NET Nesil Platformu Toplantısı ve Almanca Konferans

Avrupa İcra Heyeti’nin hizmet birimi olan ve Avrupa’daki onbeş yaş üstü gençlik hizmetlerini koordine ve organize eden NET Nesil Platformu Ekibi bu seferki toplantısını Hannover’de gerçekleştirdi.

20130622_153052Cuma günü toplanan ekip, Cumartesi günü dershaneye bağlı olan Hannover Gençlik Derneği’nin (Islamischer Jugend Verband Hannover e.V.) düzenlediği Almanca Risale-i Nur konferansına katıldı. Mannheim, Duisburg ve Köln Dershaneleri temsilcileri gençler Allah’ın varlığı ve birliği, Kur’an’ın mucizeviliği ve ibadet hakkında sunumlar yaptılar. Sunumların ardından konuşmacılara gençlik başkanı tarafından hediyeleri verildi.

Konferansın ardından ekip Hannover şehrini gezdi ve şehir hakkında bilgi aldı. Ardından Hannover Dershanesi’nin Umumi dersine katılan gençler, Pazar günü Avrupa’daki gençlik faaliyetleri ile ilgili yaptıkları istişareden sonra tekrar kendi bölgelerine döndüler.

Net Nesil Platformu

Hastalar Risalesi-17 (Şiir)

Ey nüzul gibi ağır

Hastalıklar geçiren

Hastalıktan dolayı

Zorlu bir hayat süren

 

Evvela bunun için

Bir müjde veriliyor

Mü’minler için nüzul

Mübarek sayılıyor

 

Ehlüllah olan zatlar

Hakka ulaşmak için

Ebedi saadeti

Elinde tutmak için

 

Rabıta-i mevt denen

Ölüm düşüncesini

Daima düşünmüşler

Sonu ve öncesini

 

Bir de nefs-i emmare

Ve de kör hissiyattan

Kurtulabilmek için

Kaçmışlar taksirattan

 

Riyazetlerle nefsi

Öldürmek istemişler

Hayatları boyunca

Ne çileler çekmişler

 

Ey yarı vücudunun

Sıhhatini kaybeden

Sanma ki bu hastalık

Sende kalır ebeden

 

Vücudun vaziyeti

Dünyanın zevalini

Sana ihtar ediyor

Diyor ki dünya fani

 

Belki şu dünya seni

Daha hiç boğamıyor

Gaflet senin gözünü

Artık kapayamıyor

 

Artık nefs-i emmare

Ve dünya rezaleti

Seni hiç aldatamaz

Bu Allah’ın hikmeti

 

Mü’min sırr-ı imanla

Teslim ve tevekkülle

Nüzul hastalığından

Etkilenmez şükürle

 

Kısa az bir zamanda

Etkisi erir gider

O vakit bu hastalık

Her şeyden ucuz düşer

 

Ahmet TANYERİ

Yaşlı Babadan Manidar Bir Mesaj!

Her baba çocuğunu sever, öyle sever ki şerefte ve makamda bile çocuğunu kendine tercih eder, bu sevgiden dolayı evladının başarısı için hayat tecrübesinden örnekler vererek nasihat ve öğütleri bitmez baba…

Babaya hak vermemek elden değildir. Çünkü çocuk işlenmeye hazır bir mücevherattır. Tertemiz bir sayfa gibidir. Öncelikle kim üzerinde ne yazmak isterse yazar, ilk yazılan yazı çocuğun kafasında muteber olanıdır. Babanın hassasiyeti bundan olsa gerek.

Babanın evladına bağlılığı ve hassasiyeti öyle devam eder ki, evlenmiş çoluk çocuk sahibi olmuş oğlunu, halen nezdinde çocuk bilir. Çünkü babanın tek teselli kaynağı çocuğudur. Onun üzerinde hep hayaller kurulmuş, geleceği hep onun üzerinde tasarlamış, medar-i iftiharı olmuş,

Çocuğunu seven bir babanın bırakacağı en güzel miras terbiyedir. Bu nedenle çocuğun hem dünya hem de ahiret mutluluğunu hedef alan terbiyeyi elden kaçırmamak lazımdır. Peygamberimiz (asm) terbiyeyi “en güzel miras” olarak nitelendirmiştir.

Adamın biri, Abdullah bin Mübarek Hz.lerine gelerek, çocuğundan şikâyet eder.

Abdullah: “Çocuğuna hiç beddua ettin mi?

Adam: “Evet, beddua ettim, deyince,

Abdullah Hazretleri: “Çocuğun ahlakını sen bozdun” buyurur. Görüldüğü üzere babanın çocuk üzerinde ki tasarrufu çok önemlidir.

Pek yakında bir sıla-i rahim yapmak üzere köye gittim. Doksan yaşın üzerinde piri fani, ayakları tutmaz, gözleri görmez, kulakları ağırlamış, bedenen zayıflanmış, dua bekleyen babamın elini öperken, kim olduğumu sordu? Ben de: “Rüstem” deyince, kafasını aheste aheste salayarak, “Bellê… Bellê…” (evet, evet) demeye başladı. Kim bilir? Kafasında neler geçiyordu, babamın…

Hafif bir sesle “hoş geldin, otur” dedi. Her babanın yaptığı gibi, babamda nasihat ve öğüt vermeye başladı. Sanki ilk defa beni yanına almış, kesişen bir yolun sonunda ayrılmak üzere iken  “bir kez daha dinle, beni…” dedi.  Heyecanla tembih ve öğütlerde bulundu, sonun da “ gene siz bilirsiniz” bize bırakması, babanın çocuğuna olan sevgi ve şefkatinden başka ne olabilir.?

Bir taraftan onun şefkat dolu nasihatlerini dinlerken, diğer taraftan deruni bir halet içerisinde hayalen babamın gençliği ile hal-i hazır durumu tefekkür, tasavvur ve mukayese ediyordum. “Ey Rüstem! Ölmesen muhakkak ki sen de ihtiyar olacaksın” dedim.

Yaşlı babamdan aldığım mesaj!

“Ölmesem ihtiyar olacağım. O zaman ben de babam gibi çocuklarıma nasihatlerde bulunacağım. Yatağa mahkûm, yemek yemez, serumla beslenme ihtiyacım olursa elimden tutanlarım olacak mı? Belki, benden nefret edenler de olacak, bu gün gelmesini istemediğim ölümü, o gün kemal-i iştiyakla aramaya başlayacağım,  ölüm bile elime geçmeye bilir. Ah! Bu hale düşmeden, babamın o samimi nasihatlerini dinlemiş olsaydım.” Dedim.

Hazreti Âdem (as)’den günümüze kadar sosyal ve içtimai hayatın tanzimi, manevi duyguların esası olan nasihatler maneviyat adamları tarafından, anne ve babalar tarafından vaaz ediliyor, büyüklerin nasihatleriyle yetişmeyen bir çocuk, sokak ortamında kötü ahlakla yetişir. Hem ailesine hem de topluma zararlı olur.

Hz. Lokman’ın Oğluna Öğütleri!

Lokman’ın, Eyüp Peygamber ile akraba olduğu yönündedir. İslam âlimleri ekseriyeti, onun peygamber değil, hikmet sahibi bir zat olduğu kanaatindedirler. “Hikmetin” bir anlamı da nazari ilimleri elde ettikten sonra kazanılan ruhi olgunluk, söz ve davranışlarda isabet melekesidir.

Zemahşeri’nin Keşşaf isimli tefsirinde onun hikmetlerinden bir örnek şöyle anlatır:

Bir gün Davut Peygamber, Lokman’dan bir koyun kesip en iyi yerinden iki parça et getirmesini istemiş; Lokman’da, ona kestiği hayvanın dilini ve yüreğini getirmiş. Birkaç gün geçince Davut (as) bu defa hayvanın en kötü yerinden iki parça et getirmesini istemiş; o, yine dilini ve yüreğini getirmiş. Hz. Davut’un sebebini sorması üzere Lokman şöyle demiş: “Bu ikisi iyi olursa, bunlardan daha iyisi; kütü olursa, yine bunlardan daha kötüsü olmaz”1

Oğluna öğüt veren ve ismi Kur’an’ı Kerim’de geçen Hazreti Lokman,  Peygamber veya veli olduğu hakkında kesin bir bilgi bulunmayan bir mana büyüğüdür.2

Lokman oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür. Demişti,

Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret, Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.

Kasılarak yürüme, yavaş konuş “Yürüyüşünde mutedil ol. Sesini alçalt. Seslerin en çirkini, şüphesiz ki, eşeklerin sesidir.” 3

Ey Oğul!

Takvayı esas al,

Allah’tan kork,

Tövbeyi geciktirme. Çünkü ölüm ansızın geliverir.

Cahille dost olma

Susmak altındır,

Ahmak adamdan uzak dur,

Sofrana takva ehli mü’minleri davet et.

Tecrübe sahipleriyle istişare et

Kötü komşudan uzak dur

Arkadaş seçimine dikkat et

Ey oğul!

Dilini duaya alıştır

Borçlanmaktan uzak dur

Günah işlemeye cesaretin olmasın

Önce selâm ver,

Tembel olma

Güler yüz göster

Orta yolu tut

Ey oğul!

Yolda yürürken yüzünü gözünü oraya buraya çevirme ki, gönlün vesvesede kalmasın.

Mecliste önce oturma

Az konuş

Sözü fazla dağıtma

Atıp tutma,

Dinde tartışmaya girme,

Ey oğul!

Acizliğini ve fakirliğini hiç kimseye, hatta ailene dahi açma ki, onların yanında itibarın düşmesin, sözünü dinlemez olmasınlar.

Önce düşün

Misafirlikte gözlerine dikkat et

Kimseye açma,

Ey oğul!

Yemekte şunlara dikkat et: Yemeğe herkesten önce el uzatma. Yemek esnasında güzel şeylerden bahset.

Dostlarını dinle

Doğru ol

Ümidini kesme

İyi ol

İçini süsle,

Keza bilgin, düşünür, şair ve edip olan Doğu Türkistanlı Yusuf Has Hacib’ “Kutatgu Bilig” eserinden derlenen birkaç nasihat: 4

“Her sözü dinle, ama hemen inanma. Başkasını kıskanma, çok da yiyip içme… Bu ikisi insanın başını derde sokar. Hayâsız ve utanması olmayan adamlardan uzak dur. Hiçbir işte acele etme; sabırlı ol, sabır insanı zafere ulaştırır. Sonunu düşünmeden hiçbir işe girişme. Öfkelenirsen öfkeni tut. Belaya uğradığında, başın sıkıntıya düştüğünde sabret ve sabra devam et, sonunda kaybettiğini kazanırsın. İkbale ulaşırsan kibirlenme! Hiç kimseyi hor ve basit görme…

Ölümü asla unutma, daima ona hazır ol. Yalana asla tevessül etme; yalan insanın itibarını azaltır. Akrabana ve yakınlarına güler yüzle yaklaş. Büyüklerin ve küçüklerin gönlünü al. İçki ve zina insana fakirlik ve zillet kapısını açar; bu ikisinden uzak dur.
Bu sayılanları yaparsan dünyada mutlu, ahretten umutlu olursun.” demiş

Bediüzzaman’nın nasihatle ilgili manidar bir levhası:  “Bende başımın üstünde bir levha-i hikmet olarak talik etmişim her sabah ve akşam ona bakarım, dersimi alırım.”5

“Dost istersen Allah yeter…

Yaran istersen Kur’an yeter….

Nasihat istersen ölüm yeter…”

Saygılarımla,

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

ALINTI: 1- Kur’an’ı Kerim, diyanet yay. 2- İbni Kesir tercümesi, 12: 6409, 3-Lokman Suresi, Ayet,13-­­16–17–18–19, 4- Kutatgu Bilig, 5- Mektubat, 23. mektup.

İskemle İhtilali

 Küçük bir ülkenin insanları sabahleyin radyo ve televizyonlarını açtıklarında, normal programın kesilerek ard arda marşlar çalındığını duyarak meraka kapılmışlar. Biraz sonra ekrana çıkan bir erkek spiker, ayakta dimdik durmuş vaziyette:
–Büyük milletimiz!.. diye konuşmaya başlamış. Sivil bir darbe ile ülke yönetimine el konulmuştur. Bu günden itibaren her türlü iskemle, koltuk ve kanepenin yanısıra yerden yüksek karyolaların kullanılması yasaklanmıştır. Bu yasağı ihlal edenler, acayip şekilde cezalandırılacaktır.
Konuşmayı dinleyenler, bütün ihtilallerde olduğu gibi “kan gövdeyi götürecek” diye endişe ederken, bu tek maddelik bildiri karşısında oldukça ferahlamış ve emirlere her zamanki sessizlikleriyle itaat ederek yasaklanan eşyaları dışarı atmışlar. Fakir fukara da hepsini parçalayıp kışlık odun yapmışlar. İskemle ve koltukları çıkartanlar, evde ne kadar yatak minder varsa hepsini yere indirerek orada oturmaya; geceleri de aynı yerde yatmaya başlamışlar. Ve önceleri biraz sıkıntı çekmelerine rağmen bu işe alışmışlar. Üstelik, kısa bir süre sonra yemek masalarını da kapı dışarı etmişler. Çünkü iskemle ve kanepeler olmayınca, bu yüksek masaların bir işe yaramadığını görmüşler. Fakir halka tekrar gün doğmuş ve masalar da kışlık odunlar arasına katılmış. İnsanlar, yerdeki sedirlerin arasına yaydıkları bir örtü veya yer masası üzerinde yemek yedikten sonra, ortadaki masayı yuvarlayıp kaldırıyor ve daha önce uzun merasimler gerektiren yemek işini şipşak hallediyorlarmış.
Yer minderlerine iyice alışan insanlar, bir müddet sonra yüksek dolap veya sehpalar üzerindeki televizyonlarını seyrederken boyunlarının tutulduğunu farketmiş ve bu zahmetten kurtulmak için onları yere indirip altındaki eşyaları evden atmışlar. Sehpa ve dolapların çıkartılmasıyla birlikte odalar daha da rahatlamış ve “küçücük” denilen evlerin aslında ne kadar geniş olduğu anlaşılmış. Bu arada sokağa atılan yeni eşyalarla, dar gelirli vatandaşların yakacak ihtiyacı da tamamlanmış.
Bir ay kadar sonra herkes: “Allah bu ihtilali yapanlardan razı olsun” demeye başlamış. Çünkü her geçen gün başka bir kolaylık ortaya çıkıyormuş. Yerde oturulduğu için elbise ve pantolonların ütüsü hemen bozulduğundan, TV ekranlarında boy gösteren modacılar:
–Sayın seyirciler!.. diye kırıtıyorlarmış.
Daha önceki yıllarda nasıl ki yırtık kot, dizleri ya da poposu aşındırılmış pantolon ve yamalı elbise modası görülmüşse, şimdi de buruşuk elbise rüzgarı esmektedir. “Buruşmayan kumaşlar ucuzlayıncaya kadar da bu moda geçerli olacaktır.” İnsanlar, duydukları karşısında adeta havalara uçmuş ve haberin bitmesini bile beklemeden evlerindeki bütün ütüleri dışarı fırlatmışlar. Bu sefer de hurdacılar bayram yapmış. Ütülerin atılmasıyla birlikte elektrik faturaları hafiflemiş, hanımların pembe dizileri seyrederken prizde unuttukları ütülerden çıkan yangınlar sona ermiş ve tabi ki ütü masalarının da atılmasıyla birlikte odalar iyiden iyiye ferahlamış. Artık 70-80 metre karelik evler rağbet görüyor ve büyük evlerde yaşamış olan hanımlar, sabah kahvelerini yudumlarken:
Bu evin çilesini boşuna çekmişiz kardeş, gençliğimiz gitti vallahi” diyerek hayıflanıyormuş.
Evlerin küçülmesiyle birlikte ev işlerine yardımcı olan kadınlara ayrılan paralar çocukların harçlıklarına ilave edilirken, sadece “komşularda var” diye alınan lüks eşyalar için harcanan milyonlar da, yine onların dengeli beslenmelerine ayrılmış. Dolayısıyla ikide birde hastalanan çocukların ilaç paraları, kısa bir süre sonra dörtte bire düşerek geçim derdini önemli ölçüde hafifletmiş. Küçük ülkenin bahtiyar insanları, boğazlarını sıkarcasına etraflarını kuşatan eşyaları kullanmaya mahkum olmadıklarını ve eski insanların masallarda kalan mutluluklarının sebebini kavrayarak gerçek hürriyetin ne demek olduğunu öğrenmişler. Ve borçsuz yaşamanın verdiği rahatlıktan mı, yoksa yer yatağı sayesinde düzelen omurgalarından dolayı mıdır bilinmez, her yerde dimdik yürümeye başlamışlar.
Aradan sadece bir yıl geçtikten sonra, insanlar yine marş sesleri ile uyanmışlar. Ve karşılarında yine aynı spikeri görmüşler. Ama adam, bu sefer lüks bir koltukta oturuyor ve:
–Büyük milletimiz!… diyormuş. Geçen yılki darbeciler, yeni bir ihtilalle işbaşından uzaklaştırılmıştır. Bu konuda, başta koltuk ve kanepe üreticileri olmak üzere ülkemizin büyük iş adamlarının desteği alınmış durumdadır. Büyük gazetelerimiz de, yarından itibaren her beş kupona bir iskemle hediyesiyle sizleri ihya edecektir. Ayrıntılı haber “Azzzz sonra” verilecektir.
Cüneyd Suavi / Zafer Dergisi

Unutmayı Unutmak İçin!

Hasta unutkanlık şikâyeti ile doktora giderek son günlerde çok unutkan olduğundan, her şeyi unuttuğundan şikâyet eder. Doktor “Peki ne zamandır bu durum devam ediyor” diye sorunca ise hastanın verdiği cevap “Hangi durum doktor bey?” olur.

Fıkradaki kadar olmasa da günümüzde pekçok kişinin şikâyet ettiği bir konu unutkanlık. Günlük hayatın koşuşturması içinde yaşanan olaylarda kimi zaman dikkate almadığımız ama yaşam akışımızı da olumsuz etkileyen bir durum. Çağın hastalıkları tabirine giren unutkanlık artık çok genç yaştaki kişilerde bile görülebiliyor.

En sık karşılaşılan unutkanlık nedenlerinden birinin stres olduğunu söylüyor Psikolog Ezgi Başaran. Vitamin eksikliği, uykusuzluk, aşırı yorgunluğun da yine unutkanlığa neden olan faktörler arasında olduğunu belirten Başaran’a göre, yaşlanma ile yenilenemeyen beyin hücreleri de alzheimer başlangıcı olarak görülebiliyor. Psikolog Başaran, “Duyusal, kısa süreli ve uzun süreli hafıza”  dediğimiz üç çeşit hafıza bulunduğunu söylerken, duyusal hafızayı, duyu organlarımızla edindiğimiz bilgileri depoladığımız hafıza olarak açıklıyor. İlgimizi çeken bilgilerin ise duyusal hafızadan kısa süreli hafızamıza aktarıldığını ve burada da  7-8 saniye civarında tutulduğunu belirtiyor. Eğer bu bilgiler bizim için işlevsel değilse veya önemli değil ise unutulduğunu ifade ediyor. Psikolog Başaran “Fakat kısa süreli hafızaya alınan bilgiler eğer tekrar edilir ve görsellerle veya yazı, sayı ile kodlanır ise uzun süreli hafızamızda yer eder” diyor.

Teknoloji beyni tembelleştiriyor

Modern çağın getirdiği teknolojilerle aslında hayatımızda pek çok şeyin kolaylaştığını söyleyebilecekken ezberlenmeyen birçok bilgi de beyni tembelleştiriyor. Artık hiçbirimizi telefon numaralarını, adresleri hatta şifrelerimizi bile aklımızda tutmuyoruz; bu da aslında unutkanlığa davetiye çıkarıyor. Beyni etkileyen elektronik cihazlarla aynı odada uyumak ve çok fazla vakit geçirmek de yine beyin hücrelerine zarar veriyor. Unutkanlıklar kimi zaman unutulan bir randevu ile ya da önemli bir günle de aile ilişkilerine zarar verebilirken otobüslerde, uçaklarda kimi zaman unutulan eşyalar “bu kadar da olmaz” dedirtebiliyor. Aracını park ettiği yeri unutan kişiyle, gözlüğünü koyduğu yeri unutkan kişinin yaşadığı ruh hali aslında çok da farklı değil. Unutkanlık en çok kişiye, ardından da yakın çevresine sıkıntı verebiliyor.

Uzman Psikolog Zafer Akıncı, unutkanlığın kimi zaman organik sebeplere bağlı olduğunu kimi zaman ise psikolojik sebeplere dayandığını söylüyor. Buradaki önemli olan ayrımın ise unutkanlık hangi sebepten ileri gelse de olumsuz inançla sorunun daha da büyümesi olarak vurguluyor. Akıncı, yapılan son araştırmalarda unutkanlığın gerçek sebeplerinden birisinin hafızayı çok az kullanmak ve geliştirmemek olduğunu söylüyor.

Unutkanlık ne zaman tehlikeli olur?

Uzmanların yorumları durumun ciddiyetine dikkat çekerken akıllara “Peki ama ne olursa sorun başlamış demektir?” sorusunu getiriyor. Unutkanlık eğer haftada birkaç kez olmaya başlıyor ve bu durum bir aydan fazla sürüyorsa uzman kontrolü gerekebiliyor. Bilim adamları bu tür durumlarda önceden alınan tedbirlerin durumun iyileşmesinde olumlu etkisi olduğunu söylüyor. Evde yapılabilecek hafıza geliştirme egzersizleri, düzenli kitap okuma alışkanlığı kazanmak ve okurken ayrıntıları hatırlamaya çalışmak hafızayı kuvvetlendiriyor. Kitap okunurken beynin iki lobu da çalıştığı için dikkat, hafıza ve zekâ gibi fonksiyonlar aktif hale geliyor.

Akıncı’nın tavsiyelerine göre, bakarak şekil çizmek de dikkati toplamaya yardımcı olduğu için yine başvurulması gereken yöntemlerden biri. İşlem hatalarını bulmaya çalışmak, cevap soru egzersizleri yapmak da unutkanlık yaşayan kişinin çevresindekilerle yapabileceği hafıza kuvvetlendirici uygulamalardan. Yer tarifi çizmek ve günlük hayatın içindeki ayrıntıları fark etmeyi sağlamak da unutkanlık şikayeti olan insanların yapması gerekenlerden sayılıyor. Kâğıt üzerinde çizilen bir yol tarifi hayal gücünü geliştirmeye yardımcı olurken, her gün geçtiğimiz sokakta ya da günlük alışveriş yaptığımız markette bir ayrıntıyı öğrenmek ve akılda tutmaya çalışmak hafızayı etkin kılıyor.

Unutmak kimi zaman nimettir

Unutkanlığın bizi zor durumda bıraktığı durumlar elbetteki çok üzücü. Bu nedenle bunun çaresini aramakta hafızamızı daha kuvvetli hale getirmek için yoğun çaba harcamaktayız. Ancak unutkanlığın kimi zaman büyük bir ödül olduğunu düşünebiliriz. Aniden önümüze çıkan bir arkadaşımızın ismini hatırlayamamak unutkanlığın günlük hayatta bize olumsuz yansıması olarak örneklendirilebilir ancak yaşanan derin acıların, büyük kayıpların, çekilen ızdırapların ya da yaşanan büyük sevinçlerin her an zihinde kalması hayatı yaşanmaz da kılabilirdi. Sinir sisteminin dinlenmesi ve iflas etmemesi için unutmak kimi zaman gerekli diyebiliriz. Zaten unuttuğumuz her bilgi hafızadan silinmiyor; lazım olduğunda, ihtiyaç duyulduğunda yeniden hatıra gelebiliyor. Bu açıdan bakıldığında hastalık boyutunda olmayanlar için unutmanın da bir nimet olduğu savunulabilir.

Mezar taşı okumak unutkanlığa yol açar mı?

Toplum içerisinde yaygın olan ”Gereksiz bilgi unutkanlık yapar” inanışının da doğru olmadığını söylüyor Psikolog Akıncı. Akıncı, insanların ellerinden geldiğince hafızalarını güçlendirmek adına gereksiz olan bilgileri dahi öğrenmeye çalışmalarını tavsiye ediyor. Akıncı, “Nasıl ki yürüyüş önerilen bir hasta, yürümek için gerekli bir kaygı taşımıyorsa hafıza için de bu yöntem uygulanmalı ve beynimize bilgi kaydetmeye devam etmeliyiz” diyor.

Farklı uzman görüşlerinde ise mezar taşları, araba plakaları, reklam panolarının okunmasının sistemsiz düşünmeye yol açtığı ve beyinde tahribata neden olabileceği de ifade ediliyor. Ancak günümüzdeki yaygın bilgi ve görüntü akışı bu durumdan pek de uzak kalmanın mümkün olmadığını gösteriyor.

Unutkanlığın şifası mutfakta

Listenin başında yorgunluk, stres gibi nedenler gelse de unutkanlığın bir diğer büyük nedenlerinden biri de beslenme düzensizliği ve yanlışlığı denilebilir. Unutkanlık şikâyeti başladığında ilaçlara koşmaktan önce iyi bir beslenme düzeni ile sorunun büyümesi hatta ortadan kalkması sağlanabilir.

Beyni kuvvetlendiren, hafızaya güç verecek yiyecekler ve içecekler bu konuda başvurulması gereken önemli unsurlardan. Unutkanlık sorunu yaşayan ve bunun hayatının akışında kendisine sıkıntı oluşturduğunu düşünen herkesin önce bir mutfağına bakması ve iyi bir beslenme programı çıkarması gerekir. Omega 3 içeren besinler, B ve B12 vitamini taşıyan yiyecekler, yumurta, karaciğer, havuç, yeşil çay ve su unutkanlık şikâyeti olan kişilerin yararlanması gereken yiyeceklerin başında  sıralanıyor.

Ispanak, elma, koyu çikolata, nar suyu, kepekli ürünler, ceviz, badem, yer fıstığı, susam da yine unutkanlıktan muzdarip olanların yemesi gereken besinlerden. Gün içerisinde 2-3 yemek kaşığı yaban mersini tüketmek, taşıdıkları güçlü antioksidandan dolayı kiraz, çilek, böğürtlen yemek ve mutlaka haftada iki kez balık tüketmek de yine çok önemli olarak değerlendiriliyor.

Harama bakmak hafızayı zayıflatıyor

Unutkanlığın pek çok sebebi olduğundan yola çıkıp ilerlerken bir nedeninin de maneviyat ile bağlantısı olabileceği akıllara geliyor. İlim adamları bu durum üzerine zihni haram görüntü ve bilgilerle doldurmanın testesteron hormonunun fazla salgılanması, bunun da nöronlarda daha çok ölüme neden olabileceğini savunuyorlar.

Özellikle kısa süreli hafızayı malayani bilgilerle doldurmamak ve Peygamber Efendimizin (a.s.m.) hadislerinde işaret ettiği gibi, Kur’an-ı Kerim okumak, hıfzetme çabasında olmak, dikkat edilmesi gereken vakitlerde uyanık olmak veya uyumak, iyiliği emredip kötülüğü nehyetmek ve haramdan uzak durmakla yaşananları, öğrenilenleri şuurlu biçimde saklama gücü olarak niteleyebileceğimiz hafızamızı manevî açıdan da kuvvetlendirmiş olabiliriz.

Allah’ın “er-Rakîb”, “el-Müheymin”, “el-Habîr” isimlerinin zikredilmesi de yine hafızayı dinamik tutan manevî unsurlardan birkaçı.

Unutkanlar için hatırlama listesi

Parmağımıza ip bağlamak ya da telefonlara notlar alarak yapılacakları hatırda tutmaya çalışmak elbetteki unutkanlık için bir başvuru yöntemi olabilir. Ancak pek çok doktorun onayladığı, önerdiği farklı yöntemleri şöyle sıralayabiliriz:

– Planlı hareket etmek, yapılacakları not etmek

– Bulmaca çözmek

– Haftada en az iki kez spor yapmak

– Stresi azaltmak

– Kaliteli uyku uyumak

– Yeni hobiler edinmek

– Sigara ve alkolden uzak durmak

– Vitamin desteği almak

– Sosyal hayatın içinde daha aktif olmak

– Düzenli ve dengeli beslenmek

– İnançlı olmak, dua etmek

Nurşen Şentürk / Moral Dünyası Dergisi

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version