Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Atmosferde Gaz Tabakası Neye Yarar

Yine bizi çok seven Allah’ımız, dünyamızı takriben 3200 km. civarında atmosfer denen kalın bir gaz tabakası ile sarmış.  Onu dünyamıza çok güzel bir tavan yapmış. Peki o neye yarar? Neye mi yarar? O olmasa idi yağmur yağmazdı. Hava, rüzgar, bulut, oluşmazdı. Rüzgâr esmezdi, ses duyulmazdı, ateş yanmazdı, ışık yayılmazdı. Onun sayesinde güneş ışınları rahatlıkla bize ulaşır, fakat canlılara zararlı olan x ve gama ışınları ile uzaydan gelen kozmik ışınlar bize zarar vermeden kurtulabiliyoruz. Meteor denen gök taşları, üzerimize düşmemek için dünyamızın kubbesi olan o atmosfer tabakasında ki gaz sayesinde meteorlar buraya gelmeden eriyor. Yani o gaz tabakası olmasa idi, dünyamız devamlı bu gibi zararlı maddelerin bombardımanına hedef olacaktı ve bizim yaşadığımız dünyaya düşmemelerini O büyük Allah sağlıyor. Bunun için ayrıca şükretmemiz lazım olduğunu unutmayın.

Evet Allahımız çok sevdiği bu insanı: halife-i arz, kâinatın meyvesi ve hulasası yaratmış. Ve o aciz mahluku ihtiyaçlarının % birini bile istemesini bilemediklerini önüne sermiş ve her türlü tehlikelerden korumak için de sebepleri takdim etmiş. Güneşin uzaklığını tam bize faydalı olabilecek derecede koymuş. Bizden uzaklığı 148.000.000 km. olduğu halde, ısısı, soğuğu, yedi rengi tam bizim faydamıza göre  Onun tarafından ayarlanmış. Yine dünyamızda renklerin çeşitleri binlerce olduğu halde o yedi rengin %1 %10 % 100 gibi karışımlarından meydana geliyor. Kapının büyüklüğü 1X 2 metre olduğu halde, bir marangoz bulamazsın ki o kapıların tümünü biri diğerine benzemeyecek  bir şekilde yapabilsin. Halbuki: Haliki Kerim Hz. Ademden bu yana doğan insanların tümünü yan yana getirse %100 biri diğerine benzemeden yapmış . Ya benzeseydiler, ne olurdu? Ne nikâh kalırdı, ne miras.

İnsanın inşasının tuğlaları hücrelerden yaratılmış hücrelerin birin de: 1.000.000 protein, 8000 amino asit, 5 element, 40.000 element, 25.000 DNA molekül, bir okadar da RNA molekül. Bir mm. Küpte 5.000.000 al yuvarlar. 250.000 trombosit ve 10.000 akyuvarlardan müteşekkil. Tıp uzmanları diyorlarki insanın vücudunda yalınız o moleküllerin yaptıkları yaptıkları faaliyet kaleme alınabilse biner sahifelik bin cilt kitap meydana gelir.

Toprak dolu bir saksıda 100 çeşit zerzevat bitki tohumu eksen biri diğerine hiç benzemeden meydana gelirler. Bir acı biber eksen zehir gibi acı olur, bir kavun tohumu o saksıda eksen tatlılığı ve kokusu burnunu tadı lezzeti duygularını tatmin eder. Yine bir büyük bidona 200 kiloluk toprakla onu doldur, sonra ona bir ağaç ek, o ağaç ta 200 kilo ağılığında olur, bidondaki topraktan hiçbir kilo noksanlaşmadan. Peki o ağaç o kiloyu nereden aldı? Bunları kaç kişi düşünüyor ki: bu nimetlere karşı Allaha minnettarlığını artırsın.

Allahın bize verdiği ni’metleri saymakla bitmez; Allah bizlere bu nimetler nereden geliyor bunları kim yapıyor bildirsin ve onların ni’metlerin derecelerini takdir edelim ki: Şükrünü bilelim. Eve faydalı şeyler bazen tekrarlandığı için kusura bakılmaz.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Şuurlu Mü’min Günlük Hayatına Nasıl Başlar

Gönlü ferah, kalbi itmi’nana ermiş, Allah’tan razı ve Allah’ın da kendisinden razı olduğu, Kurâni ifade ile “muttakîler”, Allah’a Allah’ın istediği şekilde kulluk eden insanlardır.

Kurân-ı Kerimin ilk âyetlerinde, “O, muttakîler için bir hidâyet rehberidir” ifadesi geçiyor. Bu ilâhi beyandan anlıyoruz ki, Kurân’ın bir mümin için rehber olabilmesi için, Allah’ı gerektiği şekilde sevmesi ve onun azâmetinden korkması lazımdır.

Müslümanın iç güzeliği, ruh saflığı ve diriliği yüzüne yansır.

Peki Allah’ın kendisinden râzı olduğu bir müslümanda bu ulvî letâfet nereden kaynaklanıyor?

Önce müslümanın günlük kulluk vazifelerine nasıl ve ne şekilde başlaması gerektiğine bakalım:

Evet,Müslüman, yârının kaygısından uzak ve şu ânı, ‘’Rabbime ne şekilde daha itaatkâr geçirebilirim”in derdinde olmalıdır.

Gelecek kaygısı, rızık kaygısı, makam ve mevki kaygısı bitmeyen bir hırs içerisine sokar ki bunların her biri sonu gelmeyen dünyevi kaygılardır. Mü’min hırstan uzak durup kanata kendini vermeli.

Müslümanın hayatının her ânı, ‘’iyilik merkezli’’ ve ‘’iyi niyet’’ temelinde şekillenmelidir. müslüman herkese ve her şeye karşı bir ‘’fedâkârlık’’ hissi içerisinde oldukça kaybedeceği şeyler olsa olsa sadece dünyalık şeyler olacaktır.

Bir günün en berektli zamanı, seher vakitleridir. Rızıklar o zaman dağıtılır. Nasipler o zaman taksim edilir. Müslüman gönlü ve bedeni diri olan insandır. Seher vakitleri Rabbi ile başbaşa kalmayı başarabilen bir müslüman elbette kendisine taksim edilen rızkı da alacaktır. Ve o zaman diliminin zindeliğine sahip olacaktır.

İnsan için nasıl ki Allah tarafında Güneşle meydana gelen  günler rızkını tedarik etmeye değerli bir varlıktır. Gece dahi Müslüman için ma’nevi kazancına katkıda bulunmak için bir hazine mesabesindedir. Seher vakti de imanlı için bir değerlendirme zamanıdır ki, o vakitte dün ki günüm nasıl geçtiğini düşünerek bugünkü  günü daha iyi değerlendirmek için Allah tarafından insana verilen makbul bir vakittir. İmanlı insan o vakitte Allah ile baş başa kalıp kendini Ona karşı âciz fakir olduğunu kabul edip, kibirlenmekten kurtulabilmek için düşünmeğe çok müsait tenha bir zamandır. Yaratıcısı ile kendi miracını kurmak zamanıdır. Bir manada maneviyata sarılıp o gün yaşayabileceği maddi ve ma’nevi hayatına yön veren İlahi kudret tarafından verilen güç ve kuvvet ile planını hazırlamak için mükemmel bir fırsattır.

Evet, seher vaktini ihmal etmeden günü yaşamaya başlayan mü’min kanaatkâr  ve ruhuna kuvvet katabilen bir andır. Kendini rahatsız edecek herhangi hal ile karşılaşsa kendinden bilip, nimetle karşılaşsa Rabbinin ikramı kabul ederek, Allaha karşi isyan etmemeye çok gayretli olacak. Gün daha yeni ağarmaya başlamışken, bir çok insan uykusundan hala uyanmamış iken, Müslüman hem bedenen hem de rûhan zindeliğe kavuşmuş ve günlük işlerinde bile bir mesafe kat etmiştir. Erken kalkmanın bereketini günü daha ilk saatlerinde gürmeye başlayacaktır.

Seher, Rabbi ile ülfet içinde olan kul, işine giderken büyük bir sabır ve olgunluk içerisinde olacak, iş ortamında etrafına pozitif enerji yayacaktır. Çünkü bütün hadiselere baktığı pencere, Allah ile kurduğu bağın gerektirdiği şekilde olacaktır. Eğer bir insana iyilikte bulunuyorsa onu Allah rızası için yapacaktır. Ya da işinin hakkını vermesi gerektiğini yine Allahın kendisinden istediği bir iş ahlakı gereği yapacaktır.

İş ortamını yine Rabbinin istediği şekilde dizayn edecektir. Allahın razı olduğu ve olmadığı işleri ayırmada ferâset sahibi olacaktır. Üzerine farz olan günlük ibadetlerini yerine getirirken hiç bir zaman işindeki makamı mevkisi ya da kazancı onun için kulluk pâyesinin üzerine çıkmayacaktır. O Allaha kulluğun en yüksek rutbe olduğunu her ilâhi huzûra durdukça anlayacaktır.  Ezan sesi duydukça ferahlayacak, abdest suyu ile bedenine bulaşan günah kirlerinden temizlenecektir

Bir kardeşine tebessümü sadaka olarak algılayacak ve kardeşi için yaptığı bir duânın hak katında geri çevrilmediğini bilerek hep müminlerin iyiliğini isteyecektir.

Müslüman, işinden çıkarken o günün muhasebesini yaparak bu gün yaptığı işinin hakkını verip vermediğini düşünerek kalbi bir muhâsebede bulunacaktır.

Evinde onu bekleyen eşi ve çocuklarının da kendisinin üzerinde haklarının olduğunu bilecek ve onlara şefkat göstermenin kendisine verilen ilâhi bir lütuf olduğunu bilecektir.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Müslümanlığa Bağlılığını Ana Prensip Edinen İnsanlara İhtiyaç Var

Müslümanların aldıkları kültür ve imanlarının kuvveti derecesinde dinlerine bağlılık gösterirler, bununla beraber biz onları taklidi ve tahkiki imana sahip iki gruba ayırabiliriz.

1)Annesinde babasında gördüğünü taklit ederek dinini  yaşayanlar.

2)Şuurlu anne babanın emrinde hayatını devam eden, veya  arkadaş, eş dostun öncülüğünde ehli’sünnet ve cemaate dahil herhangi gruba bağlı kalıp Müslümanlığa bağlılığını kendilerine ana prensip edinenler.

Birinci guruptaki Müslümanların iyiliği de kötülüğü de sınırlıdır , yani onların günahları da sevapları da kendine aittir, başkasına fazla tesir etmez. Çünkü zamanımızda dinimize her taraftan saldırı olduğu için, bunlar gibi din kültürünü alamayanlarda aradığın dinin mükemmelliklerini bulamazsın. Sebebine gelince bunların inançları tahkiki değil taklididir. Bunlar  ehil kimselerden, veya kitaptan dinlerini öğrenmedikleri için, her zaman nefis ve şeytanın oyununa gelerek hislerine mağlup olabilirler. Bunlarda akıl değil duygular hakimdir. Bunlara herhangi menfaat gösterilse aldanabilirler. Bu gibi kimselerin  tahammülleri azdır.

İkinci kısım Müslümanların imanları taklidi değil tahkikidir. Bunlar din kültürünü ispatlı bir şekilde alan kimselerdir. Bu karakterdekiler  çok dikkatli hareket ederler. Bunların yaptıkları bütün iyiliklerinden, bağlı oldukları grupları da hisse alır, şeref duyar. Yaptıkları kusur ve hatalar da cemaate mal olur. Çünkü, böyle bir gruba bağlı olanların hali, kâr ve zarar ortaklığı yapan şirketlerin haline benzer. Onların kârını da zararını da beraber karşılarlar.

Bu kimselerin bütün hal ve hareketlerinde, âzami dikkat  yazar. Onlar her şeyi konuşamaz, her yere gidemez. Haramlar şöyle dursun şüpheli şeylerden dahi uzak durmaya kendilerini mecbur hissederler. Komşularıyla iyi geçinmekte hassastırlar. Evlerinde kavga ve gürültüden uzak, ahlak kurallarına dikkatli. Yalnız âile reisi değil, hanımı, oğlu, kızı, gelini, yani tüm âile efradı ahlak kurallarına uyma mecburiyetini hisseder. Kısacası cemaate-guruba bağlı olanlar yaşadıkları hayatlarıyla başkalarına örnek olmaları icap eder. Dine lâkayt olanlar, bunları görüp, bunlara gıpta ederek, İslam hayatını yaşamaya başlasalar, yaptıkları sevapların tümünden, sebep olanlarında amel defterine sevap yazılır.

Müslümanlık kabaların dini değildir. Bilakis İslam dini çok ince hassas nazik bir dindir. Yaptığın iyi amellerden gururlanamazsın. Hata edip yaptığın ufak tefek günahlara karşı da üzülmeden kalamazsın. Nasıl ki cahillerde kibir, gurur vardır, kötü bir iş yapsalar  onu fazla önemsemezler, Allah’ın dinini yaşayanlar ise, yaptıkları sevaplı işe güvenerek kendilerinde büyüklük taslayamazlar. Çünkü yaptıkları sevaplı iş ile övünseler o zaman “ucub” denilen bir çeşit gurura sapmış olurlar. Yani, hem iyi işleri yapacaksın hem de onlarla övünmeyeceksin. Belki sana düşen görevi yapabildiğin için Allah’ına şükredeceksin. Yaptığın günahlar ise, mantığını kullanmayıp nefsine ve şeytanına uyduğun için, onlar senin öz be öz mallarındır. Onlardan kahrolmak senin hakkındır. Böylece kurtulup selamete ermen  için,  yaptığın günahlardan ötürü Allah’tan korkup bağışlanmanı dileyeceksin. Yaptığın sevaplar için ucuba düşmeden Allah’hım ibadetlerimi acaba rızana uygun yapabildim mi diyeceksin. Böylece korku ve ümit yolu olan orta yolu takip edip, sapmadan yürüyüp gideceksin. Unutma ki ahlakın zirvesine erdiren İslam, çok sağlam temeller üzere kurulmuştur. Allah Hadisi Kudsi ile bu ifadelerimi çok iyi tasdik etmektedir. ”Ben rızamı iyi ameller içine sakladım. Gazabımı da günahlar içinde sakladım.” Yani iyi amellerin tamamını yapmağa çalışacağız ki Allah’ın rızasına kazanma ümidini elde edelim. Günahların da tamamından çekinmeye gayret edeceğiz  ki kurtuluş ümidi ile yaşayalım.

Tüm insanlar için numune-i imtisal olan Peygamberimiz  aleylissalatu vesselam’dır. Kurtuluş yolumuz, O Zatın (a.s.m.) açtığı yoldur. Ne mutlu ona ki, her hareketinde O Zatı (a.s.m.) kendine örnek seçer.  Bilhassa bu fitneli âhır zamanda Peygamberimiz (a.s.m.) ın sünneti seniyesini yaşayabilsek, yüz şehidin kazandıkları sevabı kazanma imkânı elde edebiliriz. Bunu da  Peygamberimiz (a.s.m.) Bu hadisi şerif ile haber veriyor: “Men temesseke bi sünneti inde fesadi ümmeti felehu ecru mieti şehidin.

O mübareğin örnek ahlakından yalınız iki tanesini nazarınıza sunduktan sonra, Bazı örnek şahsiyetlerden birkaç tanesini de nazarınıza sunacağım.

1-             Aleyhissalatu vesselam sahabelerle bir yerden gelmişler. Namaz vakti girdiği için abdest almışlar. Karınlarını doyurmak için de bir deve kesip, pişirmişler yemişler. Azcık dinlenmek için yerlere oturmuşlar. Namaza kalkacakları sırada Sahabenin birinde hades vuku bulduğunu-abdesti bozulduğunu fark eden Peygamberimiz (a.s.m.) sahabeyi mahcup etmemek için orada bulunan sahabelere: ”Deve eti yiyenler tekrar abdest alsınlar” buyurmuş

2-      Hendek Savaşına hazırlık yaparken, hendek kazan sahabelerden biri, Ya Resülallah, karnım çok aç der ve karnına bağladığı taşı  göstererek, bak karnıma taş bağlamışım. Peygamberimiz (a.s.m.) onu rahatlatmak için, elini kuşağına sokup karnına bağladığı iki taşı çıkarır ve der, işte ayakta durabilmek için bende açlıktan  iki taş bağladım. bunun üzere Sahabe mahcup olur ve kusurumu af edin Ya Resülallah demiş .

3-     Bakın Peygamberimizin (a.s.m.) yolunu harfiyen takip etmeye gayret  eden mübareklerden biri olan Asam Hazretlerine dini bir mesele sormak için biri gelmiş. Asam hazretleri adamı içeri alarak, adam odada yerleşip meseleyi sormadan adamda hades vuku bulmuş, yani büyük abdest yerinden havası çıkmış. Adam çok mahcup olarak soracağı meseleyi heyecanla sormaya başlamış. Asam Hazretleri hadesin vukuunu güya işitmemiş, adamı rahatlatmak için, kardeşim biraz bağır çünkü benim kulaklarım sağırdır zor işitirim demiş. Bundan sonra o mübareğin ismi sağır manasında Asam kalmış.

4-Allah’ına ve Onun Resulüne Tavizsiz itaat eden Bediüzzaman Hazretlerinin yazdığı Risale-i Nur eserlerinde, onun eşsiz ledünni ilmini görüyoruz. Ahlak-ı Hamidenin tümünü kendinde zirvede görüyoruz. İdam olma pahasına Rus komutanına ayağa kalkmadığı için, idam mahkemesinde korkusuz bir şekilde yaptığı müdafaalarda, cesaretini Allah’a imanından almış, Rus komutanı idam kararı vermiş idamdan önce Bediüzzamanın en son isteği olan iki rekat namaz kıldıktan sonra, komutan özür dilemeye gelir ve sen muafsın der. Çünkü sen Rus ordusuna hakaretinden değil, dinine bağlılığında bana ayağa kalkmamışsın der.

Zekât, sadaka ve hiç kimsenin hediyesini kabul etmeyip kimsenin minneti altına girmemesinde, (hocalar para için okurlar diyenlerin ağızlarını işle kapatır.) işte bu hali ile  onun tok gözlülüğünü görüyoruz. Cumhuriyetin ilk kuruluşunda, Üstadımıza  Şeyh Sunusi yerine doğuda vaizlik, artı Milletvekilliği, Ankara’da meşhur sarayı ve her milletvekili 30 lira maaş alırken ona 300 lira maaş vereceklerini söz veriyorlar, Milletin imanının kurtulması yolunda tümünü red edip, Yirmi sekiz sene zindanlarda mahkemelerde sürgünlerde geçirmeyi kabul etmiş. Bu fedakarlığı yapabilmesi için  Allah’a sağlam iman ve Rabbine ihlas ve samimiyetle bağlılığından başka bir sebep  değildir.

Onun neticesinde, eserleri olan Risale-i Nurlar, dünyanın dört yanına yayılıp milyonların imanını kurtarabilme  gibi muvaffakiyeti elde edebilmiştir. Böylece Bediüzzaman Hazretlerinin Zatında, Allaha teslim olmanın tefsirini görüyoruz. O Zat, Peygamberimizin a.s.m. yolunu ciddi takip ederek, onun o hali, erişilmeyecek derecede Müslümanlara numune-i imtisal bir şahsiyettir.

5-Pakistanlı meşhur Şair Muhammed İkbal, İslam ülkelerinden birine  gezmeye gitmiş.  Oranın halkı onu gezdirmek için o zamanın bir lüks vasıtasını getirmişler. İkbal onu kabul etmeyip onlara: Avam hangi vasıta ile seyahat edip geziyorsa bana onu getirin demiş. İşte tevazuu içeren,  büyüklerin yüksek ahlaklarının insanlığa sergilediği örnek ahlak!..

6-İstiklal marşımızın Şairi Mehmet Âkif Ersoy’u örnek veriyoruz. İstiklal marşını yazanlara o zamanın parası ile 500 lira para verileceği için, 724 kişi yarışmaya  katıldıkları halde, Âkif katılmamış. Tüm onların yazdıkları marşları meclis dinleyip hiçbirini beğenmeyince, meclisteki idareciler tarafından onlara: Mehmet Âkif niye gelmedi denilince: Bilmiyoruz cevabını vermişler. Peki onu tanıyan kim ise gidip kendisinden sorsun. Onu tanıyanlardan 2-3 kişi  gidip Âkif’in kendisine niye sen İstiklal Marşını yazmadın sorunca onlara demiş: Orada para söz konusu olduğu için ben katılmadım ve o zaman Mehmet Akif herhangi yere giderken başkasından bir ceket alarak giyıp gidermiş. Meclisten gelen o 2-3 kişi Akife: Sen parayı ister al ister alma, millet bunu senden bekliyor kendisine dedikten sonra. Yazıp götürmüş ve onun Marşı büyük alkışla mecliste üç defa ayakta tekrarlanmış. Akif o alkışları görünce, gururdan kurtulmak için eğilerek dışarı çıkmış. Evet tok gözlülükte de örnek şahsiyet olduğu için, Allah İstiklal Marşını yazmasını ona nasip etmiş!.. Allah’a sağlam imana sahip olanları, Allah öğretiyor. Mehmet Âkif Milletvekili iken, arkadaşlarından biri ona: Sen hayvan doktorusun demek maksadıyla, Âkife: Sen veterinersin değil mi? Âkif evet, söyle  şikâyetin ne, neren ağrıyor? Diyerek, Yani hakaret maksadı ile Akife Hayvan doktoru diyerek, hakket edeni hayvan yerine koyarak, güzel cevap vermiş. Evet maddelerle anlattığım bu mübarek şahsiyetlerde “Allah’tan korkun, Allah sizi öğretir.” Ayeti Kerimenin Lem’alarının- pırıltılarını net görünüyor. [Bakara 282]

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Merhum Bayram Ağabeyin Hatıra Defterinden

1-Üstad Hazretleri, “Sadakatta Zübeyir, İhlasta Bayram, Zekâda Ceylan, Takvada Tahirî başta gelir.”diye sıralıyordu. (Nakil rahmetli Mustafa Sungur Ağabeyden.)

2- Üstad Hazretleri, bir gün Tâhirî Ağabeye: “Tahirî kendini bilmek mi istersin, yoksa istihdam mı olmak istersin?” deyince, deyince Tahirî Ağabey. “Aman efendim, istihdam olmak isterim!” dedi.

3- Üstad Hazretleri, dişi olmadığı halde, misvak kullanırdı, damaklarına sürerdi. Elmayı da rendelenmiş olarak yerdi.

4- Üstad Hazretleri, ineğin sütünü yoğurdunu, koyunun da etini yer içerdi.

5- Üstad Hazretleri, yıkanmış ıslak çamaşırlarına birinin eli veya başı değse, onları tekrar yikatıyordu. Evlerde yıkanmış Üstad Hazretlerinin çamaşırları, dershaneye gelince, tekrar üç def’a sudan geçirip sıktırıyordu.

6- Üstad Hazretleri, dışarıya çıkarken sarığının üzerine atkısını sarıyordu.

7- Üstad Hazretleri, yemeklerden sonra az da olsa mutlaka tatlı bir şey yerdi.

8- Üstad Hazretleri, Barla’daki Çınar Ağacı için: “Bu ağaç da, cennet’teki Şeceretün mübâreke deki ağaçlara dahildir.” Buyurdular.

9- Üstad Hazretleri, Menderese Ezanı asliyetine çevirmesinden ehemmiyet verirdi ve “ İslam Kahramanı” dedi. Çınar ağacı için de, “Menderes gelse, çınar ağacını ver, buna mukabil, Risale-i Nur’u bastırıp dünyaya dağıtacağım.” Bir dalını dahi vermeyeceğim.” dedi.

10- Üstad Hazretleri: “Kardeşim evlilikteki lezzet, insanın tuvalet ihtiyacı için tuvalete girer, çıkar işte o kadardır.” dedi.

11- Üstad Hazretleri ile Urfa’ya giderken, benimle Zübeyir Ağabeyi arkaya alarak. Kardeşlerim, kardeşlerim! Risale-i Nur dinsizlerin Komünistlerin ve masonların belini kırmıştır. Merak etmeyin!” diye müteaddit defa tekrar etti. (Avuçlarını aşağı döndürerek.) Ben gidersem böyle olacaklar!  (Ellerini döndürerek) Beni anlamadılar.  benim gibi adamı siyasete bulaştırmak istediler.” Buyurdular.

12- Üstad Hazretleri, bir sayfaya yazdırdığı (sekine) yi çay içerken de yüzüne bakarak okurdu..

13- Üstad Hazretleri, bir gün uçağı göstererek: “Ben parasız bineceğim!” demişti. (Hakikaten vefatından sonra kabrinden çıkarılıp nakledilmiştir.)

14- Ahmet Feyzi Ağabey, Emirdağ’ına Üstad Hazretlerini ziyaret için gelmişti. Ziyaretten sonra, Üstad Hazrelerinin tenbihine rağmen dönemeyip, Mehmet Çalışkan Ağabeyin evinde, da’vet edilen yüksek zevatla geç vakitlere kadar sorulara (Mehdilik dahil) cevap verip sohbet ediyor. Sohbet olunca, orada geceye kaldığını bilmemesi gereken Üstad Hazretleri tarafından Zübeyir Ağabey ile yanına çağırılıyor. Ahmet Feyzi Ağabey korkarak Mehmed Çalışkanla beraber giderler. Kapıdan girince Üstad Hazretleri: “Kardeşim aynen söylediklerini tasdik ediyorum.” Sonra Ahmed Feyzi çıkınca, Ağabeylere hitaben: “Ahmed Feyzi mi, Mehmed Feyzimi? (Fazilet noktasında.) Kardeşim Mehmet Feyzi Ahmed Feyzi’ye yetişemiyor.” diyor.

15- Osman Çalışkan Ağabey, kalbinden diyor ki “Ahmet Feyzi Ağabey Üstadın mehdiliğinden bahsediyor. Fakat Mehdi-i A’zam ehli Beytten olacak. Üstadımız ise Kürttür. Acaba Kürtten Mehdi olurmu? Diyor. Sora Demirci Ali Ağabeyle beraber Üstadın yanına gidiyorlar. Üstadımız Buyuruyor ki, “Kardeşim Ali Efendi! Elinde dövdüğün demir gibi emin ol ki,  benim annem Hasanî, babam ise Hüseynîdir. Yani annem Hazret-i Hasan (r.a.) dandır babam ise Hazret-i Hüseynin (r.a.) dandir.”

16- Barla’da Üstad Hazretlerinin oturduğu üsteki evde idik. Ben Çay bardaklarını ve bulaşıkları yıkarken: kendi kendime: “Bu Barla’ya her zaman geliyoruz. Burası mahrumiyet yeridir, bazen aç kalıyoruz, acaba bunun kıymeti nedir?” diye hatırımdan geçer geçmez (ki, Üstad Hazretleri arkada evradla meşgul oluyordu) birden beni çağırdı ve: Evladım Bayram! Bu Barla’yı kerih (kötü) görme. Hakikaten Barla ehemmiyetlidir. Ve yükses sesle: “Hakikaten ehemmiyetlidir. İnaşâallah ileride nurlanacak !” dedi.

 17- Yine bir gün mutfakta çalışırken aklıma geliyor ki: “İçeride Ağabeyler ve kardeşler okumak ve yazmak ile meşguldürler.” Birden Üstad Hazretleri yanıma gelerek: Evladım senin aklına Böyle şeyler gelebilir. Sen bu hizmetin ile içeridekilerin hepsinin yaptığı hizmetten hisse alıyorsun!”

18- Ceylan Ağabey bana latife tarzında takılırken, Üstad Hazretleri buyurdu ki: “Bayramı kerih (kötü) görme! İleride o büyük hizmet görecek!” dedi.

19- Bir gün Üstad Hazretlerine cemaat olacağım zaman: “Niyet ettim Mehdiye!” diye uydum. Üstad Hazretleri de namaza niyet etti, fakat tekbir alıp namaya başlamıyordu. Sonra yine niyet etti. Bende içimden niyet ettim: “uydum Mehdiye” diye. Üçüncüye de aynı böyle tekrarlayınca, Üstad Hazretleri dönerek kafama vurdu: “Keçeli niyetini değiştir!” dedi. Ben de normal niyet ettim sonra namaza başladı.

20- Bir gün Üstad Hazretlerine, “Amerikalılar 150 metreden tarladaki kara karıncayı vuran bir alet geliştirmişler. Ruslar da onu vuracak bir alet bulmuşlar.” Dediğimde, Üstad Hazretleri : “Ben onları geçmişim afyon hapsindeyken Ceylan ile Bayramın alın yazısını okumuşum.” Dedi.

21- Üstad Hazretleri, Ramazan davulcusuna şeâir-i İslam nazarı ile bakar ve para verirdi.

22- Bayram Yüksel Ağabey, 1953 ten 1960 kadar ta vefat edinceye kadar, yani  Üstad Hazretlerinin vefatına kadar tek bir gece kendi evinde geçirmediğini söylüyor. Çünkü Üstad Hazretleri, talebelerini evlerine hiç göndermiyormuş. Üstad Hazretleri, yalınız Bayram Ağabeyin köyü olan Çoğo’lun yanından geçerken “Git annenin elini öp, gel” dermiş. Onun için Bayram Ağabey de kendi yanında ki fakıfları evlerine izine göndermeye taraftar olmuyormuş. Fakat yine de Bayram Ağabey vakıfları memleketlerine sadece senede üç günlüğüne gönderdiğini söyliyor. Hatta Abdullah Yeğin Ağabeyin Urfa’dan annesini ziyarat ümidiyle Emirdağı’na Üstattan memleketine gitmeye izin almaya gelmişken, Üstad Hazretleri derhal Urfa’ya geri dönmesini söylemiş. Sılah-i rahimin mektupla da  olabileceğini anlatmış.(bunu daha önce de bildirmiştik) Mustafa Sungur, Hüsnüğ Bayramoğlu, Abdullah Yeğin, Ahmed Aytimur, Salih Özcan da oldukları bir derste. Bayram Ağabeye soruldu? Üstad Hazretleri Delâil-ün Nur okurken bir kısmında durup, orada evrâd-ı Kudsiyeyi okuyup sonra da  Delâil-in Nur’u bitirirmiş.  Öyle mi Bayram Ağabeye Sormuşlar?” Bayram ağabey “Evet” demiş. Yalınız nerede durup, evrâdı okuduğunu kimse sormadı, öğrenemedik.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Şeytan Dostlarına Verdiği Nasihatlar

Bir gün Şeytan, insî şeytanları ve tüm dostlarını, dünya çapında konvansiyonel bir toplantı için çağırmış.

Açılış konuşmasında onlara şöyle demiş:
“- Müslümanların camilere gitmesini, onların Kur’an ve dinlerini öğreten kitaplar okumalarını ve gerçekleri öğrenmelerini  engelleyemiyoruz. Allah ve elçisi  ile sağlam bağlar kurmalarını da engelleyemiyoruz. Allah ile bir kere  bağlantı kurduklarında, üzerlerindeki gücümüz kırılıyor.”

Şeytanın davet ettiği dostları, ona cevaben:
“- Gerçekten zor bir durum, peki ne yapalım? ” demişler.

Şeytan:
“- Bırakalım Camilere gitsinler, fakat zamanlarını çalın; böylece Allah ve elçisi  ile bağlantı kuramasınlar.Sizden isteğim budur.”

Şeytan devam etmiş:
“-Dikkatlerini dağıtın, böylece gün boyunca Allah ile hayatî öneme sahip bağlantıyı kuramasınlar.”

Şeytanın dostları şaşırmış:
“-Bunu nasıl başaracağız?”
Şeytan:
“- Hayatın önemsiz ayrıntılarıyla zihinlerini sürekli meşgul edin! Müslümanları israfa teşvik edip, onların kulaklarına şunu fısıldayın:
‘- Harca, harca, harca.. Borç al, borç al, borç al..’
Kadınlarını, ekonomik özgürlükleri için, evlerinin dışında uzun saatler boyunca çalışmaları için ikna edin !
Kadınların, akşamları kocalarıyla ilgilenemeyecek kadar çok yorulmalarını sağlayın!
Eğer kadınlar, erkeklerin ihtiyacı olan sevgiyi veremezlerse,erkekler  bu sevgiyi başka yerlerde arayacaklardır!
Gazete ve TV’leri güzel kadın suretleriyle doldurun ki, kocaları  sadece dış güzelliğin önemli olduğuna inansınlar ve kendi hanımlarını beğenmesinler!
Erkeklerin haftada 6-7 gün, günde 10-12 saat
çalışmalarını  sağlayın ve böylece hayatlarında boşluk kalmaması için planlar yapın!
Çocukları ile vakit geçirmelerini de engelleyin!
Böylece, onların evleri, ferahladıkları bir yer olmaktan çıkacaktır!
Zihinlerini o kadar meşgul edin ki, kendi iç seslerini (oto kritik, nefis muhasebesi) yapamasınlar! Böylece kafaları karışacak, Allah ve elçisi ile zihinsel beraberlikleri kopacaktır.”

“- Bravooo, mükemmel fikir..” diyerek,  bu sözlerini, Şeytanın dostları alkışlayacaklar..

“- Durun, daha bitmedi..” diye devam etmiş Şeytan:
“-Kahvehanelerde, doktor muayenehanelerinde,  kafe’lerde masaları gazete ve dergilerle doldurun! Onların zihinlerini, 24 saat haber bombardımanına tabi tutun!
İnternete girenlerin mailboxlarını, junk maillerle, sipariş  katalogları ile, bahislerle, çekilişlerle, promosyon ürünleri ile ve  boş umutlarla doldurun!
Çocuklarına İslâm inancını vermeye vakit bulamasınlar. inancın gereksizliğini  evlatlarına anlatmalarını ve inançsız  bir hayatın yerine getirmenin önemini anlatmalarının fikrini babalarına aşılayın , doğaya çıkıp Allahın yaratma sıfatını görmelerini engellemek için onları çok meşgul edin, onları dedikodulara teşvik edin! Sürekli eğlence parklarına, fuarlara, spor karşılaşmalarına, oyunlara,konserlere, sinemalara ve saireye sevk edin!
Hatta oralarda kavga çıkarıp, birbirlerine vurmalarını sağlayın! Bizim işimiz, fitne çıkarmaktır; bunu unutmayın!
Futbol, hayatlarının odağı olsun.  Onların çocukları, futbolcuların isimlerini  ezberlemeyi marifet saysınlar!  Böylece İslamı, İslâmın şartlarını merak bile etmesinler!  İşte plan bu! “

Bu, insanları yoldan çıkarıcı planı için dostları, şeytanı çılgınca alkışlamışlar ve çeşitli ülkelere dağılırken, Müslümanları daha fazla meşgul edeceklerine, onları aşırı dünya meşgalesine boğup telaş içinde oraya buraya koşuşturtacaklarına, Allah’a, Elçisine ve ailelerine daha az zaman ayırtacaklarına söz vermişler.

Şimdi biz kendimize soralım:
“- Şeytanın bu planının, asrımızda yaşayan insanların günlük hayatındaki uygulaması  nasıl?
Başarılı mı, değil mi?” Sitemizi okuyan kardeşim! Sen şeytanın bu fikirlerinin ters istikametinde isen, bu yazıyı okumanı yeterli bulma, arkadaşlarına da okumalarını tavsiye et.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org