Türkçe/İngilizce Mukabeleli 4. Söz Hazır

Risale Hakkında:

Bu Dördüncü Söz, namaz hakkındaki âyetlerin mühim bir sırrını, gayet makul ve mantıkî bir temsil ile tefsir ediyor. Zerre miktar insafı bulunanı teslime mecbur ediyor.

Çalışmamız Hakkında:

Bu Türkçe/İngilizce mukabeleli çalışma ile Dördüncü Söz’ün İngilizce tercümesinde geçen kavram ve ifadeleri daha çabuk ve kalıcı öğrenerek aşina olacaksınız inşallah.

 

Bu çalışmayla amaçlananları şöyle sıralayabiliriz:

  • İngilizce yürüttüğümüz hizmetlerimizi teshil etmekte vasıta içindir.
  • Risale-i Nur’un İngilizce tercümelerinde konu, mes’ele, mâna ve terminoloji üzerine vukufiyeti daha kolay ve sür’atle kazanmak içindir.
  • İngilizce Risale-i Nurlar ile meşguliyet hengâmında dimağda bir kolaylık, fikirde bir derinlik ve genişlik, ülfette bir ciddiyet, mânada bir zenginlik, hizmetinde ise muvaffakiyetler diliyoruz bu çalışmalarımızla.

 

Bu çalışmanın en hususi farkı:

Cümledeki kısacık ifadeleri dahi karşı satırla birbirine tevâfuk ettirmesidir. Böylece İngilizce herhangi bir ifadenin karşı tarafta Türkçe hangi ifadeye karşılık olduğu az dikkat ile seçilebilmektedir. Dillerdeki gramer farklılığından dolayı ifadelerin bazısı karşı karşıya denk gelemiyor; bu yüzden çeşitli vurgular ve Arabca alfabe ile işaretler belirtilmiştir (bir ifadenin karşı sayfada çevirisi, kendi hizasına en yakın yazı-vurgu-renk benzerliği olan satırdır/ifadedir).

Çalışmanın hedef kitlesi; İngilizce Risaleleri okurken sözlüğe ihtiyaç hissedenler ve de Türkçe’yi yeni öğrenen diğer uyruklu Nur Talebeleridir.

İmkân buldukça Küçük Sözler’i 9. Söz’e kadar tamamlayarak “küçük sözler” ismiyle bastırıp ileride neşretmek emelindeyiz.

Önemli bir iki nokta:

  • Şu tarz çalışmalardaki hedef ve gayemiz, Risale okumalarını bunlara taşımak değildir. Ne Risaleleri sadeleştirmek ne de basite indirgemek de değildir hedef. Belki yaptığımız şey, âcizane, İngilizce Risalelerde vukufiyeti arttırmaya vesileliktir.
  • Hem her senede, İngilizce eğitime yeni başlayan laâkal yüzlerce kardeşimize kendi Nur dairemizde müsbet bir meşguliyet sahası oluşturmak..
  • Hem RİSALE-İ NUR’un ehl-i hizmetine, şu derslerin (İngilizcesinden) tedrisi ve ta’limi hengâmında sühûlet kazandırmaktır. Yani, kendi tecrübe ettiğimiz şu tarzı ―Altıncı Mektub’da işaret edilen hissedarlıktaki gibi― bu dairedekilerin de istifadesine sunmaktır.
  • Bu çalışma; Hz. Üstadımızın, meâlen, “…vazifeleri, -ulûm-u îmaniye cihetinde- yalnız yazılan şu Sözler’in şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir.” ifadesinde dâhildir diye kanaattayız.
  • Son olarak, “Huz mâ safâ, da’mâ keder” güzel bir düsturdur…

 

Bu tarz mukabeleli çalışmalara dair görüş, tavsiye ve isteklerinizi; bölgenizde okumak için başka risalelerin hazırlanması talebinizi; çalışmaların geliştirilmesine dair geri dönüşlerinizi ve de sizin yabancı dil risaleler üzerine kendi çalışmanızı, yukarıdaki e-posta adresine göndermenizi bekliyoruz..

Eğer bu mukabeleli risale çalışmalarımızın hazırlanmasına yardımda bulunmakla iştirak ederseniz, İhlâs Risalesi’nde işaret olunduğu üzere, bu alanda bir taksimü’l-a’mal hâsıl olabilir. Öyleyse, şu tarz çalışmalarda hissedarlık arayanlarla teşrik-i mesai edebiliriz…

Baskı versiyonu indirmek için tıklayın: FourthWord_Booklet_DorduncuSoz_A6.pdf

Bilgisayarda veya mobil cihazda okumak için tıklayın: FourthWord_PC_MOBILE_DorduncuSoz_A6.pdf

 

RİSALE-İ NUR’dan hazırladığımız bu tarz çalışmaların bazılarını görmek için: nurnet.org/tag/mukabeleli-risale

İletişim:

Lütfullah

Magosa, Kıbrıs

limitlessglory@gmail.com

İnsan Alabildiği Kültürden Renk Alır

kulturİnsan aldığı kültürün etkisinde kalarak bütün hayatında onu ortaya serer. Ben hürüm böyle düşünürüm karşıdakini beğenmemesi de aldığı kültürden kaynaklanır. İyiyi ve kötüyü de seçmeye sebep kafasına aldığı bilgilerin neticesidir. Bu ciddi meseleleri yazmamın sebebi, vatandaşımı çok sevdiğimden geliyor. Onları kötü yolda görsem bile acırım küsemem. Aşağıdaki yazılarımı tenkit için değil, insan kültürünün esiri olduğunu ispatlamak için yazdım.

Her ne kadar Allah her şeyin her şeyini inceden inceye bilir, fakat insanın kendisi de nasıl biri olduğunu, iyi mi kötü mü, dindar mı,  dinsiz mi, ahlak derecesi ne olduğunu bilir. Fakat nefsi kendisine yalnız iyilikleri kabul ettirerek, kötülüklerin tamamını nefsinden reddetmeye çalışır. Bununla beraber, Müslümanlar içinde yaşayanlardan hiç biri kolay kolay ben dinsizim demeye cesaret edemez. Böylece bazı kimse Müslümanlığın icaplarını yapmaya yanaşmadığı halde, nefsi kendini müdafaa etmeye kalkarak ben Müslüman değil miyim der, böyle demekle işi hallettiğini zanneder, fakat heyhat !!! Bunu daha iyi açıklamak için on küsur örnek ile, insanların nasıl biri diğerinden çok farklı iki tarz hayat yaşadıklarını anlatarak hakikati daha iyi anlamayı kolaylaştırmaya çalışacağım.

1- İçkili düğün ve toplantılardan uzak durarak, o ecnebilerin işidir, ben Müslüman olduğum için, benim için içmekte içenlerin yanında durmakta yasaktır, bu tarzı hayat benim din kültürüme aykırıdır der onu kabul etmez. Diğeri tam tersine içkili düğün ve toplantılara gitmeyi kültür kabul ettiği için oralara seve seve katılarak gitmeyenleri gerici görür,

2- Dünyevi işlerinde çalışırken bile elde ettiği kazançlarını ahirete mal etme yoluna gider. Öteki yalnız  maddi zevklerini düşünerek öleceğini hatırına getirmek istemez.

3-  Cuma namazlarını kaçırmamaya çalışır. Ayni memleketin adamı olduğu halde diğeri yalnız bayram namazlarını kılmakla iktifa eder.

4- Beş vakit namazını geciktirmeden kılmaya gayret gösterir. Diğeri İslam’ın şartlarını yerine getirmekten uzak yaşar.

5-  Farz namazlarını az görüp, teheccüd ve duha namazlarını kılmaya gayret eder. Diğeri Ramazan ayında Müslüman kisvesine girer, yani farz olan orucunu tutar.  Sünnet olan teravih namazını kılar, fakat daha önce alışmadığı için farz namazlarını terk eder.

6- Kendisi mahrum kalsa bile muhtaç olanların ihtiyaçlarını gidererek onları sevindirmeye çalışır. Diğeri yalnız kendi menfaatini düşünerek “ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne” der.

7-  Ben Müslüman’ım ve hayatımla örnek biri olmam icap eder kendine diyerek, giyimine kuşamına üstüne başına temizliğine dikkat ederek Müslüman’a yakışır nazik bir hayat yaşar. Diğeri üstüne başına dikkat etmeden paspal pejmürde kıyafetle gezer, bu kabalığın insana yakışmaz bir hal olduğunu hiç düşünmeden hayatını devam ettirir.

8- Meyhaneye girmek şöyle dursun, sigara dumanı ile dolu, laklak ve vakit geçirme yeri olan kahvehanelere bile girmeyi tenezzül sayarak yaklaşmaz.  Diğeri bütün sarhoş edici içecekleri kendine meşru sayar, maskaralığın tümüne çekinmeden bulaşır.

9-  Yenmesi haram olan yiyeceklere yaklaşmak şöyle dursun, bütün şüpheli yiyecek ve içeceklerden uzak durmaya gayret göstererek, kiminle oturması lazım, kiminle oturmak faydasız olduğunu dikkatinden kaçırmadan yaşamaya çalışır. Diğeri yediklerine dikkat etmediği gibi, yabancı hanımlarla düşüp kalkarak yalnız geçici zevklerini, şehvani duygularını tatminden başka hiçbir şeye ehemmiyet vermez.

10-  Helalı olan hanımının da günahlarından mesul olacağını ve hanımı yalnız bu dünyada ona eş değil, ebedi hayatta da onun hayat arkadaşı olacağını bildiği için, onu orada kaybetmemeye çalışır, dışarıda tesettürüne dikkat etmesini iyilikle tavsiye ederek o hususa da  ehemmiyet verir. Diğeri hanımını  evinde mutfak elbiseleri ile gezdirip misafir geldiği zaman veya bir yere çıkacakları zaman, yeni elbise giymesini emreder, yüzünü tırnağını boyar, bunun sonu nereye varır düşünmez.

11-  Hanımının ve kızlarının giyim ve kuşamına dikkat ederek cehennemlik olmamaları için âzami gayret gösterir, çünkü bilir ki sokaktaki mini etekle gezen hanımların etekleri birden o hali almadı, o kızların babaları dikkat etmeye etmeye etekleri birer ikişer santim yükselerek o hali aldı. Ötekisi bütün bu dini inceliklere karşı lakayt kalıp, “Ben ne yapayım evlat bu, öldürecek miyim? ” diyerek ahirette  bu hayatın hesabını inceden inceye vereceğini nazara almadan yaşayarak, dünya zevklerinden başka hiçbir şey düşünmez.

 12- Ahirette ki cehennem ateşini düşününce göz yaşlarını tutamayıp, burada en ufak bir ateşin acısına dayanamazken orada bu nazik vücudum, burada yaptığı günahlarının tamamı temizleninceye kadar  o müthiş azaba nasıl dayanır kendine diyerek, o korku uykusunu kaçırır. Öteki hiç düşünmeden öyle günahlara batar ki, o günahlı işler ufak bir bahane ile onu inkara kadar götürür, ebedi azaba mahkum edecek dereceye düşürür.

13-  Fabrika sahibi değil, esnaflık yaptığı halde, hizmet ehli olan bir başkasının para ihtiyacını hisseder ve ona der, “Yarın gel,  elimde olan  altı dairenin tapusunu senin üzerine yapayım, ama bir şartla kimseye söylemeyeceksin”, öteki ise sokaktaki fakire bir miktar para verdiği zaman, bir yumurta için mahalleyi ayağa kaldıran tavuk gibi, fakire kaç lira verdiğini herkese anlatır.

Şimdi, biliyorum ki, hemen soracaksınız, bu iki kısım vatandaşın  farklı düşünceleri ve eşyaya farklı bakışları nereden doğuyor

Bunların bu farklı vaziyete düşmeleri iki sebebe dayanır: Biri manevi, diğeri maddi sebeptir. Biz önce onların manevi sebebini ele alalım.

Evet, Yukarıda saydığım evvelki kısmın fertlerinden her biri Allahın her şeyi yaratma gücüne sahip olduğuna ve O Allah, bu insanları öldükten sonra tekrar dirilteceğine inanırlar. Öteki hayatta ya cehennem ateşinde yanacaklar, veya Cennet gibi, burada hiç görülmemiş ve sonu olmayan bir mutluluğu kazanacaklarına yakinen inandıkları için öyle  davranırlar.

İkinci kısmın fertleri, manevi gıdalarını alamadıklarından,  Allaha ve Ahiret gününe inanmazlar veya inandıkları halde gaflet sebebiyle inandıkları İslam dininin şartlarını yaşamadıkları için o hale düşmüşlerdir.

Maddi sebebe  gelince: Yukarıda saydığımız ayni vatan evlatlarının biri diğerinden bu kadar farklı olduklarının sebebini düşününce, hemen anlarız ki, ikinci sırayı alan dine uymayan onların tavırları ancak iç ve dış düşmanlar birleşerek bunları o hale getirmek için beraber çalışmalarının neticesinden doğmuştur. Gayelerine kavuşmak için,  maneviyatsız olan eğitim yolunu seçmekle muratlarına ermişlerdir. O başarının ana sebebi de maneviyattan yoksun eğiticilerdir. Yukarıda çok az kısmını saydığım  bu kadar dine karşı lakayt kalmalarına sebep onlardır.

Evet, “İnsan kadar meyilli bir varlık görmedim” hadis-i şerifinin manasını, 21 milyon km bir ara 25 milyon uzak mesafeye İslamiyeti yayan şehit ve gazi dedelerin torunları nasıl bu kadar dine lakaytlığa meyil ettiklerini vatanımızın çok yerlerde açıkça görüyoruz. Dediğim gibi bu dünyadaki işleri Allah sebeplere bağlamış. Babalar yalınız karınlarını doyurma derdine terk edilirse, öğretmen de öğrencisine âhiret bilgilerinden uzak, yalnız dünya bilgilerini verirse, çocuk bir materyalist olmaz da ne olur? Düne kadar halimiz bu minval üzere idi. Bu günkü idareciler, halkın maneviyatını ihmal etmemeye gayret ettiklerini görüyoruz Allah onlara muvaffakiyet ihsan eylesin.

Hülasa, Bu idareden öncesine kadar, Türkiye’deki laik idarenin harfiyyen tatbikş necicesinde dini değil, maddecilik ağırlıklı eğitim veriyordu olduğu için. Bir çocuk gittiği okuldaki öğretmenden ve dinine karşı yozlaşmış anne  babasından Allahın varlığını ve birliğini, Öldükten sonra kesin olarak dirileceğini öğrenmezse? Yaratılmış eşyayı, tesadüfe, sebeplere ve tabiat gibi akılsız kör, sağır, olumsuz şeylere ve Evrim teorisine havale etmekten başka çaresi yok. Böyle dine karşı yabani kalan benim vatandaşım kendisini ve her şeyi hiçten, yoktan yaratan Allah’ını nasıl bulsun? Bunun neticesi vatandaş böyle vahim neticelere düşmekten kendini nasıl kurtulabilirdi? Bundan sonra, Müslümanlığın istikamette olacağını canu gönülden inaniyoruz

Bakın, laik ve demokrasi demek, dindarı da dinsizi de yaşamasında serbest bırakmak demektir. Halbuki bu idareden evvel Türkiye’de idare olunduğumuz sistem  laik fakat ya unutulmuş veya kasıt vardı  ki, memleketimizin insanlarının % 99,60 Müslümandır. Bu vatanda yaşayan insanımız demokrasiyi yaşamaktan çok uzaktı. Kanunlarımız da Avrupalıları şaşırtacak bir şekilde idi. Laik ve demokrasiyi esas tutan bir devlette yaşıyoruz, öyle ama kadınların açılmasında sınır yoktu. Kız öğrenciler üniversiteye baş örtüsü ile gitmesi şöyle dursun, onların zavallı anneleri evlatlarını ziyaret etmeye bile başörtüsü ile üniversiteye giremiyorlardı. Buna “Bu ne perhiz, bu ne  lahana turşusu” derler. Hadis-i Şerifte: “Hepiniz çobansınız, çoban sürüsünden nasıl mesul ise, siz de mahiyetinizdekilerden öyle mesul siniz.” Bundan anlıyoruz ki, evlatlarına din terbiyesi veremeye uğraşmayan bir baba, cehennem ateşinde yanmayı hak edeceğine  göre, düne kadar   milletimizin çoğunu imansızlık vadilerine itenlerin hali orada ne olacağını  merak ediyorum? Yazıma “Allah başımızda olanların başlarındaki aklı Artırsın, kalplerindeki imanı kavileştirsin” diyerek  son veriyorum.

Düştüğümüz halden kurtulma yolunda kardeşiniz

Abdülkadir Haktanır

“Hattın Sultanları” Kutlu Doğum’a özel sergilenecek

“Hattın Sultanları” Ayasofya ve Ankara’da gün yüzüne çıkıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı 2013 yılı Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri kapsamında İstanbul Ayasofya ve Ankara Congresium’da İslam hat sanatlarının en nadide parçalarından oluşan iki sergi düzenliyor.

İslam sanat tarihi uzmanı Prof. Dr. Uğur Derman’ın danışmanlığında “Hüsn-i Hat” ismiyle gerçekleştirilecek sergide Sultan II. Mahmud, Sultan III. Selim, Sultan III. Murad, Sultan Abdülmecid ve Sultan Vahidüddin gibi hattat Osmanlı Sultanlarının yanı sıra son dönemin ekol olmuş meşhur hattatlarından Hafız Osman, Yesarizade Mustafa İzzet, Sami Efendi, Fehmi Efendi, Mustafa Rakım, Mahmud Celaddin, Selma Hanım, Abdullah Üsküdari, Hamid Aytaç, Necmeddin Okyay’a ait yazma eserlere de yer verilecek. Vakıf Hat Sanatları Müzesi, Süleymaniye Kütüphanesi, İstanbul Şehir Müzesi, Topkapı Sarayı ve özel koleksiyonlardan seçilen nadide eserlerden oluşuyor. “Hattın Sultanları” olarak tanımlanan koleksiyon ilk kez bir arada sanatseverlerle buluşuyor.

Açılışı Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ve Vakıflar Genel Müdürü Dr. Adnan Ertem tarafından yapılacak sergide 300’e yakın tarihî eserin Ayasofya ve Ankara’da sergilenmesi planlanıyor.

Günümüz meşhur hattatlarının özel çalışmalarının da yer alacağı sergi 12 Nisan–12 Mayıs 2013 tarihleri arasında İstanbul Ayasofya Müzesi’nde, 18 Nisan–23 Nisan 2013 tarihleri arasında ise Ankara Congresium’da sanatseverlerle buluşacak.

Geçtiğimiz yıl Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Ayasofya’da düzenlenen Lisan-ı Hat ile Aşk-ı Nebi Hilye-i Şerif sergisi iki ayda bir milyon sanatsever tarafından ziyaret edilmişti.

Diyanet

Süt Bankası Yerine Güven Bankası

Süt bankası, son günlerde bolca tartışılan ve çoğu kişiyi kaygılandıran bir konu.

Konunun dinimizce sakıncaları zaten ilahiyatçılarca ortaya konuldu. Emzirme konusunda hassasiyet taşıyan bir anne olarak devletin başlatmak istediği bu uygulamaya benim de itirazım var. Amaç nedir bu uygulamada desek, alacağımız cevap: “Anne sütü alamayan bebeklere, bilim adamlarınca formülü taklit edilemeyen mucizevi gıdayı sunmak… Daha sağlıklı nesiller için…

Bu konu benim bir hayli garibime gitti açıkçası. Sonuçları sakıncalı olmasa bile uygulanabilir olduğunu düşünmüyorum. Annelerin çoğu kendi çocuğunu emzirmekten acizken, sanki kendisi lütfediyormuş gibi yavrusunun ağzına çarparcasına göğsünü tıkarken, “Vah zavallı yavrucuklar, karınları aç kalmasın, sağlıklı büyüsünler.” deyip, tanımadığı çocuklara yavrusuna çok gördüğü sütten mi ayıracak? Bu bence bir hayal! Bir anne kendi bebeklerine gösteremediği şefkati, tanımadığı ve yüzünü bile görmediği bir bebeğe nasıl gösterecek? Banka için süt toplanması nasıl sağlanabilir? İş yerinde, evinde işlerle boğuşan anne bu fedakârlığı yapabilir mi? Buna enerji ve zaman ayırabilir mi ya da ayırmak ister mi? Günümüz annelerinin pek çoğu, uzmanlar “bebeğinizin sağlığı için 2 yıl emzirin.” diye bağırırken bile buna sabredemezken, süt bankası için süt verir mi? Kendi yavrusunun zarar görmemesi için bile zevklerinden vazgeçemeyip, emzirirken sigara içen kimi anneler mi başka çocukların sağlığını düşünecek? İstisnalar olacaksa da pek çoğu için cevabın “hayır” olacağını düşünüyorum.

Denirse ki bebeğini kaybeden anneler sütünü bağışlasın, Allah herkesin yavrusunu korusun, zaten üzüntüden sütün kesildiğini hepimiz biliriz. Kaldı ki emilmeyen bir göğüsten süt yavaş yavaş çekilir ve süt kanalları bir süre sonra boşalır. Sütü çeken bir kuvvet olmazsa vücut süt üretemez.

Yeni doğmuş bir yavrunun karnını doyurmaya ihtiyacı vardır, evet, ama asıl ihtiyacı olan güven duyabileceği sıcak bir kucaktır. Karnını her türlü doyurursunuz bebeğin, içeriği anne sütüyle kıyaslanamasa da devam sütleriyle de beslersiniz. Ama ya ihtiyacı olan güven duygusu? Annesini kaybetmiş bir bebeğin ihtiyacı olan sıcaklığı bir sütanne telafi etmeye çalışabilir, ama biberon denilen plastik parçasıyla içilen sütün içeriği ne olursa olsun bu ihtiyacı karşılayamaz. Ancak bir sütanne sorumluluğunu taşıyan bir kadın, emzirdiği çocukla gönül bağı kurabilir. Bu gönül bağı kurulmadan, kan bağışı yapmak kadar kolay olmaz süt bağışı, hiç kolay bir şey değil.

Pedagog Adem Güneş, “Çocuk anneden sadece süt emmez, daha da önemlisi güven emer.” diyor. O halde bebeklerin midelerini dolduracak sütten daha önemli şeyler yok mu konuşulması gereken?

“Çocuğum yesin de sağlıklı olsun.” diye ağzına kaşık tıkılan, “Yok, sen daha doymadın.” ısrarlarıyla iradesi kırılan, “Yemezsen üzülürüm.” diye duyguları sömürülen, “Bitirmezsen Allah seni taş eder.” diye korkutularak mideleri dolan ama ruhları boşalan çocukların ebeveynlerine karşı kaybettikleri güvenleri, yeniden kazanmaları için GÜVEN BANKALARI kurulmalı bence. “Çocuğumuz sağlıklı olsun.” derken ruh sağlığını tahrip eden anne babalara bir “Dur!” denmeli. Bütün çocukların fıtraten açlığa dayanamaz bir yapıya sahip olduğu ve birşekilde karınlarını doyurabilecekken, güven duygusu yoksunluğunun telafisinin olmadığı herkese anlatılmalı.

Nice anne sütü almış çocuklar ruhları mengeneye sıkıştırılmış gibi buhranlarla boğuşuyor büyüdüklerinde. Bu süt bankası yerine güven bankası yapılsın, yapılsın ki çocukların yaşama enerjilerini kıran anaokulu öğretmenleri, kişiliklerini hiçe sayan ilkokul öğretmenleri nasıl düzelir; cezalar sayesinde yaşamaktan soğutulan çocukların ruhları nasıl temizlenir, sorularına cevap bulunsun.

Sokakta, okulda, evde nereye gittiği ve ne yaptığı belli olmayan, kendi anne babasının, öğretmenlerinin dâhil hiç kimsenin umurunda olmadığı çocuk ruhlarının tahribatına çözüm bulsun önce devlet. Günümüz çocuklarının dillerine dolanan müstehcen şarkılardan, izlenen müstehcen ötesi görüntülerden kurtarsın tertemiz beyinleri, her şeyden önce.

“Yeni doğan her bebek, ne pahasına olursa olsun anne sütü içsin.” deyip projeler üretenler, önce o yavruların büyüdükleri aile ortamı, eğitim gördükleri okul ortamı ve saygı görmedikleri sosyal ortamları nasıl çocuk ruh sağlığı için daha uygun hale getirebiliriz diye düşünmeliler.

İnternette manidar bir cümle ile karşılaştım: “Tuhaf şey! Yabancı girmesin diye evlerinin kapılarını kilitliyorlar, sonra da televizyonlarını açıyorlar.” Ben de bu anlamlı cümleye şunu eklemek istiyorum:

Tuhaf şey! Daha sağlıklı büyüsün diye anne sütü veriyorlar, sonra da güven duygusunu tahrip edip, ruhsal gelişimini hiçe sayıyorlar.

Gonca Anıl / Cocukaile.net

Tavuk Gibi Erkekler, Horoz Gibi Kadınlar

Dünya Kadınlar günü haftasında medya öyle haberler hazırlıyor, öyle afişler kullanıyor ki, bu haber ve afişleri görenler, bütün erkeklerin ‘kadınları dövme fantezisi olan psikopatlar’ olduğunu düşünür.

İnternet sayfası vasıtasıyla, kadınlara uygulanan şiddeti gündeme getirmek için hazırlanan bir sitenin sloganlarından birisi ‘İsyan et! Dans et! Ayaklan!

Bu bakış açısı ve bu mantık, kadın ve şiddet sorununu çözemez. Problemin kaynağını doğru görmeyenlerin üreteceği çözüm yöntemleri, problemin büyümesinden başka bir şeye yaramaz. Yanlış teşhis yanlış tedavi anlamına gelmez sadece. Yanlış teşhis, küçük problemlerin büyümesine kapı aralar. Dizleri ağrıyan birisine göz damlası damlatmaya benziyor, bizim medyanın konuyu gündeme taşıma biçimi.

Doğu’da ezilen Kadın!

Dünya kadınlar günü konuşulurken, dünyanın doğusunda ezilen, eve hapsedilen, ikinci – üçüncü eş olmak zorunda kalan Ortadoğu kadınları gündeme getirilir bir biçimde.

Ortadoğu da kadın merkezli sıkıntıların çok olduğu gerçeğini kimse inkâr edemez. Ancak ‘bu halin suçlusu İslam dini’ gibi göstermeye çalışanlar, insanlığı kandırmak için her türlü takla atan batı kafasından başkası değil.

Dünyanın batsında (Avrupa, Amerika) üretilen bütün bombalar, dünyanın doğusunda patlarken, ‘Doğu’da kadın eziliyor!’ diyenler, kadınlar günü dolayısıyla doğuya saldıranlar, timsah gözyaşı döküyorlar.

Kadını kurtarmak için erkeğe saldırmak!

Birbirini tamamlamak için yaratılmış iki cinsi, birbirine eşitleme söylemi ile yarıştıran batı, yaptığı hatayı haklı göstermek için erkeğe saldırıyor. Allah karşısında erkek ile eşit yaratılmış olan kadını, ‘Erkeği günaha sürükleyen, insanlığın cennetten kovulmasına sebep olan varlık’ olarak yıllarca aşağılayan batı, bu sefer kadını erkekleştirerek, kadını cinsel bir obje olarak kullanarak ‘Kadın hakları’ kılıfıyla kadına kadınlığını unutturdu.

Horoz taklidi yapan tavuklara döndürdü kadınları batı uygarlığı. ‘Modern kadın’ tabiri ile çağdaş gösterilmeye çalışılan kadın, ne tavuk kalabildi, ne de horoz olarak kabul gördü.

Kadın ve Erkek eşit olamaz, olmamalı…

‘Hayvan Okulu’ adlı hikaye, kadın – erkek eşitliği söyleminin, yaratılışa ne kadar ters bir söylem olduğunu göstermek açısından önemlidir.

Bir gün ormandaki hayvanlar bir araya gelerek okul açmaya karar verirler.

Bir tavşan, bir kuş, bir sincap, bir balık ve yılanbalığı yönetim kurulunu oluşturdu. Tavşan, müfredatta koşmanın bulunmasını istemektedir. Kuş, uçmanın dâhil olmasını, balık, yüzmenin dâhil olmasını ve sincap, ağaca tırmanmanın mutlaka zorunlu dersler arasında olması gerektiğini söylemektedir.

Bütün bunları bir araya getirip, bir müfredat programı yaptılar. Ve bütün hayvanların bu dersleri görmesini istediler. Tavşan, koşu dersinde A alıyor olmasına rağmen, ağaç tırmanmak onun için çok ciddi bir sorundu. Sürekli kafa üstü düşüyordu. Bir süre sonra beyni hasar gördü ve artık eskisi gibi koşamadı. Artık koşuda A almak yerine, C alıyordu. Ve tabii, ağaç tırmanmada ise her zaman zayıf alıyordu. Kuş, uçmada çok başarılıydı, ama sıra toprak kazmaya geldiği zaman, o kadar başarılı değildi. Sürekli gagasını ve kanatlarını kırıyordu. Bir süre sonra, toprak kazma notu hâlâ F olmasına rağmen, uçma notu C’ ye düşmüştü. O da ağaca tırmanmakta çok zorlanıyordu.

Sonuçta, sınıf birincisi olan hayvan her şeyi yarım yapabilen, geri zekâlı yılan balığı oldu. Ancak eğitimciler çok mutluydu çünkü herkes bütün dersleri görüyordu.

Bu meşhur hikaye ‘Bu eğitime ‘Eşit eğitim hakkı’ dediler’ diye bitiyor. Kadın erkek eşitliğini, kuş sürünecek, tavşan uçacak mantığıyla sağlamaya çalışmak, tavuklara horoz, horozlara tavuk görevi vermek kadar komik ve yanlıştır.

Erkeklere ‘Böbürlenerek yürümeyin’ diyen Allah, kadınlara ‘Kırıtmayın’ diyor. Çünkü ikisinin de zaaflarını Allah biliyor. Adalet budur işte!

Modern ve Muhafazakâr Cahiliye

Batı’nın kadına yaşattığı sıkıntının adı Modern cahiliyedir. Yaratılışı, kalbi ve ruhu merkezli değil, bedeni merkezli bir kadın algısı, tam bir cahiliye adetidir.

Batıyı eleştirirken Doğu’nun problemlerini de doğru okumak gerekir. Özellikle ülkemizde ‘Din ve Kadın’ adına uydurulmuş o kadar çok hurafe var ki, bu hurafelerin yayılmasına sebep olan kitapları eleştirmek bile cesaret istiyor.

Bizim dindarlarımızda yaşanan problemi ‘Muhafazakar Cahiliye’ benzetmesinden başka bir benzetme ile anlatmak çok zor.

Allah ‘İnsan zayıf yaratılmıştır’ derken, bizim birçok hocamız ‘Kadın zayıf yaratılmıştır’ diye yazdı yıllarca.

Allah ‘İnsanı yarattığını’ söylerken, bizim hocalarımız, ‘Allah erkeği yaratıp, erkeğin kemiğinden kadını yarattığını’ anlatıp durdu senelerce.

Allah, Kadın ve erkek arasına mesafe koyarken, bizimkiler duvar örüp, kadını dört duvar arasına kapattı yıllarca.

Allah insanoğlunun nankör olabileceğini söylerken, bizim hocalarımız ‘Kadın milleti nankördür’ diye anlattı yıllarca.

‘Batı’nın çekici ile Doğu’nun Örsü arasında kalan kadın’ benzetmesi, kadın merkezli problemleri çok güzel özetliyor.

Kadına dair problemleri ne ‘Modern Cahiliye’ kafası ne de ‘Muhafazakar Cahiliye’ kafası çözemez. Kur’an ve Sünnet üzerine kafa yoracak Kadın müfessirler zihinsel emek harcamaya başlamadığı sürece, erkek yorumlarına mahkum sıkıntılardan kurtulamayacağız bu meselelerde.

Sahi Kur’an Tefsiri üzerine kafa yoran kaç bayan hatırlıyorsunuz? Veya Müfessir denilince aklınıza hiç kadın ismi geliyor mu? İslam kadının Tefsir yazmasını mı yasakladı ki, böylesi büyük bir boşluk var ortada?

Kadının kadına uyguladığı şiddet!

Erkeğin kadına uyguladığı şiddetten daha fazlasını, kadın kadına uyguluyor. Bahsettiğim şiddet fiziksel bir şiddet değil.

İhanet eden bir erkek, bu ihaneti başka bir kadın ile yapıyor. Evli erkeği yoldan çıkartan kişi, yine başka bir kadın değil mi?

Kocasının kayınvalidesi tarafından şımartıldığından şikayetçi olan bir kadın, oğlunu şımartarak büyütüyorsa, hemcinsi olan gelinine ‘psikolojik şiddet’ uygulamanın zeminini hazırlamış oluyor.

‘Annen olarak bana gösterdiğin saygıyı, eşine (gelinime) göstermezsen, sana annelik hakkımı helal etmem!’ diyen, kaç kadına rastladınız?

Allah’a karşı duruşumuz

Kadının erkek karşısında ki durumunu, erkeğin kadın karşısında ki tavrını konuşuyoruz sürekli. Piyasada konuya dair yüzlerce kitap var. Birbirlerini tamamlamak için yaratılmış olan iki cins, birbirleriyle savaşıyor gibi bir algıyla yazılıyor, bu ve benzeri kitaplar.

Kadının erkek karşısında, erkeğin kadın karşısında ki duruşunu düzeltmek istiyorsanız, ikisinin de Allah karşısında ki duruşunu düzeltin.

Dünya Kadınlar günü dolayısıyla, Kadına şiddeti konuşmaktan, ANNE olmayı konuşmayanlar, hiçbir soruna çözüm üretemezler.

Said Çamlıca

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version