Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Sıhhatli Yaşam İçin Vazgeçilmez 7 Gıda Önerisi

Amerikan Kanser Araştırmaları Enstitüsü (AICR), 2007’ye sağlıklı bir başlangıç yapmanız için, vücudu kanser, kalp krizi, Alzheimer ve diyabet gibi ciddi rahatsızlıklara karşı koruyan besinlerin listesini açıkladı.

BADEM (Kalbi koruyor) : Her gün, bir çay fincanın yarısını dolduracak miktarda, yani 30 gram badem yemeyi ihmal etmeyin.

Omega-3 asitli yağları açısından oldukça zengin bir besin olan badem, kandaki kötü kolesterol (LDL) oranını yüzde 4.4 oranında düşürüyor.

Badem böylece damar tıkanıklıklarını önleyerek, dolaşım sisteminin düzenli olarak çalışmasını sağlıyor; kalbi koruyor.

KAHVE (Diyabeti önlüyor): Günde iki fincan kahve, özellikle orta yaşlardan sonra görülen Parkinson ve Tip-2 diyabete karşı vücudu koruyor. Kahvede bulunan kafein maddesi, diyabete yakalanma riskini yüzde 35 azaltıyor. Ayrıca ağrı kesici özelliği de bulunuyor. Ancak kahveyi mutlaka kalsiyum deposu olan sütle için. Böylece kafeinin kemikleri zayıflatmasını engellemiş olursunuz.

TARÇIN (Sinirleri rahatlatıyor): Her yemekten sonra içinde bir miktar tarçın bulunan bir tatlı yemeyi unutmayın. Tatlı yemek istemiyorsanız, küçük bir çay kaşığı dolusu tarçını doğrudan suya ekleyerek içebilirsiniz. Tarçın kan şekerini düzenliyor, ayrıca sinir sistemini rahatlatıyor. Öte yandan köri baharatının içinde bulunan Tumerik adlı maddenin eklem iltihabını ve romatizmayı önlediğini unutmayın.

PATATES (Akciğer kanserinden koruyor): Antioksidanlar yönünden çok zengin. Amerikan Tarım Dairesi’ne göre en yararlı 100 besinler arasında 17. sırada yer alıyor. Akciğer kanseri, diyabet ve kalp krizine karşı koruyor. Ancak patatesi kızartmak yerine, yağsız bir şekilde haşladıktan veya fırında pişirdikten sonra yemeyi tercih edin.

SEBZE ÇORBASI (Kaslar için faydalı): Doyurucu ancak kalorisiz bir yiyecek olduğu için özellikle kilo vermek isteyenlerin bir numaralı tercihi. Ayrıca, özellikle sebze çorbası sodyum bakımından zengin. Bir kase sebze çorbasında 500 miligram sodyum bulunuyor. Sodyum, sinir sistemi ve kasların düzenli olarak çalışmasını sağlıyor. Ayrıca vücuttaki sıvı miktarının dengesini düzenliyor. Ancak günde 1500 miligramdan fazla sodyum tansiyon ve kalp rahatsızlıkları konusunda tam bir ters etki yaratıyor.

ZEYTİNYAĞI (Kansere karşı birebir): Zeytinyağı kanser riskini azaltıyor. Günde 25 ml. zeytinyağı alanların idrarlarında, hücrelere zarar veren “8oxodG” adlı maddenin seviyesinin azaldığını ortaya çıkardı. Zeytinyağı kanserin yanı sıra iyi kolesterol (HDL) oranın artmasını sağlayarak kalbi koruyor, 1 çorba kaşığı zeytin yağında 120 kalori bulunuyor. Bu nedenle günde 6 çorba kaşığını geçmeyin.

ÇAY (Kanseri engelliyor): Siyah veya yeşil olsun, çayın her türü kanser riskinin azaltılmasında etkili bir rol oynuyor. Çay, kadınlarda rahim kanserine yakalanma riskini yüzde 50 azaltıyor. Göğüs kanseri içinse bu oran yüzde 60′a kadar çıkıyor. Çay ayrıca Alzheimer ve kalp krizine karşı vücudu koruyor.

SELÂM VE DUAYLA

Derleyip sizinle Paylaşan kardeşiniz: Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.Org

İslam’ın Hürriyeti İçin “Ümmetin Birliği” Şarttır!

Bu gün müslümanlar olarak tüm dünyada yaşadığımız sıkıntıların temelinde yatan “ana sebeplerin  babası”na değinmek istiyorum: “Nedir Ümmetin birleşmesi?”

Halkı müslüman olan ülkelerde hürriyet kuran “putlaştırılmış rejimler/yönetimler”, bir yandan “İslam coğrafyasının yer altı ve yerüstü kaynakları”nı talan ederken, bir yandan da müslümanlar üzerindeki sosyal, kültürel, siyasi, idari, iktisadi, hukuki, adli, tedrisi, itikadi, kulluk vb. baskı ve zulümlerini korkunç boyutlara ulaştırdılar. “Vahyi imha, batılı ihya” temeli üzerine kurulan bu “ideolojik zulüm sistemleri”, İslam adına ne varsa baskıladı, hayatın dışına attı. Müslümasnlar imamsız Şeyhülislamsız kaldı. Bu sebepten Akif: “Medeniyyet bize çoktan beridir diş biliyor evvela parçalamak, sonrada yutmak diliyor”  sözü çok doğru. Bunun getirdiği noktada şimdi olan şu:

Müslüman toplum, inandığı İslam’ın ne-nasıl olduğunu da bilmiyor, onu ne şekilde ve hangi esaslara uygun olarak yaşayacağından da habersiz. Bu yüzden İslam toplumları İslam ile, vahiy ile, Kur’an ile ve Rasulullah’ın örnekliğine uygun olarak değil; bâtıl ile, küfür ile, putlaştırılmış yasalarla ve ideolojik İslamın dışında önderlerin örnekliğine uygun olarak idare olunuyor ve böyle bir hayatı yaşıyor.

Çünkü zavallı Müslümanlar dinlerini yaşama şartlarını bilmeyip, aman ibadetimden de geri kalmayayım fikri ile “uydurukça” fikirleri onlara empoze edenlerden bilgisizlik sebebi ile alabildiler.

Şimdi bu durumda tüm Müslümanlara düşen, Allah’ın insanlık için hayat nizamı olarak tayin buyurduğu İslam’ın hayat safhasında hür olmaları için mücadele etmektir. Zira Allah, Hz. Adem’den bu yana insanlık için İslam’dan başka bir din göndermemiştir. 

İslam, bütün Peygamberlerin insanlığa ortak mesajıdır. İnsanlığı içine düştüğü zilletten, adaletsizlikten, zulümden, sömürü çarkının dişlilerinden… kurtaracak,  refah ve mutluluğa ulaştıracak, sulh ve selameti sağlayacak tek din, tek nizam İslam’dır.

Allah’ın razı olacağı, kabul edeceği tek din de sevginin, merhametin, adaletin, barışın, kardeşliğin, insanlığın ortak doğrularının adı olan İslam’dır. İslam dünyaya nizam olması için, bütün insanlığın fert, aile, toplum ve devlet hayatını düzenlemesi için, İlahi bir lütuf olarak gelmiştir. İnsanlığın tek ve ortaksız Dini, hayat nizamı sadece ve sadece İslamı; hayat kitabı, hayatın anayasası sadece ve sadece Kur’an’dır…

Ancak görüyoruz ki İslam’ın değil “isyan”ın hürriyeti var bütün dünyada ve bunun sebebi, öyle sanıldığı gibi kâfirlerin, İslam düşmanlarının güçlü oluşu değil, müslümanların cahil kalışı ve parçalanmışlığıdır . O yüzden “İslam’ın egemenliği için Ümmet’in birliği şarttır”diyorum. Zira farklı meşrepler/gruplar çatısı altında “ayrı” olununca, müslümanlar arası dayanışma mümkün olmuyor. Hal böyle olunca, bütün müslümanların “kardeş” olduğu,“tek bir millet olan küfür” karşısında “yekvücut bir ümmet” olarak mücadeleye durmak gerektiği hakikatinin de üzeri örtülüyor. Müslümanlar ayrı-gayrı, paramparça olunca İslam davası “İlahi murad”a uygun olarak sürdürülemiyor; “hedef”inden de, “yol”undan da,“istikamet”inden de sapıyor, “doğru yol arkadaşları”ndan uzaklaşıyor. Böylece, “putlaşmış zorbaların zalim iktidarları”na son verilerek “İslam Şeriatı” hayata hakim kılınamıyor. Düşün aynı camide ani safta kıldığımız, hatta ayni mezhebe bağlı olduğumuz kimselerin namaz kılışının şekli başka senin ki başka bu nasıl olur dersin. Evet 24  sene kur’an okumak yasak olan memletin adamlarından başka bir şey bekleyemiyoruz. Dıştan empoze edilenler şöyle dursun iç düşmanlar milletin ayaklarına bağladığı prangaların neticesi bu oluyor. Hatta bu millete edilen İslami yasaklarından kurtulmak için içteki Sünni cemaatler olmasa idi halımız ne olurdu? 1945 te Bulgaristandan Türkeyeye gelen Süleyman Tunahan Hz. Olmasa idi. Evlerde Kur’an okumak ve okutmak yasak Ormanlarda talebe okutmaya başlamış ve çok kimseye Kur’anı Kerimi okutmuş. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri:   28 sene hapishanelerde sürgünlerde yanında hiçbir kaynak eser yokken Risale- Nurları yazan Olmasa idi. Hatta 19 kere zehirlenerek Hizmetine, Davasına devam etmeiş,  Somunci Babanın cemaati, Mahmut Hüdai Babanın cemaati ile beraber çalışmaları olmasa idi. Nakşi Tarikatın Şeyhi Mahmud Efendi ve Hüseyin Hilmi Işık ve daha bunlar gibi zatlar olmasa idi buğün camide kaç kişiyi gürebilirdin. Çünkü Kütahyalı Kardeş anlatıyor askerliği istanbula çıkmış, Ranzalarla doldurulan Sultan Ahmet camiinde kendini yerleştiriyorlar ve ötesini sen anla…  

Ayeti Kerime: ” Bu dini ben indirdim ben korurum” kaidesi ile bu dini buraya kadar Allahın hıfzu emanında olması sebep Müslümanlar buraya kadar gelebilmişler. Evet Müslümanların vazifesi ve yaratılış amacı Allah’a kulluk… Kulluğun şartı hayatı  İslam’a göre yaşamak… Hayatı İslam’a göre yaşamanın şartı, İslam’ın ilavesiz-eksiksiz, bütün şartları ile-kurumlarıyla, tam olarak egemenliği… İslam’ın egemenliğinin şartı ise, Müslümanların “Ümmet birliği/vahdeti”ni sağlamaları…

İşte bunun için; “müslüman fertler arası birlik”in, “İslami hareketin örgütlenişinde yapılanmanın temel dinamikleri arasında koordine”nin ve “düşünce, tavır ve eylem birliği”nin sağlanması, böyle bir “vahdet tipolojisi”nin bir bütünlük içinde kurulması lazım.

Bu nedenle, İç ve dış düşmanlarının entrikaları bizlere bunu müsaade etmiyor kiyolları” belirlenip “vahdet/birlik” sağlanmalı. Bununla beraber bazı ehli bid’a guruplarını çekersek:Türkiyemizde görülelen ehli sünnet velcemat dahilinde olan bu cemaatlerin de: Ordunun Karacısı,Havacısı, Denizcisi ve candarmacısı na benzeterek, bunların hepsi Türk Ordusuna hizmet ettikleri gibi bu cemaatler de İslam dinine hizmet ediyorlar deyip geçeceğiz. Onlar olmasa idiler buğün biz dinsiz kalırdık. Fakat Allah korudu.

Bu ayrılıkta düşmanların ana gayeleri  yaralar açmak ve müslümanları birbirine öyle düşürmekti ki,“küfür cephesi” ile uğraşması gereken müslümanlar, mücadele ihtiyaçlarını birbirlerine sataşarak, birbirleri aleyhine tuzaklar kurarak engellemek, Evet düşmanların Provakasyon düşünceleri tarif edilmez. Hatta bu gün bir yazıda okudum PKK iran kontrolunda, onları İran koruyor,  Almanlar ve İngiltere finanse ediyor .

Hal böyle olunca “Ümmet birliği” sağlanamıyor ve tefrika, “İslam’ın yeniden hayata hakim olması mücadelesi”ne en büyük zararı veriyor. Kendi davamızı kendi ellerimizle boğuyoruz! Bakın Süriyeyi Bakın Mısırı ve çok diğer Müslüman devletlerinin halini. Çünkü Düşmanların provake hareketleri ile,bakın “saf”ımızı da, “yol”umuzu da terk etmiş bulunuyoruz!..

Müslümanların Birliğinin Mahiyeti “İslam’ın egemenliği için Ümmet’in birliği şarttır” anafikri etrafında, bir bütünlük içinde oluşturulması gereken “vahdet tipolojisi”ne değinmiş, “birliğin/vahdetin üç esası”na dikkat çekmiştim: “Müslüman fertler arası birlik”, “İslami hareketin örgütlenişinde yapılanmanın temel dinamikleri arasında koordine” ve “düşünce, tavır ve eylem birliği.” Bugün bu üç esasın mahiyetine değineceğim.

1- Müslüman Fertler Arası Birlik:

Bu, “müslüman fertlerin aynı helallar ve haramlar üzerinde ittifak etmesi” ile mümkün olur ve müslüman fertlerin itikadda, amelde, düşünüşte, eylemde, velâyette, harekette, cemaatte, cihadda vs. birleşmelerini gerektirir. Bu, müslüman fertlerin sırf “iman ve İslam kardeşliği”nin gereği olarak birbirlerini sevmeleri, saymaları, kollayıp gözetmeleri, eylem birliğine hazır hale gelmeleriyle mümkün olur. Müslüman fertler arası birlik Allahu Teala’nın “mü’minler ancak kardeştir”emr-i ilahisinin sırrına erip bunun gereğini icra etmekle gerçekleşir. Önemli olan, fertlerin aynı esaslar üzerinde “gönül birlikteliği”ni sağlayabilmeleridir.

2- İslami Hareketin cemaat halinde Yapılanmanın Temel Dinamikleri Arasında Koordine:

Bir İslami Hareketin yapılanmasındaki olmazsa olmaz temel esaslar şunlardır:  

Atmosferi İhlas, vücudu Vahdet, mayası Kardeşlik ve Uhuvvet, tabanı Cemaat, çatısı/başı Velayet, ekseni İlim ve Salih Amel, beyni Müşavere, Te’siri Tebliğ ve Nasihat, ufku Sabır ve Azim, yolu Hicret ve Cihad, ruhu Şehadet!.. 

İslami hareket, yapılanmasının bu esaslarını “insan unsuru”na dayanarak, “ortama göre” ve “aileler” üzerine bina ederse kalıcı nitelik kazanır.

“İhlas” atmosferi olmadan “Vahdet” vücudu oluşturulamaz, yaşatılamaz. “İhlas” atmosferinin soluk verdiği “Vahdet” vücuduna birleşmeyi sağlayacak ve koruyacak mayayı veren ve ayakta tutan iskelet, “Kardeşlik ve Uhuvvet”tir.Bunun kaynaği de Sağlam ilimdir. Bu vücudun ayakları/tabanı ise, ancak “Cemaat” olabilir. Böyle bir vücudun hareket esnasında yolunu şaşırmayacağı bir eksene oturtulması lazımdır, ki o da “İlim ve Salih Amel”dir. Hareketi bu eksende yürütecek “baş” ise “Rızai İlahi”dir.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.Org

Gerçek Müslüman Olmak İçin Yalandan Uzak Kalıp Doğru Olmak Şartı Var!

Allah tarafından bütün insanları kurtarmak için gönderilen “Hatemül Enbiya” (Nebiler Mührü) olan Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhissatu vesselam’ın en mühim sıfatı sıdktır. (Doğruluktur) Yani, O Hazretin (a.s.m.) Muhammedül-Emin sıfatını kendisine, onun düşmanları olan müşrikler dahi kabul edip tasdik etmişlerdir. Çünkü “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol ”(Hûd 112) Ayet i Kerimeye mâsadak olacak Aleyhissalâtu vesselâmı, Emin sıfatına sahip olmak için, Şanı yüce Allah’ımız daha önce onu hazırlamış.

Bir gün Peygamberimizden (a.s.m.) Sahabe-i Kiram sormuşlar mümin korkak olur mu? Olabilir buyurmuş. Yine sormuşlar mümin cimri olur mu? Cevaben yine olabilir buyurmuş. Yine sormuşlar mümin yalancı olur mu? Bu sefer hayır asla olamaz buyurmuş Peygamberimiz (a.s.m.) hadisi şerifinde mealen: “Acı da olsa Hakkı söyle” buyurmuş. Yani kendi aleyhinize olsa bile hakkı, doğruyu ketmetmeyin söyleyin buyurmuşlardır.  Kur’an-ı Kerimin ölçülerine göre de, iki yüzlü olan münafık,  kâfirden daha kötüdür gerçeğini Allah (c.c.) şu Ayet-i Kerimenin meâli ile: “Şüphesiz münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar” (Nisâ 145) ayeti kerimesi tasdik ediyor. Yani,  kendini yalanla gizlemeye çalışanların hâli, kâfirden daha şiddetli olduğunu Allah’ın bu Âyeti Kerimesinden anlamış oluyoruz.

Peygamberimiz (a.s.m.) Bir hadisi şerifinde: Münafiğin “alâmeti üçtür.” buyurmuşlardır ve alametlerini şöyle sıralamışlardır:

1-“ Söylediği  zaman yalan söyler.”

2- Verdiği sözde durmaz.

3- Emanete hıyanet eder.”(Buhari, Müslim,Tirmizi)

Evet bu sayılan münafıklığın alametlerinin üçünde de yalan ve sahtekârlık var. Çünkü münafik başkasını kandırmaktan meydana gelen bir sıfatın ismini taşıyor. Münafıklar “iman edenlerle karşılaştıklarında: “bizde inandık” derler, kendi şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında: “Emin olun biz sizinle beraberiz, biz onlarla ancak alay ediyoruz.”derler. (Bakara 14)  Burada kâfirden kötü olan münafığın sıfatını sizde görüyorsunuz ki: Doğruluğun zıddı olan yalancılıktır. Yalancıların yalanları, sahiplerini cehennemin en alt tabakasına düşürmeye sebep olmaktadır.

Biz yukarıdaki ölçüler aynasında, bugünkü halkımızın ne hale geldiğini esefle görüyoruz. Vatandaşımız Müslüman geçinip, imanı o kadar zayıflamış ki, hiç çekinmeden yalan söyleyebiliyor. Bu hale düşen Müslümanların yardımına koşmamız icap ediyor. Onlara karşı elimizden geldiği kadar vazifemizi yaptıktan sonra, Allah yardımcıları olsun demekten başka çaremiz kalmıyor.

Bugün bir ustaya herhangi bir iş yaptıracaksan, dinimizin emrine göre o ustaya karşı su-i zan’la değil hüsn’ü zanla davranmak lazım. Ama senin o davranışının peşinde aldanmaman için de, tedbiri elinden bırakmaman lazım.  Çünkü insanların çoğu itimatsız olunca, nadir (çok seyrek) olan dürüst kimseyle de karşılaşsan, sütten yanan yoğurda üfler misali aman bu da ötekiler gibi aldatmasın diye dikkatli olma mecburiyetindesin. Yine bütün bunların, imansızlık veya imanlarının zayıflığından ileri geldiğini unutmayalım.

Bizim dinimiz bizdeki şefkat duygularımızı geliştirdiği için öteden beri güzel adetlerimizden olan “Karzı hasen” (faizsis borç) la Müslüman kardeşin yardımında bulunup, ona borç para vermek. Şimdi param yok ileride öderim diyene karşı da, verir ümidiyle veresiye mal satmak, bizim güzel adetlerimizdendir. Fakat Kur’an-ı Kerim her asırda yaşayana cevap verdiği için, insanları bu hale düşmekten korumak maksadıyla, en uzun Âyet-i Kerime olan “Müdayene” ( Borçlanma Âyeti) ile (Ey iman edenler, birbirinizden belirli bir vade ile borç aldığınızda, onu yazın; aranızda doğrulukta tanınmış bir yazı bilen kişi, onu yazsın. Yazı bilen kişi de kendisine Allah’ın öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin.) (Yani hile Katmasın) (Bakara 282)

Bu Âyet-i Kerime bize, alıp satarken veya borç para verirken, şahitler huzurunda o muameleyi yazmayı emrediyor. Bazı Müslümanlar, geçmişteki güzel adetlerine devam etmek için, alış veriş yaparken, müşterilere itimat ettikleri için, hiç kayıt yapmadan mal veya para veriyorlar. Fakat sonra bu sebepten adamın canı yanıyor ve karşıdaki adamla da araları açılıyor.

Bu hal kendi malımız değil, ecnebilerden bize gelen kötü ahlaktır manayı bıraktık, maddecilik ve imanın zaafa uğraması yüzünden, vatandaşlarımızın çoğu, İslam’daki iktisat emrine uymadılar.  Bunlar emek vermeden kısa zamanda çok para kazanma hırsına kapıldılar. Acaba ödeyebilirmiyim? Yoksa ödeyemez miyim? Hiç düşünmeden ve dinimizde yalan çok kötü olduğunu nazara almadan, sermayesiz borçla iş yapmaya giderler. Sonuçta bir çok Müslüman’ın arası açılıyor. Öldükten sonra dirilip, burada yaşadığı hayatından inceden inceye Allah’a hesap verme inancı, ya yok, veya çok zayıf olduğundan, bu hale düşüyorlar.

Sağlam iman sahibi olan Müslüman’a gelince, onda bu işler çok farklı olarak kendini gösterir. Diyelim ki sanatkârdır. Birine bir iş yaparken, yaptığı işi kendisi beğenmeden müşteriye teslim etmez. Bir yerden bir para mı isteyecek, ödeyebileceği günden daha geç bir tarih verir ki, sonra mahcup olmasın. Parayı harcarken de, çok   dikkatli davranır. Çünkü Allah (… İsraf etmeyin, çünkü O (Allah) israf edenleri sevmez) (A’raf 31) İşte bu Ayet-i Kerime bize iktisadı emredip İsraf yapmayı yasaklıyor. Bundan ötürü, sağlam imana sahip bu zat, evinde azami iktisatla yaşamaya çalışır. Hele borçlu iken ekmeğini tuzla, acı bibere banarak yer ve bunu yaparken yaptığından eziklik hissetmek şöyle dursun zevk alır ve şeref duyar. Bunda şeref mi olur dersen:

Tabii ki şereftir.  Çünkü Müslüman kendisi için yaşamaz dini için yaşar. O yemek için yaşamaz yaşamak için yer. Hatta: İnsanın en kıymetli malı olan canını bile, dini uğruna verirken, o dininin şerefini korumakla her zaman kendini mükellef his eder. Nasıl ki, onun kardeşleri olan diğer müminlerin sevinçleri ile de sevinir müferrah olur, onlara herhangi bir keder isabet etse, kederlerinden de hisse alır. Aynen bunun gibi müminin yaptığı bütün hareketler, ister iyilik olsun ister kötülük, beraber yaşadığı Müslüman cemaate de mal olacağını bilir. Ona göre davranır. Hatta farkında olmayarak da olsa, yaptığı herhangi hata cemaata mal olacağını bildiği için çok rahatsız olur. Hele yalana katiyyen tenezzül etmez . Çünkü, İşaratül İcazda, bak nasıl mükemmel bir ifade var :

Mü’min için: Yol iki görünüyor: Ya sükût etmektir: Çünkü söylenilen her sözün doğru olması lazımdır. Veya sıdktır. Yani: (Ya susmalı, veya konuşursan, doğruyu konuşmalı)

Çünkü İslamiyet’in esası, sıdktır. (doğruluktur)

İmanın esası, sıdktır.

Bütün kemalâta isal edici, sıdktır. 

Terakkiyatın mihveri, sıdktır.

Ahlak-ı âliyenin (yüksek ahlakın) hayatı, sıdktır.

Âlem-i İslam’ın nizamı, sıdktır.

Nev-i beşeri kâbe-i kamalata isal eden, sıdktır.

Ashabı kiram’ı bütün insanlara tefevvuk ettiren, (üstün çıkaran) sıdktır.

Muhammed-i Hâşimi Aleyhissalatu Vesselam’ı mertebe-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran, sıdktır. (doğruluktur)

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.Org

Bu Ateşi Söndürün Ey Kürt Kardeşler!

Asırlarca Türklerle kardeştiniz ey Kürtler!

Nereden çıktı, aranızı açan hainler,

 

Bu İnsan, dininden çıkınca çok kaba söyler,

Öz kardeşine bile, benim  düşmanımsın der.

 

Kürt asıllı olduğu söylenen PKK örgütü,  kimlerin malı,

Hangi fitenu fesatlı olanların dalı.

 

Acep Türklerle, dini kardeşliğiniz yok mu?

Kur’anı Kerimin emirine uymak,  zor mu?

 

Birçok anneyi, evlatsız bırakabildiniz,

Size yakışmayan, bu işi yapabildiniz.

 

Size arka çıkan müthiş hainler, def oldu,

Hükümeti karşıya aldınız, nasıl oldu.

 

Sizler aman kanmayın, dış düşmanlara sakın,

Gafleti itin, dedenizin yoluna bakın,

 

Her zaman, onların yolu Allah rıza siydi,

Müslüman Türkler, onların öz kardeşleriydi.

 

Hep beraber, ırzu namus için savaştılar,

Ayni safta, din düşmanlara kurşun attılar.

 

Acı ve mutlukları, beraber paylaştılar,

Dedeler hep beraber güldüler, ağladılar.

 

Biri diğerine, kalpa sağlam sarıldılar,

Bir vatanda, bir bayrak altına yaşadılar.

 

Din kardeşine, insan düşman olabilir mi?

Sebep yokken, kardeşe kurşun sıkabilir mi?

Yapma etme kardeş, ahretin cehennem olur,

O sebepten, dünyanda da çok belalar bulur.

 

Kürt asıllı, Üstad Bediüzzamana uyun,

Herkes gibi, sizde Risale-i Nur okuyun.

 

Böylece iki hayatın, derdinden kurtulun,

Böylece düşmanı değil, dostları doyurun.

 

Tekrar ediyorum, barışın yolunu tutun,

Aradaki dargınlıkları, hemen unutun.

 

Rabbim bu kardeşleri, kötü fikirden kurtar,

Yoksa bu yolda, çok kimse olacak taru mar.

 

Abdülkadir Haktanır

Nurlardan İnci Damlaları

Cenab-ı Hakkı bulan neyi kaybeder? Ve O’nu kaybeden, neyi kazanır ? Yani O’nu bulan her şeyi bulur. O’nu bulmayan hiç bir şey bulmaz, bulsa da başına belâ bulur. (MEKTUBAT)

Sani-i Aleme hakkıyla abd ve hizmetkâr olanın halka ubudiyete tenezzül etmemesi gerektir. (HUTBEİ-ŞAMİYE)

Ey devamı isteyen nefis ! Daimi bir Zatın zikrine devam eyle ki, devam bulasın. O’ndan NUR al ki sönmeyesin. O’nun cevherine sadef ve zarf ol ki kıymetli olasın. (MESNEVİ-NURİYE)

Madem cismen faniyim, fanilerden bana ne hayır gelebilir? Madem ben acizim. Acizlerden ne bekleyebilirim? Benim derdime çare bulacak bir Bâki-i Sermedi, bir Kadir-i Ezeli lâzım. (LEM’ALAR)

Faniyim, fani olanı istemem. Âcizim aciz olanı istemem. Ruhumu Rahmana teslim eyledim gayr istemem. İsterim, fakat bir yâr-I Baki isterim. Zerreyim, fakat bir Şems-I Sermedi isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı birden isterim. (SÖZLER)

ZAT-I VACİBÜL- VUCUD’dan başka hiç bir şey, hiç bir cihette O’nun izni ve iradesi olmadan imdat edemez ve halaskâr olamaz. (LEM’ALAR)

Yalnız biri iste; başkaları istenmeye değmiyor. Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor. Biri taleb et; Başkalar lâyık değiller. Biri gör; başkalar her vakit görünmüyorlar, zeval perdesinde saklanıyorlar. Biri bil; marifetine yardım etmeyen başka bilmekler faidesizdir. Biri söyle; O’na ait olmayan sözler, mâlâyani sayılabilir. (SÖZLER.İMAN ve KÜFÜR MUV.)

Nihayetsiz hacatı insaniyeyi ifa edecek; ancak nihayetsiz bir kudret ve muhit bir ilim sahibi olabilir. Öyle ise mabudiyete lâyık yalnız O dur. (SÖZLER )

Acaba Hâlık-ı semavat ve arzdan başka hangi sebep varki, en ince ve gizli hatırat-ı kalbimizi bilecek ve bizim için istikbali, ahiretin icadıyla ışıklandıracak. (LEM’ALAR)

Bizlere öyle bir Hâlık ve Rab lâzım ki, en küçük hatıratı kalblerimizi ve en hafi niyazımızı bilecek ve en gizli ihtiyacı ruhumuzu yerine getirecek ve saadeti ebediyeyi verecek. (LEM’ALAR)

RABBİMİZ O dur ki, hem hatırat-I kalbimizi ıslah eder, hem cevvi havayı bulutlarla bir saatte doldurup boşalttığı gibi, dünyayı ahirete tebdil edip, Cenneti yapıp, kapısını bizlere açar,(inşallah) “Haydi gir” der.(LEM’ALAR)

Madem ki herşeyin ALLAH’tan olduğunu bilirsin ve O’na iz’anın vardır. Zararlı menfaatli herşeyi tahsin ve hüsnü rıza ile kabul etmek lâzımdır. (MESNEVİ-İ NURİYE)

Herkim ki rahmetin nihayetsiz denizini bulsa, elbette bir katre serap hükmünde olan cüz-I ihtiyarına itimad etmez, rahmeti bırakıp ona müracaat etmez. (SÖZLER)

Vücud istersen mün’adim ol ki vücudu bulasın. Eğer vücuduna itimad edersen, ademe(yokluğa) düşersin. Çünkü ancak vücudun terkiyle vücud bulunabilir. (MESNEVİ-NURİYE)

Ancak O’nun kudretiyle, iradesiyle her müşkül hallolur. Ve kapalı kapılar açılır. Ve O’nun zikriyle kalpler mutmain olurlar.Binaenaleyh, necat ve halas ALLAH’a C.C. iltica ile olur. (MESNEVİ-NURİYE)

Bil ki şu alemin fenasından sonra sana refakat etmeyen ve dünyanın harabıyla senden müfarakat eden bir şeye kalbini bağlamak sana lâyık değildir. (LEM’ALAR)

Bu azim kâinatı bir saray gibi bir şehir gibi, kemali intizamla idare edip, tedbirini gören ALLAH’tan başka kim Olabilir. (MESNEVİ-NURİYE)

İMAN, kalb de, kafada daimi manevi yasakçı bıraktığından fena meyelanlar, histen, nefisten çıktıkça “yasaktır” der, tard eder, kaçırır(HUTBEİ- ŞAMİYE)

Hayat Zatı Kayyuma baktıkça ve iman dahi hayata hayat ve ruh oldukça, hem beka bulur, hem baki meyveler verir. Ömrün kısa ve uzunluğuna bakılmaz. (ŞUALAR)

İMAN’I kuvvetli bir zabıta veya adliye memurunun, on adam kadar millete ve vatana faidesi olabilir. (EMİRDAĞ LÂHİKASI)

Eğer lisanı KUR’AN dan kalb kulağıyla iman dersini işitip başını kaldırsa, vahdate müteveccih olsa, ubudiyetin miracıyla arşı kemalâta çıkabilir. Baki bir insan olur. (SÖZLER)

Dünyayı ve ondaki mahlukatı manayı harfiyle sev; Manayı ismiyle sevme, “Ne kadar güzel yapılmış” de “Nekadar güzeldir” deme. Kalbe başka muhabbet girmesin. (SÖZLER)

Yaratılışın en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı billahtır.

İnsaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-I billah içindeki marifetullahtır. (MEKTUBAT)

İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmet ve gayesi; Halıkı kâinatı tanımak ve O’na İMAN edip ibadet etmektir. Evet, melce yanlız marifet-I Sani’dir. (MESNEVİ-NURİYE)

Marifetullah olduktan sonra, dünya lezzetlerine iştiha olmadığı gibi, cennete bile iştiyak geri kalır.! (MESNEVİ-NURİYE)

Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve zinetleri Halıkımızı, Malikimizi ve Mevlâmızı bilmediğimiz takdirde cennet bile olsa cehemnemdir.(M.NURİYE)

Kemalâtı insaniyenin en mühimmi ve en büyüğü, belki bilcümle kemalâtı insaniyenin menbaı ve esası İMAN’I billah ve marifetullahtan neş’et eden muhabbetullahtır. (ASAYI-MUSA. ŞUALAR)

Maddiyata esbab hesabıyla bakılırsa cehalettir. ALLAH C.C. hesabıyla olursa marifeti İlâhiyedir. (MESNEVİ-NURİYE)

Evet ALLAH’a abd ve hizmetkâr olana her şey hizmetkâr olur. Bu da, herşey ALLAH’ın mülk ve malı olduğunu İMAN ve iz’an ile  olur. (MESNEVİ-NURİYE)

ALLAH’I tanımayanın, dünya dolusu belâ başında vardır. ALLAH’I tanıyanın dünyası nurla ve manevi sûrurla doludur, derecesine göre, İMAN kuvvetiyle hisseder. (LEM’ALAR)

Eğer ölümü öldürüp aczi ve fakrı beşerden kaldırıp kabir kapısını kapamak çaresi varsa söyle. Yoksa sus! KUR’AN kainatı okuyor onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. (LEM’ALAR)

Derleyen: Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.Org