Kategori arşivi: Günlük Paylaşımlar

Vazifemiz Hizmettir!

Vazifemiz Hizmettir!

 

            Risale-İ Nur Şakirdleri, Hizmet-i Nuriyeyi Velayet Makamına Tercih Eder; keşf ü keramatı aramaz; ve âhiret meyvelerini dünyada koparmaya çalışmaz; vazife-i İlahiye olan muvaffakıyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstehak oldukları şân ü şeref ve ezvak ve inayetlere mazhar etmek gibi kendi vazifelerinin haricinde bulunan şeylere karışmazlar ve harekâtını onlara bina etmezler. Hâlisen, muhlisen çalışırlar, “Vazifemiz hizmettir. O yeter.” derler. [1]

 

Risale-i Nur Hizmeti malumdurki gönüller üzerine tesis edilmiş ve gönüllülük esas olan bir hizmettir. Bu hizmette istihdam olan hizmet edenlerki Risale-i Nur Talebeleri ünvanını alırlar. Bu hizmette maddi bir beklenti ve emel olamaz. Zaten Risale-i Nur’un Talebeleri maddi emel bekleyen kimseleri soğuk görür ve kalbi ısınmaz.

 

Risale-i Nurun canlı, ruhlu ve icraat yapan Şahs-ı Manevisi ise farklı emeller besleyen kimseleri tokatlayıp daire dışına atar. Zaten bir muhlis nur talebesini gördüğünüzde hemencecik ona hiç tanımadığı halde insan ısınır. Adeta senelerdir bir ahbabı gibi hisseder.

 

Şayet bir nur talebesini namı altında olan birisini gördüğünüzde içiniz ona ısınmıyorsa bilin ki o şahıs ya farklı emeller beslemekte veya şahs-ı maneviden düşmüş bir haldedir. Kendisini Nur talebesi kisvesine sokmuş, başka hesabı olan veya olanlara aldanan veya aldananların aldattıklarından birisidir. Mesela bir yere derse gidiyorsun. Orada kimisi sana can kardeşi gibi geliyor. Bazıları ise sanki düşmanın gibi itiyor. Gözleri ile veya sireti ile seni rahatsız edip taciz ediyor. Orada iki üç saat kalmayı planlıyorsan böyle insanı manen rahatsız eden bir ortamdan bir an evvel kaçıp gidesi geliyor insanın.

 

Siretlerin – yani iç alemin yani enfüsi alemin – insanın suretine yani dış görünüşüne yansıdığı biraz Risale-i Nur okumuş kimselerce okunabiliyor.

 

“Şu medenîlerden çoğunun, eğer içini dışına çevirirsen, görürsün: Başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır. Sîreti olur suret.” [2] burası üzerinde durmak lazım “Hazret-i Eyüb Aleyhisselâm’ın zahirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış e bir çevrilsek, Hazret-i Eyüb’den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünki işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şübhe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.” [3]

Dünyada yaşamak itibari ile hepimiz birer medeniyiz. İşlediğimiz günahlar sebebi ile manevi alemde üzerimize birer leke koyula koyula artık manevi kalbimizi kaplamakta ve o pak olan kalbimizi karanlığa getirip günah küsufuna sebep olmaktadır.

 

Günah küsufuna tutulan kalbler ise manevi görüntüsü olan sireti değişime uğramaktadır adım adım.. başta taklide başlar ve meynun özelliğini gösterir. Sonra biraz daha kurnazlaşır ve tilki vasfına girer. Sonra sinsileşip zarar vermeye başlar yılan kisvesine girer. Sonra kaba kuvvete güvenir ve laf anlamaz hale gelir ayılaşır. Sonra artık aleminde kutsi hiçbir mana ve mefhum kalmaz ve hınzırlaşır. Hınzırlaşması ile ne namus ne ar kalır. Tamamen çırıl çıplak olur edep ve hayadan.

 

Bir üst kimliğe bürünen alt kimlikleri de içerir. Tıpkı üniversite diplomasının içinde ilk okul, orta okul, lise diplomalarının olduğu gibi.

 

Siretini muhafaza etmenin ve insan kalmanın yolu ahlakını muhafaza etmek ve günahlardan mümkün olduğu kadar kaçmak ve uzak durmak ve günahları terketmekle mümkündür. Yoksa siretimizin karalığı yüzümüze vurur ve tiksinç bir surete sahip oluruz.

 

“Eğer istersen hayalinle Nurşin karyesindeki Seyda’nın meclisine git bak: Orada fukara kıyafetinde melikler, padişahlar ve insan elbisesinde melaikeleri bir sohbet-i kudsiyede göreceksin. Sonra Paris’e git ve en büyük localarına gir, göreceksin ki, akrepler insan libası giymişler ve ifritler adam suretini almışlar..” [4]  nur ve nurani manalarla meşgul olarak cismani Dünyada bile olsak ruhumuz cennet gibi bir hayat yaşar ve haz alır. Buna hadsiz ehl-i hakikat şahittir.

 

İman ve Kur’an hakikatleriyle hizmet edenler vazifesi tebliğdir, anlatmaktır. Kalblere tesir ettirmek ise o hizmetkarın işi değildir. Hizmetkar işini yapar efendisi neyi nasıl neye layık görürse ona göre muamele eder. Yoksa bir kişinin yapacağı işi, nasılsa birisi yapar deyip bir kişi çıkmazsa, o bir kişinin yapacağı iş yapılmaz ve yapılmamış olur.

 

“Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir.” [5]

 

Hak ve hakikatin bekçileri “muvaffakıyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstehak oldukları şân ü şeref ve ezvak ve inayetlere mazhar etmek gibi kendi vazifelerinin haricinde bulunan şeylere karışmazlar ve harekâtını onlara bina etmezler.” [6] hizmet edenler aktifken başkalarını aktifler. Başkalarını hareketlendirip kinektik hale getiren kimseler bu faaliyeti yaparken kendisi ücretini almaktadır. Hizmette aktif olmak bir hizmetkar için en büyük mükafattır. Çünkü hizmetin kendisi bir ücrettir. Kitap okumayan veya haybeye okuyan, kimseye anlatmayan kimse dinamo özelliğini kaybetmiş ve hizmette enerjisini söndürmüştür. Dimanonun kinetik hale gelip ektiflemesi için hizmette faal olması elzemdir.

 

Bazı arabalar var. Akü bittiği için kontak çevirsenizde motor çalışmayacaktır. Ya başka bir aküden akım alıp statikten kinetik hale gelecek yani aküyü şarj edecek. Veya arabayı birileri yitip kontağı çalıştıracak, halk tabiri ile vurduracak.

 

Bunun gibi bu şablonu şuna uyarlayalım.

Şevki olmayanlar hi hi hi hi hii

Şevki zayıf olanlar hihiiii hizmeet

Şevkli olanlar hizmet

Gibi motorun kuvvetine göre faaliyet gösterecektir.

 

 

Bir nur talebesinin okumak ve anlatmak vazifesini terketmesi ise onun manevi kıyameti kopmuş, içi pörsümüş, içeriyi kurt yemiş bir hale gelmiş demektir.

 

Sadece okuyan kimseler ise büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar. Bu hallerden kurtulmanın çaresi ise şevk u gayretle hizmetle kurtulmaktır.

 

Bizler hizmeti kurtarmaya değil, hizmetle kendimizi kurtarmalıyız. “kim olursa olsun, mes’uliyet dairesi olanlar, muhitini tenvir ile mükelleftir. Bir vilayet, hattâ bir memleketin saadet ve selâmeti, tenvir ve irşadı ile mükellef olanlar, elbette çok daha ziyade müteyakkız davranmak mecburiyetindedirler. [7]

 

Rabbim hizmetle kaim olmak şuuruna sahip kimselerdeneyleyip bizleri müteyakkızlardan eylesin. Hüsn-ü zanla şirket-i maneviye ve şahs-ı maneviden düşmekten muhafaza eylesin. Bineğimiz olan şevkimizi kaçırttırmasın.

 

“Biz âcizleri

böyle eserleri okumak şerefiyle müşerref kılan

Cenab-ı Hakk’a

binler, yüzbinler defa

hamd ü sena ediyoruz.

 

Bütün dünyanın asırlardan beri beklediği

ve nurundan istifade etmek için can attığı;

 fakat muvaffak olamadığı

böyle bir hazine-i ilmiyeyi bizlere

 okumayı nasib eden

o Hâlık-ı Zîşan’a

teşekküren âhir ömrümüze kadar

secdeden başımızı kaldırmasak

yeridir…” [8]

 

Selam  ve Duayla

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Tarihçe-i Hayat ( 315 )

[2] Sözler ( 712 )

[3] Lem’alar ( 8 )

[4] Mesnevi-i Nuriye ( 263 )

[5] Münazarat ( 95 )

[6] Tarihçe-i Hayat ( 315 )

[7] Tarihçe-i Hayat ( 29 )

[8] Hanımlar Rehberi ( 140 – 141 )

 

www.nurnet.org

Başörtüsüyle Deney Yapmaya Kalkan Belçikalı Kız Çabuk Vazgeçti

Belçika’da yaşanan olay İslamafobyanın geldiği boyutu gözler önüne serdi. IŞİD gibi terör örgütlerinin güya İslam adına yaptığı eylemler İslam’a ve Müslümanlara zarar vermeye devam ediyor.

21 yaşındaki bir üniversite öğrencisi başörtüsü takarak sosyal deney yapmaya çalışırken hiç ummadığı tepkiler aldı.

Flaman Üniversite öğrencisi Silke Raats, bir sabah Müslüman kadınlar gibi baş örtüsü takarak okula gidince beklenmedik tepkilerle karşılaştı.

Yakın çevresi ve arkadaşları onun “çıldırdığını” düşündü. “Yakında IŞİD’e katılırsa şaşırmayacağız” diye eleştirdiler. Silke’nin anlatımına göre çevresindekilerin üçte biri, onunla ilişkisini kesti.

Birlikte tatile gittiği en yakın arkadaşları bile yolunu değiştirip onu görmezden geldi. Aslında bu yaptığı bir sosyal deneydi.

Farmakolojik laboratuvar teknikleri bölümü öğrencisi 21 yaşındaki Silke, yaşadığı Wilrijk ilçesindeki gençlik merkezinde, Türkiye kökenli çocukların ev ödevlerine gönüllü olarak yardım ediyordu.

Genç kız, boş zamanlarında mültecilere yardım programlarına da katılıyordu.

Son olarak Brüksel’de Maximilianpark’taki sığınmacılara yardıma gitmişti. Bu yüzden yakın çevresi ve okuldaki arkadaşlarından “sığ tepkiler” aldığını anlatıyor.

BBC Türkçe’nin haberine göre Silke de bu önyargılı bakışa karşı, İslam’ın sadece Radikal fikirler ve Suriye’deki savaştan ibaret olmadığını göstermek istiyordu.Bunun için bir ay boyunca herhangi bir Müslüman kadın gibi başörtüsü ile dolaşmaya ve gelen tepkileri filme almaya karar verdi.

Annesi de bu projeyi destekledi. Facebook profiline başörtülü bir fotoğraf koydu. İlk gün en çok zorlandığı şey, başörtüsünü bağlayıp iğneyle tutturmak oldu. Başörtüsü ile sokağa çıkıp okula gittiğinde ise karşılaştığı tepkiler son derece olumsuzdu.

Sert tepkiler

Başörtüsü taktığı haberi hızla yayıldı. Yakın çevresi ve arkadaşlarından da hem ailesine hem kendine sert tepkiler gelmeye başladı:

“O da herkes gibi normal olamaz mı? Tamamen çıldırdı.”
“Bir Müslümanla beraber kesin. Bir Müslümanla evlenirse hiçbir zaman özgür olamayacak.”
“Sığınmacı ve Müslüman arkadaşlarının çok fazla etkisinde kalmış.”
“Benim çocuğum eve böyle gelse sokağa atardım.”
“Hiçbir zaman iş bulamayacaksın biliyorsun değil mi?”
“Doğum günü için Suriye’ye bilet alalım. Yarın IŞİD’e katılırsa şaşırmayacağım.”
“Aramızda hiçbir şey eskisi gibi olmayacak biliyorsun.”
“Benim yanıma fazla yaklaşmasın, kimbilir belki bomba atar.”

Uzun deney çabuk bitti

Silke Raats’a gösterilen tepkiler bununla da sınırlı kalmadı. Birçok kişi onunla görüşmeyi kesti.

Silke, 10 gün içinde arkadaşları ve yakın çevresinin üçte birini kaybettiğini söylüyor. Yakınları hatta birlikte tatile gittiği en yakın arkadaşları bile sokakta onu görmezden gelip selam vermez olmuşlar.

Ancak, az da olsa başörtüsü takmasına olumlu yaklaşan arkadaşları da olmuş. “Sen böyle mutluysan, ben de mutlu olurum“, “Bu senin kararın. Saygı duyarım“, “Seni bu yüzden terk eden zaten gerçek arkadaşın değildir” diyerek destek vermişler.

Olumsuz tepkilerin giderek artması üzerine Silke Raats, bir ay boyunca takmayı planladığı başörtüsünü 10 gün sonra çıkardı.

Yaşadıklarını ve karşılaştığı tepkileri “10 gesluirde dagen (10 kapalı gün)” başlığıyla video paylaşım sitesi Youtube üzerinden yayınladı.

BBC Türkçe

Ahmet Aytimur Ağabey Dua Bekliyor

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinden Ahmet Aytimur ağabey bir süredir tedavi görüyor. İstanbul’daki bir hastanede yatan Aytimur ağabeyin durumu iyiye gidiyor. Sağlığı hakkında Risale Haber’e bilgi veren yakınları Aytimur ağabeyin başta İslam dünyası olmak üzere herkese dua ettiğini kendisinin de dua beklediğini ifade ettiler.

Risale Haber

Yavuz’un Torunları Yayladağılılar

Haber, Gezi notları… 

Suriye’de 2011 yılı Mart ayında başlayan meşru hak talepleri, Esed rejimince kanlı bir şekilde bastırılmaya çalışılmış, barışçıl protestolara silahlı ve ölümcül müdahaleler yapılmıştır. Esed rejiminin, gösterileri şiddet yoluyla bastırmaya çalışması, göstericilere doğrudan ateşli silahlar kullanması, Suriye’de bugün önü alınamaz bir iç savaşın başlamasına sebep olmuştur. Bu yaşananların en ağır sonuçlarından biri de Esed rejiminin katliamları ile birlikte Suriyelilerin komşu ülkelere sığınmaya başlamaları olmuştur. 2011 yılı Mart ayında Suriye’de başlayan olaylarla birlikte Türkiye’ye, Türkiye’yi aşarak Avrupa devletlerine ciddi mülteci hareketleri başlamıştır ve devam etmektedir. Suriyeli mültecilerin ülkemize ilk adım attıkları noktalardan biride Hatay’ın Yayladağı ilçesidir. 2011 yılından itibaren Yayladağı ismini haberlerde sık sık duymaya başladık. 10 Eylül- 30 Eylül 2015 zaman dilimini memleketim Yayladağı’nda geçirdim. Tanıyalım Yayladağı’nı…

Yayladağı, Türkiye’nin ve Hatay ilinin en güneyinde yer almakta olup, doğusunda Suriye, Antakya ve Altınözü ilçesi, batısında Akdeniz ve Suriye, kuzeyinde Samandağ ilçesi ve güneyinde de Suriye bulunmaktadır. Yayladağı, Hatay’a bağlı ilçedir ve Türkiye’nin coğrafi olarak en güneydeki stratejik bakımdan çok önemli bir noktasıdır.. 36°- 42° paralelleri arasındaki Türkiye’nin 36’ncı paraleline yakındır. Yayladağı sınır kapısı ve gümrüğü Türkiye’nin Suriye’ye açılan kara kapılarındandır.

Yayladağı ilçesi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Yavuz Sultan Selim Mısır seferi, Mercidabık zaferi dönüşünde ordusu ile birlikte burada konaklamış ve bu yüzden de buraya “Ordu ” ismi verilmiştir. Yayladağı’nın bölgedeki stratejik ve jeopolitik önemini gören Yavuz Sultan Selim Ordusunun bir kısım askerlerini de bu bölgeye yerleştirmiştir.Yavuz’un ordusu ile Türkmen dağ köyleri arasında sosyal ve ticari ilişkiler meydana gelmiş. Hatta Yavuzun odasının temizliğini bir Türkmen kızının yaptığı rivayet edilir Köylülere nereye gidiyorsunuz denildiğinde ‘Ordu’ya gidiyoruz derlermiş.. Bu ifadeden dolayı da bu bölgeye Ordu adı verildiği söylenir. 1918’de İngilizler, daha sonra Fransızlar tarafından işgal edilen Hatay ve Yayladağı, 1938’de Bağımsız Hatay Cumhuriyeti’ne kavuştu. 23 Temmuz1939 da referandum sonrası Türkiye’ye bağlandı. Hatay’ın kurtuluş günü olan 23 Temmuz’u Yayladağı’nda kurtuluş günü olarak kutlar Cumhuriyetin ilânından sonra, 1940 yılında Karadeniz’deki ordu ile ismi karıştığından Yayladağı olarak değiştirilmiştir. Bu ismi de bölgedeki Yayladağı’ndan almıştır. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde buradan, Trablus Şam’a bağlı Ordu köyü olarak söz etmektedir.

Bölgedeki ilk yerleşim Hititler döneminde olmuştur. Nitekim Keldağı (Cebeliakra yöre dilinde Cobaraklı) üzerinde 1316 m. yükseklikteki küçük bir teras üzerinde Hititlerden kalma bir mabet olduğu sanılmaktadır. Seleukos I Nicator zamanında burada Zeus adına bir mabet yapılmıştır. Bu mabet ilk defa 1832 yılında fark edilmiş, 1928 yılında küçük çapta bir araştırmadan sonra 1963 yılında W. Djobadze burada kazı yaparak 55.50×60 m. genişliğinde avlunun güneydoğusundaki mabedi ortaya çıkarmıştır. Bu mabet, MS. V. ve VI. yüzyıllarda kullanılmış XIII. yüzyılda da kilise olmuştur.

Yayladağı’na Persler, Makedonyalılar, Roma ve Bizanslılar egemen olmuşlar. Hz. Ömer zamanında başlayan Arap akınları sırasında onların eline geçen bölge, 300 yıl kadar Arapların elinde kaldıktan sonra Bizanslılar tarafından geri alınmıştır. O dönemde Abbasiler Türk boy ve aşiretlerini buraya yerleştirerek Savcılar aşireti reisi Kasım Bey`i buraya Bey olarak atamıştır. Nitekim Kasım Bey`in Bizanslılardan alıp, camiye dönüştürdüğü Kasım Bey Camisi günümüze kadar ulaşmıştır. Kasım Bey yaptırdığı bu eserlerin idaresi için, Kesap, Kozluk, Helgin ve Şakşak gibi yerleri vakfetmiştir.

Malazgirt Zaferi’nden sonra (1071) Anadolu’yu Türkleştirme çalışmaları içerisinde Selçuklular zamanında Ordu adıyla anılan Yayladağı, Osmanlılar zamanında da Ordu Muradiye adıyla anılmıştır. Yavuz Sultan Selim, Mercidabık zaferinden sonra Yayladağı’nda konaklar, buraya bir okul yaptırır. Yavuz Selim İlkokulu olarak adlandırılan bu okul günümüze kadar, bir bölümü restore edilerek, bir bölümü yenilenerek ayakta kalmıştır.

(http://www.hatay.gov.tr/IcerikDetay.aspx?IcerikId=187)

Yavuz Sultan Selim, Mercidabık zaferinden sonra Şam’da ve Yayladağı’nda konaklar. Rivayete göre Şam veya Yayladağı’nda Padişahın odasının temizliğini yapan bir hizmetli, Türkmen kızı, padişaha aşık olur. Gel gör ki cihan padişahına bir hizmetlinin aşık olması duyulmuş, görülmüş şey değildir. Kızcağız bir sabah padişahın yastığına yaklaşır ve kılıfa bir yazı yazar:
“Aşık olan neylesin?”
Akşam odasına gelen hünkar yatacağı sırada yastıktaki yazıyı görür, okur, gülümser ve altına şöyle yazar:
“Derdi ne ise söylesin”
Ertesi gün odaya gelen hizmetli kız yarı korku, yarı ümitle yaklaşır yastığa ve padişahın yazısını görünce eli ayağına dolaşır. Neden sonra kendine gelir ve hemen yazar yastıktaki dizelerin altına:
“Ya korkuyorsa neylesin?”
Akşam gelen padişah dizeyi görünce altına yazıvermiş hemen:
“Hiç korkmasın, söylesin.”

Bir aşkın, karmaşık ve bulanık duyguları şöyle dizilmiş direğin üzerine:

” Seven insan neylesin, Hemen derdin söylesin, Ya korkarsa neylesin ,Hiç korkmasın söylesin”

Sabahın olmasını sabırla beklemiş padişah. Seher vakti sırdaşı Hasancan’ı çağırtmış, derhâl bir emir vererek:

” Biz dahi merak edip onu görmek isteriz tîz elden bu kızı huzura getirin.”

Emir derhâl yerine getirilmiş ki Ahu gözlü, endamı hoş, alımlı, nazenin, ceylân gibi bir Türkmen güzeli? Hünkârın emriyle derhâl bir düğün alayı tertip edilmiş. Eğlenceler, yemeler içmeler? Düğünün son gecesi, sırlarla dolu bu aşkın bilmecesi kader-i ilâhî tarafından çözülmüş, Çözülen bu kara baht çıkınından yayılan acı haber, şaşkına çevirmiş herkesi, yer gök âdeta üzüntüye, mateme boğulmuş. Ahu gözlü Türkmen dilberinin  “Selim” diye çarpan saf ve küçük yüreği, bu büyük cihan sultanın aşkındaki sırrı kaldıramamış ve birden duruvermiş. O çadırın direği, bu olayın canlı fakat ketum şahidi olmuş asırlardır. Bu dünya hayatında vuslat nasip olmadığı gibi o gencecik yüreğe, buna fani alemde bir çare de bulunamamış. Bu hazin gönül çarpılmasının ve gönül yangınının sonunda derler ki:

” Koca hünkâr, ağlamış” ve Türkmen kızına yaptırdığı mezarın mermer taşına, şu dörtlüğü kazdırarak, dünyaya, aşkın gücünün karşısındaki çaresizliğini en güçlü orduları yenen koca hünkâr söyle haykırmış:

Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek

Giryemi kildi hûn eksimi füzûn etti felek

Sîrler pençe-i kahrimdan olurken lerzân

Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek.”

Bilmem ki gözlerime felek nasıl bir büyü yapti ki

Gözümü kan içinde bıraktı, aşkımı artırdı

Benim pençemin( gücümün) korkusundan arslanlar(bile) titrerken

Felek beni bir ahu gözlüye esir etti..

Memleketim Yayladağı hakkında genel bilgiler vererek yazıma başladım.  Hemen söyleyeyim ben Yavuz Sultan Selim’in yaptırdığı, Yavuz Selim İlkokulunda öğrenim hayatına başladım.Yayladağı’nın belediye başkanı Mehmet Kalkan kardeşimle bu okuldan beraber mezun olduk. Kendisiyle görüşmemizde eski günleri yad ettik. Yayladağı için düşüncelerini dinledim.

Rahmetli babamın hacı benim ilkokul arkadaşım olan Mehmet Kalkan kardeşim, sohbetimizde, “Yavuz’un bölgeye yerleştirdiği sınırların parasız bekçileriyiz. Bölgenin denge unsuruyuz. Bu insanlar bugüne kadar hizmetlerden çok daha fazlasını hak ediyor. Bu nedenle Yayladağı’na 200 trilyon gibi büyük bir rakam yatırım için ayrıldı. Bu rakamla Yayladağı’nın kaderini değiştirecek çeşitli projelerimiz hazır. İlçeden göçü önleyip, köye dönüşü sağlayacağız.”diyordu.

Yayladağı’nın ilçe dışında binlerce insanının olduğunu hatırlatan Kalkan, “Maalesef Yayladağı yıllardır göç veriyor. Köylerimize gittiğimizde bunu çok net görüyor üzülüyoruz. Birkaç yaşlı insanımız kalmış, çoğu ev boş. İnsanlar asgari ücret veya daha düşük ücret için köyünü, toprağını terk etmiş. İşte bütün çabamız bu ilçeyi yeniden canlandırmak olacak. 10 yılda yaklaşık 100 bin nüfus rakamını laf olsun diye söylemiyoruz. Gerçekten Yayladağı’ndan göçü önleyecek, köye dönüşü sağlayacak, tarımsal, turizm, spor, eğitim ve diğer alanlarda yapılacak onlarca projemiz var. Bunlar inşallah Yayladağı’nın kaderini değiştirecek. Ben buraya memleketim Yayladağı’na bu önemli hizmetleri vermek için belediye başkanlığına aday oldum ve Allaha şükür kazandım. İnşallah Projelerimizi hayata geçirerek, yaşanan son Suriye olayları ile stratejik ve jeopolitik önemi daha da artan güneyin şirin serhat şehri ilçemizi kalkındırmak tek gayem olacaktır”. Belediye başkanımızın projelerini hayata geçirmesi için, devletimizin, hükümetimizin Yayladağı’na destek vermeleri, biz Yavuzun torunları olarak Yayladağılıların isteğidir.

Yayladağı’nda ensar muhacir kardeşliği yaşanıyor. Kurban kesen Yavuzun torunları önce muhacir kardeşlerini gözetiyordu. Bayram namazını Suriye’den gelen kardeşlerimizle omuz omuza kıldık. İstanbul’da Suriyeli kardeşlerimizin dilendiklerini görüyor üzülüyorum. Yayladağı’nda  bir dilenen Suriyeliye rastlamadım. Demek devlet, Yavuzun torunları kardeşliği müşahhas olarak yaşıyordu. Evlenenler, iş kuranlar tam bir ensar muhacir kardeşliği. Sıkıntılar yok mu var tabii. Hem biz hem Suriyeli kardeşlerimiz bir imtihandan geçiyoruz. Sabredenler, şükredenler bu imtihanı kazanacak. İnşallah savaşlar, zulümler bir gün bitecek O zaman Suriye Türkiye ilişkileri çok daha iyi olacak. Çünkü Türkiye kardeşlerine sahip çıkıyor ekmeğini kardeşiyle paylaşıyor. Yayladağı kardeşini kucaklıyor.

Yayladağı’nda akraba, eş, dost ziyaretlerinde bulundum.Yalaz (Lobas) köyünde şehitler için okutulan, Hayırsever hemşehrimiz Hacı Yusuf Önal camiinin açılışı için okutulan, değerli kardeşim Nurettin Okay’ın  oğlu için okuttuğu mevlit merasimlerinde bulunarak, özlediğim mevlit aşlarından yedim.

Değerli kardeşim Yayladağı Anadolu Lisesi Müdürü Necat Güleç kardeşimi makamında ziyaret ettim. İlçemizdeki İman  ve Kuran hizmetinin öncülerinden olan  kardeşimi daveti üzerine evinde de ailece ziyaret ettik. Gösterdikleri yakın, samimi ilgiden dolayı teşekkür ederim.

Ortaokul arkadaşım Şemsettin Aktaş ile görüşmemizde, kardeşliğimizi bozmak isteyenlere, müslümanı, müslümana düşürmek isteyenlere  karşı akıllı olmamız, ferasetli olmamız, üst seviyede gündeme gelen anlaşmazlıkların  tabana mal edilmemesi üzerinde mutabık kalıyorduk. Bir yapı içinde yapılan bir hata, yanlışlık, ihanet varsa yapanlar cezalandırılmalıdır. Genele teşmil edilmemelidir.

Yayladağı’nda kayın pederim ve kayın validemin yanında ailecek kaldık. Bu vesileyle kendilerine hürmetlerimi takdim eder, ellerinden öperim.

Yayladağı’nda okuma oranı bilhassa 1980 sonrası büyük artış göstermiştir.Üniversitede okuyanlar yıllar itibariyle artış göstermiştir. Bilindiği üzere her yerleşim merkezinin sosyo-ekonomik şartları yaşayanlarının geleceğe yönelik planlarına yön verir. Yayladağı gerek ticari yapısı gerek arazi yapısı yetersiz olduğu için gençlerinin çoğunluğu yegane alternatif olarak okumayı, yüksek eğitimi seçmektedir. Her ne sebeple olursa olsun gençlerin eğitime verdikleri önem son derece gurur vericidir. Zaten ülke bürokrasimize göz attığımızda Yayladağı’nda doğmuş büyümüş üst düzeyde bir çok insanı görmek mümkündür. Yayladağılılar  her devir ve her şartta  devletinin yanında olan insanlardır.

Bediüzzaman,  huzur ve mutluluğu   sağlayacak reçeteyi “Kur’an’ın Eczahanesi”nde hazırlayarak insanlığa sunmuştur. Bu reçete,  Kur’anı anlamak için Risale-i Nur eserleridir. Yayladağı’ndan, Üniversitede okumuş veya okuyanların çoğu Risale-i Nur eserleriyle tanışmış, hayatlarını bu hakikatlerle şekillendirmişlerdir. Bu yazıyı okuyan, Profesöründen, valisine,  doktoruna, hakimine, savcısına, avukatına, mühendisine, öğretmenine, mali müşavirine her meslekten   Yayladağılı bana hak verecektir.

Yayladağı halkı,  okumuş Yayladağılılardan fikir ve proje üretmelerini, zenginlerinden de imkanlarını Yayladağı’nda değerlendirmelerini bekliyor. Yayladağı belediyesi fikir ve projelerinizi bekliyor. 2015 yılı Kurban bayramında sohbetlerimin özeti buydu. Yavuzun torunlarına duyurulur…

Yayladağı halkı birbirlerine karşı hoşgörülü devletine milletine bağlı, samimi, içten insanlardır. 12 Eylül 1980 öncesi Hatay’da Kahramanmaraş’ta meydana gelen kardeş kavgasını meydana getirmek istediler başaramadılar. Bunda Yayladağı halkının rolü büyüktür. Gezi olaylarında da Hatay’ı karıştırmak istediler, yine başaramadılar. Çünkü Hatay’da Yavuz’un torunları Yayladağılılar var. Suriyeli kardeşlerimizle beraber yaşıyoruz. Yine karıştırmak istiyorlar. Başaramayacaklar. Yayladağı’nda ensar muhacir kardeşliği yaşanıyor.

Yavuz Sultan Selim, Mekke ve Medine’nin Hizmetkârıydı, dokuzuncu Padişah, ilk Halife’ydi..Yavuzun torunları Yayladağılılara,  milli ve manevi değerlere bağlılık yakışır. İmana ve Kur’an’a hizmet etmek yakışır. Vatana ve millete birlik ve beraberlik içinde  hizmet etmek yakışır. Düşene, muhacire yardım etmek yakışır. Kardeşi,  milleti birbirine düşürmek isteyenlere karşı ‘Yavuz’  olmak yakışır.

Yayladağılıca

Yayladağılıyı dilinden tanırım ben
Sonra mertliğinden.
Yarım Arap ağzıyla kelimeleri ezişi, büzüşü..
Şivesinin tatlılığından.
Ben Yayladağılıyı konuşmasından tanırım…
Bir büyücü gibi oynar kelimelerle
Dili ne kadar tatlıysa, yüreği o kadar büyüktür.
Her Türkçe kelimenin yerine söylenecek
Bir Yayladağılıca vardır.

Sen bilirsin yerine ıstıfıl ol ya da albili
Zavallıya maatter, mantar’a mayasıl…
Kumaya nöker, baklaya pahala! . Diyorsa;
Yayladağılıdır.
Hemde Sürütmeli…

Siyah zeytine attun, çamaşıra asbab
Taş söken demire mürdüm,
Tembel e allek, galibaya allehem…
Çocuk hem yaramaz hem sevimliyse akkürüt diyorsa;
Yayladağılıdır…
Hemde Yenice köylü…

Şerbet e akıt, tütün kirine akir,
Salyangoz a bezzeke, patlıcan’ a balcan,
Ağıza avırt, incir tatlısına belben,
Cinsel gücü arttırıcı ot’ a çakşır diyorsa;
Yayladağılıdır…
Hemde Bezgeli…

Varile bermil, tohuma bider,
Geçen seneye bıldır, serte berk,
Maydonoza bakdeniz, teke bes,
Tarla arasına yapılan duvara bağlama diyorsa;
Yayladağılıdır.
Hemde Yercili…

Cam parçasına cıncık, bezelyeye cılban
Civcive cücük, kavgaya çekiş,
Sopaya dehnek, teyzeye diyaza,
Ortada tek başına kalmaya dasdingil diyorsa
Yayladağılıdır…
Hemde Karaköseli..

Gir yerine dıkıl, yengeçe ellengeç
Neneye eci, boş araziye felhan

Şımarık kıza firtik, mantara göbelek
Dağın eteğine gedik, kaba sabaya göbüt,
Selvi ağacının yuvarlak bitkisine haneke diyorsa;
Yayladağılıdır…
Hem de Körfeli…

Kötü kıza höşşük, döküntüye hışva
Avluya höfkere, tahtaravelli’ ye höngülhöç.
Halaya halti veya amti… ayran aşına siresil
Başı sarı olan musluğa hanifiye,
Şaşırmışsa şayet haşşeler ola! … Diyorsa;
Yayladağılıdır…
Hem de Çahsınalı…

Kovaya helke, doğurmamış ineğe havli
Sinirlenmeye hoklanmak, teneye habbe
Ufaka haytik, boğaza hırtlak
Tamam mıya helimi, gömleğe işlik,
Çok konuşana çenen çekile diyorsa;
Yayladağılıdır.
Hemde Kurpücüklü..

Çökeleğe kesnik, uzun don a könçek
Büyük pınara kastal, kemere kayış
Kavanoza katrembiz, bukalemuna kehkehi
Allah belanı versin yerine kahbendırı… diyorsa;
Yayladağılıdır.
Hem de Kösrelikli…

Kediye pissik, bademe payam.
Merdivene süllüm, mantıya şişperek
Emekli olmaya tekavüte ayrılmak
Eşek yavrusuna kürrüş, uzun saça küşşe
Yastığa kırlent, susama küncü,
Batıdan esen rüzgâra karbi diyorsa;
Yayladağılıdır.
Hem de Öküz damlı…

Cevize koz, keneye kırşak
Kantara kabben, sincapa kalli,
Bazene keeskere, biçimsize meymenetsiz
Kırmızı mercimeke mahılta, yolçatına mafrak
Evlerde karşıdan karşıya uzatılan direğe
Mürebbeee diyorsa;
Yayladağılıdır.
Hemde Surmacıklı…

Daha yığınladır benzer kelime,
Hoşça gelir ağır aksak dilime.
Gurbette bir acı gelir sol yerime,
Elim böğrümde düşünürüm hep…
Yayladağı aah! ..Yayladağı,
Kaybettiğim sevgili!..

(http://www.siirevim.com/siir/siir-32109-yayladagilica&sira=22Abdurrahman Kara)

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org

Sen Neymişsin Ahirzaman..!

Zamanın sahibi olan Yüce Allah’ın buyruğu ile bu zaman, dünyanın sonu Ahirzamandır..
Ahirzaman peygamberinin(s.a.v) ihbaratıyla, Kıyamet kopmadan önceki dünyanın son günleridir Ahirzaman..
Son asrın imamı Bediüzzamanın tarifiyle, “Helaket ve Felaket Asrı” olan bu zaman Ahirzamandır..

Nasıl bir zamanda yaşadığını bilmeyenler, cahiliye ölümüyle bu zamana veda ederler şüphesiz..
Yaşadığı zamanın mana ve ehemmiyetini sorgulamayanların, ebedi dünyada kalacak gibi her iki cihanda da kendisine hiç menfaati olmayacak afaki malayaniyat ile meşgul olup, boşu boşuna gam ve hüzün veya sarhoşlukla nasıl bir yaşam sürdükleri şahitlik göstermektedir..

İşte bizde başlıyoruz..
Evvela Ahirzamanı bir parça tanıyarak anlamaya çalışmak gerek..
Ahirzaman imamı Bediüzzamanın tabiriyle, Mümkinattan olan ahirzaman ve hadisatının da “Müsbet” ve “Menfi” olmak üzere iki veçhi vardır..
“Menfi” yönüyle ahirzaman ve hadisatına nazar edecek olursak görüyoruz ki;
Savaşlar, yıkılışlar, maddi ve manevi buhranların, zulüm ve isyanların çoklukla ortaya çıkış zamanı..
Dehşetli küfr-ü mutlak yangınlarının “anarşi” suretinde; sadece can ve mala münhasır kalmayıp, kalb ve ruhumuza telafisi mümkün olmayan ahiretimizin kaybına mal olacak ölümcül yaralar açtığı bir zaman..
Efendimizin(s.a.v) on dört asır sonra yaşadığımız/yaşayacağımız hadisatı anlattığı vakit, sahabelerin korku ve dehşete kapılarak “biz acaba o günleri görecek miyiz..!” diye ağladıkları bir zaman..
Büyük zatların, beş vakit namazda fitne ve şerrinden Allaha sığındıkları bir zaman..
İnsanların, bilerek ve severek dünyalarını, din ve ahiret hayatlarına tercih edecekleri bir zaman..
İnsanların akşam “Mü’min” Olarak yatıp, sabah “kafir” olarak kalkacağı bir zaman..
Bir şahsın hatiat ve günahlarının gayet dehşetli bir yekûn teşkil ettiği; böylece âdi bir adam, binler adam kadar günah işleyebildiği bir zaman..
İmanın bir “kor” halinde muhafazasının müşkül bir duruma düştüğü bir dehşetli zamandır “Ahirzaman”..
Küfre razı olmanın küfür olduğu gibi, zulme razı olmanın zulüm olduğu bir zaman..
Ehl-i İslâm’ın fevkalâde saflık ve cehaletinden kaynaklı, dehşetli cânileri âlîcenabane affetmek suretiyle zulmüne taraf olduğu, böylece evinde oturduğu yerde zulmüne şerik olduğu bir dehşetli zaman..
Bir erkeğin, kırk bedbaht kadına çobanlık yapmakla, nikahsızlığa rağbette olduğu ve açık saçıklık yüzünden insanların ekseriyetle nefsine hakim olamadığı; ahlaksızlığın tavan yaptığı bir zaman..
Öyle günler yaşanıyor ki, katil niçin öldürdüğünü, maktul de niçin öldürüldüğünü bilemeyeceği bir dehşetli zamandır Ahirzaman..

Ama aynı zamanda “Müsbet” bir bakış açısı ile Ahirzaman ve hadisatını tefekkür edecek bir akıl ve görecek bir göz ile nazar edip mütalaa yaptığımız vakit, çok farklı nurani manzaralar müşahade etmekte olduğumuzu görüyoruz..
Farzları yapıp, kebireleri işlemeyenlerin kurtuluşa ereceği bir zamandır “Ahirzaman”..
Efendimizin(s.a.v) “Fesad-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir.” buyruğuyla müjdelediği bir zaman..
Binler günahın tehacümünde bir tek içtinab, az bir amel ile, yüzer günahın terkiyle, yüzer vâcibin işlenmiş hükmünde olacağı manen kazancı bol bir zaman..
Tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için; kebair-i azîme içinde amel-i sâlihin ihlasla muvaffakıyeti pek az olduğu; buna binaen az bir amel-i sâlih, bu ağır şerait içinde çok hükmünde olduğu bir zaman..
Eski zamandan beri hiçbir ümmet, ümmet-i muhammed(s.a.v) kadar hak ve hakikat mesleğinde pek çok iş görmekle beraber, pek az zahmetle kurtulamamış oldukları bir zaman..
Bir saat tefekkürle, bazan bir sene kadar bir ibadet hükmüne geçen tefekkür-ü imanîyi elde etmenin mümkün olduğu manen çok karlı bir zaman..
Son Peygamberin(s.a.v) “Benden sonra beni görmedikleri halde bana inanan bir topluluk gelecektir. Ah keşke bana doğru, havuza gelen bu kardeşlerimi bir görsem de, içlerinde şerbetler olan kâselerle onları karşılasam. Cennet’e girmeden önce, onlara (Kevser) havuzumdan içirsem.” deyip müjdelediği bir zamandır Ahirzaman..

Zihinleri uyanık kılmakla, gözlerdeki perdeyi bir nebze olsun kaldırmaya çalıştığımız “Ahirzaman” ve hadisatına dair izahat ve tarifler; şüphesiz üzerinde yaşamakta olduğumuz dünyevi olayları doğru bir şekilde anlamaya ve yorumlamaya yardımcı olacaktır.
Ezelî Güneş’in manevî hidayet nurlarını temsil eden Kur’an-ı Kerim, akıl ve kalb gözüyle hak ve hakikatı görmeyi temin eder.
Onun nurundan uzakta kalanlar zulmette kalırlar.
Zira her şey nur ile görünür, anlaşılır ve bilinir.

Beşeriyet âleminde her ferd;
Yaradılışındaki maksatlar ve fıtratındaki arzular ve istikametindeki gayesini,
O hidayet güneşinin nuru ile görür ve bilir.

O hidayet nurunun tecellisine mazhar olanlar;
kalb kabiliyeti nisbetinde ona âyinedarlık ederek yakınlık kesbeder.
Eşya ve hayatın mahiyeti;
O nur ile tezahür ederek ancak o nur ile görünür, anlaşılır ve bilinir.

Memleketimizin her tarafı kan ve gözyaşı coğrafyasına dönüştüğü şu Yaşadığımız süreç, lisan-ı kal’den kulaklarını tıkayarak, az şükredip çok isyan eden bizlere lisan-ı haliyle ne anlatmak istiyor..

Dünyada herkesin bir hesap kitap peşinde olduğu bu mazlum ve sahipsiz müslüman coğrafyanın sahib-i hakikisi olan Yüce Allah’ın, Ezeli hesabı hükmünde olan “Kader Programı”nda -bizim mukadderatımıza ne takdir edilmiş- veya –acaba böylesi bir zamanda yapılması gereken vazife ve sorumluluklarımız nelerdir- diye merak edip bakmak, sorgulamak, kendisine “Müslümanım” diyen herkesin en evvel vazifesi olsa gerektir.
Kısacası Ahirzamanın sahibi olan Allah, bu yaşadığımız hadiseler için ne diyor?
Onu dinlemeliyiz.
Zamanın hakiki sahibi söz söylerken; başkalarının ne haddi var ki, fuzuliyane karışsın…