Kategori arşivi: Günlük Paylaşımlar

Sözde Din Namına Çıkmış..

‘Kardeşim,

o parti mensupları bazen ders dinlemek için gelirler. Maksatları insan çalmaktır.

Dikkat edin, yakasına bakın, rozeti varsa medreseye almayın. Onlar işi dolandırmak için geliyorlar.

Ara sıra kendi mesleğinizin dışına çıkarak onlarla sohbet ederseniz size bir kelime söylerler, kafanız karışır.

Zaten o tahribat yeter. Sizde iz bırakır. Onun için kat’iyyen onları içeri almayın.’”

Zübeyr GÜNDÜZALP

www.NurNet.Org

Dar ağacında bir mazlum genç Hafız İbrahim Edhem

Kurtuluş savaşında asker kaçaklarını ve Kuvayı milliye ye karşı çıkanları yargılayan İstiklal Mahkemeleri daha  sonra devrimleri  topluma empoze etmeye çalışmak için bir korku ve zulüm aracına dönüştü. İstiklal armagan01mahkemelerinde binlerce âlim yargılandı.Şapka takmadıkları, kılık kıyafet kanununa uymadıkları, medreselerde dini ders verdikleri ve Batı Anadolu’da Menemen olayı ve M Kemal’e suikast bahane edilerek .Doğuda ise  Şeyh Said isyanına destek verdikleri bahanesiyle birçok insan mazlumane bir şekilde idam edildi. İdam edilen âlimlerden biri de aslen Ankaralı olan ve 22 yaşında darağacına gönderilen İbrahim Edhem Hocaydı.

1903’te Ankara’da doğan Hafız İbrahim Edhem Hoca genç bir âlimdir. Ankara Sultanisinde 10. sınıfa kadar okuduktan sonra okuldan ayrılarak kendini İslamî ilimlere verir. Bu arada konyalı Mehmet Vehbi gibi âlimlerden de özel dersler alır. Gayretli bir kişiliğe sahip olan İbrahim Edhem Hoca, yaptığı ateşli vaazlarla halkı etkilemektedir.

İbrahim Edhem Hoca, iyi bir hatipti.Bir gün İstanbul Beyazıt Camii’nde tesettür üzerine bir vaaz verir.

Verdiği vaazla yetinmeyen  ve dar bir kesime hitap ettiğini düşünen İbrahim Edhem Hoca, “İslamiyet’te Ahlâk ve Kadınlarda Tesettür” adlı 59 sayfadan oluşan cep boy bir risale yayınlar. Kendi imkânlarıyla 5 bin adet bastıran İbrahim Edhem Hoca, bu kitapları halka dağıtır.

Cumhuriyetin ilanından önce bir sorun yaşamaz. Ancak 6 Ocak 1924’te günlük bir gazete İbrahim Edhem Hocanın İstiklal Mahkemesinde yargılanacağını haber verir. İstanbul İstiklal Mahkemesi verdiği vaazlar dolayısıyla dini siyasete alet ettiği gerekçesiyle İbrahim Edhem Hocayı tutuklar ve mahkeme sonucunda 1 yıl hapis cezasına çarptırılır. Bu vesileyle İbrahim Edhem Hocanın İstanbul halkını etkileyen ateşli vaazlarına bir son verilmiş olur.
Mahkemeye verdiği savunmasında, basında İslamiyet’in değerlerine ve kadınların tesettürüne saldırıların başlaması üzerine kamuoyu oluşturmak için harekete geçtiğini ve risaleyi bastırdığını cesaretle savunan Hoca, vicdan özgürlüğü olduğu inancıyla fikrini savunduğunu söyler.

Şeyh Said isyanından yaklaşık 1 yıl önceki bu İstiklal Mahkemesi, sanığa bir yıl hapis cezası verir. Ancak 1,5 ay hapis yattıktan sonra af kanunuyla serbest kalır. Fakat  genç âlimin peşini İstiklal Mahkemesi bırakmaz. Bu kez Şark İstiklal Mahkemesi, İbrahim Edhem Hoca hakkında dava açar. Davanın ilk mahkemesi İstanbul, Fındıklı’daki Meclis-i Mebusan binasında yapılır, Temmuz 1925’te yapılan ikinci mahkemesi ise Urfa Lisesi’nde gerçekleşir. Savcı Avni Bey(!), Şeyh Said isyanına  çok geniş bir kadronun hazırladığına inanmakta ve Edhem Bey’in de onun “tertipçisi, faili ve amili” olduğunu iddia etmektedir.

Şanlıurfa Lisesindeki mahkemeye İbrahim Edhem Hoca, hapisten çıktıktan sonra geçimini ticaretle sağlamaya çalıştığından, pamuk ve fıstık almak için Doğu’ya gittiğini, Urfa’ya geliş sebebinin ise Çolak Hafız adlı güzel sesli bir hafızdan Kur’an dinlemek olduğunu söyler.

6 Temmuz 1925’te mahkeme İbrahim Edhem’in, isyanın faillerinden olduğu gerekçesiyle idamına ittifakla karar verilir. 7 Temmuz 1925 günü Urfa sıcaktan kavrulurken henüz 22 yaşındaki İbrahim Edhem Hoca darağacına gönderilir. Hicri tarih 1347 Muharrem ayını göstermektedir.Bu olay Urfa’da ehli iman ve vicdanın yüreğine kor ateş gibi düşer. İdam edilen İbrahim Edhem Hoca, Şanlıurfa Bediüzzaman mezarlığına defnedilir.

Hemen hemen her gün ziyaretçisi olan İbrahim Edhem Hocanın mezarı bayramlarda ziyaretçi akınına uğruyor.

İşin ilginç yanı her iki davasında da mahkeme başkanlığı yapanlar, sonraki yıllarda yolsuzluktan yargılanırlar.

Evet maalesef binlerce insan İstiklal Mahkemelerinde zulme uğrayarak dar ağaçlarında can vermiş.Kimisinin adı ,sanı unutulmuş,kimisi de hala hatırlanmaktadır. Yukarıda aktardığımız Hafız İbrahim Edhem Hoca bu mazlumlardan bir tanesiydi. Allah gani gani rahmet etsin.

Cocuk Kokusu, Cennet Kokularındandır

ÇOCUK SEVGİSİ

Çocuk, cennet nimetlerinden biridir.

Çocuk kokusu, cennet kokularındandır.

Her ağacın bir meyvesi vardır. Gönlün meyvesi de çocuktur.

Çocuklarınızı çok öpün, her öpüşte Cennetteki dereceniz yükselir.

Çocuk sevgisi, Cehennem ateşine karşı perdedir.

Çocuklara iyilik etmek, Sırat köprüsünü geçmeye sebeptir. Onlarla beraber yiyip içmek, Cehennemden kurtuluştur.

Cennetteki “Sevinç sarayına” ancak çocukları sevindirenler girer.

Erkeklere ikram edin, nasıl ana-babanızın sizde hakkı varsa, evladınızın da sizde hakkı vardır.

Çocuksuz bir evin bereketi olmaz

Bu hadisleri bahsettikten sonra konumuza gecelim:

Hz. Peygamber (s.a.s.), sevgili torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyini kucağına alır, okşar, öper ve severdi. Hatta namaz kılarken sevgili torunları mübarek omuzlarına çıkarlardı.Onlar rahatsız olmasınlar diye de torunları omuzlarından inene kadar secdeden basını kaldırmazdı.

Peygamberimiz, Hz. Muhammed (s.a.v.) sokak ve çarşılarda karşılaştığı çocuklara selam verir , saçlarını okşar ve onlara ikrâm da bulunurdu. Çocuklara karşı çocuk gibi davranır, onların dünyalarına girebilmeyi en iyi O başarırdı.

Bir hadis-i şeriflerinde:

“Küçük çocuğu olan, onun hatırı için çocuklaşsın.”

buyurmuşlardır. Yani buradan anlıyoruz ki “Çocukla çocuk olunmaz” cümlesi tamamen yanlıştır.

katılığından şikayetçi olan birine

“Yetimin başını okşamayı, onları sevmeyi ve onlara ikram etmeyi”

öğütlemiştir.

Yine bir hadis-i şeriflerinde:

“Cennette ferahlık ve sevinç evi denilen öyle gösterişli bir yer vardır ki, oraya yalnız çocukları sevindirenler girebilir.”

buyurmuşlardır.

Bir gün Resülüllah (s.a.s) Hz. Ali’nin oğlu Hasan (r.a .)’i öpmüştü. Yanında bulunan Akra:

“Benim on çocuğum var, hiç birini öpmedim.”

dedi. Resülüllah (s.a.s) hayretle Akra’nın yüzüne baktı ve buyurdu ki:

“Eğer Allah sizin gönüllerinizden rahmet ve şefkati çekip çıkarmışsa ben ne yapabilirim?”

buyurdu.

 

Peygamber Efendimiz (s.a.s.), hayatında hiç bir çocuğu üzmemiş ve kalbini kırmamıştır. Küçük yaşta Resülülah’a hizmet etmeye başlayan Enes ( r.a) diyor ki:

“On sene Hz. Peygamberle (s.a.v.)hizmet ettim. Bana bir defa olsun uf demedi. insanların en güzel huylusuydu. ”

 

Örneğimiz ve önderimiz Peygamber Efendimiz (s.a.s.), çocukların eğitimiyle yakından ilgilenmiş; onların hayırlı bir nesil olarak yetişmelerine çok büyük ehemmiyet vermiştir. Bakınız bu konuda neler buyurmuşlar ve ne güzel bir eğitimci örneği vermişlerdir:

 

“Çocuklarınıza iyi bakınız! Onları güzel terbiye ediniz.”

 

“Çocuğu güzel terbiye etmek ve ona güzel bir isim vermek, evladın baba üzerindeki haklarındandır.”

 

Bir anne ve babanın bırakacağı en güzel ve değerli miras: İslam’a, Kuran’a tabi olan, vatanini, milletini seven, çalışkan, dürüst ve terbiyeli çocuklar yetiştirebilmektir. Sevgili Peygamberimiz ( s.a.s.) su hadis-i şerifiyle bunu beyan etmişlerdir:

 

“Hiç bir baba çocuğuna güzel ahlak ve terbiyeden daha üstün bir hediye vermiş olamaz.”

 

Dünya ve ahiret saadetimiz için İslam ahlakına sahip olmak ve bu kaideleri hayatımızda yaşayıp, yaşatmak gerekir. Zaten İslam’ın gayesi, güzel ahlaki tesis etmek değil midir?

 

Görüldüğü gibi, Yüce Peygamberimiz (s.a.s.) bu konuda da gereken şeyleri bizlere açıklamıştır. O halde, Peygamberimizin emirlerine itaat edelim ki; dünyamız huzurlu ve şen, ahiretimiz mutlu ve gülşen olsun. Ne mutlu Peygamber’ini örnek alan, O’nu, önder ve sünnetine uygun hayat yaşamayı düstur edinen Müslüman çocuklara!…

 

“Çocukları hakkıyla sevmeyi, onlarla ilgilenmeyi, onları çeşitli tehlikeler karşısında korumayı cehennemden kurtuluşa vesile sayan” Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’in çoluk çocuğuna düşkünlüğünü Enes b. Malik (r.a) şöyle nakleder: “Ben Resülüllah (s.a.s.) kadar çoluk çocuğuna, aile fertlerine, eli altındakilere merhameti olan hiçbir kimse görmedim. Hz. Peygamber ( s.a.s.)’in oğlu İbrahim, Medine’nin yüksek taraflarındaki köylerin birinde süt annesinin yanında bulunuyordu. Hz. Peygamber (s.a.s.) -biz de beraberinde olduğumuz halde- onun yanına giderdi. Bir defasında Hz. Peygamber ( s.a.s.) o eve gitmişti ki, ev o sırada duman içindeydi. Çünkü İbrahim’in süt babası bir demirciydi. Peygamberimiz (s.a.s.), İbrahim’i kucağına alır, onu öper, sonra da geri dönerdi.”

Abdulkadir Haktanır

Vazifemiz Hizmettir!

Vazifemiz Hizmettir!

 

            Risale-İ Nur Şakirdleri, Hizmet-i Nuriyeyi Velayet Makamına Tercih Eder; keşf ü keramatı aramaz; ve âhiret meyvelerini dünyada koparmaya çalışmaz; vazife-i İlahiye olan muvaffakıyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstehak oldukları şân ü şeref ve ezvak ve inayetlere mazhar etmek gibi kendi vazifelerinin haricinde bulunan şeylere karışmazlar ve harekâtını onlara bina etmezler. Hâlisen, muhlisen çalışırlar, “Vazifemiz hizmettir. O yeter.” derler. [1]

 

Risale-i Nur Hizmeti malumdurki gönüller üzerine tesis edilmiş ve gönüllülük esas olan bir hizmettir. Bu hizmette istihdam olan hizmet edenlerki Risale-i Nur Talebeleri ünvanını alırlar. Bu hizmette maddi bir beklenti ve emel olamaz. Zaten Risale-i Nur’un Talebeleri maddi emel bekleyen kimseleri soğuk görür ve kalbi ısınmaz.

 

Risale-i Nurun canlı, ruhlu ve icraat yapan Şahs-ı Manevisi ise farklı emeller besleyen kimseleri tokatlayıp daire dışına atar. Zaten bir muhlis nur talebesini gördüğünüzde hemencecik ona hiç tanımadığı halde insan ısınır. Adeta senelerdir bir ahbabı gibi hisseder.

 

Şayet bir nur talebesini namı altında olan birisini gördüğünüzde içiniz ona ısınmıyorsa bilin ki o şahıs ya farklı emeller beslemekte veya şahs-ı maneviden düşmüş bir haldedir. Kendisini Nur talebesi kisvesine sokmuş, başka hesabı olan veya olanlara aldanan veya aldananların aldattıklarından birisidir. Mesela bir yere derse gidiyorsun. Orada kimisi sana can kardeşi gibi geliyor. Bazıları ise sanki düşmanın gibi itiyor. Gözleri ile veya sireti ile seni rahatsız edip taciz ediyor. Orada iki üç saat kalmayı planlıyorsan böyle insanı manen rahatsız eden bir ortamdan bir an evvel kaçıp gidesi geliyor insanın.

 

Siretlerin – yani iç alemin yani enfüsi alemin – insanın suretine yani dış görünüşüne yansıdığı biraz Risale-i Nur okumuş kimselerce okunabiliyor.

 

“Şu medenîlerden çoğunun, eğer içini dışına çevirirsen, görürsün: Başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır. Sîreti olur suret.” [2] burası üzerinde durmak lazım “Hazret-i Eyüb Aleyhisselâm’ın zahirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış e bir çevrilsek, Hazret-i Eyüb’den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünki işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şübhe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.” [3]

Dünyada yaşamak itibari ile hepimiz birer medeniyiz. İşlediğimiz günahlar sebebi ile manevi alemde üzerimize birer leke koyula koyula artık manevi kalbimizi kaplamakta ve o pak olan kalbimizi karanlığa getirip günah küsufuna sebep olmaktadır.

 

Günah küsufuna tutulan kalbler ise manevi görüntüsü olan sireti değişime uğramaktadır adım adım.. başta taklide başlar ve meynun özelliğini gösterir. Sonra biraz daha kurnazlaşır ve tilki vasfına girer. Sonra sinsileşip zarar vermeye başlar yılan kisvesine girer. Sonra kaba kuvvete güvenir ve laf anlamaz hale gelir ayılaşır. Sonra artık aleminde kutsi hiçbir mana ve mefhum kalmaz ve hınzırlaşır. Hınzırlaşması ile ne namus ne ar kalır. Tamamen çırıl çıplak olur edep ve hayadan.

 

Bir üst kimliğe bürünen alt kimlikleri de içerir. Tıpkı üniversite diplomasının içinde ilk okul, orta okul, lise diplomalarının olduğu gibi.

 

Siretini muhafaza etmenin ve insan kalmanın yolu ahlakını muhafaza etmek ve günahlardan mümkün olduğu kadar kaçmak ve uzak durmak ve günahları terketmekle mümkündür. Yoksa siretimizin karalığı yüzümüze vurur ve tiksinç bir surete sahip oluruz.

 

“Eğer istersen hayalinle Nurşin karyesindeki Seyda’nın meclisine git bak: Orada fukara kıyafetinde melikler, padişahlar ve insan elbisesinde melaikeleri bir sohbet-i kudsiyede göreceksin. Sonra Paris’e git ve en büyük localarına gir, göreceksin ki, akrepler insan libası giymişler ve ifritler adam suretini almışlar..” [4]  nur ve nurani manalarla meşgul olarak cismani Dünyada bile olsak ruhumuz cennet gibi bir hayat yaşar ve haz alır. Buna hadsiz ehl-i hakikat şahittir.

 

İman ve Kur’an hakikatleriyle hizmet edenler vazifesi tebliğdir, anlatmaktır. Kalblere tesir ettirmek ise o hizmetkarın işi değildir. Hizmetkar işini yapar efendisi neyi nasıl neye layık görürse ona göre muamele eder. Yoksa bir kişinin yapacağı işi, nasılsa birisi yapar deyip bir kişi çıkmazsa, o bir kişinin yapacağı iş yapılmaz ve yapılmamış olur.

 

“Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir.” [5]

 

Hak ve hakikatin bekçileri “muvaffakıyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstehak oldukları şân ü şeref ve ezvak ve inayetlere mazhar etmek gibi kendi vazifelerinin haricinde bulunan şeylere karışmazlar ve harekâtını onlara bina etmezler.” [6] hizmet edenler aktifken başkalarını aktifler. Başkalarını hareketlendirip kinektik hale getiren kimseler bu faaliyeti yaparken kendisi ücretini almaktadır. Hizmette aktif olmak bir hizmetkar için en büyük mükafattır. Çünkü hizmetin kendisi bir ücrettir. Kitap okumayan veya haybeye okuyan, kimseye anlatmayan kimse dinamo özelliğini kaybetmiş ve hizmette enerjisini söndürmüştür. Dimanonun kinetik hale gelip ektiflemesi için hizmette faal olması elzemdir.

 

Bazı arabalar var. Akü bittiği için kontak çevirsenizde motor çalışmayacaktır. Ya başka bir aküden akım alıp statikten kinetik hale gelecek yani aküyü şarj edecek. Veya arabayı birileri yitip kontağı çalıştıracak, halk tabiri ile vurduracak.

 

Bunun gibi bu şablonu şuna uyarlayalım.

Şevki olmayanlar hi hi hi hi hii

Şevki zayıf olanlar hihiiii hizmeet

Şevkli olanlar hizmet

Gibi motorun kuvvetine göre faaliyet gösterecektir.

 

 

Bir nur talebesinin okumak ve anlatmak vazifesini terketmesi ise onun manevi kıyameti kopmuş, içi pörsümüş, içeriyi kurt yemiş bir hale gelmiş demektir.

 

Sadece okuyan kimseler ise büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar. Bu hallerden kurtulmanın çaresi ise şevk u gayretle hizmetle kurtulmaktır.

 

Bizler hizmeti kurtarmaya değil, hizmetle kendimizi kurtarmalıyız. “kim olursa olsun, mes’uliyet dairesi olanlar, muhitini tenvir ile mükelleftir. Bir vilayet, hattâ bir memleketin saadet ve selâmeti, tenvir ve irşadı ile mükellef olanlar, elbette çok daha ziyade müteyakkız davranmak mecburiyetindedirler. [7]

 

Rabbim hizmetle kaim olmak şuuruna sahip kimselerdeneyleyip bizleri müteyakkızlardan eylesin. Hüsn-ü zanla şirket-i maneviye ve şahs-ı maneviden düşmekten muhafaza eylesin. Bineğimiz olan şevkimizi kaçırttırmasın.

 

“Biz âcizleri

böyle eserleri okumak şerefiyle müşerref kılan

Cenab-ı Hakk’a

binler, yüzbinler defa

hamd ü sena ediyoruz.

 

Bütün dünyanın asırlardan beri beklediği

ve nurundan istifade etmek için can attığı;

 fakat muvaffak olamadığı

böyle bir hazine-i ilmiyeyi bizlere

 okumayı nasib eden

o Hâlık-ı Zîşan’a

teşekküren âhir ömrümüze kadar

secdeden başımızı kaldırmasak

yeridir…” [8]

 

Selam  ve Duayla

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Tarihçe-i Hayat ( 315 )

[2] Sözler ( 712 )

[3] Lem’alar ( 8 )

[4] Mesnevi-i Nuriye ( 263 )

[5] Münazarat ( 95 )

[6] Tarihçe-i Hayat ( 315 )

[7] Tarihçe-i Hayat ( 29 )

[8] Hanımlar Rehberi ( 140 – 141 )

 

www.nurnet.org

Başörtüsüyle Deney Yapmaya Kalkan Belçikalı Kız Çabuk Vazgeçti

Belçika’da yaşanan olay İslamafobyanın geldiği boyutu gözler önüne serdi. IŞİD gibi terör örgütlerinin güya İslam adına yaptığı eylemler İslam’a ve Müslümanlara zarar vermeye devam ediyor.

21 yaşındaki bir üniversite öğrencisi başörtüsü takarak sosyal deney yapmaya çalışırken hiç ummadığı tepkiler aldı.

Flaman Üniversite öğrencisi Silke Raats, bir sabah Müslüman kadınlar gibi baş örtüsü takarak okula gidince beklenmedik tepkilerle karşılaştı.

Yakın çevresi ve arkadaşları onun “çıldırdığını” düşündü. “Yakında IŞİD’e katılırsa şaşırmayacağız” diye eleştirdiler. Silke’nin anlatımına göre çevresindekilerin üçte biri, onunla ilişkisini kesti.

Birlikte tatile gittiği en yakın arkadaşları bile yolunu değiştirip onu görmezden geldi. Aslında bu yaptığı bir sosyal deneydi.

Farmakolojik laboratuvar teknikleri bölümü öğrencisi 21 yaşındaki Silke, yaşadığı Wilrijk ilçesindeki gençlik merkezinde, Türkiye kökenli çocukların ev ödevlerine gönüllü olarak yardım ediyordu.

Genç kız, boş zamanlarında mültecilere yardım programlarına da katılıyordu.

Son olarak Brüksel’de Maximilianpark’taki sığınmacılara yardıma gitmişti. Bu yüzden yakın çevresi ve okuldaki arkadaşlarından “sığ tepkiler” aldığını anlatıyor.

BBC Türkçe’nin haberine göre Silke de bu önyargılı bakışa karşı, İslam’ın sadece Radikal fikirler ve Suriye’deki savaştan ibaret olmadığını göstermek istiyordu.Bunun için bir ay boyunca herhangi bir Müslüman kadın gibi başörtüsü ile dolaşmaya ve gelen tepkileri filme almaya karar verdi.

Annesi de bu projeyi destekledi. Facebook profiline başörtülü bir fotoğraf koydu. İlk gün en çok zorlandığı şey, başörtüsünü bağlayıp iğneyle tutturmak oldu. Başörtüsü ile sokağa çıkıp okula gittiğinde ise karşılaştığı tepkiler son derece olumsuzdu.

Sert tepkiler

Başörtüsü taktığı haberi hızla yayıldı. Yakın çevresi ve arkadaşlarından da hem ailesine hem kendine sert tepkiler gelmeye başladı:

“O da herkes gibi normal olamaz mı? Tamamen çıldırdı.”
“Bir Müslümanla beraber kesin. Bir Müslümanla evlenirse hiçbir zaman özgür olamayacak.”
“Sığınmacı ve Müslüman arkadaşlarının çok fazla etkisinde kalmış.”
“Benim çocuğum eve böyle gelse sokağa atardım.”
“Hiçbir zaman iş bulamayacaksın biliyorsun değil mi?”
“Doğum günü için Suriye’ye bilet alalım. Yarın IŞİD’e katılırsa şaşırmayacağım.”
“Aramızda hiçbir şey eskisi gibi olmayacak biliyorsun.”
“Benim yanıma fazla yaklaşmasın, kimbilir belki bomba atar.”

Uzun deney çabuk bitti

Silke Raats’a gösterilen tepkiler bununla da sınırlı kalmadı. Birçok kişi onunla görüşmeyi kesti.

Silke, 10 gün içinde arkadaşları ve yakın çevresinin üçte birini kaybettiğini söylüyor. Yakınları hatta birlikte tatile gittiği en yakın arkadaşları bile sokakta onu görmezden gelip selam vermez olmuşlar.

Ancak, az da olsa başörtüsü takmasına olumlu yaklaşan arkadaşları da olmuş. “Sen böyle mutluysan, ben de mutlu olurum“, “Bu senin kararın. Saygı duyarım“, “Seni bu yüzden terk eden zaten gerçek arkadaşın değildir” diyerek destek vermişler.

Olumsuz tepkilerin giderek artması üzerine Silke Raats, bir ay boyunca takmayı planladığı başörtüsünü 10 gün sonra çıkardı.

Yaşadıklarını ve karşılaştığı tepkileri “10 gesluirde dagen (10 kapalı gün)” başlığıyla video paylaşım sitesi Youtube üzerinden yayınladı.

BBC Türkçe