Diyanet’ten Risale-i Nur İçin Yayınevlerine Yetki Verilmeye Başlandı!

Risale-i Nur Külliyatı’nın devlet tarafından korunmasını öngören yasal düzenlemeler neticesini verdi. Bugüne kadar çeşitli tahrif ve suistimallere maruz kalan Risale-i Nur Külliyatı, bundan sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’nın denetiminde aslına uygun basılabilecek.

Dini Yayınlar Genel Müdürü Yüksel Salman, yaptığı açıklamada, 26 Kasım 2014 tarihli ve 29187 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla Bediüzzaman Said Nursi’ye ait eserler üzerindeki 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’ndan kaynaklanan tüm hak ve yetkilerin Diyanet İşleri Başkanlığına verildiğini hatırlattı.

Bakanlar Kurulu kararının ardından eserlerin asıl nüshaları üzerinde konunun ilgilileriyle bir araya gelerek yaptıkları toplantılar sonucunda görüş birliğine vardıklarını belirten Salman, “Bugünden itibaren de Diyanet İşleri Başkanlığı olarak Risale-i Nur Külliyatı’nın basımı konusunda talepte bulunanlarla ilgili gerekli incelemeler yapıldıktan sonra yetki vermeye başladık. Başkanlığımızla sözleşme imzalayan yayınevleri, Kültür ve Turizm Bakanlığına başvurarak bandrol alabilecekler” şeklinde konuştu.

Salman, ilk etapta 6 yayınevine yetki verildiğini belirterek, bir ay içerisinde yeni basımların raflarda yerini alacağını dile getirdi.

ASILSIZ HABERLERİN KAYNAĞINI KURUTACAK

Eserlerin basımı konusunda görüşlerine başvurulan Barla Platformu Başkanı Said Yüce, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Risale-i Nur’a sahip çıkmasının, ülke açısından iftihar vesilesi sayılacak bir gelişme olduğunu söyledi.

Yasal düzenlemenin bir süredir bazı çevrelerce “Risale-i Nur’un neşri yasaklanıyor” şeklinde gerçek dışı haberlere konu edildiğini bildiren Yüce, şunları söyledi:

Asılsız haberler üreterek, iftira ederek, ‘nasıl olsa izi kalır’ diye çirkin yakıştırmalar yaparak bir müddet için kamuoyunda algı yanılmasına yol açmak mümkündür. Fakat hakikatler er geç ortaya çıkar. Bandrol konusunda da durum böyle olmuştur. Risale-i Nur’un devlet himayesine alınmasıyla çıkarları zedelenen bazı grupların yaydığı ‘Risale-i Nur yasaklanıyor’ şeklindeki haberlerin asılsızlığı zaten meydandayken, büsbütün açığa çıkmıştır. Yasal düzenleme çerçevesince Risale-i Nurları ‘aslına uygun yayınlama’ taahhüdü verenlere Diyanet İşleri Başkanlığınca basım izni verilmiştir.”

BEDİÜZZAMAN’IN VASİYETİ YERİNE GETİRİLMİŞ OLDU

Yüce, asliyeti kanunla koruma altına alınan eserlerin basımı konusunda yayıncılara izin verilmesinin Risale-i Nur talebelerini iki yönden sevindiren bir gelişme olduğunu bildirdi. Risale-i Nurlar üzerindeki her türlü tahrifin önlenmesi ve bu yöndeki teşebbüslerin cezayı gerektiren suç şeklinde tescil edilmesinin, ilk sevindirici gelişme olduğuna dikkati çeken Yüce, “İkincisi de şudur: Diyanet İşleri Başkanlığının Risale-i Nurlar’a sahip çıkması, zaten Bediüzzaman Hazretleri’nin bir vasiyetiydi. Müellifin bu vasiyeti de yerine getirilmiş olmaktadır” diye konuştu.

Devletin Risale-i Nur’a sahip çıkarak Türkiye Cumhuriyetine yaraşanı yaptığını ifade eden Yüce, “Devletimiz kendisinden bekleneni yapmıştır. Başta bu kanun ve kararnameyi imzalayan Sayın Cumhurbaşkanımıza, Sayın Başbakan ve Bakanlar Kuruluna, Kültür Bakanımıza ve bu kanunla eserlerin korunarak kamuoyuna ulaşmasını sağlayan Diyanet İşleri Başkanımız Prof. Dr. Mehmet Görmez’e ve bu husus da emeği geçen herkese en içten teşekkürlerimizi sunuyoruz” dedi.

DEVLET GÜVENCESİ ALTINA ALINDI

Sözler Yayınevi Genel Müdürü Osman Sevimli de Diyanet İşleri Başkanlığının Risale-i Nurları hem bizzat neşretmesi hem de himayesine almasının, Bediüzzaman Said Nursi’nin hayat gayelerinden birisi olduğunu belirtti. Sağlığında bu hususta ciddi ve ısrarlı teşebbüsleri olduğunu ancak zaman şartlarının arzusunun gerçekleşmesine imkan vermediğine işaret ederek, bugün, vasiyetin yerine getirilmesinin mutluluğunu yaşadıklarını ifade etti.

Diyanet İşleri Başkanlığının, eserleri hem kendisinin yayınlaması hem de aslına uygun basacak yayınevlerine basma yetkisi vermesini sevindirici bir gelişme olarak değerlendiren Sevimli, “Yasal düzenlemeyle getirilen yenilik, risalelerin aslına uygun basılmasını devlet güvencesi altına almaktan başka bir şey değildir. Bu da Risale-i Nur müellifinin en büyük önem atfettiği bir husustur” şeklindeki görüşlerini paylaştı.

“DÜZENLEME SON DERECE YERİNDE”

Nesil ve Söz Yayınevleri Yönetim Kurulu Başkanı İlyas Karademir ise Risale-i Nurlar’ın aslına uygun neşredilmesinin, Bediüzzaman Said Nursi’nin üzerinde hassasiyetle durduğu bir mesele olduğunu belirtti.

Risale-Nurlar’a sahip çıkılmasının, Bediüzzaman Said Nursi’nin vasiyeti olduğunu bildiren Karademir, “Üstad bu konuda muhtelif teşebbüslerde bulunmuş ve bu gayesini tahakkuk ettirmek için talebelerini yetkili makamlara göndermiştir. Bu konuda hükümetçe yapılan yasal düzenlemeleri biz de yayınevi olarak son derece yerinde buluyor ve Risale-i Nurlar’ı bu düzenlemelerin gereğine uygun yayınlamayı taahhüt ediyoruz” ifadelerini kullandı.

“ASLININ KORUNMASINDAN MEMNUNUZ”

Hizmet Vakfı Mütevelli Heyet Başkanı ve aynı zamanda Bediüzzman Said Nursi’nin hayattaki yaşayan talebelerinden Hüsnü Bayramoğlu da Risale-i Nurlar’ın, Bediüzzaman Said Nursi’nin vasiyet ve beyanlarına uygun yayınlanması ve aslının kanun korumasına alınmasından son derece memnun olduklarını kaydetti.

Kaynak : AA

Kar Yağar Çiçek Çiçek.. (Şiir)

Bir bahar sabahı uyanmışlardı.

Aylarca gülümsediler.

Bazan yağmur okşadı yüzlerini.

Bazan güneş öpücükler kondurdu yanaklarına.

Kucaklarında nice konuklar ağırladılar.

Bir yaz böylece geçti.

Yorgun düştü çiçekler.

Ve uyumak istediler.

•••

Bu defa gökte çiçekler açtı.

Bulutlarda nakışlar işlendi.

Herbiri ayrı bir desenle süslenmiş beyaz çiçekler usulca inmeye başladı yeryüzüne.

Ve yerde uyuyan çiçeklerin üzerini örttü incitmeden.

Donmasınlar diye, onları toprağın sıcaklığıyla baş başa bıraktı.

•••

Bem beyaz bir yorgan, dağlardan ovalara doğru serildi.

Renkler de çiçekler gibi gözlerden kayboldu.

Sadece beyaz kaldı ortada. Bir de güneşin kızıllığı zaman zaman.

Yorganın altında mışıl mışıl uyudu çiçekler.

Yukarıda olup bitenlerden haberleri bile olmadı.

•••

Gün geldi, bir diriliş müjdesi ulaştı uyuyanlara.

Bir tebessüm yukarıdan, bir tebessüm aşağıdan, deliverdi karları.

Önce güneş gülümsedi semâda.

Ona çiçekler cevap verdi.

İkisinin arasında dağlar eridi, gitti.

•••

Toprak, suyu yanı başında hazır buldu.

Kana kana içti.

İçtikçe coştu.

Coştukça güldü.

Dinlenmiş yüzlerle güldü.

Çiçekleri özleyenler, o gülen yüzde bir haşir müjdesi buldu.

Ve ölümü de, tıpkı kar gibi, kış gibi, bir diriliş habercisi bildi.

Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltendir. O herşeye kadirdir.

Rûm Sûresi, 50

Ümit Şimşek

yazarumitsimsek.com

Nur Talebesi Başkasının İmanını da Muhafaza Etmeye Mükelleftir

Eskişehir hapishanesinde cereyan eden bir hadiseyi nakleden Bediüzzaman Hazretleri imana hizmetin her şeye tercih edilmesinin hakikatini nazara verir

“Cazibedar bir Nakşi evliyasından bir zat, dört ay mütemadiyen Risale-i Nurun elli altmiş şakirtleri içinde celbkârane sohbet ettiği halde, yalınız bir tek şakirdi muvakkaten kendine celbetti. Mütebakisi o cazibekâr şeyhe karşı müstağni kaldılar. Risale-i Nurun yüksek , kıymettar hizmeti imaniyesi onlara kâfi olarak kanaat veriyordu.

O şakirdlerin gayet keskin kalb ve basireti, şöyle bir hakikati anlamış ki: Risale-i Nura hizmet ise, imanı kurtarıyor, tarikat ve şeyhlik ise velayet mertebesini kazandırıyor. Bir adamın imanını kurtarmak ise on mü’mini velayet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevaplıdır. Çünkü iman saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mümine, küre-i arz kadar bir saltanatı bakiyeyi te’min eder. Velayet ise mü’minin cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise, bir adamın imanını kurtarmak, on adamı veli yapmaktan daha sevaplı bir hizmettir.” (Kastamonu Lâhikası sh:83)

“Benim eskiden  beri tekrar ettiğim bir dâvâm-ki, Risale-i Nurun hakiki şakirtleri, hizmeti imaniyeyi her şeyin fevkinde görür, kurbiyet de verilse ihlas için hizmetkârlığı tercih eder.”

“Ben tahmin ediyorum ki, eğer Abdülkadir Geylani (r.a.) ve Şah-ı Nakşibendi (r.a.) ve imami Rabbani (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün kuvvetlerini hakaik-i imaniyenin ve akaidi islamiyenin takviyesine sarf edecektiler.  Çünkü saadeti ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız cennete gidilmez fakat, tasavvufsuz cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşabilir. Tasavvuf meyvedir fakat hakaiki imaniye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyri sülûk ile bazı hakaiki imeniyeye ancak çikılabilirdi. Şimdi ise Cenâb-ı Hakkın rahmeti ile, kırk dakikada o hakaika çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette kârı akıl değildir. İşte otuz üç adat sözler, böyle Kur’ani bir yolu açtığını, dikkatlı okuyanlar hükmediyorlar.

Madem hakikat budur. Esrar-ı Kur’âniyeye ait yazılan Sözler şu zamanın yaralarına en münasip bir ilaç, bir merhem  ve zulumatın tehacumuna maruz heyet-i islamiyeye en nafi bir nur ve dalalet vâdilerinde hayrete düşenler içi en doğru bir rehber olduğu itikadındayım” (Mektübat sh:23)

“Her şakirdin vazifesi, yalnız kendi imanını kurtarmak değil, belki başkasının imanını da muhafaza etmeye  mükelleftir. O da hizmete ciddi  devamla olur.” ( Kastamonu Lâhikası sh: 202)

Zaman imanı kurtar zamanıdır çünkü:

“Bu zaman eski zaman gibi değildir. Eski zamanda imânı kurtaran on el varsa, şimdi bire inmiş. İmansızlığa sevk eden sebepler eskiden on idi ise, şimdi yüze çıkmış. İşte, böyle bir zamanda imâna hizmet için, dünyaya el atmadım, dünyayı terk ettim.” Sözler sh: 760)

“Sözler namında envar-ı Kur’âniye ise, en mühim ibadet olan ibadet-i tefekküriye nev’indendir. Şu zamanda en mühim vazife imana hizmettir. İman saadeti ebediyenin anahtarıdır.” (Barla Lâhikası sh:328)

Bu zaman imanı kurtarma zamanıdır. Seyri sülûk-ü kalbi ile tarikat mesleğinde bu bid’alar zamanında çok müşkülat bulunduğundan, Nur dairesi hakikat mesleğinde gidip, tarikatların faydasını te’min eder.” (Emirdağ Lâhikası-I sh:242)

“Hadisi şerifte vardır ki: Bir adam imana seninle gelmesi, sana sahra dolusu kırmızı koyundan daha hayırlıdır.” (1) “Bazan bir saat tefekkür bir sene ibadetten daha hayırlı olur.” (2) (Emirdağ Lâhikası-I sh 104)

İmanın rükünlerinden birisinde hâsıl olacak bir şüphe veya inkâr, dinin teferruatında yapılan lakaytlıktan pek çok defa daha felaketli ve zararlıdır. Bunun içindir ki: Şimdi en mühim iş taklidi imanı tahkiki imana çevirerek imânı kuvvetleştirmektir, imanı takviye etmektir, imanı kurtarmaktır. Her şeyden ziyade imanın esasatıyla  meşgul olmak kat’î bir zaruret ve mübrem bir ihtiyaç, hatta mecburiyet haline gelmiştir. Bu Türkiye’de böyle olduğu gibi, umum İslam dünyasında da böyledir.” (Sözler sh: 749)

“Biz, imanı kurtarmak ve Kur’âna hizmet için  Mekke’de de olsam buraya gelmek lazım. Çünkü en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalıklara müptela olsam ve zahmetlere katlansam, yine bu milletin imanına ve saadetine yardım için burada kalmaya Kur’ân dan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz.” (Emirdağ Lâhikası-I sh 195)

Risale-i Nur iman kurtarması ciheti cihetiyle o dar dairesi madem hayat-ı bâkiye ve ebediyeyi kurtarıyor. Bir milyon talebesi bir milyar hükmündedir. Yani bir milyon değil, belki bin insanın hayat-ı ebediyesini temine çalışmak, bir milyon insanın hayatı faniye-i dünyeviye ve medeniyetine çalışmaktan daha kıymettar ve mânen daha geniş olması, Eski Saidin o rüya-yı sâdıka gibi olan hissi kablelvuku ile o dar daireyi bütün Osmanlı memleketini ihata edeceğini gördüm.” (Emirdağ Lâhikası –II sh: 112)

Madem bin seneden beri iman ve Kurân aleyhine teraküm eden Avrupa feylesoflarının itirazları şüpheleri yol bulup ehli imana hücum ediyor. Ve bir saadet-i ebediyenin ve bir hayat-ı bakiyenin ve bir cennet-i daimenin anahtarı,  medarı, esası olan erkân-ı imaniyeyi sarsmak istiyorlar. Elbette biz her şeyden evvel imanımızı taklitten tahkike çevirip kuvvetlendirmeliyız.” (Emirdağ Lâhikası-I sh: 166)

“Bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife, imanını kurtarmaktır, başkasının imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır.”( Emirdağ Lâhikası-I sh:62)

“Biçare hocalar, Nurların kıymetini bilmiyorlar değil, belki derd-i maişet o heyet-i ulemadaki büyük hocalara itimad edip ve kendi tahsil ettiği ilm-i dini kendi imanını kurtaracak derecesindedir zanniyle lâkayt kalıp ruhsatla amel etmeye kendilerine fetva veriyorlar.” ( Emirdağ Lâhikası-I sh:214)

Beni nefsini kutarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zan ediyorlar? Ben cemiyetin imanını kurtarmak yolunda, dünyamıda feda ettim ahretimi de… Risale-i Nur , hiç olmazsa birkaç yüz bin, yahut birkaç milyon kişinin—adedini bilmiyom ya, öyle diyorlar. Afyon savcısı beşyüz bin demişti. Belki daha ziyade—imanını kurtarmaya vesile oldu. Ölmekle yalnız kendimi kurtaracaktım. Fakat hayatta kalıp ta zahmet ve meşekkatlere tahammül ile bu kadar imanın kurtulmasına hizmet ettim Allaha bin kere hamd olsun.”(Tarihçe-i Hayat sh:629)

“Hususi vazifemiz de, Kur’ânın iman hakikatlerini tahkikî bir surette ehli imana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebediden ve daimi berzahî haps-i münferitten kurtarmaktır.” (şualar sh:313)

“İmam-ı Rabbanî ve Müceddidi Elfi Sânî Ahmed-i Faruki (r.a.) demiş: Hakaiki imaniyeden  birtek mesenin inkişafı ve vuzuhu, benim indimde binler ezvak ve kêrâmata müreccahtır. Hem demiş ki: Bütün tarikatlerin gayesi ve neticesi, hakaiki imaniyenin vuzuhudur.”

Madem şöyle bir tarikat kahramanı böyle hükmediyor. Elbette hakaiki imaniyeyi kemal-i vuzuhla beyan eden ve esrar-ı Kur’aniyeden tereşşuh eden Sözler, velayetten matlup olan neticeleri verebilirler.” Mektübat sh: 355)

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Ey İnsanoğlu! (Şiir)

Kulak ver bana sen ey insanoğlu

Sakın ha dünyayı ebedi sanma!

Geçici lezzetlere aldanarak

Nefis ve şeytanın fikrine kanma

 

Zevk-u sefanın içine dalıp ta

Baki zannettiğin şu dünya fani

Bir düşün ki büyüklerin nerede

Dünyadan göç edenler nerde hani

 

Başıboş dolaşan avare gibi

Nereye gidiyorsun dur da bir bak

Sakın nefsini o kadar kaptırma

Sanma dünya eğlence ve oyuncak

 

Bel bağlamışsın dünya nimetine

Ama yolcu olduğunu unutma

Uyan artık şu gaflet uykusundan

Gafil kişilerin yolunu tutma

 

Nefesin bile sayılı ey insan

Günaha girmeye etme acele

Kendi nefsine bir çekidüzen ver

Çünkü her an gidiyorsun ecele

 

Bir ezan ile geldin şu dünyaya

Sonra bir selâ ile gideceksin

Ölüm meleğiyle karşılaşınca

Ahretteki yerini göreceksin

 

Öyle ise öyle bir hayat sür ki

Alacağın mükâfat cennet olsun

Sakın ha bu fırsatı hiç kaçırma

Gönlün huzurla ve imanla dolsun

 

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Merhum Bayram Yüksel Ağabeyin Hatıralarından (2)

26- Üstad Hazretleri, uçağı gördüğü zaman, onu göstererek, “Nev’imle iftihar ediyorum.” dedi.

27-Üstad Hazretleri, Şafii mezhebine göre biraz erken kalkardı. O zaman Ağabeyler namazlarını ayrı kılarlar, sonra zile basılınca Üstad Hazretlerinin yanına giderlerdi. O zaman Üstad Hazretleri “Tesbihatı yapıp yapmadıklarını” sorar, yapmamışlarsa “yapmalarını” söylerdi. Eğer namazı beraber kılmışlarsa, La İlahe İllallah çekilinceye kadar kimseyi bırakmazdı.

28- Üstad Hazretleri, “Yirmi milletvekili vatan, Kur’an için çalışacağız.” Deseler,” maaş almazlarsa bomba gibi te’sir edecek!” dedi.

29- Üstad Hazretleri, gümleğinin önüne bazen reyhan ve gül takıyordu.

30- Üstad Hazretleri, “Benim hizmetkârlarımı gıybet edenlerin akıbetlerinden korkarım.” dedi.

31-Üstad Hazretleri “Menderes gelse, Bayramı bana şoför olarak ver!” dese, bunun neticesi olarak “Risale-i Nur dağıtacağım neşredeğim!” dese, ben Bayramı vermeyeceğim.” dedi.

32- Abdullah ağabey Urfada hizmetteyken, validesi Üstada mektup yazarak diyor ki: “Abdullahı müsaade  edin, iki aylığına yanıma gelsin! Yoksa hakkımı helal etmeyeceğim.” Üstad Hazretleri, o  sırada Emirdağı’nda imiş Bu mektuptan evvel evvel haberdar olan Zekeriyya kitapçı Ağabey Üstad Hazretlerinden habersiz olarak Abdullah Ağabeye mektup yazarak demiş ki, Annenden böyle böyle mektup geldi. Üstad Hazretleri iki aylığına değil de iki günlüğüne gitmenize izin verdi. Çabuk gidin.” Abdullah Ağabey hemen yola çıkarak evvela Üstad Hazretlerini ziyaret ederek, memlekete gitmek  niyeti ile Emirdağı’na geliyor. Üstad Hazretleri, Abdullah Ağabeye o zaman Şöyle demiş: “Sıla-i rahim mektupla da olur. Hemen  Urfa’ya geri dön. Eğer önceden tedbir alıp, eve ara sıra mektup yazsa idin, bunlar başına gelmezdi. Eğer seni özlemişlerse, onlar senin yanına gelsinler.”Abdullah Ağabeyin anlattığına göre, Üstad Hazretleri sağ elini göstererek demiş ki: “Baş parmak Hukukullaha; işaret parmağı hukuku Resülullah. Orta parmak hukuku Üstada; Yüzük parmağı hukuku vâlide; Küçük parmak hukuku peder.” Demiş. Sonra Üstad Hazretleri baş parmağını işaret ederek, “Hepisine mukabildir ve hepisinden önce gelir.” Demiş. Abdullah Ağabey hemen urfaya dönmüş.

33- Abdullah Ağabey Üstad hazretlerini ziyarete gelince, Isparta’daki Ağabeylerin hepsi yemekte toplanıyor. (Üstad Hazretleri, dışarıdan lokantadan yemek getiriyor.) Üstad Hazretleri yemekten sonra şöyle dua ediyordu: “Ya Rab bu cemaatla beraber cennette de bize yemek nasip eyle!” diyor.

34- Üstad Hazretleri, fırtınalı bir havada,  Eğridir’den Barlaya motorlu bir kayıkla gidiyor. Üstad o fırtınada kayık içinde bir delikanlı gibi duruyor. Kayık içnde korkmayan bir Üstad Hazretleri ile bir çocuk varmış. Üstad Hazretleri kayıktaki korkaklara diyor: “Hey ahmaklar, ne korkuyorsunuz? Şehid olacaksınız!” Karaya çıktığında Üstad Hazretlerinin üzerinde bir damla yağmur ve deniz suyu yokmuş. Üstad Hazretleri, orada bulunan ihtiyar bir kadına: Çayın varmı.” diye soruyor? Kadın: hiç çay adetimiz yoktur!” diyor. Üstad Hazretleri bir yerden çay alıyor. Oba sahibi ise: Şekeri de benden olsun diyor.” Üstad Hazretleri ise: “Ben seksen senelik kaidemi bozmam” deyip şekerin parasını veriyor. (Emirdağ.2: 198-199’a bakınız.)

35- Üstad Hazretleri, “Vandaki ada içinde  yetiştireceğim on adam, dünyayı idare eder!” Diye buyuruyor. Sebebi sorulunca:”Çünki âfâki meşguliyet yok!” demiş.

36-  (Sırr-ı İnna A’tayna), ay ışığında ve çam ağacında te’lif ediliyor.

37-  Üstad Hazretleri, (Bast-ı zaman, Risale-i Nurun te’lifinde vuku bulmuştur.” Demiştir.

38- Üstad Hazretleri, Demokrat Parti parmak kesiyor. Halk Partisisi el kesiyor. Onun için Demokrat Partiye ehvenişer nazarıyla  bakıyorum!” diyordu.

40- Bayram Ağabeyin kalbine bir gün, “Bir avuç Nur telebeleri olan bizler yazıyoruz, bizler okuyoruz.” Diye geliyor. Üstad Hazretleri, birden “Bu Nurları bütün kâinata okutturacağım! Diye buyuruyor.

41- Üstad Hazretleri,(sarıklı genç) için “Bir zaman Ceylan’ı düşünmüştüm.” Demişti.

42- Üstad Hazretleri, “Fıtri uyku  beş saattir diyordu. Kendide erken yatıp saat ikide kalkıyordu.

43- Üstad Hazretleri, Emirdağı’na üç Km. kalsa bile namaz vakti girince arabayı durdurup, hemen evvel vaktinde namazını eda ediyordu.

44- Üstad Hazretlerinden âfâki hiç bir şey duymadık. Beş dakika boş durduğunu da görmedik. Ya yazıyor veya okuyordu.

45- Üstad Hazretleri, “benden sonra sizin vazifeniz tevafuklu Kur’an, Risale-i Nur’un ta’limi, Lahika mektuplarının neşri (Kastamonu ve Emirdağ Lahikaları neşredilmişti) olacak diyordu. (Ağabeylere hitaben)

46- Üstad Hazretleri, Risale-i Nuru bir yerden bir yere götürmek, on kâfiri öldürmekten daha ehemmiyetlidir.” Buyurmuştu.

47- Üstad Hazretleri, Bazen bizleri çağırır ve ” Siz mi çalışkansınız , ben mi çalışkanım?” diye sayfaları gösteriyor ve kendisinin ikiyüz sahife okuduğunu tek tek sayıyordu.

48- Üstad Hazretleri, “Risale-i Nur’u evrad makamında da okuyabilirsiniz.” Diyordu.

49- Üstad Hazretleri ile bir gün yolda giderken, yolda gördüğümüz yeni doğmuş on günlük bir bebeğin Üstad Hazretlerine gitmek ister gibi hareketlendiğini gördük.

50- Üstad Hazretleri, Arapça Mesneviyi ders verdiği zamanlarda dersi çok uzatıyor ve sabah namazından öğle namazına kadar ders yapıyordu. Zübeyir Ağabey uyumamak için vücuduna iğne batırıyordu. Üstad hazretleri, Arapça Mesneviyi ders okurken izah ediyordu.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version