını dışarıya açmadan, İslâm kardeşliğine ve geçmiş hukuka zarar vermeden yapılmasını istemiş, bu maksatla aile meclisi ve hakemlik kurumuna yer vermiştir. (Nisa: 4/35).

Allah Resulü’nün boşanmaya, aile bağına son vermeye bakışını şu cümlesi beliğ bir şekilde ifade etmektedir: “Allah’ın en sevmediği helal, boşamaktır.” (Ebu Davud, Talak, 3).

Ve Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “… Kadınlara iyi davranın. Onlarda hoşunuza gitmeyen bir şey olursa bilin ki, bir şey sizin hoşunuza gitmediği halde Allah sizin hakkınızda onu çok hayırlı kılmış olabilir.” (Nisa: 4/19).

Sonuç: Genişten dara doğru birbiri içine girmiş, biri diğerini tamamlayan ve koruyan insanlık, ümmet, kavim, kabile ve aile halkalarının çekirdeğini İslâm’da vazgeçilmez bir kurum olarak aile teşkil etmektedir. İslâmın ve Hatemu’l-Enbiya Efendimizin (s.a.) ona verdiği önem ve bu önemle mütenasib eğitim, yönlendirme ve düzenlemeler sayesinde İslâm ailesi, asırlar boyu kendisinden bekleneni vermiştir, vermektedir.

Prof. Dr. Hayrettin Karaman

Babalar ve Uhrevi Sorumluluk

Aile ve evlilik kurumunun çerçevesini çizen ayetlere ve Efendimizin sünnetindeki uygulamaya baktığımızda babalara çok önemli ve ağır sorumluluklar yüklendiğini görürüz. Oysa günümüzde babaların bazı asli sorumluluklarını maalesef ihmal ettikleri de acı bir gerçeğimizdir. Babalar iş yoğunluğu, daha çok kazanma gibi farklı sebeplerle önemli ailevi yükümlülüklerinden bazılarını üstlenememektedir. Çoğu zaman eşler ve çocuklar babalardan mahrum bir hayatı yaşamak zorunda kalmaktadır. Özellikle çocuklar sabah erkenden işe giden, akşam geç saatlerde dönebilen, döndüğünde de artık hem zihnen hem bedenen tükenmiş babalardan gerçek bir baba olarak istifade edememektedir.
Babaların çocuklar üzerindeki “model insan” olma özelliği her geçen gün azalmaktadır. Çocukların belki de sadece babalardan görerek ve birlikte yaşayarak öğrenebilecekleri erkekliğe ve adamlığa dair özelliklerin aktarılması sağlanamamaktadır. Özellikle günümüzde babaların bizzat üstlenmesi gereken sorumluluklar başkalarına ihale edilmekte, babaların yerine ikame edilmek istenen kişi ve kurumlar ise bu görevleri yerine getirememektedir.

Nur suresindeki şu ayetler sanırım gerçek babalar için çok önemli bir özelliğe atıfta bulunmaktadır:

Allah’ın yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin verdiği öyle evler vardır ki orada sabah akşam Allah’ı tesbih eden kimseler vardır. Bunları, ticaret de alış veriş de Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (Nur 24/36-37).

Evet, içlerinde sabah akşam Allah’ın anıldığı evler ve bu evlerde Allah’ı anan, namaz kılan, zekât veren kimselerden bahsediyor bu ayetler. Ve en önemlisi bu ayetlerde ticaretin ve alışverişin bu zikre, bu tesbihe, namaza ve zekâta engel olamaması üzerinde duruluyor. Oysa günümüzde ticaret ve alışveriş maalesef farz ibadetler için bile birer engelleyici olabiliyor. İş hayatı merkeze alınıyor ve her şey ona göre şekilleniyor. Babaların eşlere ve çocuklara yönelik sorumlulukları hep iş yüzünden ya askıya alınıyor ya da sürekli erteleniyor.

Tahrim suresindeki ve Taha suresindeki şu ayetler de bu çerçevede düşünülürse meselenin önemi daha çok anlaşılır:

Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrim 66/6).

Ailene namazı emret, kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz. Aksine biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç takva iledir.” (Taha 20/132).

Bu ayetlerdeki uyarı ve hatırlatmaları bir de Zümer suresindeki şu ayetle birlikte düşünürsek ailevi sorumluluğun uhrevi yönünün ne denli önemli olduğunu kavrarız:

..Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini hem de ailelerini ziyana sokanlardır. Bilesiniz ki bu apaçık hüsrandır.” (Zümer 39/15).

Babaların ailevi sorumluluğu yanında her türlü sorumluluğu en güzel bir şekilde ifade eden şu meşhur hadis de bu konuda bizlere ışık tutmalı, vazife ve sorumluluklarımızı yeniden düşünmemize ve önemini fark etmemize vesile olmalıdır:

Her biriniz bir yöneticisiniz ve her biriniz yönetiminizdekilerden sorumlusunuz: Devlet adamı bir yöneticidir ve halkından sorumludur; erkek, ailesinin yöneticisidir ve onları gözetmekten sorumludur; kadın, kocasının evinin muhafızıdır ve bundan sorumludur; hizmetçi efendisinin malının bekçisidir ve bundan sorumludur. Her biriniz bir yöneticisiniz ve yönetiminizdekilerden sorumlusunuz.” (Buhari ve Müslim)

Birkaç ayet ve bir hadis etrafında işaret etmeye çalıştığımız “babaların sorumluluk bilinci” belki de bir kitap hacminde ele alınması gereken önemli bir meselemiz. Özellikle günümüzde hele hele büyük şehirlerin keşmekeşinde iş hayatının, geçim derdinin, dünyevileşmenin bizleri savurmasına, alıp götürmesine ve bizi biz olmaktan çıkarmasına karşı bilinç ışıklarını yakmak durumundayız. Tabii ki bu bilinçlenmeyi en güzel şekilde yapmamıza kaynaklık edecek olan da ayetler ve hadislerdir.

Babaların sorumlulukları içinde evinin ve ailesinin dünyevi ihtiyaçlarını karşılamak da vardır. Ama insanın ihtiyacı sadece bunlarla sınırlı değildir. Hatta iman gibi, ibadet ve ahlak eğitimi gibi ihtiyaçlarını en güzel şekilde karşılamak; nesillerinin terbiye ve te’diplerini olması gerektiği şekilde üstlenmek babaların daha çok dikkat etmeleri gereken mesuliyet alanıdır. Çünkü bunlar ebedi olan ahiret hayatımızla ilgilidir. Asıl kazanç ahiretimizi kurtarmak, asıl hüsran da (Allah muhafaza) ahiret hayatında karşılaşılacak olan ebedi hüsrandır.

Akıllı kişi, kazancını iyi hesap edebilmek muhasebesini yaparken sadece dünyevi kazancı değil, uhrevi kurtuluşu da göz önünde bulundurmak durumundadır. Bir de yalnız kendi saadetini düşünmemeli, mesuliyeti altında olan ailesini de ebedi hüsrandan kurtarabilmenin gereklerini yerine getirmelidir.

Ahmet Maraşlı

Dindar ailelerin dini sevmeyen çocukları!

Hiçbir şeyden memnun olmayan, şükretmeyi bilmeyen, bencil, merhametsiz bir nesil yetişiyor. Okullarda, hasta ve engelli arkadaşları ile alay eden çocukları duyuyoruz. Çocuklara ahlâki konularda pratik çalışmalar yaptıralım; ibret alacakları yerlere götürelim.

İletişim çağında, iletişim sıkıntısı yaşıyoruz. Tatsızlıkların pek çoğu iletişim hatalarıyla geliyor. Karı-koca iletişim kuramıyoruz, çocuklarımızla iletişim kuramıyoruz. Peki niye?

İletişim kazalarımız yüzünden gönüllerimiz hep yaralı.

Hâlâ eğitim sistemimizde doğru düzgün iletişim dersleri yok. Göstermelik bir kaç ders var. Çocuklara işlerine yaramayacak pek çok bilgi öğretiliyor; ama en önemli bilgiler öğretilmiyor. Hele günümüz gençliği, iletişim konusunda bir facia. Anne-baba ile nasıl konuşulur? Öğretmene nasıl davranılır? bilmiyorlar.

Gençler, saygısızlık etmeyi, büyüklere laf yetiştirmeyi, özgürlük ya da zeka alameti zannediyorlar. Evimin balkonu “Anadolu Lisesi”ne bakıyor, yan tarafımda sitenin çocuk parkı var. Balkona çıkarken kulaklarımı tıkamam gerekiyor. O küçücük çocuklar birbirlerine karşı sanki küfür yarışına giriyorlar. Salıncakta sallanma yaşlarında küfür öğrenmişler.

Bu çocukların aileleri hep düzgün insanlar. Evlerinde küfür kelimeleri kullanıldığı zannetmiyorum. Artık çocuklarımızı biz değil, çevre yetiştiriyor. Eskiden ailelerin etkisi daha fazlaydı çocuklar üzerinde. Biz eğitim hataları yaptık; televizyon, bilgisayar ve çevre de çocuklarımızı bizden aldı.

Yaz tatilinde her yerde yaz okulları açıldı: Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Kur’ an Kursları, dernekler, vakıflar, etüt merkezleri, tatilde çocuklar için yaz okulları yapıyorlar, kurslar düzenliyorlar. Geçmiş yıllarda çocuklarımı farklı yerlere gönderdim. Yaz okulu olduğu için yüzme, gezme gibi etkinlikler, çocuklara cazip geliyor; fakat dini eğitim noktasında çok yetersizler. Dini eğitim denince sadece Kur’ân-i Kerim okutup, ezber yaptırmak ve çocukların çok da anlamadığı fıkıh konularını ezberletmek zannediliyor hâlâ pek çok yerde. Çocuklara ezber konusunda o kadar yükleniyorlar ki çocuklar kısa süre sonra gitmekten vazgeçiyorlar.

Çocuklara zorla ezber yaptıracaklarına: “Namaz sûrelerinin anlamlarını öğretseler, birlikte namaz kılsalar, güzel ahlakı uygulamalı gösterseler, iletişim dersi verseler, iletişim ile ilgili âyet-i kerîmelerin anlamlarını ezberletseler, peygamberimizin örnek davranışlarını anlatsalar, çocuklara dini sevdirseler” yeter.

Nedense Kur’an Kurslarına giden çocukların pek çoğunun, dini konularda hevesleri ölüyor. İstisnalar vardır elbette; ama benim gördüklerim genellikle öyle. Bir kaç ay kursa giden çocuklar, her şeyi bilirim havalarına giriyorlar. Dini konuları araştırma, okuma, öğrenme hevesleri kalmıyor. Bu eğitim-öğretim sisteminde bir bozukluk var. Elli yıl önceki aynı sistem hâlâ devam ediyor. Belli ki bu çağın çocukları için yetersiz kalıyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı’ na ve dini konularda eğitim yapan, vakıf ve dernek yöneticilerine bir çağrım var: Önümüzdeki yılın “kurslarının ve yaz okullarının” adını ve içeriğini değiştirelim. “yaz okulları” nın adı “Kur’ân-i İletişim Okulları” olsun. Buralarda “Kur’an Ahlakını” öğretelim. Çocuklar; nezaketi, güzel konuşmayı, öfke kontrolünü, sabrı, kötülüğü iyilikle savmayı öğrensinler. Kısacası dinimizin adâbı muaşereti öğretilsin. “Nezaket Kursları” açılsın her yerde.

Hiçbir şeyden memnun olmayan, şükretmeyi bilmeyen, bencil, merhametsiz bir nesil yetişiyor. Okullarda, hasta ve engelli arkadaşları ile alay eden çocukları duyuyoruz. Çocuklara ahlâki konularda pratik çalışmalar yaptıralım; ibret alacakları yerlere götürelim.

Hatalı davranışlarının farkına varabilmeleri için biraz da ahlâki testler çözdürelim. Bakalım nasıl cevaplar verecekler.

“Babanız su istedi; ne yapmanız gerekir?”

-Yüzümü ekşitir, sesimi çıkarmam.

-“Bekle biraz, az sonra getiririm” deyip, oyalarım.

-Çemkiririm. “Kendin al.” derim.

-Espriye vurur: “Baba ben de çok susadım; sen içerken bana da getirir misin?” derim.

-Hiçbirisi

“Birisi size bağırdı, ne yaparsınız?”

-Ben de ona bağırırım.

-Bana kimse bağıramaz; hakaret edip söverim.

-Alay eder, dalga geçerim.

-Şiddete baş vururum

-Hiçbirisi

Çocuklar kendileri söylesinler, ne yapacaklarını. Cevaplar testte olmasın. Onları klasik okul bilgilerinden kurtarıp biraz “hayat bilgisi” öğretelim.

Tabii bu arada çocuklarımızın hatalarında kendi paylarımızı da göz ardı etmeyelim. Çocuklarımızı iyi yetiştiremiyoruz; kabul edelim. Güzel yetiştirenlere sözüm yok, istisnalar kaideyi bozmaz. Fakat genel anlamda bir sorun var. Saygılı olsunlar diye baskı yaptık; bağımlı ve korkak oldular. Özgüvenleri gelişsin diye müdahale etmedik; saygısız oldular. Korkak olmasınlar diye serbest bıraktık; kimseyi dinlemez oldular.

Gençlere dinimizi sevdiremedik. “Altı Paris, üstü Mekke” diye giyimlerini eleştirdiğimiz genç kızlara kızıyoruz; ama onları biz yetiştirdik. Biraz psikoloji, biraz ana babadan gördüklerimiz, biraz oradan buradan duyduklarımızla karışık bir eğitim programı uyguladık.

Kur’ân-ı Kerîm’in ve sevgili peygamberimizin eğitim metodunu göz ardı ettik. Kafadan rafadan annelik babalık yaptık. Kendimde söylediklerimin içindeyim; kimseyi suçlamıyorum, yanlış anlaşılmasın. Maalesef ki dindar ailelerin “dini sevmeyen evlatları” azımsanmayacak kadar çok. Çocuklara dinimizi sevdirerek öğretemedik.Ciddi eğitim hataları yaptık. Gönderdiğimiz kursların çoğu ters etki yaptı. Çocuklar sırf anne- babalarına kızgın olduklarından, onları üzmek için dini konularda bilinçli hatalar yapıyorlar. Kendileri de üzülmek pahasına anne ve babalarını en hassas oldukları dini konulardan vuruyorlar.

İletişim çağının gençlerinin evlilikleri de iyice tuhaf. Kavgalar daha tanışma aşamasında başlıyor; sözden, nişandan ayrılmalar çok fazla. Evlenmeyi başaranların bir kısmı daha ilk günlerden vazgeçiyor; bir kısmı da zoraki götürmeye çalışıyor.

Emek vermeden sevilmeyi bekliyorlar; fedakarlık etmeden evlilik kendi kendini götürsün istiyorlar. Aşk sözcüklerinden, hayvan adlarına, kısa zamanda geçiş yapıyorlar. Kendilerini denetlemeyi bilmiyorlar. Herkes sadece kendi istediği olsun istiyor. Böyle bir şey mümkün değil.

Bu eğitim sistemi böyle devam ederse gençlerin hâli daha da kötüye gidecek. Ancak “Kur’an Ahlakı” ışığında düzgün bir iletişim ile mutlu olunabilir. Rabbimizin eğitim metodunu, çağın eğitim araçları ile ailelere ve çocuklara en güzel şekilde sunmamız gerekli. Bunun için de ilahiyatçılara, eğitimcilere ve biz anne-babalara çok iş düşüyor. Kur’ân-i Kerîm’i sadece dilimizde bırakmayıp, hayatımızın her alanına katmamız gerekiyor.

Sema Maraşlı

www.cocukaile.net