Kategori arşivi: Günlük Paylaşımlar

İnsanı Dinlediğinin Ve Okuduğunun Mahsuludur

Evet İnsan kültürünü göz ve kulağından alır. İnsan ana terbiyesini âilesinden alır. Öğretmenden ve okudu kitaplardan aldığı bilgiler bunun üzere yer alır. Evet insan nedir? “Gözleri ile ve kulakları ile kafasına ne sokabildi ise odur.” Bu insan Mantığını dinleyerek yaptığı işler sayesinde meleklerden de üstün çıkabildiği  gibi, vahşi hayvanın altına de düşerek alçalabiler bir varlıktır. Bu sebepten Üstadımız: “İmanın derecesi zerreden (atomdan) ta şemse kadar (Dünyamızdan 1.300.000 kere daha büyük olan güneşe kadar yükselebilir) diyor. Yabancı bir yere misafir gittiğin zaman oradaki insanlardan  elbisene göre değer alırsın. Fakat o evden çıktığın zaman, orada konuştuğuna göre  o insanlar sana değer verirler.

Bu sebepten biz yapıp ne yapıp bütün sermayemiz olan zamanımızı değerlendirmeliyiz. Bir insan ben hürüm, böyle düşünürüm, Mantık miheginden geçirmeden, karşıdakini beğenmem demesi de ilim mahsulü değildir. Konuşabildiği o kelimelerde kültür, terbiye yoksulluğunun alametidir. İyiyi ve kötüyü de seçmeye sebep kafasına aldığı bilgilerin neticesidir. Bu ciddi meseleleri yazmamın sebebi, vatandaşımı çok sevdiğimden ötürü onun eline ölçü vermek isteğimden ileri geliyor. Vatandaşımı, bilhassa gençleri kötü yolda görsem çok acırım, küsemem. Aşağıdaki yazılarımı tenkit için değil, insan kültürünün esiri olduğunu ispatlamak için yazdım.

Her ne kadar Allah her şeyin her şeyini inceden inceye bilir, fakat insanın kendisi de nasıl biri olduğunu, iyi mi kötü mü, dindar mı,  dinsiz mi, ahlak derecesi ne olduğunu bilir. Fakat nefsi kendisini beğenir, onun benliği iyilikleri kabul ederek, kötülüklerin tamamını reddetmeye çalışır. Bununla beraber, Müslümanlar içinde yaşayanlardan ecnebilerden başka Müslüman geçinen hiç biri kolay kolay “Ben dinsizim!” demeye cesaret edemez. Fakat yaptığı demogojiden dinsiz olduğu meydana çıkar Böylece bazı kimse Müslümanlığın icaplarını yapmaya yanaşmadığı halde, nefsi kendini müdafaa etmeye kalkarak ben Müslüman değil miyim der, böyle demekle işi hallettiğini zanneder, fakat heyhat!!! İnsan aldığı kültürünün mahsulü  olduğunu daha iyi anlamak için on küsur örnek ile, insanların nasıl biri diğerinden çok farklı iki tarz hayat yaşadıklarını anlatarak hakikati daha iyi anlamayı kolaylaştırmaya çalışacağım.

Biri içkili düğün ve toplantılardan uzak durarak, o ecnebilerin işidir der, ben Müslüman olduğum için, benim için içmekte, içenlerin yanında durmakta yasaktır, din kültürüme aykırıdır der onu kabul etmez. Diğeri tam tersine içkili düğün ve toplantılara gitmeyi kültür kabul ettiği için oralara seve seve katılarak gitmeyenleri gerici görür,

Biri, dünyevi işlerinde çalışırken bile elde ettiği kazançlarını ahirete mal etme yoluna giderken. Öteki yalnız  maddi zevklerini düşünerek öleceğini hatırına getirmek istemez.

Biri, Cuma namazlarını kaçırmamaya çalışır, aynı memleketin adamı olduğu halde, diğeri yalnız bayram namazlarını kılmakla iktifa eder.

Biri, beş vakit namazını geciktirmeden kılmaya gayret gösterirken, diğeri İslam’ın şartlarını yerine getirmekten uzak yaşar.

Biri, bu hayat geçici, öteki hayat sonsuz olduğu için farz namazlarını az görüp, Teheccüd ve Duha namazlarını da kılmaya gayret eder, diğeri Ramazan ayında Müslüman kisvesine girer, yani farz olan orucunu tutar,  sünnet olan teravih namazını kılar, fakat daha önce alışmadığı için Öteki aylarda farz namazlarını kılmak bile ona ağır gelir.

Biri, kendisi mahrum kalsa bile muhtaç olanların ihtiyaçlarını gidererek onları sevindirmeye çalışır, diğeri yalnız kendi menfaatini düşünerek “Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne?” der.

Biri, ben Müslüman’ım ve hayatımla örnek biri olmam icap eder kendine diyerek, giyimine kuşamına üstüne başına temizliğine dikkat ederek Müslüman’a yakışır nazik bir hayat yaşar, diğeri üst seviyedeki insanlara kendini beğendirmek için üstüne başına dikkat eder, alt seviyedeki insanlarla yaşarken kabalığı terk edemez.

Biri, meyhaneye girmek şöyle dursun; sigara dumanı ile dolu, laklakayla vaktini geçirme yeri olan kahvehanelere bile girmeyi tenezzül sayarak yaklaşmazken, diğeri bütün sarhoş edici içecekleri kendine meşru sayar, maskaralığın tümüne çekinmeden bulaşır.

Biri, yenmesi haram olan yiyeceklere yaklaşmak şöyle dursun; bütün şüpheli yiyecek ve içeceklerden uzak durmaya gayret göstererek, kiminle oturması lazım, kiminle oturmak faydasız olduğunu dikkatinden kaçırmadan yaşamaya çalışırken, diğeri yediklerine dikkat etmediği gibi, yabancı hanımlarla düşüp kalkarak yalnız geçici zevklerini, şehvani duygularını tatminden başka hiç bir şeye ehemmiyet vermez.

Biri, kendini ve âilesini ateşte yanmamak için günahlardan korunma gibi hallere sahip çıkarken, hayat arkadaşı olan hanımından da  mesul olacağını ve hanımı yalnız bu dünyada ona eş değil, belki ebedi hayatta da onun hayat arkadaşı olacağını bildiği için, onu orada kaybetmemeye çalışır, onu ikna ederek tesettürsüz gezmemesine dikkat ederek ehemmiyet verir, diğeri hanımı  evinde mutfak elbiseleri ile gezse de mühimsemez, misafir geldiği zaman veya bir yere çıkacakları zaman, yeni elbise giymesini emreder, dudağını, yüzünü, gözünü ve tırnağını boyamasını emreder, bunun sonu nereye varır düşünmez

Biri, hanımının ve kızlarının giyim ve kuşamına dikkat ederek şefkatini azami mertebede göstererek cehennemlik olmamaları için gayret gösterir, çünkü bilir ki sokaktaki mini etekle gezen hanımların etekleri birden o hali almadı, o kızların babaları dikkat etmeye etmeye etekleri birer ikişer santim kısalarak o hali aldı, ötekisi bütün bu dini inceliklere karşı lakayt kalıp, “Ben ne yapayım evlat bu, öldürecek miyim? ” diyerek ahirette  bu hayatın hesabını inceden inceye vereceğini nazara almadan yaşayarak, dünya zevklerinden başka hiçbir şey düşünmez.

Biri, ahiretteki cehennem ateşini düşününce göz yaşlarını tutamayıp, burada en ufak bir ateşin acısına dayanamazken orada bu nazik vücudum, burada yaptığım günahların tamamını temizleyinceye kadar  o müthiş azaba nasıl dayanırım kendine diyerek, o korku uykusunu kaçırdığı halde, öteki hiç düşünmeden öyle günahlara batar ki, o günahlı işler ufak bir bahane ile onu inkara kadar götürür, ebedi azaba mahkum edecek dereceye düşürür.

Biri, fabrika sahibi değil, esnaflık yaptığı halde, dine hizmet etmeye koşan bir başkası dini hizmet için paraya ihtiyacı olduğunu ona söyleyince, arkadaşı ona der, “Yarın gel,  elimde olan  altı dairenin tapusunu senin üzerine yapayım, ama bir şartla kimseye söylemeyeceksin”, öteki ise sokaktaki dilenciye bir miktar para verdiği zaman, bir yumurta için mahalleyi ayağa kaldıran tavuk gibi, fakire kaç lira verdiğini herkese anlatır.

Ayni vatanda yaşayıp farklı düşünceyi taşıyan tarif ettiğim iki çeşit farklı insanın meydana gelmesinin sebebi başka değil aldıkları kültürden doğmaktadır, yani biri yalınız madde ile ilgili kültür almıştır, diğeri maddeyi ihmal etmemek şartı ile manevi kültürünü almaya azami gayret göstermiştir. Bu sebepten Bediüzzaman hazretleri diyorki: Bir kitabı okumada önce bakacaksınız o kitabı kim yazdı, kime yazdı, ne için yazdı, ne makamda iken yazdı. Bu şartları öğrendikten sonra kitabı okuyacaksınız.

Evet Bediüzzaman Hazretleri yazdığı kitaplar olan Risale-i Nurları okuyan adam nasıl yakini bir İmana sahip olduğunu sayısız şahitler var? Marx, Engels, Stalin, Lenyinın, Feriudun ve Buffonun kitaplarını okuyanlar da nasıl birer ateist olma ihtimali kavi olduğunu siz düşünün.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Âdem Ejderhası

Mirîalem Ahmed Ağa, muasırlarının tabiri ile “Âdem Ejderhası” idi, “her bir kolu bir çınar dalı” idi.

Mîrialem Ahmed Ağa… “Nererede o eski sporcular!“ dedirtecek cinsten sıradışı sporcu, Türk okçuluk tarihinin en büyük üç Türk kemankeşinden biri kabul edilir. Geleceğin “Muhteşem Süleyman“ının şehzadelik yaptığı yıllarda keşfedilen bu Boşnak asıllı delikanlı, Manisa Sarayı`na içoğlanı olarak alınıp istidatlarının çiçek açması için zemin hazırlanır. Devrin en revaçta sporlarından biri olan okçuluğa oldukça meraklı biri olan Ahmed Ağa`nın acı kuvveti hakkında tarihi kaynaklarda birçok ilginç rivayet vardır:
Çocuk denecek yaşta, odun yüklü bir eşeği bacaklarından tutarak havaya kaldıran genç Ahmed,
ayrıca üç yaşındaki deve göçeğinin altına girip rahatça dolaştırırmış.
Bunun yanında iki koyunu, iki elinin serçe parmaklarına geçirip hayvanlar yüzülünceye kadar havada tuttuğu da kaynaklarda yer almaktadır.

Doğuştan sportmen bir yaratılışa sahip bu çelik-çavak genç,
ata binerken, hayvan ne kadar yüksek olursa olsun üzengisine basmadan atın üstüne rahatça sıçrayarak görenleri hayretler içinde bırakır.

İstanbul`da, saray üniversitesi olan Enderun`a kabul edilen bu yiğit delikanlı, bu arada Kanunî Sultan Süleyman ile Rodos şövalyelerinin elindeki Rodos adasının fethinde (1522) iştirak eder.
Bu zorlu fetih sırasında birer kantarlık (56,45 kg) gülleleri kaleden içeri fırlatması herkesi hayret içinde bırakır. Enderun`da bulunduğu yıllarda Ok Meydanı atıcılar şeyhine müracaat edip bir `kabza talibi` olarak lisans alarak bir üstad eşliğinde antremanlara başlar.

Fizikî ve teknik gelişimle birlikte moral değerlerle pişirilen Ahmed Ağa, ilk defa Edirne`de kendini gösterme fırsatı bulur. Onca namlı kemankeş arasında Lodos istikametine olanca gücüyle yayına asılır (uzun mesafe atışlarında yarışlar rüzgar istikametine göre, yıldız, lodos ve gündoğusu şeklinde yapılırdı). Ve bu atış ona ilk rekorunu getirir. Geleneğe göre, sporcuyu teşvik ve adını ebedileştirmek için rekor kıran atıcının okunun düştüğü yere, atıcının adını ve tarihini belirten mermer bir sütun dikildiğinden, Ahmed Ağa`nın adına da Sarayönü Ağaç Ok Menzili`nde bir menzil taşı dikilir. Artık o rekoru bir âbide ile tescillenmiş bir namlı bir kemankeştir.

Muhteşem Kanunî`nin Ok Meydanı`nı ziyaret ettiği bir gün sohbet sırasında, Bursalı Şüca`nın Lodos`taki menzilinin 10 yıldan beri atılmadığını (rekorunun kırılmadığını) söylenince, Sultan derhal Ahmed Ağa`yı saraydan çağırtır ve bu rekoru kırmanı talep eder. Ahmed Ağa zorlardan zor bir talep ile karşı karşıyadır. Ama kendisine her daim hâmilik eden Padişahını mahçup etmemek için bu menzilde tam yedi yıl çalışır. Tarihler 1532`yi gösterdiğinde, kendi yaptığı özel ağaç pişrev okunu, Edirne`li Usta Ali`nin yayına takar ve Yaradan`a sığınarak fırlatır. Yedi uzun yılın emeğinin karşılığı olarak Bursalı Şüca`dan 27.5 gez (1 gez 66 cm) aşırı atıp okunu 1271 geze düşürerek tarihi bir rekora imza atar.

Bu büyük başarıdan dolayı da görkemli bir ziyafetle zaferin anısına taşı dikilir okçusuna, yaycısına cömertce ödüller bahşolunur. Kendisine de söz verildiği gibi Gelibolu kaptanlığı ihsan olunur.
Ve yine bu rekor koleksiyoncusu, Tozkoparan İskender`in bile başaramadığını başarıp spor tarihine eşsiz bir imza atmasına rağmen, `Bu Lodos menzili bana yeter` diyerek diğer bütün rekor taşlarını söktürür.

Hayatını başarılar ile süsleyen bu büyük kemankeş, şakaklarında ihtiyarlık işaretleriyle birlikte Kabe-i Muazzama`nın yolunu tutarak Hacc vazifesini yerine getirir. Ardından da dünyadan elini eteğini çeker. Yaşı yetmişine merdiven dayamış bu bu büyük kemankeş, günün birinde bir iş için yıllarının geçtiği Bayezit Camii arkasındaki Okçular Çarşısı`na yolu düşer. Eski dostları ile sohbet ederken söz arasında biri `Pehlivan artık kocadınız` diye takılma gafletinde bulunur. Sen misin bunu söyleyen! Bu söz, bir zamanlar serçe parmağıyla koyun kaldıran ihtiyar delikanlının çok ağırına gider. Ve hemen atına bindiği gibi çarşının kapısının önüne gelir ve elleriyle kemer demirine yapışır ve ayakları ile de atın karnını sıkıp kendini at ile beraber yukarı çekiverir.

Acı kuvveti ve spor ahlakıyla bugünün gençlerine birçok mesajlar veren Kemankeş Ahmed Paşa 1550`de Gelibolu`da Hakk`ın rahmetine kavuştur. Yolunuz İstanbul Şemsi Molla Camii`ne düşerse çıkışta caminin haziresine şöyle bir dolanıp bu güzel insanı Fatihalamayı unutmayın sakın.

İbrahim Refik