Kategori arşivi: Günlük Paylaşımlar

Nurcu Olmak Kolay, Nurcu Ölmek Zor !

Nusret Hoca“NURCU OLMAK KOLAY NURCU ÖLMEK ZOR.”

“ENBÜYÜK HİZMET ODURKİ, HİZMETE ZARAR VERMEMEKTİR.”

BÜYÜK ALİM MOLLA NUSRET ABİ ANLATIYOR…

Üstadın yanına gitmeğe karar verdim. Bu sefer biraz daha Risale-i Nur’a bağlılığım artmış, hocalığa, tarikata, evrad ve ezkara karşı biraz soğukluk gelmiş idi, acaba Üstad beni kabul eder mi diye düşünüyordum, çıktım gittim. Sanki babamı, akrabamı yeni görmüşüm gibi hiç çekinmeden serbestçe elini öptüm, yüzüne de baktım, Üstad tebessüm etti, elini öperken öteki eliyle başımı okşadı, üç sefer elini öptüm, hiç elini çekmedi, Üstad hep tebessüm ediyordu. Hâlbuki bir sefer bile elini vermezdi. “Ben seni talebeliğe kabul ediyorum” dedi. Sonra ağabeylerle yemek yedik, Üstadın arkasında namaz kıldık, Zübeyr ağabey tesbihatı ve “Âyet-ül Kübra” dan namaz dersini
yaptı, Üstad da ders anında sağ elinin içini sol elinin dışına vuruyor, mütemâdiyen “fesubhanallah!. fesubhanallah!. fesubhanallah!.” diyerek sanki dinlediği eseri o te’lif etmemiş, sanki daha evvel hiç okumamış da ilk defa duyuyor gibi tahayyür ve taaccüp ediyor, mütemadiyen “fesubhanallah, fesubhanallah…” diyerek dinliyordu.

Bana dört şey tembih etti.

1.Küçücük bir dersane aç.

2.Nâdir Ahmet’e selâm söyle

3.Nâzım Beyle imtizaç et.

4.Gazete gibi okuma!

Çıkarken yine Üstadın elini öptüm, Üstad yine tebessüm etti.

Zübeyr ağabey çıktıktan sonra bana sordu: “Üstad sana ne dedi, yâni gazete gibi okuma demekle Üstad ne demek İstedi?” Ben dedim: “Yâni acele okuma” diyor. “Yook öyle değil, sen hoca değil misin, sizde “meftuhane mahtumane” yokmu dur, kitaba başlayınca tatlı filan vermiyor musunuz?

Üstad diyor ki: “Başlamış olduğun kitabı sonuna kadar okuyacaksın, öyle başlıklara bakıp bakıp ta kapatmayacaksın, yâni bir yerine, sonra bir başka yerine bakıp okuduktan sonra kitabı katlayıp bırakmayacaksın, kitabı sonuna kadar okuyacaksın, Üstad bunu diyor” dedi.

“Nurcu olmak kolay, Nurcu ölmek zor.”

Üstad “Küçücük bir dersane aç” demişti. İşte bu küçücük dersaneyi açtık elhamdülillah. Üstad gibi Hulûsi ağabey de çok teşvik ediyordu, işte bu kardeşler de burada hizmet ediyorlar. Cenab-ı Hak rızası dâiresinde kabul etsin. Enâniyet, benlik, hodfuruşluk gibi afetlerden Cenab-ı Hak mahfuz buyursun. Üstadımızın meslek ve meşrebine mebni istikametimizi muhafaza etsek ne mutlu. Hodfuruşluk, enaniyet ve benlik ile, şan-ü şeref peşinde koşmak ile hiç kimse istikametini muhafaza edememiş, mebde ve müntehayı birleştirememiştir. Zübeyr ağabeyin sözüdür: “Nurcu olmak kolay, Nurcu ölmek zor.” Hulûsi ağabeyin de meşhûr sözü: “En büyük hizmet odur ki, hizmete zarar vermemek.” Demek ki hizmete zarar vermedin mi en büyük hizmet oluyor. Hizmet senden zarar görmesin.

Cumanız Mübarek Olsun!

Allah’ım! Bana olan ihsanının güzelliği, nimetlerinin bolluğu, bağışlarının çokluğu karşısında ve benden esirgemediğin rahmetin, bana tamamladığın nimetin için sana hamdederim ve sen hamda lâyıksın.

Gerçekten de şükründen âciz olduğum nimetler vermişsin bana. Eğer senin bana yönelik ihsanın ve bol nimetlerin olmasaydı, (kendi çabamla) ne nasibimi elde edebilir, ne nefsimi ıslah etmeyi başarabilirdim.

Ne var ki, ben istemeden sen ihsanda bulundun; tüm işlerde bana yeterlilik verdin; tahammülü zor belâları benden uzaklaştırdın ve sakınılan kaderi başıma getirmedin. Allah’ım! Nice tahammülü zor belâları benden uzaklaştırdın; nice bol nimetlerle gözümü aydınlattın ve nice büyük iyilikler ettin bana.

Çaresiz kaldığımda çağrıma icabet ettin; ayağım sürçtüğünde hatamdan geçtin ve düşmanlardan hakkımı aldın.

Allah’ım! Senden bir şey istediğimde cimri bulmadım seni; sana yöneldiğimde bezgin görmedim seni. Tam tersine, seni; duamı işitici, istediklerimi verici olarak buldum. Her hâlimde ve her anımda nimetlerini bol buldum. O hâlde sen, benim yanımda övülmüş birisin; ihsanın da pek makbul, pek güzeldir. Canım, dilim ve aklım, hamdın hakkını ödeyecek, şükrün hakikatine ulaşacak, seni benden son derece razı edecek bir hamd ile sana hamdetmektedir. Şu hâlde, gazabından kurtar beni. Ey farklı farklı görüşler beni bitkin düşürdüğünde sığınacağım kale!

Ey hatamdan geçen (şefkatli Rabbim)! Eğer ayıplarımı örtmeseydin, rezil olurdum. Ey yardımıyla beni destekleyen! Eğer senin yardımın olmasaydı, yenik düşerdim. Ey yüceliği karşısında padişahların, boyunlarına zillet boyunduruğu koyduğu, galebesinden korktuğu kimse! Ey takva ehli ve ey güzel isimlerin sahibi! Senden, beni affetmeni ve beni bağışlamanı istiyorum. Zira ne suçsuzluğumu ispat edecek bir mazeretim; ne yardım alabileceğim bir gücüm; ne de kaçacak bir yerim var. Senden, hatalarımdan geçmeni, beni mahveden ve beni kuşatıp helâk eden günahlarımı bağışlamanı istiyorum.

Rabbim! O günahlardan tövbe ederek sana kaçtım. O hâlde, tövbemi kabul buyur. Onlardan sana sığınıyorum; sığınma talebimi kabul et. Senden yardım istiyorum; yardımsız bırakma beni. Rahmetini dileniyorum; esirgeme benden. İpine sarılmışım; başkasına teslim etme beni. Seni çağırıyorum; eli boş geri çevirme beni. Rabbim! Miskin, düşkün, korkan, ürken, yoksul ve çaresiz biri olarak seni çağırıyorum.

Allah’ım! Dostlarına vadettiğin şeylere doğru koşmadaki zaafımı, düşmanlarını korkuttuğun şeylerden kaçınmadaki güçsüzlüğümü, üzüntülerimin çokluğunu ve tutkularımın dürtüsünü sana şikâyet ediyorum.

Allah’ım! Batınımın kötülüğünden dolayı beni rüsva etmedin; günahlarımdan dolayı beni helâk etmedin. Sen beni çağırdığında ağır davrandığım hâlde, ben seni çağırdığımda hemen icabet ediyorsun. Dilediğim her ihtiyacımı senden isteyebiliyorum. Nerede olursam olayım, sırrımı sana açabiliyorum. Bu yüzden, senden başkasını çağırmam; senden başkasına ümit bağlamam.

Lebbeyke lebbeyk! (Davetine icabet ettim, emrindeyim!) Sana şikâyette bulunanı duyarsın; sana güvenerek seni vekil edene kucak açarsın; sana sarılanı kurtarırsın ve sana sığınanın üzüntüsünü giderirsin.

Allah’ım! Şu hâlde, şükrümün azlığından dolayı beni ahiret ve dünya hayrından mahrum etme ve bildiğin günahlarımı bağışla. Eğer azap edecek olursan, (bunu hak etmişim; çünkü) ben, kendine zulmeden, fırsatları kaçıran, ömrünü zayi eden, günahkâr, suçlu, ihmalkâr, tembel, nasibinden gaflet eden biriyim. Eğer bağışlayacak olursan, sen, acıyanların en merhametlisisin.

( İmam Zeynelabidin Hz.’nin Sahife-i Seccadiye Mecmuasından, Allah’a Yalvarıp Yakarma ve Boyun Eğme Hakkındaki Duası )

www.NurNet.Org

Fıtrat Nedir?

İbn Manzur, Lisanü’l- Arap eserinde fıtratı şöyle tarif eder: “Allah Teâlâ’nın mahlûkatını kendisini bilip tanıyacak ve idrak edecek bir hal, bir kabiliyet üzere yaratmasıdır.” Başka bir ifade ile fıtrat yapı, mizaç, karakter anlamı da ifade eder.

Cenab-i Allah (cc)’ın yaratmış olduğu her varlık kendi mecrasında yürür. Meselâ ağaçlarda kök, gövde, dal, budak ve yaprağın bulunma fıtratı; insanlarda da bir baş, iki göz, iki kulak, bir burun, iki ayak, iki elin bulunması fıtratı…

Yani Cenab-i Allah’ın, “âdetullah,” diye tabir edilen kanunlar ile insanın mahiyetine dercettiği kanunlarının hey’et-i mecmuasına fıtrat demek daha güzel bir ifade olur. Örneğin, gece ve gündüzün meydana gelmesi, güneşin ayni yönergede hareket etmesi, değişmez bir adetullah kanunudur.

İnsanın fıtratında da din, şefkat, dua ve sevgi fıtratı vardır. Kişi ne kadar asi dahi olsa elbette güzel bir yani vardır. Zaten kimse “ben kötüyüm” demez. Münasebet geldiği için bir vakıayı anlatmak istiyorum: Kamu yöneticisi bir arkadaşım, personeli ile sıkıntılı olduğunu hissettim, aralarına bir sükûnet ve maslahatı sağlamak için arkadaşımdan “büyüklüğün şe’ni barış ve bağışlamaktır, aranızdaki nizâyi kaldırınız” dedim. Arkadaşım: “Hayır, bana yapılan bir hakarete karşı; barış yerine karşılık vermek fıtratımda vardır” dedi. Birkaç dakika sonra musalaha gerçekleşti, kin ve nefret; sevgi ve muhabbete dönüştü.

Arkadaşıma dedim ki: “Senden bir şey eksildi mi? “Hayır” dedi. Ve sözün devamında, “ bütün samimiyetimle şunu size ifade etmek isterim: Ben zaten personel arkadaşlarımla konuşmak ve onlarla helâlleşmek istiyordum, sizin teklifiniz bana cesaret verdi” dedi. Deme ki, insanın fıtratında daima güzellikler vardır. Üstadın dediği gibi “fıtrat doğru söyler” yeter ki fıtrata itibar edilsin. Fıtrat kalp ve ruhun huzuru dahi temin ediyor.

İnsan her ne kadar yaratılış itibariyle kıymettar bir varlık olmasına rağmen, kendi başına sosyal ve içtimai hayata, rehbersiz dengeyi sağlamaya muktedir değildir. Dolayısıyla kanunları tam tesis ettirmek ve adaleti sağlaya bilmek için bir muallime, bir mürebbiye, bir müfessire ihtiyaç vardır. Bu muallim ve müfessir ise Kur’ân-ı Hakimdir.

Mevzu ile alâkalı Bediüzzaman şöyle diyor: “Evet, Kur’ân-ı Hakim, şu Kur’ân-ı azîm-i kâinatın en âli bir müfessiridir ve en beliğ bir tercümanıdır. Evet, O’ Furkandır ki, şu kâinatın sahifelerinde ve zamanın yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekviniyeyi cin ve inse ders verir.”1

Bediüzzaman’a göre, kâinat bir kitab-ı Kebirdir. Kur’ân-ı Hakim ise, “kâinat kitabınin kıraatıdır ve nizâmâtının tilâvetidir ve Nakkaş-ı Ezelisinin şuûnâtını okuyor ve fiillerini yazıyor.”2

İşte Risale-i Nur, Kur’ân’ın hakiki ve mânevî bir tefsiri olduğu için asıl maksadı kâinat kitabını okumak, fıtratın gayesini, hilkatin neticesini beyan etmektir. Kudret sahibi olan Allah (cc) kâinatı insan için, insanı da marifet ve muhabbeti için halk etmiştir.

Bakınız! Asrın Bedii, Risale-i Nur’un müellifi Beddiüzzaman, ne diyor: “Katiyyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı billahtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billah içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir. Evet, bütün hakiki saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır: Onlar onsuz olamaz. Cenab-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakiki tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten mübtelâ olur. Evet, şu perişan dünyada, âvare nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta; sahipsiz, hâmisiz bir surette; âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder?”3

Yukarıda ki detaydan da anlaşıldığı üzere Risale-i Nur’un birinci gayesi, fıtratın en yüce neticesini anlatmak; yani Allah’ı bildirmek, onun muhabbet ve marifetini kalb ve ruhlara nakşetmektir. Risale-i Nur eserlerinin esası işte budur. Bu aşk ve bu heyecanla imana, Kur’an’a ve İslâm’a hizmet eder, Mevleviler gibi döner, Kalb ve gönülleri bu sahada tutuşturur.

Bediüzzaman, ayni zamanda içtimai ve sosyal hayattaki başarının sırrını da fıtrat kanunlarına bağlıyor. İnsanlar hayırlı işlerde fıtrat kanunlarına uygun hareket etmediği takdirde muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer.4 “İçtimai çarklar altında kalır, ezilir. fıtrata muhalefet edene fıtrat muvafakat vermeyecektir.5 diyor.

Bediüzzaman, İslâmiyet ile fıtrat kanunlarını da şöyle ilişkilendiriyor: “Evet, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın getirdiği şeriatın hakaiki, fıtratın kanunlarındaki muvazaneyi muhafaza etmiştir. İçtimaiyatın rabıtalarına lâzım gelen münasebetleri ihlâl etmemiştir. Zaman uzadıkça, aralarında ittisal peyda olmuştur. Bundan anlaşılır ki; İslâmiyet, nev’-i beşer için fıtrî bir dindir ve içtimaiyatı tezelzülden vikaye eden yegâne bir âmildir.” 6  

Rüstem Garzanlı

www.NurNet.org

06.09.2014

KAYNAK :

1-Emirdağ Lâhikası

2-Emirdağ Lâhikası

3-Kastamonu Lâhikası

4-Lem’alar, On Altıncı Lem’a

5-Sözler, Konferans

6-Kastamonu Lâhikası,

Kıssadan Hisse

Abdulhamid Dindar

Her Müslüman, bilhassa Hoca imanına ciddi sahip çıkmalı!

Müslümanlar İman kuvvetinde ilerleyen gaye adamını örnek almaları lazım. Onun hal ve harekâtı çok kimseyi dalaletten kurtarmaya vesile olabilir. Burada bahsedeceğim Abdülhamid Dindar Hoca dayımın hayatından belki daha önceden kısmen  bahsetmişimdir. Kendisi Balkanlardaki Kosovanın Gilan kazasının Dobırçan köyünde doğmuştur. Fakat eşine ender rastlanan dinden tavizsiz bir Hoca Efendi idi. İkinci dünya savaşından sonra, sosyalist devletin erkânları hocaların başlarından sarıkları çekmek için, bundan başlayarak, kardeşi Hafız Tahsin ile beraber polislerle Kamenisa il merkezindeki emniyet baş komiserliğine götürürler. Sabahtan akşama kadar Emniyet müdürü sarığını çekmesi için zorlar. Hoca dayım Üstadın dediği gibi, oda “bu sarık benden, başka türlü çekilmez, yalınız kafamla beraber çekilebilir” der bu sefer, Emniyet müdürü kalkar kendi eli ile  Dayımın sarığını çözer ve eline verir ve haydi buradan defolun. Kardeşi Hafız Tahsin ile beraber emniyetten çıkarlar ve emniyet dairesinin kapısının dışında tekrar sarığı başına bağlar ve evlerine dönerler ve hayatı boyunca, yalınız evinin dışında değil evinin içinde dahi sarıksız onu kimse görmemiştir. Oranın halkı, oranın Hocalarından, sarıklarını Sosyalist kanunu çekememesine sebep, Hoca dayımın bu gayretini gösteriyorlardı.

        Örnek hayatından bir tane daha: Makedonya’nın meşhur bir köyü Rahmanliya dayımı imam istiyorlar, dayım gidince oranın eşrafı toplanmış, dayıma: Kaç para imamlık hakkı istiyorsunuz? Dayım onlara ne; ben hak için mi buraya geldim? Ben hizmet için geldim, o vazifeyi yapabilirsem ne mutlu bana. Fakat ben melek değil, insan olduğum için ekmek yerim o ihtiyacımı siz giderirsininiz çünkü vazife esnasında ekmek parası için ben başyerde çalışamam der. İleve eder, herkes bana para vermeye gelirse ben kaçar giderim. Dayımın bu ihlaslı hareketi akşam ve sabah namazlarında bile, caminin içinin dışında caminin mafili de cemaatla doluyordu. Kışın ısınma ihtiyacı tabii ki odunla gideriliyordu. Cemaat odunları keser hazırlar çuvallara koyar geceleyin dayıma getirir, avlunun yüksek duvarından atardı. Böylece hem getiren gururdan kurtulmuş olurdu hem de Hoca dayımda kimseye minnet etmek ihtiyaç duymazdı.

Dayım, oğlu ve âilesi ile Türkiye’ye göç ettikleri zaman, âile efradı temelli pasaportla Türkiye’ye geldi. Sarığını başından çekmemek için kendi turist pasaportu ile geldi. Sokağa çıktığı zaman herhangi polis müdahale etse: Atlatmak için ben turistim der pasaportunu sarıklı fotografi ile gösterir geçerdi. Onunla 24 saat otursan boş işitmezdin. Ayet, Hadis okuyarak meallerini anlatırdı. Onun yanında, kimse ondan izin almadan konuşamazdı.

        Küçük kardeşini o Hafız Tahsini’de o yetiştirmişti. Hafız Tahsin’in de gayreti diniyesi Üç ay hapis yatmasına sebep olmuştu. Evet sosyalist idare Müslümanların hanımlarından peçe ve çarşafı çekmek için, imanı zayıf hocaları seçip, onları köy ve kasabalarda milleti ikna etmek için konuşturuyordular. O sahte hocalardan biri Dayımın köyüne geldiği zaman Hafız Tahsin dayım, yavaş yavaş Kalabalığı aralayarak kendine yol açar ve konuşan hocanın yanına gelir. Ve bağırarak düne kadar sen değilmi idin rahleye vurarak tesettürün Allah tarafından bir emir olduğunu vurgulayan, diyerek hocayı susturur ve polisler hemen dayımı alarak hapisheneye götürürler. Ve orada 3 ay hapis yatar. Böylece dini gayretini göstermiş olur

Abdulkadir Haktanır

www.NurNet.org