Kategori arşivi: Yazılar

Risale-i Nur Talebelerine Hapishane Zulümleri (Şiir)

Açıktan zalimce başlanır zulümlere işkencelere

Koğuştan hiçbir kimse çıkamıyordu tuvalete

 

Koğuşun bir köşesi kullanılır helâ olarak

İhtiyaçlar burada giderildi utanıp sıkılarak

 

On iki gün nur talebelerine verilmedi yemek

İnsanlık anlayışlarını göstermişlerdi demek

 

Dışarıda çok müthiş bir propaganda yapılır

Ülke geneline dehşet, korku, baskı yayılır

 

Radyo ve gazetelerle yapılır kasıtlı haber

Kimse ağzını açamaz böyle tecelli eder kader

 

Her gün mutlaka uyduruk havadisler söylenir

Bediüzzaman’la talebeleri idam edilecek denir

 

Bekir Özcan

www.NurNet.org

Dünyanın Yüreği Paslandı!

Dünya şiddetin kıskacında… İnsanlık âlemi derin bir bunalıma düşmüş, varlık sebebini unutup, “madde” bağımlısı olmuş… Ne Irak’taki Amerikan işgali sırasında meze yapılan kadınlar, ne Suriye’de yaşanan iç savaşta ölen çocuklar, ne Mısır’da, ne Kırım’da katledilen özgürlük dünyanın umurunda…  

Para ve güç eksenli hayat felsefesi, altta kalanların canını çıkarıyor…

Artık bir yanımız terör, bir yanımız savaş, bir yanımız adaletsiz paylaşım ve “iktisat” düsturuna uymamanın ürettiği kıtlıklar, yokluklar, sıkıntılar…

Bu kıskacın içinde bunalıyoruz. Bunaldıkça bir birimize saldırıyoruz: Bu da dostluk, kardeşlik, arkadaşlık gibi kavramları yok ediyor; git gide yalnızlaşıyoruz.

İnsanın “Ahsen-i takvim” sırrında yaratılmış “Eşref-i mahlûkat” olduğu gerçeğini kavrayamayan, bunu kavrayamadığı için de “Yaratandan ötürü yaratılanı hoş görme” basiretini gösteremeyen ve bu yüzden, kendisi gibi inanmayan, kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi giyinmeyen, kendisi gibi yaşamayan herkesi hor gören nesiller yetiştirdik…

“Anlayış”ın yerini “şiddet” aldı, “barış”ın yerini “kavga”; “sevgi”nin tahtına “kin” oturdu, “müsamaha”nın yerine “öfke” geldi…

Helâlinden kazanma” düşüncesi, “ne pahasına olursa olsun kazanma” hırsına dönüştü.

Devletlere de, insanlara da şiddet hâkim: Güçlü devletler bahaneler uydurup daha güçsüz devletleri yutuyor (son örnek Kırım). Menfaat uğruna çıkarılan iki dünya savaşının acıları yetmemiş olmalı ki, insanlık yeni savaşlarda kendini tüketiyor…

Olumsuz tabloyu normal yollardan değiştirme umudunu yitiren gruplar ve grupçuklar, terörden medet umuyor…

Ne bir “haksızlık yapma” endişesi, ne bir “kul hakkı” korkusu, ne “sevap” arzusu, ne “günah” endişesi…

Benliğimize çoktandır menfaat, ihtiras ve öfke hükmediyor!

Bu tablo bize Batı’nın armağanıdır! Yoksa, Devr-i Saadet’i en iyi şekilde kendi çağına yansıtan Selçuklu-Osmanlı terkibinde, böylesine yıkıcı olumsuzluklar yaşanmazdı.

Orada hoşgörüsüzlüğe, anlayışsızlığa, adaletsizliğe, çıkarcılığa, fırsatçılığa, horlamaya, zorlamaya yer yoktu…

Çünkü bu terkipte insan “kutsal varlık”tı ve “Her şey insan için”di… Kalb kırmak Kâbe yıkmak anlamına gelirdi. Bu anlayışı terk ettik edeli, “İnsan insanın kurdu” haline geldi…

Batı’lı “aydınlanmacı”lar (her konuda akla öncelik tanıyan düşünce sisteminin etkisi ile 18. Yüzyıl’da Avrupa’da bilimde ve felsefede büyük gelişmelerin olduğu döneme “Aydınlanma Çağı” deniyor), “Allah sadece insanın var ve yok olmasına karar verir” dediler, “bu ikisinin arasındaki bölgede, yani hayatın içinde (hâşâ) Allah’a yer yoktur, insan her şeye aklıyla karar verir!” (Deizm).

“Deist” (akılcı) eksende kurulan “Yeni dünya” insanının dizginleri boşaldı. kendini “yanlış”tan ve “günah”tan koruyan manevi bağlardan kurtuldu. “Kutsal” ile ilişkisi kalmadı. Doğal olarak Allah’la irtibatı koptu, ihtiraslar aklın önüne geçti ve “altta kalanın canı çıksın” (ya da “hayat mücadeledir”) mantığı, hayat düzenini altüst etti.

Sonuç olarak hem bencilleştik, hem de acımasızlaştık!

Sevgi, şefkat, merhamet, hamiyet gibi yüce duygularımız paslandı. O duyguların yerini daha fazla para kazanma, daha çok güçlenme, hükmetme ve sömürme düşüncesi aldı…

Kısacası “insan insanın kurdu” oldu, insanlığımızı kemirdi! Ezebildiğini eziyor, ezemediğine “bende” oluyor; kimi zaman eğilip bükülüyor, kimi zaman ezilip büzülüyor; gerektiğinde vahşileşip saldırıyor.

Denizleri öldürdük, gölleri ve ırmakları kuruttuk, ozon tabakasını bile deldik… Hiçbir tedbir almadan yüzyıllar boyu kurduğumuz fabrikalarla çevreyi, eğlence düşkünlüğümüzle (uyuşturucu dâhil) hayatı kirlettik!

Gelirimiz arttı belki, ama hiçbir kural tanımayan “kazanma” hırsımız, envai çeşit vahşeti de dâvet etti. Öylesine acımasız bir “yeni dünya” kurduk.

Ama hâlâ çok mutsuzuz.

Yavuz Bahadıroğlu

Fuarlar ve Manevi Avantaj Ayları

Otomobil fuarlarını, mobilya, makine, elektronik, tekstil, ayakkabı, kitap ve tüketici ev ihtiyaç maddeleri fuarlarını hepimiz biliriz. Bizler bu fuarları, tanıtımdan başka birçok avantajları nedeniyle de takip ederiz.
En çok ta, ihtiyaçlarımızı ucuza temin etme avantajımızı umduğumuz için, ilgilendiğimiz branş ve daldaki fuarları dört gözle bekleriz.
Hele hele aynı para ile bir yerine, iki malzeme almamız bizleri çok mutlu eder…
  • Evet, bu günlerde bizlere öyle bir fuar müjdesi var ki, yüzde 100 değil, %700, %1000, hatta aradaki bazı özel gün ve saatlerde yüzde 30 000 avantaj kazandırdığı halde, çok zaman çeşitli meşguliyetlerimiz nedeniyle, bu tür fuarlardan haberimiz bile olmaz.

Bazen de, zamanı geçtikten sonra “..Tüh-vah, keşke..!” diye hayıflanıp dururuz… Özellikle gençlerimize hatırlatmak istiyorum.  Bu avantajlarla yüklü fuar bu sene, 30. Nisan 2014’da başlayıp, bizlere 3 aydan fazla avantajlar sunmaya devam edecek!…

Evet, bu yüzlerce avantajlarla dolu fuar, “ÜÇ AYLARDIR” ve her birimizi tek tek ilgilendiriyor. Çünkü, hepimiz bu fuarlara çok çok muhtacız…
Çünkü her birimiz, istesek de-istemesek de veya inansak da-inanmasak da, kaçınılmaz bir gerçek olan AHİRET’e giden ya da sevk edilen yolcularız…
Sevk edileceğimiz Ahirette geçerli olan levazımatı da, (gerekli olan tüm yatırımı ve her şeyi de) şu kısacık ömürde kazanacağız ve bu kazanç karşılığında, orada muamele göreceğiz…
Ya iltifat göreceğiz (inşaallah,) veya ceza çekeceğiz… (Allah c.c. muhafaza etsin.)

Peki bizler, “bu konudaki hazırlık açısından” ne durumdayız? Hiç düşündük mü?… İçinde bulunduğumuz asır, yüzlerce teknik imkanlarla dolu olduğu gibi, binlerce fitne ve tuzaklarla da dopdolu olduğu, bilinen bir gerçektir. Tedbir almadan, hangi tarafa baksak bile günaha giriyoruz.

Titizlikle bir tercih yapmazsak, nereye gitsek gıybet, dedi-kodu, israf, ilahi emirlere itaatsizlik gibi, bir sürü günahlarla yüklü dönüyoruz evlerimize…

Eve dönünce de, en müstesna köşemize yerleştirdiğimiz “TV.” denilen bir aletle yüz-yüze kalıyoruz ki, yine kararlı bir tercih yapamaz isek, bu konuda sürekli İRTİFA kaybediyoruz, çöküş yaşıyoruz! Daha tedbirli, bilinçli ve kararlı yaşayan kardeşlerimize ne mutlu…
İşte, bizim bu ahvalimizi bilen ve Merhameti sınırsız olan yüce Rabbimiz, biz ihmalkar ve günahkar kullarına, senede bir dönem (yani işte bu hicri aylarda) öyle bir fırsat veriyor ki…
Ahiretteki mizanda, yani büyük mahkemede, (işlediğimiz günahların ağırlığına karşılık,) bizleri kurtaracak olan sevaplarımızı arttırmak için, bu belirli ve yüzde 1000 avantajlı günleri (üç ayları) bizlere ikram etmiş. O’na c.c. binlerce kez hamd ve çok çok şükürler olsun…
  • Var mı dünyada, bizlere böylesine imkanlar veren başka bir Merhamet? Yani size, bir sınavı ‘mutlaka kazanın’ diye, 2 puanlık cevaba “hadi 200 PUAN vereyim de kazanması garanti olsun” diyen var mı?  Yok! Çünkü üniversiteler, okullar, işyerleri ve herhangi bir hedefteki imkanlar, sınırlı…
Fakat yüce Rabbimizin imkanları, Rahmeti ve Merhameti kesinlikle SINIRSIZDIR…
Yeter ki biz O’nu c.c. gerektiği gibi Esma ve Sıfatlarıyla tanıyalım, O’na c.c. yönelelim, verdiği sayısız nimetlerine şükredelim. Bizleri sınamak için, bazen uygun gördüğü musibetlere sabredelim. Yasaklarına riayet ve emirlerine itaat edelim…
Hiç olmazsa, bu mübarek üç aylarda kendimize öyle bir çeki-düzen verelim ki, bu “bire-BİN” fırsatlardan azami bir şekilde istifade edelim…
  • Kur’an-ı Kerimin 99. Suresinin, 7. ve 8. Ayetlerinde bakınız ne buyruluyor: “..O gün (Ahirette) insanlar…  .. zerre kadar bir hayır işlediyse onu (..n karşılığını)görür, kim zerre kadar kötülük (günah) işlediyse o’da onu(..n karşılığını)görür…
Şimdi bizlere düşen: Ciddi bir özeleştiri (nefis muhasebesi) yaparak, bu mümbit(verimli ve çok karlı) zemin ve zamandan, sevdiklerimizle birlikte, azami bir şekilde yararlanmaktır…
***
REGAİB: Hicri takvimdeki bu üç ayların “avantajlar içinde extra avantajlar kazandıran özel günlerden ilki olan REGAİB GECESİ”, Receb ayının, ilk Cuma gecesine denk gelen mübarek bir gece olup, en feyizli ve bereketli olan, manevi bir mevsimin habercisidir. Lügat anlamı; “arzulamak, meyletmek, rağbet edilen, çok istenilen, bol bol ihsan, bol bol ikram, hediye ve elde edilmesi gereken değerler “ gibi manalara gelir…
Hz. Muhammed SAV.’in bu gece ve günlerde en çok yaptığı dua:
“Ya Rabbim ve Ey yüceler yücesi Allahım; Receb ve Şaban aylarını bize mübarek kıl ve bizleri Ramazana kavuştur…” Bu tür gecelerin en makbul ibadeti ise bol bol KUR’AN ile meşgul olmaktır.
Yani; O’nu daha çok okumak, dinlemek, öğrenmek, içindeki emir, yasak ve özel toplantılar yaparak, onun mesajlarını mütalaa ve tefekkür etmektir…
A. Raif Öztürk
Pek tabiidir ki; sıla-i rahim, mübarek yerleri ziyaret ve çeşitli hayırlar yapma
k, yoksul, yetim, fakirleri ve çocukları sevindirmek de unutulmamalıdır…
Bilvesile: ÜÇ AYLARINIZI ve REGAİB KANDİLİNİZİ TEBRİK ve TES’İD EDER, SİZLERE, AİLE EFRADINIZA, SEVDİKLERİNİZE, GÜZEL ÜLKEMİZİN İNSANLARINA ve TÜM İSLAM ALEMİNE NUSRET, HUZUR, BARIŞ, HAYIRLAR ve BEREKETLER GETİRMESİNİ, YÜCE RABBİMİZDEN NİYAZ EDERİM…
Bu mübarek gecede ve bereketli aylarda, “üzerimizde ve tüm İslam ülkelerinde dolaşan kara bulutları, en kısa zamanda tahvil ederek, BEREKETLİ NİSAN YAĞMURLARI şeklinde sağanak sağanak yağdırması için”, Yüce Rabbimize yalvaralım.
  • Yüce Rabbimiz; yüce Dinimize, mukaddesatımıza, birlik ve beraberliğimize yönelik, kurulan tüm tuzakları, fitne, ihanet ve saldırıları, o tuzakları kuranların kendi başlarına çevirip, en kısa zamanda rezil-rusvay ve Kahhar ism-i celiliyle kahrı perişan eylesin. İçlerinde ıslahı mümkün olanları ise ıslah eylesin… 
Hala gaflette olan Müslüman kardeşlerimize de Feraset ve ayılmak nasip etsin…
Allah c.c. her hayırlı konuda YAR ve yardımcımız olsun… AMİN.
  • NOT: 30.04.2014 Çarşamba günü (Hicri 01 Receb 1435) üç ayların birinci günü olup, 01.05.2014 Perşembeyi ilk cumaya bağlayan gece ise REGAİB KANDİLİDİR.
AYRICA: Bu Mübarek günler ve geceler, yoğun meşguliyetlerden ve gafletten sıyrılıp, yaratılış maksadımızı ve bu fani dünyada gönderiliş gayemizi çok ciddi bir şekilde düşünmemiz, Yüce Yaratan ile aramızdaki münasebet ve görevleri gözden geçirmemiz için kaçırılmaz fırsatlardır…

Nurlara Hizmet Edenlerin Dikkatine

Pek Aziz ve muhterem  kardeşim!

Allahu azimüşşan insanı iman ve ibadet için yarattığını bir çok ayetlerde bildirdikten sonra, Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam dahi üç hadisi şerif ile imanın ehemmiyetini şöyle sıralamaktadır:

(1) “Tek bir kişinin imanının kurtarılmasına sebep olan kimse:  Sahralar dolusı kırmızı koyun sadaka vermekten daha hayırlısını yapmıştır .

2) Tek bir kişinin imanının kurtulmasına sebep olan kimse, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır .

(3)Tek birinin imanının kurtulmasına sebep olan  bir hayırseverden  daha hayırlı bir kimseyi güneş ısıtmamıştır.”

Bu kaynaklar bize imanla yaşayıp onunla  can vermenin ne kadar ehemmiyetli olduğunu bildiriyorlar.

Üstadımız Bediüzzaman Hazretretleri dahi bunu te’kid edecek şöyle bir ifade kullaniyor: İnsana imanını kurtarma hadisesi:

Bu zemin yüzündeki hakimiyeti amme dâvasından daha ehemmiyetli bir dâvadır, (bu itibarla) herkesin ve bilhassa Müslimanların başına öyle bir hadise ve öyle bir dava açılmiş ki: Her adamın, eğer alman ve ingiliz kadar kuvveti ve(onlardaki kadar) serveti olsa ve aklı da varsa , o tek davayı kazanmak için bilatereddüd (hiç çekinmeden) sarfedecektir.

Nasıl sarfetmesin ki karşılığında, bu dünya büyüklüğünde bir çiftliği kazanma imkânı elde etmiş oluyor. Ve o çiftlikte sonsuz bir zamanda mutlu yaşamayı Allaha iman edip müslüman gibi yaşamak için çalışana Allah va’d etmiştir.

Peki sonsuzluk ne demek olduğunu  tarif etmek için bir misal vereyim: Ne dersiniz: Bu hava boşluğunun tamamını buğday taneleri ile doldursak, bu buğdaylardan bir tavuk her gün, her hafta ve her ay değil, her senede birer tane buğdayı alsa, bu buğdaylar mı biter yoksa ebedi hayat mı biter? Ever kardeşim bu buğday tanelerin bitmesi çok uzadığı halde gelir gün biter. Fakat ebedi hayat hiçbir zaman bitmez!..

Evet Müslüman olmak yalnız imanla olmuyor. O imanın hakikatini o imanı pekiştiren insanın amelleri gösteriyor. Çünkü ne imanın amelsiz, ne de amelsiz imanın geçerliliği olmuyor bu sebeptendir.

Evet insan ibadet için yaratıldığını anlamak için  bakın Allah ayeti kerimesinde nasıl buyuruyor:

“Ben Cinnileri ve İnsanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım”.

Evet mezkur ayeti kerimeden de anlaşılıyor ki, insanın hakiki vazifesi Allaha iman ve Ona ibadet etmektir. Üstadımızın de, “insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi, Halik-ı kâinatı tanımak ve ona iman edip ibadet etmektir” sözü yukarıdaki Ayet ve hadisi şeriflerin manalarını ifade ettiğini gösteriyor.

İmanın ne kadar çok ehemmiyetli ve büyük zenginlik olduğunu daha iyi anlamamız için bir misal vereyim: Mesela bir zalim 5 oğlunu  öldürüp kulübeciğini harap eden mazlum bir babaya, haşmetli bir  Padişah ciddi sahip çıktığını göstermek için o mazlum babaya dese gel senin düşmanından ben istediğin şekilde  intikamını alacağım; bu da Padişahın o güzel teklifine karşı Padişaha: Halimi görüyorsun Evlatlarımı diriltemezsin ama katil zalimi öldürüp bana bir kulübe yapsan yeter, Padişah da katili öldürdükten sonra onu alıp mükemmel has sarayına yerleştirip, işte sana hizmetçiler; istediğin yiyecekleri ve her çeşit hizmetlerini sana yapacaklar ve işte bu kasaların anahtarlarını sana veriyorum orada her çeşit döviz ve mücevherat var, serbest alabilirsin ve bunların hayrını gör seni Allaha ısmarlıyorum diyerek gitse. Anlata bilirmisiniz bu zat Padişaha karşı nasıl bir minnettarlık hisseder. Halbuki meal-esef bir saat sonra bu zatın ölmesi muhtemel. Yani İman karşılığında kazanılacak sonsuz ve görülmemiş mutluluk karşısında Padişahın verdikleri tümü bir hiç mesabesinde kalır.

Biz yukarıdaki kaynakları ve delilleri nazara verdikten sonra, bir Nur talebesinin Risale-i Nurda serdedilen delillerle kendi imanını taklitten kurtarıp takviye ettikten sonra, “bu zamanda en büyük bir ihsan (iyilik yapma hasleti) bir vazife, kendi îmânını kurtarmak ve başkasının imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır.” Bu ihsanı ve bu vazifeyi yaparken biz nasıl bir üslup bir metot kullanmamız icab edeceğini, 54 sene Risale-i Nurlardan istifadeye çalışarak  bu eserlerin bana verdikleri tecrübelerden istifade ederek derim: Hısım  akrabalarımıza, komşularımıza, ve iş çevremizde görüştüğümüz kimselerin imanlarını kurtarmaya  nasıl ve hangi metot a ne kadar çalışmamız lazım olduğunu aşağıda ki yazılarımdan daha iyi anlaşılacağını tahmin ediyorum.

En evvela Üstadın tavsiyesi üzere İhlas risalesini la ekal (En azından) 15 günde bir def’a, çok dikkat ederek okumak lazım geliyor, kendimize: Ben kendimde acaba buradaki prensiplerin %  kaçını  tatbik ediyorum düşüncesi ile okursak öteki mes’eleler daha kolay hallolmuş olur. Nur talebeleri fedakârdırlar bu fedakârlığı dahi yalınız ve yalınız ihlastan aldıklarına asla şüpheniz olmasın.

Bir def’a düşünün ki, acaba bu nasıl bir fedakârlık: Ücret dağıtılırken kendisini arkaya atıp din kardeşini öne atar, hizmet icab ettiği yerde ise başkasını değil kendini öne sürer. İşte bu kardeş  bu şekilde fedakârlığın mükemmel bir örneğini ortaya sermiş olur. İhlastan doğan fedakarlıkla bu kardeş, başkasına iman hakikatini anlatmama tembelliğine düşmek için, bu davada kemmiyyet (sayı çokluğu) değil keyfiyyet (kalite) önemlidir demez. Ancak Vazifesini noksansız yaptıktan sonra kemmiyetin azlığından sıkılmaz. Dikkat edilirse kemiyet hakkında, Üstad İhlas risalesinde: Kemmiyet mühim değil demiyor, belki kemiyet o kadar medar-ı nazar olmamalı diyor. Ve her kelime her yerde her zaman aynı ehemmiyette olmadığını bilmek lazım.

Üstadımız Risaleleri Neşretmeye başladığı zaman kemmiyyeti nerede bulacak, o zaman keyfiyet (kalite) ne kadar mühim olduğunu ben sizin idrakînıza havale ediyorum. Bir örnek vereyim: Üstad kalitenin ehemmiyetini öne sürmese idi Risale-i Nurun o yasak günlerinde Şerafettin Kartal Ağabey Kayseri dershanesinde 4 kişi ile 4 sene nasıl sabrederdi. Ne zemana kadar dört kişiyle devam edeceğiz diyenlere karşı, bu davada kemmiyetin ehemmiyeti yok demekten başka ne diyecekti. Amma ondan sonra O Ağabey ve kardeşlerin çalışmaları neticesinde dershanede 4 ten 400 çıkıyor ve Şerafeddin Ağabeyin ihlasla ne pahasına olursa olsun davasına bağlılığı neticesinde, haksız olarak 16 defa hapsediliyor ve berat edip  çıkabiliyor. Kayseri’den sonra Kütahya’yı da ihya eden Şerafeddin Ağabey onun doğum yeri olan Simav’daki dershanesi şöyle dursun, mükemmel 4 katlı Hanımlar dershanesinin açılışında hanımla beraber katılmak bize de nasip oldu. Allah ondan ve onun gibi da’vasına sadik Ağabeylerden ve kardeşlerden ebediyyen razı olsun.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Risâle-i Nurla Topluma Yön Vermek Vazifesi!

Üstad, Nurların yazılmasına, teksirine çok ehemmiyet verirdi. “Risale-i Nur, bu asrı ve gelecek asırları tenvir edecek olan bir mu’cize-i Kur’aniyedir.” deyip, Nur’a ait hizmeti, zamanın en büyük mes’elesi olarak kabul eder, bu ehemmiyetle davranırdı.Tarihçe-i Hayat ( 463 )

Risale-i Nur kıyamete baki kalacak bir tefsir-i Kuran olup rivayet tefsiri sahasında değerlendirilmektedir. İttifakla sabittirki Bediüzzaman Said Nursi ahirzamanın muvazzafı müceddidi, müçtehidi, müfessiri, müctehidi olan Mehd-i Al-i Rasuldür.

Türkiye ehl-i sünnet itikad ve ameli ile kaim olan ve üzerinde dini ve siyasi bir çok hadisenin ve senaryoların oynanmak istediği bir ülkedir. 3 kıtaya islamın sancağını onurla, aşk u şevk ile götürmüş ezan-ı Muhammedinin (asm) şeair-i islamiyenin inkişaf ve inbisat etmesine merkez teşkil etmiş olan bir coğrafya olup şanlı Osmanlı İmparatorluğunun başkenti ve merkezidir. Saltanatı kastetmiyorum; ama hilafet yani halifelik bu ülkeden battı şahsi temsilcilik vazifesine son verildi.

Bir şeyi nerede kaybetti isen orada aramak mantıklı olan şeydir. Evde salonda düşürüp kaybettiğini bildiğin şeyi mutfakta aramak makul değil ve mantık dışıdır.

Ülkemizde ehl-i sünneti yıkmak için ve dini temsil vazifesinin lağvedilmesi için çok oyundı ve oynanmaktadır. Türkiyede dini sahada isim yapana dek ehl-i sünnet olan ve isim yaptıktan sonra vehhabi, şia… gibi ehl-i sünnet harici kimseler kitaplar yazarak piyasaya sunmaktadır. %99 ehl-i sünnet %1 ehl-i bid’a fikri yüklü olan bu eserler bir çok yerde bulmak mümkündür.

Bu bid’at ehli Türkiyede hemen her mevzu üzerine kalem oynatmakta ve gündem oluşturmaya çalışmaktadır.

Biz Risale-i Nur Talebeleri Türkiyenin bugün ehl-i sünnet kalmasının temel sebebiyiz. Elimizdeki Risale-İ Nur Külliyatı ehl-i sünnetin en muhkem ve revaclı olan bir Barika-i asası bir zülfikarıdır.

Lakin cemaat içerisinde yetişen ve hemen her alanda isim yapmış olan kardeşlerimiz. Ehl-i bid’atın hücümat-ı siteden tehacümatına mukabil eserler neşretmemektedir. Kalem kımıldatmamakta kelam etmemektedir. Bir şeyler yapmaya çalışan kimseler de dışlanmaya çalışılmaktadır.

●Risale-i Nur, dikkatle okuyan kimseye öyle bir fikrî, ruhî, kalbî intibah ve uyanıklık veriyor ki; bütün böyle aldatmalar, bizi Risale-i Nur’a şiddetle sevk ve teşvik ve o dessas münafıkların maksadlarının tam aksine olarak bir tesir ve bir netice hasıl ediyor. Tarihçe-i Hayat ( 691 )

 

Şimdi sormak elzemdir ki: Risale-i Nuru tahkik ederek okuyan ve alanında isim yapan kimselere, okunan hakikatları Edille-i Şer’iyeye (Kuran, Sünnet-i Seniyye, İcma, Kıyas)  müvazene ederek eserler verildi mi?

Ehl-i bid’anın tehacümatına mukable edildi mi?

 

İsminin önü kalabalık abi ve kardeşlerimiz bu mevzuda ne yaptı. Birkaç cılız sesten başka?

 

Neden ehl-i sünnetin sağlam kalası olan risale-i nurun allameleri, isim yapan kimseleri, prof.ları nerede? Neden hadisat-ı ahval u ehval Risale-i Nur Müvacehesinde Müvazene edilerek tahlil edilerek eserler okurlara sunulmamakta. Bizler ki sağlam dindar ve ehl-i sünnetiz o halde ne den üstadımın Risale-i Nur, bu asrı ve gelecek asırları tenvir edecek olan bir mu’cize-i Kur’aniyedir.Tarihçe-i Hayat ( 463 ) bu sözüne kulak vermiyoruz?

Bizler elimizde tekemmülata dair malzemeler olarak cevherbaha hakaik Risale-i Nur varken neden bunları tasnif, şerh ve izah edip bir şeyler yapmamaktayız?

●Ehl-i iman ise; hususan tahkikî iman ile imanı inkişaf edenler kavîdirler, muazzezdirler. Onların her biri bir abd-ı aziz ve bir abd-i küllîdirler. Tarihçe-i Hayat ( 690 )

Bizlere elzem olan vezaif ise: imanını kuvvetlendirmek, hem başkalarının imanlarını tehlikeden kurtarmaya çalışmak.. Tarihçe-i Hayat ( 284 )

Bahtiyar Odur Ki:

  • Dünyayı bir misafirhane-i askerî telakki etsin ve öyle de iz’an etsin ve ona göre hareket etsin. Mektubat (33)

  • Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin. Mektubat ( 71 )

 

  • İttiba-ı Sünnette hissesi ziyade ola. Lem’alar ( 59 )

 

  • Kevser-i Kur’anîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enaniyetini o havuz içine atıp eritendir. Lem’alar ( 166 )

  • Medar-ı saadet ve lezzet olan iktisad ve kanaatla sa’y-i helâli, bir nevi ibadet ve rızk için bir fiilî dua bilerek müteşekkirane ve minnetdarane o ihsanı kabul edip hayatını saadetkârane geçirir. Şualar ( 173 )

Biz Risale-İ Nur Talebeleri okuduklarımız hazmederek elimizdeki Risale-İ Nur Külliyatıyla müvazene ederek eserler neşretmeli ve toplumun imani, içtimai, iktisadi.. vs mevzularında Entelektüel kesimin efkarına kazımalıyız. Elimizdeki hakaiki pazarlamasını bilmeliyiz. Yoksa kendim okudum kendim söyledim nevinden bir şey olacaktır.

Risale-İ Nurun Hayata Tatbikini Engellemiş ve Mesul Oluruz!

 

Hakikî Mürşid-İ Âlim Koyun Olur, Kuş Olmaz. Hasbî Verir İlmini.

            Koyun Verir Kuzusuna Hazmolmuş Musaffâ Sütünü.

               Kuş Veriyor Ferhine Lüab-Âlûd Kayyını.  Sözler ( 706 )

 

Bizleri İhsan-I İlahi Olarak Bu Hizmette – Ahirzamanın Hizmet Tarzı –

İstihtam Eden Allahım Daire-İ Nuriyede Hissemizi Azim Eylesin

Bizleri Pasif, Sinik Bir Rol Oynattırmasın.

Dairede Aşk U Şevk İle İstihtam Ettirsin.

Amin

 

 

Selam ve Duayla

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org