Kendisi gibi engellilere Kur’an-ı Kerim öğretiyor!

Yaz Kur’an kurslarının açılmasıyla camiler çocuk sesleriyle doldu. Bazı engellerinden dolayı camiye gidip Kur’an öğrenemeyenler de bu sevince ortak oluyor. Erzurum’da engelliler için açılan Kur’an kursunda 18 engelli vatandaş, Allah kelamını kendisi de engelli olan müezzin Metin Şengül’den öğreniyor.

Erzurum’da engelleri sebebiyle camiye gidemeyen ve Kur’an-ı Kerim öğrenemeyen vatandaşlar, azimleriyle örnek bir tavır sergiliyor. Kur’an öğrenmek için kurs talep eden 18 engelli vatandaşın isteğini Türkiye Sakatlar Derneği Erzurum Şubesi karşıladı. Derneğin açtığı Kur’an kursuna Palandöken Müftülüğü, kendisi de engelli olan müezzin Metin Şengül’ü görevlendirdi.

Kursa katılanlar arasında 63 yaşındaki Necati Yılmaz ile 55 yaşındaki Selami Karabağ da bulunuyor. Kamyon şoförlüğü yaparken geçirdiği kaza sonucu bacaklarını kaybeden Selami Karabağ, çocukluğundan beri arzuladığı halde öğrenemediği Kur’an okumayı bu kursta başaracağını söylüyor. Necati Yılmaz da, “Bu kursun açılması için biz talepte bulunduk. Daha önce Kur’an okumayı biliyordum ama tecvitle okumayı çok istediğim için bu kursa geldim. Bu sayede kendimi geliştireceğim, bilmeyen arkadaşlarımız da bu güzel kelamı öğrenmiş olacak.” diyor.

Erzurum Yunus Emre Camii’nde müezzinlik yapan yürüme engelli Metin Şengül ise camilerin sadece engelsiz vatandaşların kullanımına uygun olarak düzenlenmesinden dert yanıyor. Merdivenlerin kendileri için büyük bir engel olduğuna değinen Şengül, bundan dolayı Kur’an kursunu camide düzenleyemediklerini dile getiriyor. Dernekteki fiziki şartların daha uygun olmasından dolayı engellilere Kur’an dersinin burada verileceğini aktaran Şengül, “Camiler sadece sağlıklı insanlar için ibadet yeri değil. Engelli insanların da buraları kullanmaya, buralarda Kur’an-ı Kerim ve dini bilgileri öğrenme hakkı var.” ifadelerini kullanıyor. Şimdiye kadar yüzlerce çocuğa Kur’an-ı Kerim okumayı öğrettiğini ifade eden Şengül, bunların arasında hiç engelli bulunmadığını söylüyor ve ekliyor: “Bundan dolayı gönüllü olarak, kendim gibi engellilere ders vermeyi kabul ettim. İlk kez engelli öğrencilerim olmasından dolayı da mutluluk duyuyorum.”

Türkiye Sakatlar Derneği Erzurum Şubesi Başkanı Sadullah Efe de daha önce farklı alanlarda birçok kurs düzenlediklerini fakat Kur’an-ı Kerim kursunun diğerlerinden farklı bir anlam taşıdığını belirtiyor. Efe, talep edilmesi halinde engelli bayanlar için de kurs açacaklarını ifade ediyor.

Osman Yakut / Zaman

Ramazan’da kimler oruç tutmayabilir?

Düşünen her insan bilir ki, kullarını yarattığı sayısız nimetlere karşı sene boyunca serbest bırakan Rabb’imiz, sadece Ramazan-ı Şerif’te bir aylık bir sabır imtihanına tabi tutmaktadır.

İnanmış insan bu bir aylık sabır imtihanına seve seve gönülden evet der:

-Senenin bir ayında neden Rabb’imin emrini yerine getirmeyeyim? Ben bu kadar iradesi zayıf, boğazına düşkün oburun biri miyim? diyerek de Ramazan orucunun mutluluğunu toplumla birlikte yaşamayı esas alır. Tereddüt ve vesveseye asla girmez. Büyük bir azim ve gayretle ay boyunca oruçlarını sevgi ile tutarken ibadetlerini de aynı şekilde büyük bir azimle camilerde halkla birlikte yapmaya gayret eder, çevresindeki konu komşudan ayrı kalmak gibi bir mahrumiyet ve ayrılığa düşmek istemez.

Allah korusun, bir yanlışlık yapıp da nefsine uyarak orucunu tutmamak gibi büyük bir günaha yönelecekse, bunu da hiç olmazsa açıkça değil de gizlice yaparak insanları oruç yediğine şahit tutmak istemez, dinde ‘fasık-ı mütecahir’ adı verilen ‘aleni günahkâr’ durumuna düşmeyi göze almaz. Çünkü bir günah gizli işlenirse Allah ile kendi arasında kalır, gizlemez de açıkça ilan ederek işlenirse bu tüm insanları şahit tutarak aynı günahı onların da işlemesini teşvik etme manasına geldiğinden vebal çok genişlemiş olur.

Şayet oruç tutamayacak durumda mazereti olan kimse ise, sonsuz merhamet sahibi Rabb’imiz, kullarının oruç tutmada zorlanacak olan bu özür sahiplerini de ayırır, onlara oruçlarını ileride mazeretleri geçince tutmaları iznini verir.

-Kimlerdir Ramazan ayında herkes oruçlu iken oruçlarını tehir edip de sonra tutma iznine sahip olan mazeretliler? Bu izin sahiplerini kısaca şöyle sıralamak mümkündür:

1- En başta küçük yaştaki masum çocuklar: Bunlar erginlik (buluğ) yaşına girmedikçe oruç tutmakla yükümlü olmazlar. Buna rağmen tutarlarsa sevabı, onları alıştıranlara da şamil olur. Kızlarda dokuz, erkeklerde on beş yaş, erginlik yaşı dediğimiz yükümlülük başlangıcı olarak kabul edilirse de esas yükümlülük tespiti, muayyen hal ile ihtilam olmanın başlamasıyla kesinleşir.

2- Çok yaşlanmış ihtiyarlar: Oruç tutacak kuvvete sahip olmayan bu yaşlıların halsizlikleri oruç tutmaları halinde daha da artacak, zor durumda kalacaklarsa tutmazlar. Bunların ekonomik durumu müsait olanları tutamadıkları her oruç başına on lira verirler çevrelerindeki yoksullara.

3- Yaşlı değil fakat hasta olanlar: Oruç tutacak olurlarsa hastalıkları fazlalaşacak, sıhhatleri daha da bozulacaksa, sıhhatine kavuşunca tutmaya niyet ederek beklerler.

4- Hamile hanımlar: Taşıdıkları yavrularına zarar geleceğini biliyorlarsa doğumdan sonra tutmayı niyet ederek oruçlarını tehir ederler.

5- Doğum yapmış, çocuk emzirmekte olan anneler: Çocuğun ya da annenin zarar göreceğini düşünüyorlarsa oruçlarını tehir eder, sonra tutarlar.

6- Her ay belli günlerdeki özürleri başlamış bulunan hanımlar: Bunlar da özürleri başlayınca hemen oruçlarını bırakırlar. Müddet bittikten sonra tutamadıkları oruçlarını tutarak tamamlarlar.

7- Seferde olanlar: Yani oruç günlerinde doksan kilometreden az olmayan yolculuğa çıkmış bulunanlar. Ancak yolcular yeme iznine sahip oldukları halde tutarlarsa sevaplısını tercih etmiş olurlar.

Önemli bir oruca başlama vakti hatırlatması: Oruca başlama vakti sabah ezanı değil, sabah ezanından önce başlayan takvimlerdeki imsak dakikasıdır. Ezan geç de okunabilir erken de.. Bunun için de, herkes bulunduğu yerin imsak ve iftar dakikasını iyi bilmeli, ezan okunmasa dahi imsak dakikası girmişse orucuna başlamalıdır.

Burada bir yanlışlık olur da, imsak dakikası girdiği halde girmedi zannedilerek yemeye devam edilirse, yahut da iftar vakti girmediği halde girdi zannıyla oruç açılırsa hata ile orucu bozulmuş olacağından dolayı bu orucu bayramdan sonra tekrar tutarak kaza etmek gerekir.  Bu sebeple takvimdeki bu imsak dakikası sınırı unutulmamalıdır.

Ahmed Şahin / Zaman

Tebliğden önce temsil!

İslâm, bazı hakikatleri, kaideleri ve hükümleriyle bizzat, bazı hükümleriyle de –ceza yasaları gibi– o hükümlerin insandan kaynaklanan uygulanma sahaları gereği neticeleri itibariyle baştan sona güzellikler mecmuasıdır. O, kaide ve hükümleriyle mücerret güzellikler olarak kendisini mensuplarının şahsında müşahhaslaştırır. Dolayısıyla bir Müslüman, İslâm’ı hayatı ve davranışlarıyla ne ölçüde müşahhaslaştırabiliyorsa, o ölçüde İslâm’a sadıktır; onu bizzat hür ve iradî fiilleriyle müşahhaslaştırmadaki kusuru ve noksanı nisbetinde de İslâm’a ihanet içinde demektir.

Bu noktada Fethullah Gülen Hocaefendi şöyle yazar: “Üstün insanî vasıflar, duygu, düşünce derinliği ve karakter sağlamlığı, hemen her yerde geçerli bir kredi kartı mesabesindedir… Hakk da, halk da, insanları insanî vasıfları, üstün karakteriyle değerlendirir. Bu itibarla da, insanî değerler itibariyle fakir, karakterleriyle de zayıf kimseler, çok iyi birer mü’min görünümünde olsalar da, büyük başarılar elde etmeleri ve elde ettikleri başarıları koruyabilmeleri; aksine, iyi bir Müslüman görünümünde olmadıkları halde, sağlam karakteri ve üstün insanî vasıfları itibariyle birkaç kadem ileride olanların da, bütün bütün başarısız kalmaları mümkün değildir.

Bugün, “Hacı, sakallı, beş vakit namazında…” diye bazılarına duyduğumuz itimat, çoklarımız itibariyle en fazla aldandığımız, aldatıldığımız bir nokta olmaktadır. Evet, ibadetler, Müslüman’ın hayatında ve Müslüman karakter inşaında vazgeçilmezdir. Kur’ân’da bizzat buyrulduğu üzere, “Namaz, bütün çirkinliklerden ve kötü davranışlardan alıkoyar.” Ama namaz sadece şekilden ibaret kalıyor, İslâm sadece şeklî namaz ve oruç gibi birkaç ibadetten ibaret görülüyorsa, merhum Seyyid Kutub’un çok yerinde ikazıyla, “İnsanları kötülüklerden alıkoymayan namaz, bırakın onları Allah’a yaklaştırmayı, ancak Allah’tan uzaklaştırır.” Ve, içtimaî hayatın içinde bir yakınımın tesbit ve itiraf ettiği üzere, bugün günlük hayatta ve muamelatta en fazla aldatan ve işini düzgün yapmayan insanlar, ne yazık ki şeklî namaz Müslümanlarından çıkmaktadır.

İslâm’ı temsil, özellikle üç noktada önemlidir ve kendini gösterir. Bunlardan biri, bütün söz, hâl, davranış, çalışma, vazife sorumluluğu, işveren–işçi münasebeti, insanlarla ve sulardan yakıtlara, bitkilerden ve ağaçlardan hayvanlara varıncaya kadar bütün varlıklarla münasebetlerimizde doğru, güvenilir ve samimî olmadır. Doğruluk, güvenilirlik ve samimiyet, İslâmiyet’in esası, peygamberliğin de birinci vasfıdır. İslâm’ı temsilde ikinci nokta, öğretmen, öğrenci, idareci, işçi, hakim, bakan vb. hangi meslekten olursak olalım, işimizi çok iyi yapma, mesleğimizin hakkını mümkün olduğu kadar en a’zami derecede yerine getirebilme, bu hususta parmakla gösterilecek bir seviyede olmaktır. Üçüncü nokta, başkalarına emir veya tavsiye ettiğimizi önce kendimizde ve örnek olacak şekilde uygulama, Kur’ân’ın ikazıyla, “insanlara iyiliği emrederken onu yapmama akılsızlığına düşmeme”, dinî veya daha başka bütün sorumlulukları başkalarına anlatılacak kaideler gibi değil, bizzat kendimizin herkesten önce ve ileride yapmamız veya yapmamamız gereken kaideler olarak görmedir.

Bu noktalar Müslüman’ın hayatında ne ölçüde eksikse, o insan Müslüman olarak arz-ı endam etmekten, özellikle İslâm’ı tebliğ iddiasından o ölçüde utanmalıdır.

Ali Ünal / Zaman

Kur’an Neden “Delil” İstemeye Önem Verir? (Kısa Video)

Asrımızın mühim bir hastalığı, imani hakikatlere karşı lakayıtlık ve iman hakikatlerini ispat eden delillerden yüz çevirmektir. Maalesef bu hastalık sadece ehl-i gafleti değil, manevi âlemde yol almak ve terakki etmek için ciddi çalışan Müslümanları dahi kuşatmıştır. Hatta bir kısım Müslümanlar daha da ileriye giderek, imani konularda delil aramayı malayani kabul etmekte “Şüphemiz yok ki delile ihtiyacımız olsun.” demektedirler. Yani onlara göre iman hakikatlerini ispat eden delillerle uğraşmak, kalbî hastalıkların emaresidir ve şüphesi olmayanlar için gereksiz bir iştir. Bu görüş ve itikat, tamamen İslamî bilgi eksikliğinden ve cehalettendir. Bu sözü ancak, İslam’ın delile verdiği kıymeti bilmeyenler ve imanın mahiyetinden habersiz olanlar söyleyebilir.

İşte bu eserdeki amacımız: İslam’ın delile verdiği kıymeti beyan etmek, imanın kısımlarını izah ederek taklidi ve tahkiki imanın farklarını ortaya koymak ve bu sayede Müslümanları iman hakikatlerinin delillerini öğrenmeye teşvik etmektir. Şimdi meselemizi maddeler hâlinde incelemeye geçiyoruz.

Bu bölümde, Kur’an’ın delil talebine verdiği önemi ve delillerden yüz çevirmenin zemmini işleyeceğiz. Aslında bu konu hakkında hususi bir kitap yazılabilir. Zira Kur’an, baştan sona iman hakikatlerinin ispatından bahseder. Kim Kur’an’ı eline alarak sadece mealini bile okusa bu sözümüzü tasdik edecektir. Çünkü Kur’an, kâinatı iman hakikatlerine delil yapar. Güneş’ten, yıldızlardan, bulutlardan, yağan yağmurdan, esen rüzgârdan ve daha birçok eşyadan bahseder. Daha sonra da bunlardan iman hakikatlerine pencereler açar. Zikrettiği eşya ile Allah’ın varlığını, ahiretin tahakkukunu, Kur’an’ın hak kelam olduğunu ve diğer iman hakikatlerini ispat eder. Dolayısıyla “Delile ihtiyacım yok.” demek, bütün bu ayetleri manasızlıkla itham etmek olur. Bilakis delile çok ihtiyacımız var ki, Cenab-ı Hak, kelamında baştan sona iman hakikatlerinin delillerinden bahsediyor. Elbette bu, bir ihtiyaca binaendir.

Şimdi delillerden yüz çevirmeyi zem eden ve delilin imanı ziyadeleştirdiğine işaret eden ayetlerden bir kısmını beraber inceleyelim.

1. Ayet: “Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, onlardan yüz çevirerek üzerinden geçerler.” (Yusuf 105)

Bu ayet-i celiledeki “ayetten” maksat; Allah’ın varlığına, birliğine, isim ve sıfatlarına ait olan delillerdir. Zira çiçeklerden ağaçlara, karıncadan yıldızlara kadar her şey Allah’ın varlığına bir delildir ve O’nun birliğine şehadet ederler. Mezkûr ayette, bu delillerden yüz çevirerek üzerinden geçenler kınanmıştır.  Acaba “Delile ihtiyacımız yok.” diyenler bu zemmin şümulüne dâhil değil midirler? Yani üzerine bastığı ot bile elli beş lisan ile Cenab-ı Hakk’ın varlığını haykırmakta iken, bu haykırışa kulak kapayanlar ve bu kulak kapamayı da sözde imanlarının kuvvetine verenler bu ayetteki zemden hissedar değil midirler? Allah-u Teâlâ bu ayette açık bir şekilde, yerde ve gökte bulunan delilleri okumamızı bizden istemekte ve yüz çevirmemizi de kınamaktadır. O hâlde bir Müslüman’ın ilk işi, bu delilleri okumayı öğrenmek, delillerden yüz çevirme fiilini terk etmek ve bu sayede ayetteki zemme muhatap olmaktan kaçınmaktır.

2. Ayet: “Onların gözleri üzerinde bir perde vardır.” (Bakara 7)

Ayette geçen “gözdeki perde” tabirini İmam-ı Maturidi şöyle izah eder: Bu perde, hakiki bir perde değildir. Kişi, âlemdeki delilleri görüp medlule yani kendisine delalet edilen Allah’a intikal edemediği için, gözünde bir perdenin olduğu kabul edilmiştir.

Demek bu perde, başta Allah’ın varlığı ve birliği olmak üzere, iman hakikatlerini ispat eden delilleri okuyamamaktır. O hâlde kim “Delile ihtiyacım yok, şüphem yok ki delile ihtiyacım olsun.” diyerek eşyadaki delilleri okumaktan yüz çevirir ve bir çiçekten, kelebekten, kuştan veya herhangi bir eşyadan Allah’ın varlığına ve diğer iman hakikatlerine pencereler açamazsa “Onların gözünde bir perde vardır.” ayetiyle belirtilen zümreye dâhil olur. Allah bizi bu zümreye dâhil olmaktan muhafaza etsin!   O hâlde bir Müslüman’ın ilk işi, gözündeki perdeyi kaldırmak ve yırtmaktır. Bu da ancak delilleri talep etmek ile olur.

3. Ayet: “Bir zamanlar İbrahim: ‘Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!’ demişti. Allah-u Teâlâ: ‘Yoksa inanmadın mı?’ buyurdu. İbrahim: ‘İnandım; fakat kalbimin mutmain olması için istiyorum.’ dedi.” (Bakara 260)

Acaba İbrahim (a.s.) gibi ulu-l azim bir peygamber bile kalbinin mutmain olması için, öldükten sonra dirilmeye dair bir delili Cenab-ı Hak’tan isterse bize ne oluyor da delil talep etmeyi terk ediyor ve “Şüphemiz yok ki delile ihtiyacımız olsun.” diyebiliyoruz. Acaba imanımız Hz. İbrahim’in imanından daha mı yüksek ki, o delile ihtiyaç duyarken biz delille uğraşmayı malayani biliyoruz?

Şık ikidir: Ya imanımız Hz. İbrahim’in imanından daha yüksek ki; o, delile ihtiyaç duyarken biz duymuyoruz.  Ya da imanın mahiyetinden habersiz olarak nefsin maskarası olmuşuz, bizimle dilediği gibi oynuyor? Cevabı size bırakıyoruz!

4. Ayet: Bakara suresinin 260. ayetinde Üzeyir (a.s.)’ın bir kıssası zikredilir. Kıssanın özeti şöyledir: Üzeyir (a.s.) virane bir şehre gelir ve “Ölümünden sonra Allah bunu nasıl diriltecek?” der. Allah-u Teâlâ da ona bir delil göstermek için onu öldürür ve tam yüz sene bu hâl üzere bırakır ve daha sonra tekrar diriltir. Bu yüz senede yiyeceği ve içeceği bozulmamış, ama eşeğinin kemikleri çürümüştür. Geçen yüz sene, Üzeyir (a.s.)’a bir gün gibi gelmiştir. Ancak eşeğinin çürüyen kemiklerini gördüğünde yüz sene ölü olarak kaldığını anlamıştır. Allah-u Teâlâ Üzeyir (a.s.)’ın “Ölümünden sonra Allah bunu nasıl diriltecek?” sözüne bir cevap olması için, gözü önünde eşeğini tekrar diriltir. Kemikler, Allah’ın emriyle bir araya gelir ve ete bürünerek eski hâlini alır. Yüz sene önce “Ölümünden sonra Allah bunu nasıl diriltecek?” diyen Üzeyir (a.s.), eşeğinin gözü önündeki haşrini gördüğünde şöyle der: Şimdi biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir.”

Kıssanın tafsilatını ilgili ayet-i kerimenin tefsirine bakarak öğrenebilirsiniz. Bizim burada üzerinde durmak istediğimiz nokta şurasıdır: Üzeyir (a.s.) iki farklı söz söylemiştir. Birincisi, şehre girdiği an söylemiş olduğu “Ölümünden sonra Allah bunu nasıl diriltecek?” sözüdür. İkinci sözü ise, eşeğinin tekrar diriltilmesini gördüğü an söylediği “Şimdi biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir.” sözüdür. Birbirinden farklı bu iki söz, delilin kıymetini ve imanın delil ile ziyadeleştiğini ispat eder.

Zira “İşitmek, görmek gibi değildir.” Yani görmekte öyle bir kuvvet vardır ki, işitmekte bu kuvvet yoktur. Bunun gibi, deliller ile takviye edilmiş bir imandaki kuvvet de delilsiz imanda yoktur.

Başta dediğimiz gibi, Kur’an’ın delile verdiği önem ve delillerden yüz çevirmeye ait zemmi hakkında hususi bir kitap yazılabilir. Biz bu dört delille iktifa ederek meselenin detayını Kur’an’ın manasına havale ediyoruz.

Dünya-Ahiret Dengesi: Risale-i Nur Perspektifi – Tebliğ Çağrısı (Sempozyum Duyurusu)

DİCLE ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ, HASEV VAKFI VE İSTANBUL İLİM VE KÜLTÜR VAKFI İŞBİRLİĞİ İLE

ULUSAL SEMPOZYUM DUYURUSU

Dünya-Ahiret Dengesi :Risale-i Nur Perspektifi

1-Kapsam ve Amaç

Dinî düşünce ve uygulamanın ferdî ve toplumsal hayattaki yeri, önemi ve merkeziyeti gibi hususlarda değişimler yaşanıyor. Bu anlamda , Batı toplumlarında ve onlarla kültürel, ekonomik ve siyasî ilişkiler içinde olan dünyanın diğer önemli bir kısmında da dinin etki ve öneminin azaldığına inanılmaktadır. Bu değişim süreci dünyevileşme olarak ifade edilmektedir. Küreselleşmenin bir boyutu olarak, dinin etkisini kaybettiği tüketim merkezli Batılı hayat tarzının ve değerlerin dünya genelinde yaygınlık kazandığını söylemek mümkündür. Bununla birlikte dinin bireysel ve toplumsal hayatta önem kazandığını gösteren, dinî canlanışa işaret eden emareler de mevcuttur.

Zaman ve şartlara bağlı olarak farklı mahiyette tezahür etse de ferdi ve  toplumsal hayatta  önemli unsurlardan birisi, dinî inanç ve değerlerdir. İnsanoğlu, önemli sayılabilecek birtakım sorulara din sayesinde cevap bulabiliyor. Din, insan hayatına bir anlam katıyor, bir hedef gösteriyorlar. Hayatın anlamının keşfedilmesine yardımcı oluyor. Hayatı farkında olarak yaşamaya yardımcı oluyor.‘Ben kimim?’, ‘Nereden geliyorum, nereye gidiyorum?’ gibi temel sorulara cevap verimenin yanı sıra toplumu bir arada tutan ve toplumsal dayanışmayı sağlayan ortak değerlerin tesisine katkı sağlıyor. Yine sorumluluk duygusunun gelişmesinde ve toplumsal hayatı şekillendiren değer, norm ve kuralların üretilmesinde önemli rol oynuyor.Eylemlerimiz için birer kılavuz görevi görüyor.İnananların ebedi kurtuluşu ve mutluluğu için yol gösterici oluyor. Dolayısıyla dini duygular hem dünya hem de  ahiret hayatı bakımından saadet vesilesidir. Bu açıdan,  dünyevileşme, dindarlar için sınırlı bir dünya hayatı için sonsuz bir ahiret hayatının feda edilmesi anlamına geliyor.

İşte bu ulusal sempozyumun genel amacı; din-toplum ilişkilerini araştırmak ,bu sürecin sebep olduğu sorunları teşhis etmek, tartışmak ve çözüm önerileri sunmaktır. Bu anlamda Said Nursi’nin çağdaş Kur’an tefsiri Risale-i Nur Külliyatı, dünyevileşme süreci bağlamında incelenmesi gereken önemli bir kaynaktır.Risale-i Nur Külliyatı dünyevileşme süreci açısından incelenecek, özelde İslâm toplumunun ve genelde bütün insanlığın dünyevî ve uhrevî saadetine hangi ölçüde katkı sağladığı ilim ehli tarafından araştırılıp tartışılacaktır.

2-Sempozyum Alt Başlıkları

a)      Teorik ve Felsefî Tartışmalar

İnsanın Mahiyeti, Fıtratı ve Hilafeti

Hayatın Manası Nedir?

İlim-İman-Amel İlişkisi ve Varoluşu Anlamlandırmaya Katkısı

Dünyanın Manası ve Mahiyeti Nedir?

Din-Dünya İlişkisi ve Dengesi

Kemiyet-Keyfiyet İlişkisi

Dünyevileşme Nedir?

b) Dünyevileşmenin Tezahürleri

Modern Dünyanın İçinde Bulunduğu Durum

Para ve Dindarlık

Din ve Kişisel Menfaatler

Hazcılık

Güç ve Şöhret Sarmalı

 

c) Dünyevileşme ile İrtibatlı Sorunlar ve Çözüm Önerileri

Irkçılık, Sosyal Adaletsizlik ve Toplumsal Dengesizlik ve Çözüm Önerileri

Şiddet Kültürünü Besleyen Faktörler ve Çözümleri

Sorunların Çözümünde Nursi’nin Acz, Fakr ve Şefkat Esaslı Hizmet Mesleği

Sorunların Çözümünde Nursi’nin Muavenet, Şefkat ve Yardımlaşma Esaslı Yaklaşımı

Nursi’nin İktisat Anlayışının Problemlerin Çözümüne Katkısı

Tüketim Alışkanlıklarının Yönetimine İlişkin Çözümler

Ahiret İnancının Sorunların Çözümündeki Rolü

Dünyanın Mahiyeti ve İnsanlığın Mutluluğu Yönünde Kullanımı

d) İnsan, İman, Ahlak ve Dünyevileşme

Bütüncül Ahlak Anlayışı ve İnsanlığın Geleceği

İlim ve İmana Dayalı Ahlak Anlayışının Boyutları ve Nitelikleri

Pozitivist İlim Anlayışına Karşı İmanı Güçlendirmenin Önemi

Sorumluluk ve Hesap Verebilirlik Duygusunun Geliştirilmesinde İmanın Rolü

Şefkat ve Merhamet Duygularının Geliştirilmesinde İmanın Katkısı ve Rolü

İnsanın Mükerrem Oluşu

İnsan ve Edep

3. Önemli Notlar / Tarihler

1. Sempozyum 9-11 Mayıs 2014 tarihlerinde Dicle Üniversitesi’nde gerçekleştirilecektir.

2.Tebliğlerin Sempozyum Sekretaryasına ulaştırılmasıyla ilgili takvim şöyledir:

a) Tebliğ özetleri, 250 kelimeyi aşmayacak şekilde en geç 31 Ekim 2013 tarihine kadar Sempozyum Sekretaryasına http://www.iikv.org/ocs/index.php/dicle/dicle/author/submitweb sitesi üzerinden ulaşmalıdır.

b) En fazla 15 sayfayı aşmayacak uzunluktaki tebliğler, hakemler tarafından değerlendirilmesi ve müzakerecilerin hazırlanabilmesi için tam metin olarak en geç 31 Ocak 2014 tarihine kadar Sempozyum Sekretaryasına ulaşmalıdır.

c) Sempozyumda sunulmak üzere kabul edilen tebliğ yazarlarına en geç 15 Şubat 2014 tarihine kadar bilgi verilecektir.

3. Tebliğler Risale-i Nur Külliyatı ışığında, yukarıdaki başlıklar çerçevesinde hazırlanmalıdır. Bu kapsama uymayan tebliğler kesinlikle dikkate alınmayacaktır.

4. Risale-i Nur Külliyatı ve Nursi üzerine yapılmış muhtelif dillerdeki akademik çalışmalarwww.nursistudies.comwww.nuronline.org ve www.iikv.org sitelerinde bulunmaktadır. İlave bilgi ve kaynak Sempozyum Sekretaryasından temin edilebilir.

5. Sempozyum dili Türkçedir.

4. Sempozyum Düzenleme Kurulu

Ayşegül Jale SARAÇ, Prof. Dr., Dicle Üniversitesi Rektörü (Sempozyum Onursal Başkanı)

Abdulkerim ÜNALAN, Prof. Dr., Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı (Sempozyum Başkanı)

Faris KAYA, Prof. Dr., İstanbul İlim ve Kültür Vakfı (Sempozyum Başkan Yardımcısı)

Adnan BUDAK, Hazreti Süleyman Eğitim ve Kültür Vakfı Başkanı (Sempozyum Başkan Yardımcısı)

Ahmet ÇELİK, Yrd. Doç. Dr., Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Alpaslan AÇIKGENÇ, Prof. Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü

Bilal KUŞPINAR, Prof. Dr., Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi

Davut KARAASLAN, Prof. Dr., Dicle Üniversitesi Diyarbakır Meslek Yüksekokulu Müdürü

İbrahim ÖZDEMİR, Prof. Dr., Hasan Kalyoncu Üniversitesi Rektörü

İshak ÖZGEL, Doç. Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi

Metin YİĞİT, Doç. Dr., Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Anabilim Dalı

Musa Kazım YILMAZ, Prof. Dr., Harran Üniversitesi

Yener ÖZTÜRK, Prof. Dr. Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı Başkanı

5. Sempozyum Sekretaryası

Ahmet Çelik, Yrd. Doç. Dr., e-mail: acelik@dicle.edu.tr ve karaasland@yahoo.com

Hakan Gülerce, e-mail: hakangulerce@iikv.org

6. Danışma Kurulu

Abdullah EKİNCİ, Prof. Dr., Harran üniversitesi

Abdulvahab YILDIZ, Yrd. Doç. Dr., Harran Üniversitesi

Adem DÖLEK, Prof. Dr., Erzincan Üniversitesi

Adem ÖLMEZ, Doç. Dr., Harran Üniversitesi

Ahmet KAYACIK, Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi

Ahmet KIRKKILIÇ, Prof. Dr., Atatürk Üniversitesi

Ahmet YILDIZ, Doç. Dr., TOBB Üniversitesi

Alaaddin BAŞAR, Prof. Dr., Atatürk Üniversitesi

Ali BAKKAL, Prof. Dr., Akdeniz Üniversitesi

Atilla YARGICI, Doç. Dr., Harran Üniversitesi

Cüneyt GÖKÇE, Yrd. Doç. Dr., Harran Üniversitesi

Ekrem BEKTAŞ, Doç. Dr., Harran Üniversitesi

Halil ÇİÇEK, Prof. Dr., Bingöl Üniversitesi

Halim ULAŞ, Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi

Hikmet AKDEMİR, Prof. Dr., Harran Üniversitesi

Hüseyin YAŞAR, Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi

Hüseyin YEĞİN, Yrd. Doç. Dr., Harran Üniversitesi

İdris ŞENGÜL, Prof. Dr., Sütçü İmam Üniversitesi

İsmail Latif HACINEBİOĞLU, Doç. Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi

Kadir CANATAN, Doç. Dr., Balıkesir Üniversitesi

Kadir PAKSOY, Doç. Dr., Harran Üniversitesi

Mehmet CESUR, Prof. Dr., Gaziantep Üniversitesi

Mevlüt UYANIK, Prof. Dr., Hitit Üniversitesi

Murat AKGÜNDÜZ, Prof. Dr., Harran Üniversitesi

Mustafa BAKTIR, Prof. Dr., Erciyes Üniversitesi

Mustafa EKİNCİ, Doç. Dr., Harran Üniversitesi

Mustafa YILDIRIM, Prof. Dr., Atatürk Üniversitesi

Mustafa TİFTİK, Prof. Dr., Samsun On Dokuz Mayıs Üniversitesi

Murat BAYAT, Yrd. Doç. Dr., Düzce Üniversitesi

Nasrullah HACIMÜFTÜOĞLU, Prof. Dr., Atatürk Üniversitesi

Niyazi BEKİ, Yrd. Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi

Neşe TOKU, Prof. Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi

Osman ÇAKMAK, Prof. Dr., Yalova Üniversitesi

Ramazan BİÇER, Prof. Dr., Sakarya Üniversitesi

Said ÖZERVARLI, Prof. Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi

Sami ŞEKEROĞLU, Yrd. Doç. Dr., Harran Üniversitesi

Sayın DALKIRAN, Prof. Dr., Uşak Üniversitesi

Suat YILDIRIM, Prof. Dr., Marmara Üniversitesi

Şadi EREN, Prof. Dr., Iğdır Üniversitesi

Şener DİLEK, Prof. Dr., İnönü Üniversitesi

Turgut KARABEY, Prof. Dr., Atatürk Üniversitesi

Ümit AKTI, Yrd. Doç. Dr., Harran Üniversitesi

Vehbi ŞAHİNALP, Yrd. Doç. Dr., Harran Üniversitesi

Veli SIRIM, Doç. Dr., Muş Alparslan Üniversitesi

Veysel GÜLLÜCE, Prof. Dr., Atatürk Üniversitesi

Yusuf SANCAK, Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version