Kategori arşivi: Aile Sağlık

Mutlu Olmak İçin Daha Ne Lazım Ki?

Daha birkaç yıl önce evlenen kızının sızlanmaları son günlerde iyiden iyiye artmıştı. Görünürde bir sıkıntıları yoktu halbuki. Kocasının iyi bir işi vardı. Evini, ailesini ihmal etmezdi. Biraz huysuzluğu vardı ama olurdu o kadar. Kızı da yıllardır hayal ettiği mesleği yapıyordu. Sağlıkları, sıhhatleri yerindeydi. Birkaç kez torun beklediğini çıtlatacak olmuştu, ama daha zamanı değil deyip susturmuşlardı. Anlayacağınız her şey istedikleri gibiydi. O zaman neden her geldiklerinde suratları bir karış oluyordu bu çocukların… Geçenlerde kardeşine “Çok mutsuzum” demiş. Sebep? İstedikleri eve paraları yetmiyormuş, daha çok çalışmaları gerekiyormuş. Tanıdık geldi değil mi bu hikaye? Pek çok anne baba son zamanlarda sıkça karşılaşıyor böylesi durumlarla.

TEK GAYEMİZ MUTLULUK OLUNCA

Geçenlerde bir televizyon dizisinde birbirini seven bir adam ve kadın evlilik konusunda konuşuyorlardı. Adam “Ama ben seni mutsuz ederim” dedi. Kadın hiç oralı olmadı, “Ben seninle mutsuz olmaya da razıyım” diye cevapladı sevdiği adamı. Doğrusu hiç de alışık olmadığımız türden bir diyalogtu bu. Çünkü artık bütün evlilikler, birliktelikler, aile ve arkadaşlık ilişkileri ‘mutluluk’ şartıyla kuruluyor. Tersi olduğu anda ipler kopuveriyor. Mutsuz olmayı bile göze alarak, birini yaşatabileceği sıkıntılara, zorluklara rağmen sevebilmek dünyanın en zor işi. “Mutsuzluk korkusu, bu kuşağın hastalıklardan biri. Reklamlar, diziler, filmler, çevremizde öyle bir mutluluk balonu şişirdi ki, uçup gidişini hayranlıkla izlediğimiz bu balon, bir türlü binemediğimiz, umutla beklediğimiz bir hasrete dönüştü. İdealize ettikçe şişen talepler, çekingenliği de büyüttü. Mutluluk beklentisini abarttıkça mutsuz olduk.” diyor Can Dündar bir yazısında. Haklı da…

Bu dünyanın büyük bir imtihan salonu olduğunu çok sık unutmaya başladık. En ufak bir kedere, en küçük bir sıkıntıya tahammülümüz yok. Sabrı, tevekkülü aklımızın ucundan geçirmiyoruz. Hastalandığımızda dünya başımıza yıkılıyor, işten atılıyoruz; acep nedendir diye sormayıp suçlu arıyoruz. Ailemizde bir sıkıntı baş gösteriyor, “Bu imtihanın hikmeti nedir?” diye düşünmek yerine “Eyvah mutluluğumuz alt üst oldu” diye karalar bağlıyoruz.

“MUTSUZ” OLMAKTAN AKLIMIZ ÇIKIYOR

Başına bir musibet gelen pek çok kişinin ilk söylediği söz artık “Neden ben?” oluyor. “Mutsuz” olmaktan aklımız çıkıyor. Ömrümüzün her anını güllük gülistanlık geçirmek istiyoruz. Hiç üzülmeyelim, gözyaşı dökmeyelim, gülelim, eğlenelim. İyi hoş da o zaman imtihan sırrı nerede kalacak? Izdıraptan, sıkıntılardan arınmış bir hayat süreceksek neden cennette değiliz de dünyada sürdürüyoruz fani ömrümüzü? Böyle düşünmemizin en temel sebebi dünya hayatına bakışımızın değişmesi. Bizden önceki kuşaklar ‘dünya imtihanı’nın daha çok bilincindeydi. Bu yüzden onlar savaşları, yokluğu, yoksulluğu büyük bir tevekkülle karşıladılar. Her durumda kulluk bilinciyle davranıp şükürden geri durmadılar. Dünya hayatında sevinçler kadar acıların, ızdırapların da olacağı bilgisine sahip olduklarından “mutlu olmak” onlar için hiçbir zaman hayatın tek ve biricik hedefi olmadı. Allah’ın razı olduğu bir kul olmak bizden önceki nesiller için çok daha hayati bir meseleydi.

Bizler ise ne yazık ki yaşadıklarımıza “tevekkül” penceresinden bakmaktan gitgide uzaklaşıyoruz.

Gözümüzü diktiğimiz televizyon ekranında bütün reklamlar neye sahip olursak daha mutlu olacağımızı söylüyor. Falan marka arabamız olursa dünyada bizden iyisi olmaz, filan konutlarından ev alırsak yüzümüz hep güler, şu marka buzdolabı mutluluğumuzu tamamlar, bu cep telefonuyla her sıkıntımız hallolur. Televizyon dizilerinde hikayeler hep mutlu sona ulaşmak içindir; sevdiğine kavuşmak isteyen bir aşık kendi mutluluğu uğruna sayısız insanın hayatını alt üst etmeyi göze alır. Nefes alıp vermemizin tek gayesi, bütün istek ve arzularımızın gerçekleştiği problemsiz bir hayata sahip olmaktır sanki. Çocukluktan itibaren girilen bütün sınavlar, kazanılan başarılar, ailemizi bile ikinci plana atmamıza yol açan kariyer planları hep kusursuz bir ömür geçirelim diyedir. Zaten bütün kişisel gelişim kitapları da bu düşünceyi hakim kılma anlayışıyla yazılır. “Kendinizi önemseyin, siz önemlisiniz” mesajı verilirken hayatın gerçekleri ve “mutluluk”un nerede aranması gerektiğinden ise bahsedilmez çoğu zaman. Mutluluk hiç de uzakta değil halbuki; sahip olduklarımıza şöyle bir baksak göreceğiz.

Hilal Arslan / Semerkand Aile Dergisi

Çocuklarımızın Kuran Eğitimi

Aile içinde ister büyük ister ufak olsun her bireyin mükellef olduğu bir vazife vardır. Ancak en büyük vazife anne babaya düşmektedir. Çocukların tahsili ve onlara dinlerini güzelce öğretmek, meslek sahibi yapmak, güzel ad takmak, sünnet etmek, evlenme çağına geldiğinde salih/saliha biriyle evlendirmek ve evlilik hakkında bilgilendirmek gibi mesuliyetler anne babanın çocuklarına karşı görevleri arasındadır.

Anne babanın çocuklarına karşı sorumlu oldukları en önemli görevlerinden birisi de; onlara iyi bir eğitim verebilmektir. Nitekim sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde, “Evladın ana-babası üzerinde üç hakkı vardır: Doğduklarında güzel bir isim vermek, eğitim öğretimlerini yaptırmak, evlenme çağına gelince de evlendirmektir” buyurmaktadır.

Çocuğun gelişmesi ve yetişmesinde anne-babanın rolü çok önemlidir. Bir anne-baba çocuklarının sadece dünyevi ihtiyaçlarını değil uhrevi kazançlarını temin yolunda da gayret göstermelidir. Kuran-ı Kerim’de, “Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun” (Tahrim, 6) buyrularak kişinin ailesinden sorumlu olduğuna işaret edilmiştir.

Ancak ne yazık ki çağımızın insanı, kendi öz evladını bile sudan sebeplerle ihmal eder duruma gelmiştir. Geleceğimizin teminatı, dünya hayatının ziyneti ve Allah’ın emaneti olan çocuklarımızı ruhen ve bedenen sağlıklı bir şekilde yetiştirmek hepimizin görevidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v), “Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermiş olamaz” (Tirmizi) buyurur. En güzel terbiye elbetteki İslam ahlakı, onun da anahtarı Kur’an-ı Kerim’dir. Bu açıdan, yetişen nesillerimizi Kur’an-ı Kerim ile tanıştırmak büyük önem arz eder. Çünkü Kur’an, insanlar için bir hidayet kaynağı, gönüllere şifa ve Allah’tan bir rahmettir.

KUR’AN ÖĞRENMEYE NE ZAMAN BAŞLAMALI?

Eğitimcilerin bildirdiklerine göre, çocukluğun 3 ila 6 yaş arası Kur’an harfleriyle tanışma çağıdır. Çünkü bu çağda çocuk 1,5 ila 2 yaşında başladığı konuşmayı, kelime hazinesini ve telaffuz yeteneğini geliştirmektedir. Ayrıca bu çağda çok soru sorması, öğrenmeye ne kadar elverişli ve hazır olduğunu göstermektedir. Bu yaşlar öğrenmeye adeta aç olan çocuğa Kur’an öğretmeye başlamak için güzel bir zamandır. En önemlisi bu yaşlarda çocuklarda görsellik daha ön planda olduğu için Kur’an harflerini çok daha çabuk öğrenip hafızasına yerleştirebilmektedir. Zaten şu anda dil bilimciler çocukların birden fazla dil öğrenebilmesi için 3 ila 6 yaş arasının iyi değerlendirilmesi gerektiğini bildirmektedirler.

Kuran eğitimi, üzerinde hassasiyetle durulması gereken önemli bir konudur. Kur’an’ı öğrenmek, okumak, onunla amel etmek ve gelecek nesillere aktarmak Müslümanlığımızın temeli ve en güzel göstergesidir. Bu sebepledir ki Peygamber efendimiz (s.a.v) bir hadislerinde bizleri Kur’an okumaya ve onu öğrenmeye teşvik ederek şöyle buyurmuşlardır: “Kur’an okuyunuz. Çünkü Kur’an, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir.” (Müslim)
Yine Peygamberimiz (s.av), “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir” (Buhari) buyurarak, Kur’an öğrenmenin ve öğretmenin de faziletine dikkat çekmiştir. Şu gerçektir ki, bu gün gençliğin Kur’an okuyamayışının temel sebeplerinden biri de anne ve babaların, vaktinde çocuklarına bu eğitimi vermeyişleri veya Kur’an öğrenmeleri için çaba göstermemeleridir. Bakıldığında gençler, yaşları ilerlemiş olmasına rağmen Kur’an okuyamayışlarını üzüntüyle ifade ettikten sonra bu durumda olmalarının sebebinin, vaktinde anne ve babalarının kendilerini yönlendiremeyişi olduğunu belirtmektedirler. Çocuklarının Kur’an’ı öğrenmesine vesile olan anne babalar için şu hadis-i şerif yeterlidir aslında: “Kendisine dua eden hayırlı bir evlat sahibi anne–babanın amel defteri kapanmaz.” (Müslim)

TATİL FIRSATI İYİ DEĞERLENDİRİLMELİ

Tatilin yan gelip yatmak olmadığını, “Boş kaldığın zaman hemen (başka) işe koyul” (İnşirah, 7) ayetinde anlıyoruz. Çocuklarımız için; Kur’an-ı Kerim gibi dinlendirici ve ferahlatıcı bir kitaba yönelmek tatillerinde en hayırlı iş olacaktır. Kur’an’ı öğretmek için tertiplenmiş olan yaz kurslarını, kendimiz ve çocuklarımız için fırsat bilmeliyiz. Rasulullah (s.a.v) Efendimiz, Kur’an okumak için bir araya gelen topluluk hakkında şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın evlerinden bir evde (cami ve mescidlerde) Allah’ın kitabını okumak ve aralarında müzakere etmek için bir araya gelen topluluk üzerine huzur iner, onları rahmet kaplar, melekler onları kuşatır ve Allah Teala, onları kendi katındakilerle birlikte anar.” (Müslim)

Rabbimizin kitabı olan Kur’an-ı Kerim’i ve dini bilgileri öğrenmek için, yaz tatili güzel bir fırsattır. Yaz kursları, cami-çocuk buluşmasını sağlayarak bazı dini görevlerin manevi bir hava içerisinde uygulandığı zamanlardır. Çocuklarımız, ailelerinde ve okullarında öğrendikleri dini bilgilerini, bu kurslarda uygulayarak pekiştirirler. Yaşayarak öğrenirler. Dini uygulamalarda önemli bir yeri olan dua ve namaz sureleri de daha çok bu kurslarda ezberlenmektedir. Kur’an-ı Kerim okumayı bilenlerin çoğunluğu, Kur’an okumayı ilk defa yaz Kur’an kurslarında öğrenirler. Temel dini bilgilerini de genellikle burada alırlar.

EVLADINA KURAN ÖĞRETEN ANNE BABANIN MÜKAFATI

Gözlerimizin aydınlığı olan yavrularımız, Rabbimizin bizlere birer lütfu ve emaneti olarak, tertemiz bir yaratılışla dünyaya gelmişlerdir. Yüce Allah’ın ilk emri: “Seni yaratan Rabbinin adıyla oku…” (Alak, 1) olduğuna göre çocuklarımıza, kitapların en yücesi Kur’an’ı öğretmek bizlere yüce Rabbimiz’in hoşnutluğunu kazandıracaktır. Sevgili Peygamberimiz: “Kim Kur’an okur ve onunla amel ederse, kıyamet günü anne ve babasına, ışığı güneş aydınlığından daha parlak bir taç takılır ve yine onun anne ve babasına değeri dünyalara değişilmez iki elbise giydirilir. Onlar: ‘Bize niçin giydirildi?’ diye sorduklarında; kendilerine: ‘Çocuğunuzun Kur’an öğrenmesinden dolayı diye cevap verilir” (Ebu Davud) buyurmaktadır.

Unutmayalım! Ağaç yaş iken eğilir. Çocuklarımızın Kitap’ını, dinini öğrenmeye vesile olmak, her anne-babanın görevidir. Anne-baba Çocuklarına Kur’an öğretmekle yavrularının dünya ve ahiret saadetine nail olmalarına ve huzurlu bir ömür sürmelerine yardımcı olmuş olur.

Hüseyin Okur / Semerkand Aile Dergisi

Erkek Ve Kadında Zihinsel Gelişim Süreci

Burada bahsetmeye çalışacağım süreç beynin fizyo-patolojik veya anatomik gelişim sürecinden çok işlevsel süreci olacaktır. Beynin gelişme evresinde erkek ve kadınlarda geç bir evrede mantıksal ya da bilişsel merkezler gelişmeye başlar.

Gelişmenin bu aşamasında milyarlarca nöron bilişsel ya da düşünme merkezlerine ulaşırlar. Buraya kadar erkek ve kadının beyinlerinin anatomik fonksiyonları benzer özellikler sergiler. Bu özellikler, kadınsı veya erkeksi özellikler diye bariz olarak ayrılmaz. Fakat iş düşünme ve algılama sürecine geldiğinde erkek ve kadın beyini arasında inanılmaz farklılıklar göze çarpar. Bu farklılıklar yüzünden erkekler ve kadınlar birbirini anlamada çok zorlanırlar.

Bu süreci izah etmeden önce okuduğum bir araştırmanın sonuçlarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Kız çocukları ile erkek çocukları arasındaki farklılıklarla ilgili bir araştırma sonucu bu. Kız ve erkek çocuklarını oyun oynarken kayda almışlar ve sonra incelemişler.

Kızlar için oyunlarda önemli olan iyi ilişkiler kurmakmış, kazanmak kaybetmek gibi bir düşünceyle oynamıyorlarmış. Kızlar evcilik gibi ilişkilere yönelik oyunları tercih ederken, erkek çocukları güç gösterisinde bulunmaya olanak veren oyunları tercih ediyorlarmış.

Kızlar kimseyi kırmamak adına oyuna katılmak isteyen herkese oynama hakkı tanırken, erkek çocukları oyunu iyi bilen ya da güçlü olanı oynatıp, güçsüzleri oyundan çıkartarak kenarda oyunu seyretmelerini tercih ediyorlarmış. Bu durumda bile oyundan çıkartılan çocuklar çekip gitmiyorlar, kenardan izliyorlarmış.

Kız çocukları oyun oynarken, erkek çocuklarına oranla daha az kavga ediyorlarmış ama oyunları hep daha kısa sürüyormuş. Oyun oynarken bir anlaşmazlık ortaya çıktığında kız çocukları oyuncaklarını toplayıp dağılıyorlarmış. Anlayacağınız küstüm oynamıyorum durumları…

Erkek çocukları oyunlarında kız çocuklarına göre daha fazla kavga ettikleri halde, kavgayı bir şekilde sonlandırıp, oyunlarına devam etmeyi başarıyor, daha uzun süre oynuyorlarmış.

Erkek çocukları arkadaşlarına kızsalar da oyunu terk yerine mücadeleyi tercih ediyorlarmış.

Bu araştırma sonucu sizlere de tanıdık geldi mi? Çocuklar büyüdükleri zaman aynı oyunların bir benzerlerini hayatlarında devam ettiriyorlar.

Kadınlar evlilik hayatında sorunlar olduğunda, üzüldüğü ya da kızdığı zamanda küçük bir kız çocuğu gibi hemen küstüm oynamıyorum durumlarına giriyorlar. Kadınlar için ilişkiler çok önemli, bu her zaman her yerde fark ediliyor.

Kadınlar, kadın erkek ilişkileri üzerine yazılan kitapları alıyor, seminerlere katılıyor, psikolog ya da ilişki danışmanlarına gidiyorlar, fakat öğrendiklerinden pek faydalanamıyorlar, çünkü istikrarlı olamıyorlar. Bir hevesle bir şeyler yapmaya başlıyorlar heveslerini kıracak bir şey olduğunda duygusal ve kırılgan oldukları için hemen vazgeçiyorlar. Küstüm oynamıyorum!

Evet, şimdi kadın ve erkeğin gelişim sürecine kaldığımız yerden devam edelim.

Bir kadın düşünmeye beyninin duygu bölümü ile başlar, sonra iletişim bölümüne geçer ve buradan da düşünme bölgesine ulaşır. Bu kadınların düşünme sisteminin en doğal yoludur. Çünkü becerileri de bu programa göre gelişmiştir. Zamanla kadın hissetme, konuşma ve düşünmeyi aynı anda yapmayı öğrenir. Bu sanıldığının aksine çok karmaşık bir yapıdır ve kadınların erkeklerden daha güçlü sezilerinin olması bu yolun kullanılması ile izah edilebilir. Kadınlar bu özellikleri sayesinde erkeklerden daha kuvvetli hissiyata sahiptirler. Bir bakışta eşlerindeki değişikliği, üzüntülü olup olmadıklarını anlayabilirler. Bu sayede bir kadın diğer bir kadın’ın saç modelini değiştirdiğini, yeni bir elbise giydiğini hemen fark eder. Erkeklerde bu mekanizma farklı geliştiği ve çalıştığı için bir erkek eşinin saç modelini değiştirdiğini, yeni bir elbise giydiğini, bir kadına nazaran daha geç anlar veya eşi söylemezse anlamayabilir. Tabi bu anlamama eşi tarafından yanlış anlaşılır ve erkeğin kadını önemsememesi gibi algılamasına neden olabilir.

Kadınlarda ki bu özelliklerden dolayı ki; bir kadın’ın canı sıkıldığı zaman ilk eğilimi konu hakkında konuşmak olur; sonra konuşmayı sürdürürken, bilişsel yetenekleri devreye girer söyledikleri ve duyguları üzerinden düşünmeye başlar ve sorununa çözüm bulur.

Bir erkek için ise durum farklıdır çünkü onun becerileri farklı bir şekilde gelişmiştir. Erkeğin önce hissetme merkezi gelişir. Sonra sıra hareket merkezine gelir ve en son olarak da düşünme merkezi gelişir.

Erkeğin canı sıkıldığı zaman ilk eğilimi buna bir çare bulmak olur. Hareket erkeğin daha iyi düşünmesini sağlar. Zamanla o da aynı anda hissetmeyi, harekete geçmeyi ve düşünmeyi başarır.

Erkek ve kadınların beyinlerin gelişmelerinde ki bu farklılık yüzünden erkeklerle kadınların davranışları ve iletişim kurma yöntemleri farklı olur. Erkekler iletişimi öncelikli olarak bir amaca ulaşmak ya da bir sorun çözmek için kullanacakları bir araç olarak tanımlarlar. Kadınlar da iletişimden bu şekilde yararlanırlar ama aynı zamanda iletişimi duygularıyla bağlantı kurmak ve düşüncelerini belirginleştirmek için de kullanırlar. Onun içindir ki, iletişim bir kadın için daha fazla anlam taşır.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Helâket ve felâket asrı

Son dönemlerde özellikle aile hayatının ciddî sıkıntıya girdiği ve sosyal düzende çatlama sebebi olacak bir süreç gözleniyor. Sosyal düzenin en büyük sigortası olan güvenin sürekli iyice azaldığını ve hatta aile hayatına kadar giren bir problem olduğunu gözlemek gelecek için gerçekten endişe verici bir durum. Boşanma taleplerinin gittikçe artması, ayrı anne babanın yetiştirmeye çalıştığı çocuklar ve toplumu yaralayan pek çok aile kaynaklı problemler çözülmediği takdirde küresel ısınma, ekolojik dengenin bozulması gibi hallerden çok daha ciddî sıkıntılara yol açacak gibi.

Aile hayatında yaşanan problemlerden en önemlisi eşler arasındaki güvenin kaybolması olsa gerek. Bu halin dini hassasiyetleri olan insanların arasında ve bu özellikteki ailelerde de yaşanıyor olması gerçekten ahir zaman içinde yaşıyor olduğumuz noktasında ciddî endişeler doğuruyor. Şu an özellikle hanımların, beylerine güveni önemli ölçüde sarsılmış durumda. Bu hal aynı şekilde beylerden hanımlara da yöneliyor.

Sağlıklı bir toplumun temel şartı olan karşılıklı güven eğer aile içinde kaybolmuşsa cemiyetin geri kalan kısmının ne halde olduğunu tasavvur etmek bile dehşet duygusunu galeyana getirmeye yetiyor. Güvenin kaybolması toplumda anarşinin temel kaynağı olarak kabul edilmeli ve İslâm dininin güvenle özdeş olarak algılandığı Asr-ı Saadet berraklığına dönüş için çok ciddî adım atılmalıdır.

Hayatta yapılan akitlerin en kutsalı evlilik akdi olmalıdır. Bu yüzden olsa gerek evlilik akdi dinle bağlantılı ve kutsal bir boyutu olan hal olarak algılanmaktadır. Hemen hemen bütün kültürlerde bu evlilik ve kudsiyet bağı yerleşmiş gibidir. Evlenen çiftler kutsal ve her açıdan mutluluk duâsı olan bu durumda “evet” kelimesi çok geniş anlamlar içermekte ve hanım beyine malının ve namusunun bekçisi olacağına dair söz vermekte ve bey de hanımına ailesinin himayesini üstleneceğine ve nazarını başkalarına çevirmeyeceğine ve huzurlu bir hayat yaşatmak duâsı anlamında elinden gelen her şeyi yapacağına dair söz vermektedir.

Karşılıklı tarafların bu samîmî sözleri Kâinat Sultanı’nın en hoşuna giden hallerden biri olmalıdır. Bu âlemde ve sonsuzluklar âleminde bu samimî birliktelik hali çok lâtif ve gerçek insanlık samimîyetini ortaya koyan bir pembe mendil safiyetinde Rabbi’ne yönelen duâların toplum hayatına ne kadar samîmîyet kattığı insanlık tarihinde açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Son zamanlarda beni en çok şaşırtan hal dinî bir hayat hassasiyeti olan insanların ailelerinde aldatma ve boşanma noktasına getirecek güven kaybı hallerinin yaşanıyor olması. Karşısına kul hakkı ile gelinmemesi noktasında şiddetli tehditleri olan Sultan-ı Ezeli’nin huzurunda söz verdikten sonra, masum duyguları ile ve gelinlik berraklığı ile bütün hayatını ve en safi duygularını ortaya koyarak akit yapan şefkat kahramanlarına ihanetin tüyler ürpertmemesi çok şaşırtıcı bir hal. Oysa dehşetli ve bütün celâli ile tehdit eden Kâinat Sultanı’nın memleketinde zina ve aldatmanın imam nikâhı yaftası ile meşrulaştırılması gayreti gayretullahı galeyana getirecek ve cehennemi gayzından titretecek bir hal olmalıdır. Garip bir tecelli, verdiği akdin ve bunun Rabbi’nin huzurunda olduğundan haberdar değilmiş gibi peynir ekmek yeme rahatlığında evliliğin başlangıcındaki kutsi akde ihanet eden bir Müslüman kimlik gittikçe artan bir hâle gelmektedir. Bu hal dehşet verici ve tüyler ürpertici bir hal olmakla birlikte asrın fertleri bu dehşetin ve karşılığındaki cehennemî azabın farkında olmadan nefis ve arzuları uğruna insanlık ve kulluk imtihanını kaybetmektedir.

Hanımlar ve beyler! Titremeli ve kendimize gelmeliyiz. Dinimizin en temel gereği olan doğruluk ve istikameti ve ferdî bağlantılarda yerleşmesi elzem olan güveni en masum yapı olan ailede bile kaybetmişsek Rabb’imizin huzurunda yüzümüzün yerden kalkamayacağı mahcubiyeti şu andan yaşamalıyız.

Güzel ahlâkı tamamlamak üzere insanlığa rahmet olarak gönderilen Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) şu anki ailelerin çizdiği tabloya bakarken yüzünün nasıl bir hal aldığını hayal edelim. Bu halimizle, eşlerimizi bile aldatırken doğruluk dersini aldığımız o zatın huzurunda yüzümüzün ne hal alacağını ve ümmeti için mahşerin dehşeti içinde dahi feryat eden o zatı üzmenin hangi insanî boyutla izah edilebileceğini bir düşünelim. Müslümanlığın sadece ibadetleri şekli boyutla yapmakla ve namaz, kılıp oruç tutmakla olamayacağını, Rabb’imiz ezeli kitabında tekrarla ifade etmektedir. Bu eğriliklerimiz ve yamukluklarımızla hayatımız boyunca yaptığımız ibadetlerin yatıp kalkmak ve aç kalmaktan ibaret olması riski her geçen gün artmaktadır.

En kısa zamanda yolumuzu doğrultmaz ve buna aile içinde başlamazsak dallin güruhunda olmak da dahil çok ciddî vartalar bizleri beklemektedir. Bu silkiniş bütün bu tabloları ile hasaret ve felâket asrı olma ihtimali çok yüksek olan zamanımızın en önemli atılımı ve en elzem ihtiyacı olarak kabul edilmelidir.

22.01.2007

Dr. Hakan Yalman

Günümüz İnsanı Neden İdare Edemiyor

Günümüz insanı neden yalnız? Gözü mükemmelde olduğu için değil mi?

Sanki kendimiz kusursuzmuşuz gibi. Kendi kusurumuzu görmekte kör, başkalarının kusurunu görmekte gözlerimiz radar gibi çalışıyor. Övünüyoruz “Gözümden bir şey kaçmaz.” diye. Oysa iyi bir şey değil. Hata bulmayı, laf yetiştirmeyi, eleştirmeyi, söz altında kalmamayı bir erdem zannediyoruz.

Herkes değişsin ve bizim kafamızdaki kalıplara uysun istiyoruz. Uymayanı hemen hayatımızdan silmek istiyoruz. Oysa Rabbimiz gözlerimize kapak yapmış, görmememiz gerekenler olduğunda kapatalım diye.

İnsanları hataları ile kabullenip, sevemiyoruz. “İdare etmek” diye bir deyim var. Şimdilerde internette dalgası geçilen. İdare etmek, insan ilişkilerinde çok önemli bir meziyettir. Şimdiki neslin pek bilmediği bir erdem. “Biz neleri idare ettik!” diye övünürdü yaşlılar.

Eskiden hatalar görmezden gelinir, örtbas edilir, herkes birbirini idare ederdi. Karı koca birbirini, komşu komşuyu, akraba akrabayı, kayınvalide gelini…

İdare etmek “aptallık” gibi görünüyor artık. “İdare edemem” diye bağırıyor reklamlarda kadın, eskiyen eşyaları için. Beynimizde dönüyor dönüyor dönüyor…“İdare edemem” sloganı. Bir tek eşyaları değil, hiçbir şeyi idare edemiyoruz. Varlığı idare edemiyoruz, yokluğu idare edemiyoruz.

İDARE ETMEK BİR SANATTIR

İdare etmek” bir sanattır aslında. El sanatlarının pek çoğunu kaybettiğimiz gibi akıl sanatlarının çoğunu da kaybettik. Beynimiz de makineleşti. Zeki insan çok; ama akıllı insan az.

Yeni nesil çocuklar çok zeki; ama çoğu aptal. “Şimdiki çocuklar çok zeki.” diye övünüyoruz. Evet bu zeki çocukların çoğu mutlu olamayacak maalesef. Çok başarılı olacaklar belki; ama mutlu olamayacaklar.

ZEKİ İNSAN DEĞİL AKLINI KULLANAN MUTLU OLUR

Zeki insan değil, aklını kullanabilen insan mutlu olur. Zeki çocuklar teknoloji ile ilgili bir sorun olduğunda çabucak çözecekler; ama hayatla ilgili bir sorun olduğunda tökezleyip kalıverecekler.

Ve onları biz bu hale getiriyoruz. Düşünme yeteneklerini geliştirmiyoruz. Her şeyi önlerine hazır sunuyoruz. Hep almaya alıştırıyoruz, onlar da düşüncesiz ve bencil oluyorlar.

Beş yaşındaki çocuğun gözünden hiçbir hata kaçmıyor; fakat hiçbir iyiliği görmüyor. Onun için yapılan iyilikler zaten yapılmalı, yapanlar mecbur. Eskiden beş yaşındaki çocuk, küçük kardeşine bakarmış. Gezdirir, yedirir, ağlarsa susturmak için uğraşırmış. Anne doğurur; önceden doğan çocuklar büyütürmüş.

Şimdi ise bir kaç çocuk sahibi aileler, çocuklarını nasıl idare edeceklerini bilemiyorlar; akıllarını kaçırma durumuna geliyorlar. “Anne yaa kızına baksana, baba yaa oğluna bir şey desene.” Sanki çocukların birbirleri ile kan bağı yok. Ne küçük kardeş büyüğü, ne büyük kardeş küçüğü idare ediyor. Ne kız kardeş erkek kardeşi ne de erkek kardeş kız kardeşi.

KENDİMİZİ DE İDARESİZ KULLANIYORUZ

Çok eskiye gitmeye gerek yok; bundan on yıl önce bile kalem, defter, silgi idareli kullanılırdı. Şimdi ise bir yıl önce, yarısı bile kullanılmamış defterler, çöpe gidiyor. Çünkü çocuklar idare etmek istemiyorlar. Giysiler zaten daha eskimeden atılıyor.

Kendimizi de idaresiz kullanıyoruz. Her şeyi dert edip üzülüp erkenden tüketiyoruz. Kader yokmuş gibi yaşamaya çalışıyoruz.

Bencilliğimiz arttıkça, idare etme duygumuz köreliyor. Nefsimizi idare edemiyoruz ki başkalarını idare edebilelim. Her arzumuz yerine gelsin istiyoruz.

İşe önce nefsimizi idare ederek başlamalı değil miyiz? Yemede içmede keyif almada…

İşimizi ya da eşimizi bırakıp beş dakika diye oturduğumuz bilgisayarın ya da televizyonun başından iki saatte kalkamıyorsak, önce kendimizi idare etmeyi öğrenmemiz lâzım, sonra başkalarını belki de.

Sema Maraşlı / Haber 7
semamarasli@gmail.com