Kategori arşivi: Günlük Paylaşımlar

Cuma Duası (Cumanız Mübarek Olsun)

Ehl-i Beyt Mektebinin en büyük şahsiyetlerinden olan Şeyh Tusi (r.a) “Misbah” adlı dua kitabında Ebu Hamza-i Sumali’den, rivayet etmiştir ki, İmam Zeynü’l-Âbidin (RA), Ramazan ayının gecelerini genelde ibadet etmekle geçirirdi ve sahur vakti olunca şu duâyı okurdu:

“Allahım; cezalandırarak beni edep eyleme. Kendi başıma bırakarak da tuzağına duçar etme. Ey Rabbim! Nereden bir hayır umarım; oysa senin katından başka kimseden hayır gelmez. Kurtuluşa nasıl erebilirim; oysa, ancak senin lütfünle kurtuluşa erişilir. Ne iyi amel sahibi, senin yardım ve merhametinden gânidir; ne de kötü işler yapıp sana karşı gelen ve senin hoşnutluğunu kazanmayan senin kudret ve tasallutundan çıkabilir.

Ey Rabbim, ey Rabbim, ey Rabbim!(bu sözü nefesi kesilinceye kadar tekrarlardı). Seni, seninle tanıdım. Sen beni kendine yönelttin ve kendi kapına çağırdın. Eğer senin yardımın olmasaydı, senin kim olduğunu bilemezdim. Hamd (bütün övgüler) Allah’a mahsustur. O Allah’a ki ben O’nu çağırıyorum bana icabet ediyor; oysa O beni çağırdığında ben gevşek davranıyorum. Hamd Allah’a mahsustur; Allah’a ki istediğimi veriyor; oysa benden ödünç isteğince, (kullarına borç vermemi) isteyince cimrilik ediyorum.

Hamd O Allah’a mahsustur ki, istediğim vakit hacetim için O’nu çağırıyorum ve sırrımı bir aracı olmadan O’na açıyorum, O da hacetimi karşılıyor. Hamd O Allah’a mahsustur ki, O’ndan başkasını çağırmam. Eğer O’ndan başkasını çağırsaydım bile bir sonuç vermez. Hamd O Allah’a mahsustur ki, O’ndan başkasına ümit bağlamam; eğer O’ndan başkasına ümit bağlarsam, benim ümidim hiçe çıkar. Hamd Allah’a mahsustur ki, işlerimi O üzerine aldı ve beni onurlandırdı. Beni, halka terk etmeyerek halkın küçümsemesinden kurtardı. Hamd O Allah’a mahsustur ki, benden gani olduğu halde kendisini bana dost kıldı. Hamd O Allah’a mahsustur ki, hiç bir günah işlememişim gibi bana yumuşak davranıyor, Benim nezdimde övgüye en layık olan Rabbimdir ve ben O’na hamd ediyorum.

Allahım; ben, istekleri sana yöneltmenin yolunu açık görüyorum. Sana doğru coşan ümit pınarlarını dolu buluyorum. Sana ümit besleyene yardımın lütfünle hazırdır. Seni çağıranların yüzüne duâ kapıları açıktır. Biliyorum ki, ümit edenlerin hacetini yerine getiren; perişan olanların hallerini gözeten gerçekten de sensin. Ve biliyorum ki senin kerem ve ihsanın için yakarmak, kaza ve kaderine rıza göstermek cimrilerin tutumlarına karşı bana bir mükafattır Ve dünya taliplerinin ellerindekinden ihtiyaçsızlıktır.

Sana doğru hareket edenin mesafesi yakındır. Muhakkak ki, kullarınla aranda bir engel koymamışsın (seni basiret gözüyle müşahede edebilirler). Fakat ne var ki, insanların yaptıkları, onlara bir engel teşkil ediyor. Ben, isteğimi senin kapına getirmişim. Hacetimi sana bildiriyorum; sana sığınıyorum, yakarışımı sana aracı kılıyorum; halbuki, duâmın katında kabul olunmasına ve affına layık değilim. Ama ben, senin keremine güveniyor ve vaadinin doğruluğuyla huzur buluyorum. Birliğine olan imanım, senden başka Rabbim olmadığına dair yakin ve marifetimle sana yöneliyorum. Senden başka tapılacak hiç bir mabut yoktur, birsin ve ortağın yoktur.

Allahım; “Allah’ın fazlından isteyin; Allah daima sizlere karşı şefkatlidir-merhametlidir” diye buyuran sensin. Sözün haktır ve vaadin doğrudur. Ey mevlam, kullarına, senden hacet istemeği emrettiğin halde onları bahşişinden mahrum etmek senin şanından uzaktır. Sen, kullarına sayısız bahşişlerde bulunansın. Kullarına, sürekli şefkatli ve raufsun. Allahım; küçüklüğümde nimetlerinle beni eğiten ve büyüdüğümde, ismimi yücelten sensin. Ey dünyada beni ihsan ve lütfüyle terbiye eden ve ahirette kendi af ve keremine ümitlendiren (Rabbim),Ey Mevlam! Beni sana yönlendiren seni tanımamdır ve sana olan sevgim senin katında şefaatçimdir. Ben kendi kılavuz ve şefaatçimin doğruluğundan eminim.

Ey mevlam! Günahının çokluğundan konuşmayan bir dille seni çağırıyorum. Ey Rabbim! Günahtan dolayı helaka doğru yönelen bir kalple sana niyaz ediyorum. Ey Rabbim! Korku ve ümit içinde seni çağırıyorum.Ey Mevlam! Günahlarıma baktığımda dehşete kapılıyorum, ama, senin keremine baktığımda, umutlanıyorum. Eğer beni affedersen, bu senin merhametlilerin en üstünü olduğun içindir; (rahmetin bunu gerektirir) ve eğer beni cezalandırırsan hakkımda zulmetmiş olmazsın.

Allahım; istemediklerini yapmama rağmen, beni senden hacetimi istemeğe cesaretlendiren senin bahşiş ve keremindir. Günah işlemekten çekinmediğim halde, zor anımda dayanağım senin rahmet ve ra’fetindir. Günahkâr olmama rağmen, benim ümidimi boşa çıkarmayacağını, arzumu gerçekleştireceğini ümit ediyorum. Ümidimi gerçekleştir ve duâmı kabul buyur! Ey dergahına niyazda bulunulanların en hayırlısı ve ey ümit bağlanmaya layık olanların en üstünü!

Ey mevlam! Arzum büyük, amelim ise kötüdür; affından bana, arzumun miktarıca ihsan eyle ve beni kötü amelimden dolayı hesaba çekme; çünkü senin keremin günahkârları cezalandırmaktan daha üstündür. Hilim ve sabrın hata işleyenleri cezalandırmaktan daha büyüktür. Ey mevlam; ben senin büyüklüğüne sığınmaktayım. Gazabından lütfüne koşmaktayım. Affın hususunda iyi kanaate sahip olan hakkında, affın muhakkaktır; Ey Rabbim, ben kimim ki benden intikam alasın? Değerim nedir ki? Büyüklüğünle günahımı affet ve affınla bana lütufta bulun. Ey Rabbim, kötü amelime, perde çek (ört). Zatının yüceliği hürmetine, beni kınamaktan vazgeç.

Eğer bugün senden başkası günahımı bilseydi, o günahı işlemezdim. Eğer günahımdan dolayı hemen azaba uğrayacağımdan korksaydım, o günahtan kaçınırdım. Bu ise senin değersiz ve önemsiz olduğun anlamına gelemez; haşa. Bu tutumum senin kusurları örtenlerin en hayırlısı, hüküm verenlerin en iyisi ve kerem sahiplerinin en üstünü olduğundandır. İnsanların kusurlarını örtensin, günahları affedensin ve mutlak surette gaybı bilensin. İnsanların günahlarını kereminle örtersin ve hilminle cezalarını geciktirirsin. Her şeyi bilmene rağmen hilimli olduğun ve her şeye kadir olduğun halde affettiğin için hamd olsun sana. Hilmin, sana karşı gelmeye beni cür’etlendiriyor; kusurlarımı örtmen, benim hayamın az olmasına sebep oluyor; affının büyüklüğüne ve rahmetinin genişliğine olan marifetim, beni günah işlemeğe cüretkâr ediyor.

Ey Halim, ey Kerim, ey diri olan, ey yaratıkları var edip koruyan, ey günahları affeden, ey tevbeleri kabul eden, ey bahşişi büyük ve ey ihsanı sürekli olan! Güzelce kusurları örtmen hani? Büyük affın nerede? Hemen kazanılabilen kurtuluşun hani? Acil yardımın ve geniş rahmetin hani? Değerli bahşişlerin, güzel bağışların sonsuz lütufların büyük kerem ve nimetlerin, kadim ve ezeli ihsanın nerededir? Ey Kerim, keremin nerededir? Keremin hürmetine, Muhammed ve Muhammed’in Ehl-i Beyt’inin hürmetine, beni kurtuluşa erdir. Rahmetinin hürmetine, beni kurtar. Ey her işi iyi ve güzel olan Allah, ey nimet veren ve ey lütuf sahibi! Ben, azabından kurutulmak için amellerime değil, senin bize olan lütuf ve ihsanına güveniyorum. Çünkü, sensin korkulmaya layık olan ve sensin affetmeğe layık olan. Önce nimetler vererek kulların hakkında ihsanda bulunursun, sonra kereminle günahlarını affedersin. Bilmiyorum hangisinin şükrünü yerine getireyim: Bana verdiğin güzel nimetlerin mi? Üzerine perde çektiğin (örttüğün) kötü yönlerimin mi? Zor imtihanları bana kolaylaştırıp onların çoğundan beni selametle kurtarmanın mı?

Ey sana sevgi besleyenin dostu, ey sana sığınanın ve herkese olan bağlılığını kesip sadece sana alaka bağlayanın gözünün ışığı! Sensin her işi iyi olan ve biziz kötü amel sahibi; öyleyse ey Rabbim, kendi güzelliğinle kötü yönlerimizi bağışla. Ey Rabbim; senin lütuf ve ihsanının kapsamadığı bir cehalet mi var? Ve senin hilim ve yumuşaklığını tüketen bir zaman mı var? Amellerimizin, senin nimetlerinin karşısında bir değeri yoktur. Senin sonsuz kereminin karşısında kötü amellerimizi nasıl çok sayabiliriz?! Ey Rabbim; senin sonsuz merhametin, günahkârları nasıl kapsamına almaz?! Ey mağfireti hesapsız olan, ey rahmet eli daima açık olan!

Ey mevlam! Eğer beni, katından ve rahmet kapından uzaklaştırsan bile ant olsun izzetine kesinlikle kapından geri dönmem ve sana yalvarmaktan vazgeçmem. Çünkü senin kerem ve ihsan sahibi olduğunu iyice biliyorum. İstediğin işi yaparsın, istediğini -istediğin kadar ve istediğin şekilde- azaplandırırsın. İstediğine -istediğin kadar ve istediğin şekilde- merhamet edersin. Yaptıkların hakkında kimse seni sorguya çekemez. Mülkünde sana karşı gelinemez. Yönetiminde ortak olamaz. Hükmüne muhalefet olunmaz. Tedbirinde hiç kimse sana itiraz edemez. Yaratmak ve hüküm sana mahsustur. Alemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı yücedir.

Ey Rabbim; sana yönelen, keremine sığınan ihsan ve nimetlerini tanıyan bir kulun olarak kapına gelmişim. Sensin affını günahkârlara çok görmeyen cömert. Fazlın eksilmez ve rahmetin azalmaz. Biz, senin kadim ve ezeli affına, sonsuz lütuf ve rahmetine güveniyoruz. Ey Rabbim; acaba bizimle, sana olan umut ve beklentimizin aksine mi muamele edeceksin?! Veya, umutlarımızı boşa mı çıkaracaksın?! Hayır! Kesinlikle. Ey Rabbim! Senin hakkında böyle bir zanna sahip değiliz ve senin dergahına olan umudumuz bu değildir.

Senden arzu ve beklentimiz çok büyüktür. Sana karşı günah işledik, ama arzumuz günahlarımızı örtmendir. Seni çağırdık, ümidimiz duamıza icabet etmendir. Arzumuzu gerçekleştir, ey mevlamız! Yaptıklarımızın karşısında neye müstahak olduğumuzu biliyoruz. Ama sen halimizi biliyorsun. Biz de biliyoruz ki, sen katından bizleri eli boş geri çevirmezsin. Biz senin rahmetine layık olmasak da, sen, sonsuz lütfünun gereği bize ve günahkârlara ihsanda bulunmaya layıksın. Layık olduğun şeyin hürmetine bize ihsanda bulun. Bize ihsan ve bağışta bulun; çünkü senin bağışına muhtacız.

Ey çok bağışlayan; senin nurunla hidayete erdik, fazl ve ihsanınla gâni olduk; nimetinle sabahladık ve akşam ettik. Günahlarımız sana aşikârdır. Allahım, senden af diliyoruz ve tekrar sana dönüyoruz. Sen, bize çeşitli nimetler vererek şefkat gösteriyorsun. Biz ise bunun karşısında günah işliyoruz. Senin hayrın daima bize inmektedir, bizim ise fenalığımız sürekli sana gelmektedir. Her zaman kerim bir melek kötü amelimizi senin huzuruna getirir; ama, bu (amelimizin kötü olması) bize, bol bol zahirî ve batinî nimetler vermene engel olmuyor. Her şeyden münezzehsin. Yarattığında ve tekrar dirilttiğinde hilmin, keremin ve lütfün sonsuzdur. İsimlerin mukaddestir, medhin yücedir. Tüm eser ve nişanelerin güzeldir. Allahım! Senin lütuf ve hilmin o kadar büyük ve çoktur ki, asla beni hatalarım ve kötü işlerimle değerlendirmezsin.Ey Mevlam! Ey mevlam!Ey Mevlam! Bağışla bizi; bağışla bizi; bağışla bizi.

Allahım, bizi, kendini anmaya muvaffak et. Gazabından aman ver, azabından uzak eyle, bahşişlerinden bize de nasip eyle. Bize, evini (Ka’beyi) ve Peygamber’inin kabrinin ziyaretini nasip eyle; salat, rahmet, mağfiret ve hoşnutluğun ona ve Ehl-i Beyt’ine olsun. Muhakkak ki sen -kullarına- yakın ve onların duâlarına icabet edensin. Her yaptığımızı kendin için itaat kıl. Bizi, kendi dininin ve Peygamber’inin (Allah’ın salat ve selamı ona ve Ehl-i Beyt’ine olsun.) sünneti üzerine öldür.

Beni ve anne-babamı bağışla. Onlara merhamet et. Beni onlar büyüttü; hakkımdaki ihsanlarına karşı onlara ihsanda bulun, Onların günahlarını bağışla.

Mü’min erkekleri ve kadınları, onların dirilerini ve ölülerini bağışla. Bizleri hayır işlerde onlara takipçi kıl.

Allahım, dirimizi, ölümüzü, huzurda olanımızı ve olmayanımızı, erkeğimizi, kadınımızı, küçüğümüzü, büyüğümüzü, efendimizi ve kölemizi (bunların hepsini) affet. Allah’dan dönenler yalan dediler ve onlar zor bir sapıklığa düştüler ve onlar açık bir hüsrana uğradılar.

Allahım; Muhammed’e ve Muhammed’in Ehl-i Beyt’ine salat et. İşimi hayırla sonuçlandır. Önemli dünya ve ahiret işlerimde bana yardımcı ol. Bana acımayanı, bana musallat etme. Kendi katından bana daima bir koruyucu nasip eyle. Verdiğin güzel nimetleri elimden alma. Kendi lütuf ve kereminden bol, helal ve temiz rızık bana nasip eyle.

Allahım; beni korumana al, her beladan koru ve beni kendin himaye et. Bu yıl ve her yıl bana kendi evinin (Ka’be’nin) ziyaretini nasip eyle. Peygamber’inin kabrinin ziyaretini ve İmamların ziyaretini (Allah’ın salat ve selamı onlara olsun) nasip eyle. Ey Rabbim; o kutsal ve şerefli yerlerde bulunmaktan beni mahrum bırakma.

Allahım; bana, bir daha günah etmemek üzere tövbe etmeği nasip eyle. Kalbime, iyi iş yapmayı ilham eyle; iyi olana amel etmeyi, gece, gündüz ve beni yaşattığın sürece senden korkmayı, bana nasip eyle, ey alemlerin Rabbi!

Allahım; ne zaman sana ibadet etmeğe hazırlandımsa ve namaz kılmak için sana yöneldimse bana dalgınlık ve uyku verdin, sana yalvarış ve münacat halini benden aldın. -Allahım- neden böyle bir duruma düştüm? Ne zaman ıslah olduğumu ve tövbe edenlerin toplantılarına katılmaya yakın olduğumu sandımsa azmimi kıran ve sana kulluk etmeğe engel olan önemli bir hadiseyle karşı karşıya kaldım. Ey mevlam yoksa beni kapından kovmuş ve hizmetinden kenara mı itmişsin?

Belki de, senin hakkını hafife aldığımı gördüğün için beni kendinden uzaklaştırmışsın. Veya senden yüz çevirdiğimi gördüğün için bana gazap etmiş veya beni yalancılardan sayıp da teveccühünden atmışsın veya nimetlerinin şükrünü yerine getirmeyen bir kul olduğumu gördüğün için beni mahrum etmişsin veya alimlerin toplantısından uzak olduğum için beni aşağılamış veya beni gafillerden sayıp dolayısıyla rahmetinden ümidimi kesmişsin. Veya başı boş insanların toplantılarına meyil ettiğimi görüp beni onlara dost kılmışsın veya benim duâmı işitmek istemediğin için beni dergahından uzaklaştırmışsın veya suçum, günahım ve senden utanmadığım için beni cezalandırmışsın. Ey Rabbim! Eğer beni affetsen bu sana yaraşır; nitekim, benden önce nice günahkârları sen affettin. Çünkü -Ey Rabbim- senin lütuf ve keremin günah işleyen kulları cezalandırmaktan daha yücedir; ben de senin lütfüne sığınıyorum. Gazabından senin merhametine doğru kaçıyorum. Affın hakkında iyi kanaate sahip olana mağfiretin muhakkaktır.

Allahım! senin fazl ve hilmin o kadar büyük ve geniştir ki, hiç bir zaman beni amel ve günahımdan dolayı aşağılamazsın. Ey Mevlam! Ben neyim ve değerim nedir ki?!Ey Mevlam! Lütuf ve keremin hürmetine beni bağışla. Kusurlarımı ört. Zatının azameti hürmetine günahımdan geç.

…Ey Mevlam! Ben, senin büyüttüğün küçüğüm; ilim bahşettiğin cahilim; hidayet ettiğin yolunu kaybedenim; yücelttiğin hakirim; güvence verdiğin korkanım; doyurduğun aç ve suya kandırdığın susamışım; giyindirdiğin çıplağım; zenginleştirdiğin fakirim; güçlendirdiğin zayıfım; aziz ettiğin zelilim; şifa verdiğin hastayım; bağışta bulunduğun dilenciyim; günahını örttüğün günahkârım; hatasını bağışladığın hatakârım; (neslini) çoğalttığın azım; yardım ettiğin mustazafım; huzuruna kabul ettiğin kovulmuşum.

(devamı haftaya cuma duasında inşallah)

www.NurNet.Org

Cuma Duası (Cumanız Mübarek Olsun)

İmam Nevevi’nin Hizbi (Virdi)

“Canımın, dinimin, ailemin, çocuklarımın, malımın, dost ve arkadaşlarımla onların dinlerinin ve mallarının korunması için Bismillahi Allah’u ekber, Allah’u ekber, Allah’u ekber diyerek başlarım. Canımın, dinimin, ailemin, çocuklarımın, malımın, dost ve arkadaşlarımla dinlerinin ve mallarının korunması için binlerce Bismillahi Allah’u ekber, Allah’u ekber, Allah’u ekber. Canımın, dinimin, ailemin, çocuklarımın, malımın, dost ve arkadaşlarımla dinlerinin ve mallarının korunması için milyonlarca Bismillahi Allah’u ekber, Allah’u ekber, Allah’u ekber, ve milyonlarca Lâ havle velâ kuvvete illâbillâhi’l-aliyyi’l azim.”

“Allah’ın adıyla korunurum, Allah ile kuvvet bulurum, Allah’tan yardım dilerim. Allah’a sığınırım, Allah’a güvenip dayanırım ve Allah’da fena bularak kendimden geçerim. (Zira) yüce ve büyük olan Allah’tan başkasında güç ve kudret yoktur.

“Allah’ın adıyla dinimin, canımın ve çocuklarımın korunmasını isterim. Bismillah diyerek malımın, ailemin, dost ve arkadaşlarımın korunmasını isterim. Bismillah diyerek Rabbimin bana verdiği her şeyin korunmasını isterim. Yedi gök, yedi arz ve büyük arş’ın sahibi olan Rabbimin adıyla korunurum.

Allah’ın adıyla, o Allah’ki adı sayesinde ne yerde ve ne de gökte hibir şey zarar veremez. O her şeyi hakkıyla işiten ve bilendir. (üç defa)

Yerde ve gökte isimlerin en üstünü olan Allah’ın adıyla…

Her şeye Allah’ın adıyla başlar ve yine O’nun adıyla son veririm. Allah, Allah, Allah, Allah Rabbimdir. O’na hiçbir şeyi ortak koşmam. Allah, Allah, Allah, Allah, Rabbimdir. Alah’tan başka ilah yoktur. Allah, korktuğum ve endişelendiğim her şeyden daha güçlü, daha yüce ve daha büyüktür.

Allah’ım! Nefsimin şerrinden, kâinattaki varlıkların kötülüklerinden, yarattığın her şeyin fenalığından yalnızca sana sığınırım. Allah’ım! Onlardan ancak seninle korunabilirim. Allah’ım! Onların kötülüklerinden ancak sana sığınırım. Allah’ım! Onların zararlarını benden ancak sen defedebilirsin. Allah’ım (şerlerinden korunmak için) kendimle onların arasına şu ayetleri koyuyor (Kalkan yapıyor)um:

Bismillahirrahmanirrahim

“Kul huvellahu ahad. Allahussamed lem yelid velem yuled velem yekün lehu küfüven ahad. (3 defa)

“De ki: O Allah birdir, Samed’dir. (Hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır). O doğurmamıştır ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey O’nun dengi değildir”.

Aynı şekilde kendi sağımdan ve onların (aile efradımın, dost ve arkadaşlarımın) sağından, kendi solumdan ve onların solundan, kendi önümden ve onların önünden, kendi arkamdan ve onların arkasından, kendi üstümden ve onların üstünden, kendi altımdan ve onların altından, her yönden beni ve onları kuşatan bütün kötülüklerden korunmak için de bu ayetleri (ihlâs suresini) kalkan yapıyorum.

Allah’ım! Senden, Senden başkasının sahip olamadığı lutfun ile kendim, ailem, çocuklarım, dost ve arkadaşlarım için iyilikler ve güzellikler isterim.

Allah’ım! Beni, ailemi, çocuklarımı, dost ve arkadaşlarımı kendilerine lütufta bulunduğun has kullarının içine dâhil et, koruman altına, civarına ve himayene alarak şeytanın, zorbaların, ins ve cinlerin, diktatörlerin, hasedçilerin, yırtıcı hayvanların, yılan ve akreplerin şerrinden; perçeminden tuttuğun tüm canlıların kötülüklerinden muhafaza eyle. Şüphesiz Rabbim doğru yol üzere (hak ve adaletle hükmedendir) ve sen her şeye gücü yetensin.

Kullara karşı her şeyin sahibi olan Rabbim bana yeter. Mahlûkata karşı her şeyin yaratıcısı olan yaratıcım bana yeter. Allah’ın rızkıyla beslenenlere karşı bütün canlıların rızkını veren Allah bana yeter. Günahları gizlenen günahkârlara karşı kullarının günahlarını gizlemek şanından olan yüce Allah bana yeter. Allah tarafından yardım olunan kullara karşı desteğini isteyenlere yardımcı olan Allah bana yeter. Allah’ın izni olmadan hiçbir tasarruf, fayda ve zarar gücü olmayan kullara karşı gücünün önünde durulamayan, yegâne galip olan Allah bana yeter. Bana kâfi olan o meşhur, bilinen yardımcım olanAllah bana yeter. Her zaman bana yeterli olan Allah bana yeter. Allah, bana yeter. Allah, bana yeter. O, ne güzel vekildir. Bütün mahlûkatına karşı Allah bana yeter.

“Hiç şüphesiz, benim velim kitabı indiren Allah’tır ve o Salihlerin koruyuculuğunu(veliliğini) yapıyor.” (A’raf, 196) “Kur’an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur’an’da sadece Rabbim bir ve tek (ilah olarak) andığın zaman,’nefretle kaçar vaziyette gerisin geriye giderler.(İsra, 45–46) “Eğer onlar yüz çevirirlerse, de ki: ‘Bana Allah yeter. O’ndan başka ilah yoktur. Ben O’na tevekkül ettim ve büyük arşın Rabbi O’dur!” (Tevbe, 129) Büyük ve yüce olan Allah’tan başkasında güç ve kudret yoktur. Efendimiz Hz. Muhammed’e, yakınlarına, dost ve arkadaşlarına Allah’ın salât ve selamı olsun.

Kendimi, (ailemi, dost ve arkadaşlarımı) Bismillah hazinesinde sakladım. Kilidi Allah’a güvenip tevekkül etmem, anahtarı ise La kuvvete illa billah (Allah’ın gücünden başka güç yoktur)dır. Allah’ım! Kendimden (aile, dost ve arkadaşlarımdan) gücümün yettiği ve yetmediği her şeyi ancak senin (desteğin)le savabilirim. Yaratıcının kudreti karşısında yaratılmışların hiçbir güç ve kudretleri yoktur. Bana Allah yeter. O, ne güzel vekildir. Büyük ve yüce olan Allah’tan başkasında güç ve kudret yoktur. Efendimiz Hz. Muhammed’e, yakınlarına, dost ve arkadaşlarına Allah’ın salât ve selamı olsun.

www.NurNet.Org

İnsan Alabildiği Kültürden Renk Alır

kulturİnsan aldığı kültürün etkisinde kalarak bütün hayatında onu ortaya serer. Ben hürüm böyle düşünürüm karşıdakini beğenmemesi de aldığı kültürden kaynaklanır. İyiyi ve kötüyü de seçmeye sebep kafasına aldığı bilgilerin neticesidir. Bu ciddi meseleleri yazmamın sebebi, vatandaşımı çok sevdiğimden geliyor. Onları kötü yolda görsem bile acırım küsemem. Aşağıdaki yazılarımı tenkit için değil, insan kültürünün esiri olduğunu ispatlamak için yazdım.

Her ne kadar Allah her şeyin her şeyini inceden inceye bilir, fakat insanın kendisi de nasıl biri olduğunu, iyi mi kötü mü, dindar mı,  dinsiz mi, ahlak derecesi ne olduğunu bilir. Fakat nefsi kendisine yalnız iyilikleri kabul ettirerek, kötülüklerin tamamını nefsinden reddetmeye çalışır. Bununla beraber, Müslümanlar içinde yaşayanlardan hiç biri kolay kolay ben dinsizim demeye cesaret edemez. Böylece bazı kimse Müslümanlığın icaplarını yapmaya yanaşmadığı halde, nefsi kendini müdafaa etmeye kalkarak ben Müslüman değil miyim der, böyle demekle işi hallettiğini zanneder, fakat heyhat !!! Bunu daha iyi açıklamak için on küsur örnek ile, insanların nasıl biri diğerinden çok farklı iki tarz hayat yaşadıklarını anlatarak hakikati daha iyi anlamayı kolaylaştırmaya çalışacağım.

1- İçkili düğün ve toplantılardan uzak durarak, o ecnebilerin işidir, ben Müslüman olduğum için, benim için içmekte içenlerin yanında durmakta yasaktır, bu tarzı hayat benim din kültürüme aykırıdır der onu kabul etmez. Diğeri tam tersine içkili düğün ve toplantılara gitmeyi kültür kabul ettiği için oralara seve seve katılarak gitmeyenleri gerici görür,

2- Dünyevi işlerinde çalışırken bile elde ettiği kazançlarını ahirete mal etme yoluna gider. Öteki yalnız  maddi zevklerini düşünerek öleceğini hatırına getirmek istemez.

3-  Cuma namazlarını kaçırmamaya çalışır. Ayni memleketin adamı olduğu halde diğeri yalnız bayram namazlarını kılmakla iktifa eder.

4- Beş vakit namazını geciktirmeden kılmaya gayret gösterir. Diğeri İslam’ın şartlarını yerine getirmekten uzak yaşar.

5-  Farz namazlarını az görüp, teheccüd ve duha namazlarını kılmaya gayret eder. Diğeri Ramazan ayında Müslüman kisvesine girer, yani farz olan orucunu tutar.  Sünnet olan teravih namazını kılar, fakat daha önce alışmadığı için farz namazlarını terk eder.

6- Kendisi mahrum kalsa bile muhtaç olanların ihtiyaçlarını gidererek onları sevindirmeye çalışır. Diğeri yalnız kendi menfaatini düşünerek “ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne” der.

7-  Ben Müslüman’ım ve hayatımla örnek biri olmam icap eder kendine diyerek, giyimine kuşamına üstüne başına temizliğine dikkat ederek Müslüman’a yakışır nazik bir hayat yaşar. Diğeri üstüne başına dikkat etmeden paspal pejmürde kıyafetle gezer, bu kabalığın insana yakışmaz bir hal olduğunu hiç düşünmeden hayatını devam ettirir.

8- Meyhaneye girmek şöyle dursun, sigara dumanı ile dolu, laklak ve vakit geçirme yeri olan kahvehanelere bile girmeyi tenezzül sayarak yaklaşmaz.  Diğeri bütün sarhoş edici içecekleri kendine meşru sayar, maskaralığın tümüne çekinmeden bulaşır.

9-  Yenmesi haram olan yiyeceklere yaklaşmak şöyle dursun, bütün şüpheli yiyecek ve içeceklerden uzak durmaya gayret göstererek, kiminle oturması lazım, kiminle oturmak faydasız olduğunu dikkatinden kaçırmadan yaşamaya çalışır. Diğeri yediklerine dikkat etmediği gibi, yabancı hanımlarla düşüp kalkarak yalnız geçici zevklerini, şehvani duygularını tatminden başka hiçbir şeye ehemmiyet vermez.

10-  Helalı olan hanımının da günahlarından mesul olacağını ve hanımı yalnız bu dünyada ona eş değil, ebedi hayatta da onun hayat arkadaşı olacağını bildiği için, onu orada kaybetmemeye çalışır, dışarıda tesettürüne dikkat etmesini iyilikle tavsiye ederek o hususa da  ehemmiyet verir. Diğeri hanımını  evinde mutfak elbiseleri ile gezdirip misafir geldiği zaman veya bir yere çıkacakları zaman, yeni elbise giymesini emreder, yüzünü tırnağını boyar, bunun sonu nereye varır düşünmez.

11-  Hanımının ve kızlarının giyim ve kuşamına dikkat ederek cehennemlik olmamaları için âzami gayret gösterir, çünkü bilir ki sokaktaki mini etekle gezen hanımların etekleri birden o hali almadı, o kızların babaları dikkat etmeye etmeye etekleri birer ikişer santim yükselerek o hali aldı. Ötekisi bütün bu dini inceliklere karşı lakayt kalıp, “Ben ne yapayım evlat bu, öldürecek miyim? ” diyerek ahirette  bu hayatın hesabını inceden inceye vereceğini nazara almadan yaşayarak, dünya zevklerinden başka hiçbir şey düşünmez.

 12- Ahirette ki cehennem ateşini düşününce göz yaşlarını tutamayıp, burada en ufak bir ateşin acısına dayanamazken orada bu nazik vücudum, burada yaptığı günahlarının tamamı temizleninceye kadar  o müthiş azaba nasıl dayanır kendine diyerek, o korku uykusunu kaçırır. Öteki hiç düşünmeden öyle günahlara batar ki, o günahlı işler ufak bir bahane ile onu inkara kadar götürür, ebedi azaba mahkum edecek dereceye düşürür.

13-  Fabrika sahibi değil, esnaflık yaptığı halde, hizmet ehli olan bir başkasının para ihtiyacını hisseder ve ona der, “Yarın gel,  elimde olan  altı dairenin tapusunu senin üzerine yapayım, ama bir şartla kimseye söylemeyeceksin”, öteki ise sokaktaki fakire bir miktar para verdiği zaman, bir yumurta için mahalleyi ayağa kaldıran tavuk gibi, fakire kaç lira verdiğini herkese anlatır.

Şimdi, biliyorum ki, hemen soracaksınız, bu iki kısım vatandaşın  farklı düşünceleri ve eşyaya farklı bakışları nereden doğuyor

Bunların bu farklı vaziyete düşmeleri iki sebebe dayanır: Biri manevi, diğeri maddi sebeptir. Biz önce onların manevi sebebini ele alalım.

Evet, Yukarıda saydığım evvelki kısmın fertlerinden her biri Allahın her şeyi yaratma gücüne sahip olduğuna ve O Allah, bu insanları öldükten sonra tekrar dirilteceğine inanırlar. Öteki hayatta ya cehennem ateşinde yanacaklar, veya Cennet gibi, burada hiç görülmemiş ve sonu olmayan bir mutluluğu kazanacaklarına yakinen inandıkları için öyle  davranırlar.

İkinci kısmın fertleri, manevi gıdalarını alamadıklarından,  Allaha ve Ahiret gününe inanmazlar veya inandıkları halde gaflet sebebiyle inandıkları İslam dininin şartlarını yaşamadıkları için o hale düşmüşlerdir.

Maddi sebebe  gelince: Yukarıda saydığımız ayni vatan evlatlarının biri diğerinden bu kadar farklı olduklarının sebebini düşününce, hemen anlarız ki, ikinci sırayı alan dine uymayan onların tavırları ancak iç ve dış düşmanlar birleşerek bunları o hale getirmek için beraber çalışmalarının neticesinden doğmuştur. Gayelerine kavuşmak için,  maneviyatsız olan eğitim yolunu seçmekle muratlarına ermişlerdir. O başarının ana sebebi de maneviyattan yoksun eğiticilerdir. Yukarıda çok az kısmını saydığım  bu kadar dine karşı lakayt kalmalarına sebep onlardır.

Evet, “İnsan kadar meyilli bir varlık görmedim” hadis-i şerifinin manasını, 21 milyon km bir ara 25 milyon uzak mesafeye İslamiyeti yayan şehit ve gazi dedelerin torunları nasıl bu kadar dine lakaytlığa meyil ettiklerini vatanımızın çok yerlerde açıkça görüyoruz. Dediğim gibi bu dünyadaki işleri Allah sebeplere bağlamış. Babalar yalınız karınlarını doyurma derdine terk edilirse, öğretmen de öğrencisine âhiret bilgilerinden uzak, yalnız dünya bilgilerini verirse, çocuk bir materyalist olmaz da ne olur? Düne kadar halimiz bu minval üzere idi. Bu günkü idareciler, halkın maneviyatını ihmal etmemeye gayret ettiklerini görüyoruz Allah onlara muvaffakiyet ihsan eylesin.

Hülasa, Bu idareden öncesine kadar, Türkiye’deki laik idarenin harfiyyen tatbikş necicesinde dini değil, maddecilik ağırlıklı eğitim veriyordu olduğu için. Bir çocuk gittiği okuldaki öğretmenden ve dinine karşı yozlaşmış anne  babasından Allahın varlığını ve birliğini, Öldükten sonra kesin olarak dirileceğini öğrenmezse? Yaratılmış eşyayı, tesadüfe, sebeplere ve tabiat gibi akılsız kör, sağır, olumsuz şeylere ve Evrim teorisine havale etmekten başka çaresi yok. Böyle dine karşı yabani kalan benim vatandaşım kendisini ve her şeyi hiçten, yoktan yaratan Allah’ını nasıl bulsun? Bunun neticesi vatandaş böyle vahim neticelere düşmekten kendini nasıl kurtulabilirdi? Bundan sonra, Müslümanlığın istikamette olacağını canu gönülden inaniyoruz

Bakın, laik ve demokrasi demek, dindarı da dinsizi de yaşamasında serbest bırakmak demektir. Halbuki bu idareden evvel Türkiye’de idare olunduğumuz sistem  laik fakat ya unutulmuş veya kasıt vardı  ki, memleketimizin insanlarının % 99,60 Müslümandır. Bu vatanda yaşayan insanımız demokrasiyi yaşamaktan çok uzaktı. Kanunlarımız da Avrupalıları şaşırtacak bir şekilde idi. Laik ve demokrasiyi esas tutan bir devlette yaşıyoruz, öyle ama kadınların açılmasında sınır yoktu. Kız öğrenciler üniversiteye baş örtüsü ile gitmesi şöyle dursun, onların zavallı anneleri evlatlarını ziyaret etmeye bile başörtüsü ile üniversiteye giremiyorlardı. Buna “Bu ne perhiz, bu ne  lahana turşusu” derler. Hadis-i Şerifte: “Hepiniz çobansınız, çoban sürüsünden nasıl mesul ise, siz de mahiyetinizdekilerden öyle mesul siniz.” Bundan anlıyoruz ki, evlatlarına din terbiyesi veremeye uğraşmayan bir baba, cehennem ateşinde yanmayı hak edeceğine  göre, düne kadar   milletimizin çoğunu imansızlık vadilerine itenlerin hali orada ne olacağını  merak ediyorum? Yazıma “Allah başımızda olanların başlarındaki aklı Artırsın, kalplerindeki imanı kavileştirsin” diyerek  son veriyorum.

Düştüğümüz halden kurtulma yolunda kardeşiniz

Abdülkadir Haktanır

Ahde Vefa Nedir?

Hep derler eskide ahde vefa vardı, aslında vefanın eskisi yenisi olmaz, her nedense yaşlılarımız tarafından genel olarak kullanılan bir söz, işin hakikatine bakılırsa doğruluk payı elbette var, çünkü: Eski zamanlarda fen ve felsefenin cerbeze oyunları bu kadar yoktu, insanların çoğu avam olmasına rağmen kimi ailesinden kimi çevresinden aldığı İslami ve insani terbiyeyi sosyal ve içtimai hayatında da tatbik eder, anne baba, kardeş yakın akraba ve dostlarla ilgi alaka devam ederdi, halk arasında yapılan iyilikler kesinlikle karşılıksız bırakılmazdı. Dolayısıyla vefa: Sevgi saygı, hal hatır sorma, yardımlaşma ve dayanışmanın esası ve güvenin tesisidir.

Bediüzzaman Hazretleri, “Vefa asr-ı hazırın ihmal ettiği duygulardan biridir.” Diyor.

Vefa, her insanda özellikle Müslüman’da bulunması gereken bir özellik olmalı, ne yazık ki herkes bu güzel meziyeti taşıyamıyor, dolayısıyla şahsi menfaat öne geçince içtimai ve sosyal hayatın temel prensipleri de bozuluyor, neticede “ahde vefa” yani sözünde durma güveni ve itimadı kalkıyor,

Vefa, gerek Allah’ın (cc) yanında gerekse içtimai hayatta insanın itibarını ve şerefini artırır. Vefa, insana şeref veren, baş üstünde taşıyan elmas, yakut ve zümrütle bezenmiş bir taçtır. Vefa, Allah’ın takdirine ve insanların da sevgisine ulaştıran güzel bir meziyettir.

Kırkıncı hocanın vefa tarifi şöyledir:“Hayat-ı beşeriyenin ruhu ahde vefadır. Vefasızlar dünya ve âhirette kendilerine dost bulamazlar. İhtiyaç ve zaruret hallerinde de kimseden yardım görmezler.” diyor.

Vefa sadece insanlara mahsus yapılan bir incelik ve özellik değildir; Belki vefanın en birincisi insanın daha dünyaya gelmeden Halık’ına verdiği ahde sadık kalmasıdır, o’nun emirlerine bağlı olması, verdiği nimetlere şükürle mukabele etmesidir.

Cenab-i Allah (cc) şöyle buyrulur: “Allah’a verdiğiniz ahdi tutun.” 1

Mü’minler günde beş farz namaz öncesi “estağfurullah” diyerek, yaptıkları günahlardan tövbe eder, bundan sonra kötülük etmeyeceğim vaatte bulunur, her yapılan bir tövbe Allah’la kesin bir akit bir ahit ve bir sözleşmedir; Mü’min ne diyor? “Allah’ım, bundan böyle emirlerine bağlı kalacağım” diyor. İşte bu ahde bağlı kalma “ ahde vefadır.” Bağlı kalınmadığı zaman vefasızlık, sadakatsizlik ve yalancılıktır. Ayette de anlaşıldığı üzere; İnsan gerek Allah’a karşı gerekse başkasına karşı verdiği sözü en iyi şekilde yerine getirmelidir.

Sadakatte ve en güzel ahlakta numune misal olduğu gibi, vefada da en ileri olan Peygamberimiz (asm) sözüne, ahdine ve kefaletine de son derece bağlı ve vefalı idi, birine söz verdiği zaman mutlaka onu yapardı, daha Peygamberlik gelmeden önce, Abdullah B. Ebi’l-Hamsa (r.a.) ile bir yerde buluşmaya karar veriyorlar.

Abdullah (ra) verdiği sözü unutuyor, aradan üç gün geçtikten sonra hatırlıyor ve buluşacağı yere gidiyor. Bakıyor ki Hz. Muhammed (asm) orada bekliyor.

Efendimiz (asm) “Abdullah nerede kaldın? Üç gündür seni burada bekliyorum.” Buyrulur.

İşte Peygamberimizin üç gün boyunca her gün söz verdiği saatte gelip Abdullah’ı beklemesi, verdiği söz ve ahdi bütün mü’minlere de güzel bir vefa mesajıdır! Peygamberimize (asm) vefa ise sünet-i seniyesini hayatımızda tatbik etmek, o’nu her şeyimizden daha fazla sevmekle olur.

Bilinmesi gereken önemli bir vefa de anne ve babaya karşı vefadır. Onlara itaat ve hürmet etmektir. Anne babaya itaat etmek, hürmette bulunmak ve ihtiyaçlarını temin etmek dinîn gereğidir, insaniyettir, vicdanî bir görev ve mesuliyettir. “Maişetim dardır, görev icabı onlardan uzağım, hanım engeldir, yatalak olduğu için bakamıyorum, malını kime yedirmişse, bu gün de o baksın” dememeli, evladın şartları ne olursa olsun anne ve babaya yardım etmek, hizmet edip ihtiyaçlarını gidermek ve onlara yardımcı olmak evlat için farzdır.

Bir ayette Allah (cc) mealen şöyle buyurur:

“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “of!” bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.” 2

Rabbul âlemin (cc) önce zatından başkasına kulluk etmemeyi ve ardında da ana babaya ihsanda bulunmayı emir ediyor. “Annenin doğum sancısında çektiği acıyı, evlat annesini hayatı boyunca sırtında taşımasına mukabil gelmez.” Anne ve babadan sonra elbette akraba, komşu ve dostların hak ve hukukuna riayet etmek gelir, onları zaman zaman ziyaret etmek, hal hatırlarını sormak, hayırlı dualarını almak güzel bir kadirşinaslık ve vefadır.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin birçok vefa ve sadakatlerinden üç tanesini arz edeceğim:

Tenekeci, Abdullah Gayretlioğlu 1910 yılında Emirdağ’da dünyaya gelir, Çalışkanlar hanedanıyla akrabadır. Aslen Kerküklüdür. Üstadın, kaşık meselesini şöyle anlatır.

“Bir gün Zübeyir, ortasından kırılmış bir kaşık getirdi. Bu kaşığı tamir etmem için Üstad göndermişti. Kaşık alüminyum olduğu için kaynak tutmuyordu. Kolayından gidip, on kuruşa bir çay kaşığı aldım, bunu Üstada götürdüm. Üstad bana, ‘Kardaşım sen bilmiyor musun? Bu kaşık benim kırk yıllık arkadaşımdır.” dedi.

Bu defa çaresiz tekrar dükkâna gelip, küçük bir saç keserek kıvırdım ve kaşığın içine geçirip iyice sıkıştırdım. Sağlamlaşınca götürüp Üstada verdim. Çok memnun oldu ve bu tamirat için bana yirmi beş kuruş verdi. Tarassutların, takibatların çok sıkı olduğu günlerde, risaleleri çuvala kor ve eve taşırdım. Bilahâre çıkarıp, isteyenlere gönderir veya verirdik.” 3

Bediüzzaman Tatarları çok severdi: “Ben Tatarları beş vakit duama dâhil etmişim. Bir zamanlar esarette iken, Kosturma’da iki ihtiyar Tatar kadını bir küçük pencereden benim yiyeceğimi getirip, bana yardım ediyorlardı. Belki de onlar, benim kurtulmama, Risale-i Nur Külliyatını yazmama vesile olmuşlardı.

Bütün Tatar kabilelerini beş vakit duama dâhil etmişim. Hatta 1948’de bana zehir veren Afyon Savcısı da tatardı. Abdülvahid, sen neredeyse onu bul, mektup yaz. Cehennemin azaplarını çekeceğimi bilsem, ondan hak talep etmeyeceğim. Hakkımı helal ettim.” der,

Fedakâr nur kahramanlarının membaı olan Isparta hakkında da şöyle diyor:

Bediüzzaman, “Isparta’yı ve havalisini, taşıyla, toprağıyla seviyorum. Hatta diyorum ve resmen de diyeceğim: “Isparta hükümeti bana ceza verse, başka vilâyet beni beraat ettirse, yine burayı tercih ederim.” 4

İşte vefanın ve sadakatin tarifi bu olsa gerek.

Rüstem Garzanlı /DİYARBAKIR

Kamu Görevlisi

KAYNAKLAR

1-En’am Suresi, ayet, 152.

2-İsra Suresi 17/23

3-son şahitler

4- (Şuâlar, 263

Zekanın Hayırsızı

Nur Külliyatında cerbezenin, ‘kuvve-i akliyenin ifrat mertebesi’ olduğu ifade edilerek şu tarif getirilir: ‘hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya mâlik’ olmak. (İşarat-ül İ’caz, 23).

Bir misâl: Avrupa hayranı birisi, orada gördüğü bütün güzellikleri övgülerle sıralar, sonra başlar bizdeki noksanlıkları tek tek anlatmaya. Ve ortaya öyle bir tablo çıkar ki, sanki bütün güzellikler orada, bütün çirkinlikler de bizde toplanmış. İşte bu, Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle ‘Avrupa’nın mehasinini mesavimizle muvazene etmek’tir ve bir cerbezedir. Kaldı ki, Avrupa’nın güzelliği diye takdim edilen şeyler, ne oradaki insanların faziletlerinden, ne de Hıristiyan dininden kaynaklanmaktadır. Bunların tamamı, menfaat esasına bina edilen ve hassasiyetle uygulanan disiplinli bir sistemin meyveleridir.

Bu konuda bir hatıramı nakletmek isterim. Avrupa’da bir dostumdan şunları dinlemiştim: “Bizde belediyeler zemin katta oturanların kira ücretlerini düşük tutarlar. Buna karşılık, kar yağdığında evin önünün temizlenme görevini de zemin katında oturan kiracıya yüklerler. Bu görevin yapılıp yapılmadığını sıkça kontrol etmelerine gerek yoktur. Öyle bir ceza sistemi getirilmiştir ki, kiracı kar yağar yağmaz hemen dışarı fırlar ve evinin önünü temizler. Çünkü, oradan geçen bir adamın kayma sonucu ayağı kırılsa, onun bütün tedavi masraflarını o kiracı ödeyecektir. Bu ise çok büyük bir yük tutar.” Şimdi, kanun korkusuyla kapısının önünü derhal temizleyen sefih bir Batılıyı, bu konuda ihmalkâr davranan faziletli bir Müslümandan daha üstün göstermeye çalışmak tam bir cerbezedir.

Nur Külliyatında konunun bir başka yönü şöyle nazara verilir: “Cerbezenin tavr-ı acibi; zaman ve mekânda müteferrik şeyleri toplar, bir yapar. O siyah perde ile her şeyi temaşa eder.” (Münazarat, 35) Üstadın bu ifadeleri, bazılarının hacılara sıkça çatmasını hatırlattı bana. Burada da bir cezbeze sözkonusudur. İnsan kuldur, hata yapabilir. Ama bu hatayı yapan hacı ise, hata her nedense, doğrudan, hacılar hanesine yazılır. Bütün hacıların işledikleri hatalar aynı hanede toplanır ve sonunda büyük bir hata kümesi çıkar ortaya. İşte, denilir, bütün bu hataları işleyenler hep hacılardır. Bu ulvî müesseseye böylece hücum edilir. Bu gibi sözleri dinleyen şahıs düşünemez ki, bu hatalar farklı şahıslarda görülmüştür ve bunları alt alta koyup toplamanın mantıkî bir yönü yoktur. Bu mantığa göre, bütün insanların işledikleri cinayetlerin, yaptıkları hataların, ettikleri zulümlerin tamamını toplayıp ‘insanlığı’ itham etmek gerekmez mi? Nur Külliyatından son bir cümle: “Cerbezenin şe’ni, bir seyyieyi sünbüllendirerek hasenata galib etmektir.” Cerbezeci insan, bir mü’minden bir tek kötülük görmüşse, bunu sünbüllendirir, çoğaltır, büyütür ve onun bütün iyiliklerini bu tek kötülükle örtmek ister. Bu da bir cerbezedir ve büyük bir zulümdür.

Alaaddin Başar