Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Dini Hizmetlerde İhlas Temel Prensiptir

İhlası daha iyi anlamamız için bazı misalleri sıralamaya çalışacağız:

Mesela: bir gencin kibirlenmesine sebep olabilecek çoktur. İhlassız ise bu genci amelleri boşa gitmiş olur, sevabı kaybedilmiş, şeytan kazanmış olur.

Bu örnekleri genelleştirebiliriz. Kim yaptığı dini bir emri, diğer mü’minlerle rekabet etmek için yaparsa kaybeder.   İhlas ise, insanın yaptığı tüm amelleri (namaz kılmadan, zikir çekmeye, sadaka vermeden bir çocuğun başını okşamaya … dek) Allah rızasını kazanmak için yapmasıdır.

İhlasın tam tersi  riya ise, yapılan bir iş, ibadet, hareketin Allah rızasını kazanmak dışında (menfaat, gösteriş… için) yapılmasıdır.

Riya, gizli şirktir, şirk ise ebedi cehennemliklerin en büyük vasfıdır. Riya, kara gecede, kara taş üzerindeki kara karıncanın ayak şamatasından daha gizli, daha zor fark edilebilen şeytani bir hastalıktır.

Bir insan düşmanını iyice tanımalı ki, ondan gelebilecek tehlikelere karşı hazırlıklı olabilsin. Şimdi bir Müslüman’ın en büyük düşmanı olan riyayı örneklerle açıklayalım :

Konunun özetini en kısa ve öz olarak İhlaslı Âlimler bizlere şöyle anlatırlar: Şeriat, üç bölümdür: ” ilim, amel, ihlas”. Yani bir Müslüman, ilk emrin gereği okuyacak, öğrenecek, sonra bu öğrendiği ile amel edecek fakat bu amelini de ihlaslı yapacak. Günümüz Müslümanları daha ilk aşamada sorunlarla karşı karşıyadır. Dinini, Onun yüce kitabını, Onun Resulünün sözlerini (hadisleri) okumamaktadır, bilmemektedir. Okuyup bilenler ise bildiği ile amel konusunda yavaş davranmaktadırlar. En son aşamaya gelebilen okuyup, okuduğu ile amel edebilen müminlerde bu amellerinde ihlaslı, samimi olmakta zorlanmaktadırlar. Demek ki şeriat (Yani İslam’ın kuralları: Namaz, oruç, zekat…gibi farzlar; faiz, içki, rüşvet …gibi haramlar) üç aşamadan oluşur, dolayısıyla Rızaen lillah’a cennete üç aşama ile ulaşılabilir:

– Okumak. Önce Kur’an ve hadis sonra tüm müspet ilimler.

– Okunan, bilgi sahibi olunan konuyu pratiğe geçirmek, uygulamak.

– Bu uygulamayı, ihlaslı, sadece Allah rızasını kazanmak için yapmak.

İslam’ın kulaktan dolma, geleneksel olarak bilindiği günümüzde, uygulamada görülen eksiklik ve aksaklıklar bir yana, yapılan bu bilgiden uzak, eksik amellerin, ibadetlerin ne kadarı ihlas kavramının içine girebileceği, tartışmaya açık bir konudur.

İslam’ın ilk emri, ilk şartı okumak, bilmek, düşünmektir sonra bu bilinenin uygulanması safhası gelir. Bizim konumuz bilen ve uygulayan insanların dikkat etmesi gereken üçüncü aşamayı oluşturan ihlas konusudur.

Bir insan okur ve uygular, mesela namaz kılar, oruç tutar, kurban keser, Kur’an okur, ilim öğrenir… hatta din yolunda şehit bile olur.

Sakın böyle bir insan kesinlikle cennetlik diye düşünmeyelim. Eğer bu okuyup, yaptığı işleri Allah rızası için, ihlaslı olarak yapmıyorsa, o kişi kesin ateşe atılır, cehenneme girer. İşte ispatı :

“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar namazlarından gafildirler (bilinçsizce namaz kılarlar… Maun : 4-5) ”     Unutmayalım ki kıldığımız namaz bizi Allah’a yaklaştırmıyor, kötülüklerden uzaklaştırmıyorsa o namazımızda bir eksiklik var demektir.

” Muhakkak ki namaz aşırı davranışlardan ve kötülüklerden insanı men eder uzaklaştırır.” (Ankebût: 45 )

” Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan kendisine aç ve susuz kalmaktan başka bir şey yoktur. ” (İbn-i Mace, Sıyam:21; No:1690; 1/539; Hakim, Müstedrek, 1/431 )

” Onların ne etleri nede kanları Allah’a ulaşır. Fakat Allah’a sadece sizin takvanız ulaşır. ( Hac : 37)”

” Nice Kur’an okuyucuları vardır ki Kur’an onlara lanet eder “

” İman ettim demeyin, müslüman oldum deyin ” (Hucurat: 14)

” Ey iman edenler, Allah’a ve Resuluna iman edin ve Allah’tan korkun.” (Nisa:136 )

“Ey iman edenler Allah’tan korkun ve ancak  Müslüman olarak can verin.”  (Ali İmran:102)

Allah’ü Teala bizlerin dış görünüşüne, sakalımıza, sarığımıza veya başörtü-müze… değil, bizlerin kalbinde bulunan takvanın ( Allah’tan hem korkup hem de en çok O’nu sevmenin) derecesine bakar : ” Allah sizin giyinişinize veya dış görünüşünüze değil, kalbimize bakar.”. Tabi bu hadis, namaz kılmasam da kalbim temiz , dedem hacıydı … diyenlere asla bir delil teşkil etmez. ( Kimse dedesinin yemesiyle doymadığı gibi onun ibadetiyle de cennete gidemez…).

Kıyamet günü cehenneme ilk girecek olanlar şehitler, alimler ve zekat verenlerdir.

Şehitler; Allah’ü Teala’nın, sana can verdim, kuvvet verdim, bunu nerede harcadın sualine, dünya şehidi şu cevabı verir: Canımı senin yoluna verdim, kanımı akıttım. Kendisine “Yalan söylüyorsun” denir. ” Sen ne kadar cesur insan denilsin diye, ne kadarda kahraman biri denilsin diye savaştın ve öldün. Sana cesur, kahraman denildi de. “. Sonra onun için “cehenneme dek yüzüstü sürükleyin” denilir ve bu kişi cehenneme atılır.

Alimler ; alim kişi ilmini Allah rızası için anlatmadığından, ne kadar da alim, nede güzel vaaz ediyor, ne çok bilgisi var denilsin diye gösteriş için ilmini anlattığından dolayı cehenneme dek yüzüstü sürüklenir ve cehenneme atılır.

Zekat ; zekat, bağış veren zenginde Allah için değil,kulların, nede cömertmiş demesi için malını dağıtmasından dolayı cehenneme dek yüzüstü sürüklenir ve cehenneme atılır.

Ne kadar alim, namazında, zikrinde, cihadında… biri olursak olalım, yaptıklarımızı, ihlaslı olarak yapmıyorsak, sevap yerine günah kazanırız, belki de şirke düşmüş, ebedi cehennemliklerden olmuş oluruz. ” Ameller niyetlere göredir”. Bizler niyetlerimizi salih, ihlaslı tutabilirsek, amelimizin karşılığında cenneti kazanabiliriz.

Tabi ki riya korkusu ile tam ihlaslı yapamıyorum diye düşünerek ibadetlerimizi terk etmek en büyük hata olur. Şeytanın istediği zaten budur. Bize bu vesveseyi (ihlasın yoksa şirke düşersin, amelini terk et), şeytanın verdiğini unutmamalıyız.

Şeytan bir vesvese ile insanı bırakmaz. İnsanın amelinden ne eksiltebilirse, sevabından ne azaltabilirse kendince onu kâr sayar. Mesela, namaz kılmak isteyen bir gençle şeytan arasındaki mücadeleye bakalım :

Şeytan önce genci ibadetten uzak tutmaya çalışır. Genç kararlı ise, şeytan bu defa ibadete başlama yaşını ileri atmaya çalışır : Daha gençsin biraz gez, dolaş, hayatının tadını al sonra başlarsın der. Genç yine kanmazsa, namaz kılmaya yönelirse, şeytan bu defa: Namaz abdestini şimdi alma, ezan yeni okundu diye vesvese verir. Genç abdestini alsa bu defa , daha vaktin var sonra kılarsın otur, sohbetini yap… bitir diye vesvese verir. ( Şeytanın amacı, mesela ikindiyi geç kıldırtıp, sünnetini terk ettirmektir, böylece genç sünnet sevabından uzak kalır, buda şeytan için bir kardır…). Eğer genç namaza başlarsa bu kere onun zihnini, unuttuğu, önemli-önemsiz şeylerle meşgul etmeye başlar, namazından gafil olmasına sebep olmaya çalışır veya namazı ” tavuğun yemini toplaması gibi” acele acele kıldırtır, böylece tadil-i erkan’a uymasına engel olur… Her şeye rağmen genç namazını ihlaslı, huşu içinde kılarsa, şeytan son bir hileye başvurur. Genci etrafına baktırır ve “Benim gibi huşu içinde namaz kılan var mı ?” diye düşünmeye sevk de cenneti umut ederken, cehenneme sürüklenebilir.re karşı üstünlük vesilesi yaparsa, o kişinin ameli boşa gitmiş olur.

Buraya kadar yazdıklarımı takviye etmek için aşağıda Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin İhlasla ilgili  bazı ifadelerini yazayorum.

 

“Bu dünyada hususan uhrevi hizmetlerde  en mühim bir esas  en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, enkısa bir tarik-i hakikat, en makbul bir dua-i ma’nevâ  en kerametli bir vesile-i makasid en yüksek bir haslet en safi bir ubudiyet, ihlastır.”(Lem’alar sh: 149) Kendisinin ihlas-ı etemmi kazanmış olmasıdır.

Yani, yalnız ve yalnız rıza-yı İlahîyi esas maksad edinmiştir. Bu hususta: Mesleğimizin esası, azamî ihlas ve terk-i enaniyettir. İhlaslı bir dirhem amel, ihlassız yüz batman amele müreccahtır. İnsanların maddî manevî hediyelerinden, hürmet ve teveccüh-ü âmmeden, şöhretten şiddetle kaçıyorum.” der. Ziyaretçi kabul etmemesinin bir hikmeti de bu sır olsa gerek. Hem ihlasa verdiği gayet fazla ehemmiyet, yüz otuz parça eserinden yalnız İhlas Risalesi’nin başına, “Lâakal her onbeşgünde bir defa okunmalıdır” kaydını koymasından da anlaşılıyor.

“Niyette öyle bir hâsiyet vardır ki, seyyiatı hasenata hasenatı seyyiata tahvil eder. Demek, niyet  bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlâstır. Öyleyse, necat, halas ihlas iledir.” (Mesvî-i Nuriye sh: 70)

Hâfız Ali Efendi, kendine rakip olacak diğer bir kardeşimiz  hakkında gösterdiği  hiss-i uhuvveti çok kıymettar gördüğüm için size beyan ediyorum:O zât yanıma geldi; ötekinin hattı, kendisinin hattından iyi olduğunu söyledim. O daha çok hizmet eder, dedim. Baktım ki; Hâfız Ali kemal-i samimiyet ve ihlas ile, onun tefevvuku ile iftihar etti, telezzüz eyledi. Hem üstadının nazar-ı muhabbetini celbettiği için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim; gösteriş değil, samimî olduğunu hissettim. Cenab-ı Allah’a şükrettim ki, kardeşlerim içinde bu âlî hissi taşıyanlar var. İnşâallah bu his büyük hizmet görecek

«Bu acip asrın bu acip hastalığına ve dehşetli ma­razına karşı Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın tiryak misâl ilâçlarının nâşiri olan Risale-i Nur dayanabilir ve onun metîn, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sâdık, fedakâr şakirdleri mukavemet edebilir. Öyleyse, her şeyden evvel onundairesine girmeli,sadakatle, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam itimadla onayapışmak lâzım ki, o acip hastalığın tesirin den kurtulsun.» (Kastamonu Lâhikası sh: 105)

“Sual: Herşeyden evvel bize lazım nedir? Sıdk, İhlas,sadakat, tesanüd.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Çocuk Sevgisini, Kâinatın Efendisinden Öğrenelim

Hadisi şerifler:

Çocuk cennet nimetlerinden biridir.

Çocuk kokusu, cennet kokularındandır.

Her ağacın bir meyvesi vardır. Gönlün meyvesi de çocuktur. Çocuklarınızı çok öpün, her öpüşte cennetteki dereceniz yükselir. Çocuk sevgisi cehennem ateşine karşı  perdedir.

Çocuklara iyilik etmek, Sıratı geçmeye sebeptir. Onlarla beraber yeyip içmek, cehennemden kurtuluştur.

Cennete ki “Sevinç sarayı”na, ancak çocukları sevindirenler girer.

Evladınıza ikram edin, nasıl ana-babanızın sizde hakkı varsa, evladınızın da sizde hakkı vardır.

Çocuksuz bir evin bereketi olmaz.

Bu Hadisi Şerifleri önünüze serdikten sonra Aleyhissalatu Vesselamın hayatından çocuk terbiyesi ile örnekler toplamaya geçelim:

Hz. Peygamber s.a.s., sevgili torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i kucağına alır, okşar öper ve severdi. Hatta namaz kılarken sevgili torunları Mübarek omuzlarına çıkarlardı. Onlar rahatsız olmasınlar diye de torunları omuzlarından inene kadar O Mübarek başını secdeden kaldırmazdı.

Sevgili  Peygamberimiz Hz. Muhammed s.a.v sokak ve çarşılarda Karşılaştığı çocuklara selam verir, saçlarını okşar ve onlara ikrâmda bulunurdu. Çocuklara karşı çocuk gibi davranır, onların bulundukları çocuk vaziyeti ile onlarla halleşirdi.

Bir Hadisi şeriflerinde: “Küçük çocuğu olan onun hatırı için çocuklaşsın.” Buyurmuşlardır. Yani bundan anlıyoruz ki “Çocukla çocuk olunmaz” cümlesi tamamen yanlıştır.

Örneğimiz ve önderimiz Peygamber Efendimiz s.a.v. çocukların eğitimiyle yakından ilgilenmiş; onların hayırlı bir nesil olarak yetişmelerine çok büyük ehemmiyet vermiştir. Bakınız bu konuda neler buyurmuşlar ve ne güzel bir eğitim örneği vermişlerdir:

“Çocuklarınıza iyi bakınız, onları güzel terbiye ediniz.”

“Çocuğu güzel terbiye etmek ve ona güzel bir isim vermek, evladın baba üzerine haklarındandır.”

Bir anne ve babanın bırakacağı en güzel miras: İslam’a Kur’ana tabi olan vatanını, milletini seven, çalışkan, dürüst ve terbiyeli çocuklar yetiştirebilmektir. Sevgili Peygamberimiz s.a.v. şu hadisi şerifi ile beyan etmişledir:

“Hiçbir baba çocuğuna güzel ahlak ve terbiyeden daha üstün bir hediye vermiş olamaz.”

Dünya ve ahret saâdetimiz için İslam ahlakına sahip olmak ve bu kaideleri hayatımızda yaşayıp, yaşatmak gerekir. Zaten İslam’ın gayesi güzel ahlak te’sis etmek değil midir?

Görüldüğü gibi, Yüce Peygamberimiz s.a.v. bu konuda gereken şeyleri açıklamıştır. O halde, Peygamberimizin emirlerine itaat edelim ki; dünyamız huzurlu ve şen, âhiretimiz mutlu ve Gülşen olsun. Ne mutlu Peygamber’ini örnek alana, O’nu önder ve sünnetine uygun hayat yaşamayı düstur edinen Müslüman çocuklara!…

“Çocukları hakkiyle sevmeyi, onlarla ilgilenmeyi, onları çeşitli tehlikelerden korumayı, cehennemden kurtuluşa vesile sayan” Sevgili Peygamberimiz a.s.v.min çoluk çocuğuna düşkünlüğünü Enes b. Malik r.a. şöyle nakleder: Ben Resulullah s.a.v. kadar çocuğuna, âile efradına, eli altındakilere merhametli olan hiçbir kimse görmedim Hz. Peygamber s.a.v in oğlu İbrahim Medine’nin yüksek taraflarındaki köylerin birinde süt annesinin yanında bulunuyordu. Hz. Peygamber s.a.v. bizde onunla beraber olduğumuz halde, onun yanına beraber giderdik. Bir defasında Hz. Peygamber s.a.v. eve girdi İbrahim’i sevdi öptü ve geri döndük.”

Kalbinin katılığından şikâyet eden birine Peygamberimiz s.a.v.: “Yetimin başını okşamayı, onları sevmeyi ve onlara ikram etmeyi unutma.” Buyurmuş.

Yine bir Hadisi şeriflerinde: “Cennette ferahlık ve sevinç evi denilen öyle gösterişli bir yer var ki, oraya yalınız çocukları sevindirenler girebilir.” buyurmuşlardır.

Bir gün Resulullah s.a.v. Hz. Alinin oğlu Hasan r.a’ i öpmüştü, yanında bulunan Akra: “Benim on çocuğum var hiç birini öpmedim.” Dedi Resulullah a.s.v hayretle Akranın yüzüne baktı ve buyurdu ki: “Eğer Allah sizin gönüllerinizden rahmet ve şefkati çekip çıkarmışsa ben ne yapabilirim.” Buyurdu.

Peygamber Efendimiz s.a.v. hayatında hiçbir çocuğu üzmemiş ve kalbini kırmamıştır. Küçük yaşta Resulullah’a hizmet etmeye başlayan  Enes r.a diyor ki: “On sene Hz. Peygamberimize s.a.v. hizmet ettim. Bana bir defa olsun uf demedi. İnsanların en güzel huylusuydu.”

Peygamberimiz a.s.v özellikle yetim ve yoksul çocuklarla yakından ilgilenir, kız çocukları arasında hizmetçi ve işçi gibi çalışmak mecburiyetinde olana merhametle davranır, onların her istediğini dinler, her ihtiyaçlarını gidermeye çalışırdı.

Nakledeceğimiz şu hadise mevzuumuzla ilgili çok enteresandır:

Hazreti Muhammed s.a .v min cebinde on lirası (on dirhem) verdi. Dört lirası ile elbiseciden bir gömlek aldı. Dışarıya çıkınca fakir bir Medineli:”Ey Allahın Resulü o gömleğe çok ihtiyacım var, onu bana verirmisin?” dedi. Peygamberimiz s.a.v. gömleği yoksula verdi. Elbiseci dükkânına tekrar girdi, geri kalan parasının dört lirasıyla kendisi için bir gömlek satın aldı.

Dışarıya çıkınca bir kız çocuğunun ağladığını gördü. Hemen yanına yaklaşıp ağladığının sebebini sordu? Bir evde hizmetçilik yapan bu küçük kız : “Ev sahibim un almak için bana iki lira vermişti, onu kaybettim onun için ağlıyorum.” Dedi.

Peygamberimiz a.s.v. son kalan iki lirayı da bu kızcagıza verdi. Fakat küçük kız ağlamaya devam ediyordu. Peygamberimiz a.s.v. tekrar sordu kaybettiğin iki liraya tekrar kavuştun ne için ağlıyorsun?

Kız “Eve geç kaldım, beni dövmelerinden korkuyorum!” cevabını verdi.

Bunun üzerine Hz. Muhammed a.s.v. küçük kızın elinden tuttu: “ Korkma yavrum, gel benimle!” dedi. Onu eve kadar götürdü, Ev sahibine Önce selam verdi. Ancak üçüncü selamında kapı açıldı.Peygamberimiz a.s.v. ev sahibine ilk iki selamımı duymadınız mı?” deyince, duyduk ama sesinizin artmasını ve daha çok duyulmasını arzu ettik. Sana canımız feda ey Allahın Resulü,  buraya kadar niye zahmet ettiniz?” dediler. Peygamberimiz a.s.v. “Şu kızcağız geç kaldım diye dövülmekten korkuyordu da bunu size kadar getirdim.”diye cevabını verdi. Ev sahibi: “Ey Allahın Resulü, Sizin evimize gelmenize sebep olduğu için bu hizmetçi kızı (cariyeyi) azat ediyorum ( serbest bırakıyorum) yani kendi evine gidebilir artık hürdür deyince,Hz Peygamber a.s.v. şöyle buyurdu: “Allahın bana verdiği on lira ne kadar bereketli imiş! Allah onunla Peygamberine ve Medineli bir fakiri birer gümlekle giydirdi, bir kız çocuğunu da sevindirdi, hürriyetine kavuşmasına vesile oldu! Şüphesiz bize sonsuz gücüyle rızık veren O’dur.”

Annelerin çocuklarına gösterdikleri şefkat ve merhamet Peygamberimizi a.s.v memnun ederdi. Bir gün fakir bir kadın çocuğu ile Hz Aişe r.a’yi ziyarete gelir. Hz. Aişe evde olanlara ikram edecek bir hurmadan başka bulamaz. Hurmayı Misafir gelen anneye verir.Anne hurmayı ikiye bölerek çocuklarına yedirir. Bundan son derece duygulanan Hz. Aişe olayı Peygamberimize anlatınca, Peygamberimiz a.s.v.:

“Kimin kız çocukları olur ve onları geçindirmekte sabır ve tahammül gösterirse, o kızlar o anne baba için cehenneme siper olur.” buyurdu.

Bir gün Halit bin Said Peygamberimize ziyarete gelmiş, Kızı Eme’yi de getirmişti. O zaman Eme küçük bir kızdı. Arapçayı henüz bilmiyordu. Babası Habeşistandan yeni  gelmişti. Üzerinde sarı bir elbise vardı. Resuli Ekrem elbisesinin güzel olduğunu söyleyerek Eme’ye iltifat etmek istedi. Ona elbisesini göstererek Habeşçe güzel anlamında (sene sene)  buyurdu. Bu Peygamber sıcaklığından cesaret alan Eme, Efendimizin arkasına geçerek Peygamberlik mührüyle oynamaya başladı. Babası onu azarlayınca sevgi hazinesi Peygamberimiz a.s.v. bırak çocuğu! Diyerek Emenin Nübüvvet mührü ile oynamasına izin verdi. Bu laubali davranıştan çocuğu babası gibi azarlamak bir yana, onu azarlamasına bile razı olmadı.

Efendimizin amca zadelereriyle ve diğer çocuklarla nasıl meşgul olduğunu gösteren bir rivayet vardır. Cihan güneşinin bu fani aleme veda ettiği tarihte, Amcasının oğlu Abdullah ibni Abbas 13, kardeşi ise 12 yaşındaydı. Resulü Ekrem onları muhtemelen daha küçük yaşlarda, diğer çocuklarla birlikte  yarış’a sokardı. Hepsini bir sıraya dizer, yarış’ı kim kazanırsa ona mukâfat vereceğini söylerdi. Çocuklar vaad  edilen hediyeyi almak arzusu ile, var güçleri ile koşarlar, yarısı ben kazandım diye kimi kendini Efendimizin kucağına atar, kimi arkasına dolanıp sırtına sarılırdı. Bir çocuğun Peygambere bu kadar yakın hissetmesi, onun kucağına pervasızca atılabilmesi son derece dikkat çekici ve üzerinde ibretle düşünülmesi gereken bir hadise değil midir.

Önemli bir şahsiyetin çocuklarla meşgul olması, hele onların oyunlarına katılması, bazı toplumlarda bir nevi çocukluk sayılarak yadırganır. Bu durum çocuğu müspet yönde nasıl etkileyecegi, onu fevkalade onurlandırıp şahsiyetini geliştireceği pek hesaba katılmaz. İşte Peygamberimiz a.s.v. çocuklarla meşgul olmasında böyle bir incelik aranmalıdır.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sahabelerden Bir Büyük Eğitimci; “Mus’ab Bin Umeyr”

Mekke’de zengin bir aile Mus’ab bin Umeyr (r.a.), bu ailenin evladı Şehrin en zarif, en narin ve en yakışıklı genci. Önüne en leziz yiyecekler konuluyor, sırtına en güzel elbiseler giydiriliyor, anne ve babası üzerine titriyor. Mekke’liler ona gıbta ile bakıyor. Bütün bunlara rağmen içinde büyük bir boşluk hissediyor.

Çocukluğundan beri putlardan nefret eden genç Mus’ab, tek yaratıcıya, Allah’a çağıran Rasul-ü Ekrem’i (a.s.v) duyuyor Annesinin, babasının ve akrabalarının hiç hoşlanmayacaklarını, dünyayı ona zindan edeceklerini bildiği halde Erkam’ın evine gidiyor Efendimizin saadetli huzuruna, rahmet soluklamak için diz çöküyor Evet Mus’ab müslüman oluyor. Dünya bütün çekiciliği ile önünde arz-ı endam ederken, herkes onun haline özenirken o, elinin tersi ile hepsini bir kenara iterek Allah ve Rasulü’nü seçiyor.

Mus’ab bin Umeyr’in (r.a.) müslüman olması ile çileli günleri başlıyordu. Ailesi tarafından günlerce mahzene kapatılıyor, yakıcı çöl sıcağında güneş altında işkence yapılıyor ve her türlü hakarete maruz bırakılıyordu Fakat o, imanından ve Efendimize (a.s.v) sadakatinden zerre kadar taviz vermiyordu Nihayet Habeşistan’a hicret edenlerle birlikte Mekke’den ayrıldı. Orada bir müddet kaldıktan sonra Mekke’ye, o eşsiz sevgiliye, Allah’ın Rasulü’ne döndü Hz. Ali (r.a.), onu şöyle anlattı: “Rasulullah ile oturuyordum Bu sırada Mus’ab bin Umeyr geldi Üzerinde yamalı bir elbise vardı Rasulullah onun bu halini görünce, mübarek gözleri yaşla doldu Çünkü o müslüman olmadan önce servet içinde idi Dini uğruna bunların hepsini terketti.

Efendimiz (a.s.v) onun hakkında şöyle buyurdu: “Kalbini, Allahu Tealâ’nın nurlandırdığı şu kimseye bakın. Anne ve babasının onu en iyi yiyecek ve içeceklerle beslediklerini gördüm Allah ve Rasulü’nün sevgisi, onu gördüğünüz hale getirdi ”

Hayati bütün çilelerine ve sıkıntılarına rağmen geçiyordu. Diğer ashab gibi Mus’ab bin Umeyr (r.a.) de Efendimizin nazarında ve irfanında pişiyordu. Derken Medine’den gelen bir grup, Efendimiz (a.s.v.) ile Akabe’de buluştu. Birinci Akabe Bey’atı diye bilinen bu görüşmede Medineliler, kendilerine dini öğretecek bir eğitimci istediler. Hz Peygamber (a.s.v.) bu iş için Mus’ab bin Umeyr’i seçti ve onlarla birlikte Medine’ye gönderdi. Bu, çok büyük bir görev idi. Çünkü Medine, gelecekte bütün müslümanların hicret edecekleri bir yurt olacaktı; Hz. Peygamber’in (a.s.v.) şehri, son dinin bütün dünyayı kuşatacağı beşik olacaktı. Medine’de, İslam adına geleceğin temelleri atılacaktı. Mus’ab (r.a.), Allah Rasulü’nün elçisi olarak Medine’ye gidiyordu. O’nun adına konuşacaktı, O’nun adına tebliğde bulunacaktı, insanları O’nun adına eğitecekti. O’nun gibi sabırlı, O’nun gibi metin, O’nun gibi şefkatli olacaktı, hasılı O’nu temsil edecekti. Bu gerçekten ağır ve çok şerefli bir görev idi. Efendimiz (a.s.m.), Mus’ab’ı (r.a.) görevlendiğine göre o, bu kıvama gelmişti. Bu, Allah’ın bir fazlı idi ve onu dilediğine verirdi. Mus’ab’ın, zamanında iradesi ile yapmış olduğu tercih ve sadakatini, Allah böyle mükafatlandırmıştı.

Mus’ab (r.a.) artık, Medine’de ve Medinelilerin reisi Es’ad bin Zürare’nin (r.a.) evinde. Burada hem Kur’an okuyor ve hem de İslam’ı anlatıyordu. Böylece birçok kimse müslüman olmuştu. Medine’de bulunan kabile reislerinden Sa’d bin Muâz ve Useyd bin Hudayr henüz müslüman olmayanlardandı. Onların bu durumu diğer insanları da etkiliyor, İslam’ın hızla yayılmasını engelliyordu. Bir gün Mus’ab (r.a.), bir bahçede, etrafında bulunan müslümanlarla sohbet ediyordu. Bu sırada Evs kabilesinin reislerinden olan Useyd, elinde mızrağı ile çıkageldi. Sert bir şekilde konuşmaya başladı: “Siz bize niçin geldiniz? İnsanları aldatıyorsunuz! Hayatınızdan olmak istemiyorsanız hemen burasını terkedin!” dedi. Nice ağır hakarete ve işkenceye Allah ve Rasulü hatırına katlanmış ve Rasulullah’ın (A S ) özel terbiyesinde yetişmiş olan Mus’ab (r.a.) onun bu taşkın halini gayet sakin bir şekilde karşıladı ve şöyle dedi: “Hele biraz dur, buyur otur! Sözümüzü dinle Maksadımızı anla, beğenirsen kabul edersin. Beğenmezsen engel olursun.” Useyd, bu olgun teklif karşısında sakinleşip, “Doğru söyledin.” dedi ve mızrağını yere saplayarak oturdu. Mus’ab (r.a.) ona İslam’ı anlattı ve bir miktar Kur’an okudu. Allah’ın ayetlerinin eşsiz belagatı ve tatlı üslubu karşısında Useyd, kendini tutamayıp, “Bu ne güzel, ne iyi bir sözdür. Bu dine girmek için ne yapmalı?” diye sordu. Mus’ab (r.a.), ona kelime-i şehadeti öğretirken oradaki müslümanların gözlerinin içi gülüyordu.

Düşman olarak geldiği meclisten iman ederek kalkan Üseyd (r.a.) sevincinden yerinde duramıyordu. “Ben gidip size birini göndereyim. Eğer o da imana gelirse, bu beldede iman etmedik kimse kalmaz.” diyerek oradan ayrıldı. Kısa bir zaman sonra Evs kabilesi reislerinden Sa’d bin Mu’az hiddetli bir şekilde geldi ve oldukça ağır ifadelerle hakarette bulundu. Mus’ab (r.a.), ona da gayet yumuşak konuştu ve oturup dinlemesini, beğenmediği taktirde kabul etmek zorunda olmadığını söyledi. Sa’d, bu nazik konuşma karşısında yumuşadı ve oturup dinledi. Mus’ab (r.a.) ona da İslam’ı anlattı ve bir miktar Kur’an-ı Kerim okudu Sa’d’ın yüzü birden değişiverdi ve orada müslüman oldu.

Sa’d b. Mu’az (r.a.), gönlünü dolduran imanın coşkusu ile kavminin yanına vardı ve onlara: “Ey kavmim! Beni nasıl biliyorsunuz?” diye seslendi “Sen bizim liderimiz ve büyüğümüzsün.” cevabını alınca, “Öyle ise Allah’a ve Rasulüne iman etmelisiniz… İman etmedikçe sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana haram olsun!” dedi. Onun bu sözü üzerine bütün kavmi o gün müslüman oldu. Peygamber şehri Medine’de İslam’ın hızla yayılıp her eve girmesine Allahu Tealâ, Mus’ab’ı (r.a.) sebep kıldı.

Günler, aylar geçti ve Allah’ın Rasulü (a.s.v.) Medine’ye hicret etti. Mus’ab (r.a.), gönüller sultanı, başların tacı Efendimiz ile tekrar birlikte olmanın, O’nunla birlikte secde etmenin, O’nunla birlikte ellerini Allah’a açmanın mutluluğunu yaşamaya başladı. Bedir harbine, O’nun önünde sancağı taşıyarak katıldı. Uhud harbinde de yine O’nunla birlikte idi. Sancak elinde savaşıyor ve her şeyini yoluna feda ettiği Alemlerin Efendisi’nin (a.s.v.) etrafından ayrılmıyordu. O’na yönelen saldırıları bertaraf ediyordu. O da Efendimiz gibi iki zırh giyinmişti. Efendimizin (a.s.v.) nazarları önünde İslam sancağını dalgalandırıyordu. Bir ara müşrik ordusundan İbn-i Kamia adında biri, Rasul-i Ekrem (a.s.v.) Efendimize saldırırken Mus’ab (r.a.) onun karşısına çıktı. Bu müşrik, bir kılıç darbesi ile Mus’ab’ın sağ kolunu kesti. O da sancağı sol eline aldı İkinci bir darbe ile sol kolu da kesilince sancağı kesik kollarıyla tutup göğsüne bastırdı. Bu haliyle bile kendisini, Efendimize (a.s.v.) siper yapan Mus’ab bin Umeyr (r.a.) düşmanın fırlattığı mızrak darbesi ile yere yıkıldı ve şehit oldu

Ashab-ı Kiram’dan Ubeyd bin Umeyr (r.a.) anlatır: Rasulullah (a.s.v.), şehadet şerbetini içen Mus’ab b. Umeyr’in (r.a.) başı ucunda dikilerek Ahzab suresinden “Müminlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah’a verdikleri sözde sadakat gösterdiler. Onlardan bazıları, şehit oluncaya kadar çarpışacağına dair sözünü yerine getirdi. Kimisi de şehit olmayı bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler.” Mealindeki Ahzab suresinin 23 ayetini okudu

Daha sonra şehitler defnedildi. Mus’ab bin Umeyr’e (r.a.) kefen olarak bir şey bulunamamıştı. Vücudu, üzerindeki yırtık elbisesi ile, açıkta kalan tarafları da otlarla örtülerek defnedildi.
İşte eğitimci ve işte eğitim…

Allah (C C ), şefaatlarına nail etsin!…

Evet muhterem Din kardeşlerim! Biz ne yapıyoruz Bu mübarek sahabeden ders almayalım mı? Çevremizde günahlara dolu dizgin koşanlara karşı acaba bize düşen nedir. Bilhassa Nur Talebelerine sesleniyorum?… Üstadımız radıyallahu anh bizim elimize inkâr edilmez deliller vermişken; bir kendimize sormayalım mı, ben kaç kişinin imanli olması için sebep oldum kendi mize demeyelim mi? derse giderken manen sahipsiz kalan gençlerden kaç kişiyi derse gütürebildim? 30 kişilik dersaneye gelenler her gün den değil, her hafta değil, her ayda değil, o 30 kişi 3 ayda birer tane getirebilse? Bir sene sonar o dershanede 150 kişi olacagını kafamızdan atmayalım. Üç hadisi ferif: Tek birinin imanını kurtarmaya sebep olan, sahralar dolusu kırmızı koyun sadaka vermekten daha hayırlıdır. İkinci Hadis: Bir kimsenin imanını kurtarmaya selap olan dan daha hayırlı birini güneş ısıtmamiştir. Üşüncü Hadis bir kimsenin imanını kurtarmaya sebep olan, dünyadan ve dünyanın içindekilerinden o kimse daha hayırlıdır.

Derleyip hazırlayan: Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.Org

Bunlar Farklı Ahir Zaman Hadiseleri

Peygamberimiz  a.s.m. bazi Hadislerinde ümmetinin ömrünün bin beş yüz seneyi geçmeyeceğini söylüyor. Ve ahır zamanın son safhasında da yaşanacak kıyamet alametlerini sıralıyor. Aşağıdaki yazıda, Peygamber Efendimiz a.s.m.’ 14 asır önce haber verdiği bu alametler acaba çıktılar mı yoksa hala mı çıkmadılar?…

1-İnsanların başına bir zaman gelecek ki, onlardan faiz yemeyen kalmayacak, yemese bile tozu mutlaka ona bulaşacak.

2-Bir çok kişi az bir dünyalık için dinini feda edecek.

3-Kazanç belirli kişiler arasında dolaşacak. Dar gelirliler açlık ve sıkıntıya düşecekler.

4-Fitne her eve girecek ve tecrübesiz gençler başa geçecekler.

5-Kur’andan bir resim, İslamdan bir isim, Müslümandan bir cisim kalacak.

6- Üç şey çok kıymetlenecek; Helal para, Kendisi ile amel edilen sünnet ve candan bir dost.

7-Ecnebiler çoğalacak ve Müslümanlara galebe edecekler.

8-Sonradan gelen nesiller, Önceden gelen nesillere sövüp sayacaklar.

9-Minnet, bela, musibet artacak. Rahat ve huzur kalmayacak, kimse eliyle bunları önleyemeyecek.

10-Köylüler şehirlere akın edecekler ve ne olduğu belirsiz deve çobanları, bina yaptırmakta birbiriyle yarışacaklar.

11-Bir Müslüman koyundan daha âciz olacak, hor ve hakir görülecek.

12-İlim azalacak, cehalet, anarşi ve cinayet artacak, adam öldürmek hafif bir suç sayılacak.

13-Hilesiz iş yapılmayacak, tacirler ve yazarlar artacak, kalem bollaşacak.

14-Kişi elbisesini sakındığı kadar, dinini sakınmayacak ve fakirler de namaz kılmayacak.

15-Akrabalık bağları kopacak ve selam sadece tanıdık olanlara verilecek.

16-Zenginler ticaret için, hafızlar riya ve gösteriş için, hacca gidecekler.

17-Büyükler merhametsiz, küçükler hürmetsiz olacak; çocukları terbiye, köpekleri terbiyeden daha zor olacak.

18-İnsanlar kötülüklerden birbirini sakındırmayacak ve iyiliği emretmeyecek.

19-Minareler çoğalacak, camiler süslenip ziynetlenecek ( kilise ve havralar gibi) içlerinden yüksek sesler gelecek.

20-Hainlere emin, emin olanlara hain denilecek ve “şurada emin bir insan vardır” denilecek kadar emin insanlar azalacak.

21-Kişiye şerrinden korkulduğu için ikramda bulunulacak. Görünüşte dost fakat esasında düşman sayısı artacak, sözler hep yalan ve birbirine muhalif olacak, âmir ve memur çok, doğru iş yapan az olacak.

22- Yıldızlar (fal) doğrulanacak ve kader yalanlanacak.

23- Allah-ü Teâlâ apaçık inkâr edilecek.

24-Âlicenaplık, izzet-i ikram ve cömertlik duyguları kaybolacak ve haklar para karşılığı satılır hale gelecek.

25- Cemaatin inancı zayıf, ibadeti taklit olacak, hafızlar çok ama âlim bulunmayacak.

26- Zenginlere itibar edilecek, cimrilik artacak, zekât ağır bir borç olarak kabul edilecek.

27- Âlimler para ve dünyalık karşılığında ilim öğretecek, ahiret ameli ile dünyalık talep edecekler.

28- Dinden gayri hususlar için öğrenim yapacaklar.

29- Erkekler kendilerini kadınlara, kadınlar da erkeklere benzetecekler.

30- Erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla münasebetsiz alakalar kuracaklar.

31- Her tarafta şarkıcı ve çalgıcı kadınlar zuhur edecek.

32- Söz kadınlarda olacak ve zina yaygınlaşacak.

33- Kadınlar, saçları deve hürgücü gibi, sokaklarda dolaşacaklar.

34- Haram işlemeyi kolaylaştıran imkânlar artacak, gençler günah işlemeye ve kötülük yapmaya çok meyledecekler.

35- İmanı kalpte tutmak, kor ateşi elde tutmaktan daha zor olacak. Kişi gece mü’min yatacak sabah kâfir olarak kalkacak, veya hiç inanmayacak.

36- İçkiyi devletler teşvik edecekler ve muhtelif isimler altında içilecekler.

37- Dünya işlerine dalıp ahiret işleri unutulacak. Allahın kitabıyla hükmetmek ayıp olacak.

38- Büyük ve gösterişli binalar yapılacak ve bunlardan dolayı sokaklar daralacak.

39- Yırtıcı hayvanların derileri tabaklanacak, onlardan çeşitli giyim eşyası yapılacak.

40- Sabah giyilen elbise başka, akşam giyilen elbise başka olacak, önünüze yemeklerden biri gelip diğeri gidecek ve Kâbenin örtüldüğü gibi evlerimizin duvarları da halılarla süslenecek.

41- Dedikodu yaygın bir hal alacak.

42- Herkes kazanamadığından ve geçinemediğinden şikâyetçi olacak.

43- Yalancı şahitlik ve boşanmalar artacak. Ani ölümler sık görülecek.

44- Mal çoğalıp sel gibi akacak, mal sahibi malına tapacak ve tüccarların çoğu hilekâr olacak.

45- Kişi karısına itaat edip anasına asi olacak ve arkadaşına yaklaşıp babasından uzaklaşacak.

46- Günüller birbirini sevmez olacak. Dini ve dünyevi işlerde muhtelif görüşler belirlenecek, kardeşler bile dinde ve mezheplerde ihtilaf edecekler.

47- İmar edilen şeyler harap edilecek, harap olanlar ise imar edilecek.

48- Fasiklar başa geçecek ve konuşmasını bilmeyenler halka hitap edecek.

49- Arap arazisinin çölleri, nehirlere ve göllere kavuşacak.

50-Faize alış-veriş; rüşvete hediye denecek, tefecilik artacak, halal haram unutulacak, para gelsin de nereden gelirse gelsin denecek.

51- Zaman kısalacak bir sene bir ay gibi, bir ay bir hafta gibi, bir hafta birgün gibi olacak, bir günün geçmesi ise bir yaprağın yanması kadar çabuklaşacak. Hiçbir şeyde bereket kalmayacak.

KAYNAKLAR

1-Riyâzüs-salihîn. İmam Nebevi Terc: Muhammed emre.

2-Tezkiret-ül- Kur’nî. İmam Şarani.

3-Kıyamet alametleri. Rumuz el-Ehadis’ten Dersler.

4-Kitab ül-Keşf, Celaleddini Suyuti, El yazma eser Süleymaniye Kütüphanesi.

5-kıyamet alametleri,Muhammed el-Hüseyni. Terc: Naim Erdoğan.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Müslümanın Bilmesi İçin Çok Zaruri Hakikatlar!

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ,Şerefli mahluk olan insan için İman kadar hiç bir şey mühim değildir. Allahın varlığına sıfatları ile inanmak lazım.  İmanı anlamaktan maksat, imanı içine, iliklerine sindirmektir. Tahkir edilecek şeye hürmet etmek, hürmet edilecek şeyi ise tahkir etmek,insanı imandan çıkarır. Ehli sünnet itikadı, asırlardan beri emin ellerden emin ellere geldi. Bu, büyük emanettir, miras falan değildir. Büyükler bu emanetin büyüklüğünü bildikleri ve gördükleri için, sıhhatleri pahasına insanlara bu emaneti ulaştırmak için, gece gündüz çalıştılar. Çünkü emanet çok büyük. Büyük emanetin büyük hesabı vardır. Allah göstermesin, bırak bir insanı, bir kediyi ateşe atsalar karşısında nasıl durup da eğlenebilir, nasıl gülebilir insan? İşte büyüklerin ızdırabı bu, onlar için dünya artık yoktur. Onların bir düşüncesi vardır; bir Allah’ın kulu daha yanmaktan nasıl kurtulur?

Bir büyük zata talebesi sorar: Efendim, Allahü teâlâ bir âyet-i kerimede mealen, “Ey iman edenler iman edin” buyuruyor. Bunların hem iman ettiklerini bildiriyor, hem de iman edin buyuruyor. Burada, “iman edin” ne demektir? Cevaben buyuruluyor ki:“Beni tanıyın” demektir. Efendim, herkes Allah diyor, tanıyor. Peki, tanıyın ne demektir? Habibimin getirdiklerine inanın, emir ve yasaklara uyun demektir. Tanımak, sevmek ve itaat etmek demektir. Allahü teâlâyı tanıyan onu sever. Onu seven de emir ve yasaklara uyar, yani farzları yapar haramlardan kaçınır. Allahü teâlâya ibadet yapılarak sevilir, tanınır. Peygamber efendimiz buyurdu ki: 3 kişinin Cennete girmesine ben kefilim:1-Gıybet etmeyen, 2- Şaka dahi olsa yalan söylemeyen,3- Güzel ahlak sahibi olan. Yine buyurdu ki:Cennette benim yanımda kim olur biliyor musunuz? Eshab-ı kiram sukut etti. Allah’ın resulü daha iyi bilir dediler. O zaman Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Cennette benim yanımda ahlakı en güzel olanınız bulunur.”

* Mezhep imamlarına, ehli sünnet âlimlerine, imam-ı Rabbani hazretleri gibi büyüklere tâbi olanlarla olmayanların farkı şudur: Tâbi olmadan hizmet etmeye kalkışanlar, akşam olunca çalışırlar. Yani karanlıkta ne yaptıklarını görmezler, yaparlar yıkarlar, kırarlar dökerler. Tâbi olanlar ise sabahleyin ışığın altında çalışırlar. Ne yaptıklarını görürler, yaparlar, yıkmazlar kırmazlar dökmezler.

* Size dininizi imanınızı öğreten, ehli sünnet üzere yetiştiren annenizin babanızın çok duasını alın. Onların hakkı ödenmez. Onlarla münakaşa etmeyin. Onlar ne derse haklıdır. Münakaşa ederseniz ipler kopar. Peygamber efendimize birisi geldi dua istedi, O da “Annenden iste” buyurdu. Annem öldü deyince “Babandan iste” buyurdu. Babam da öldü deyince “Teyzenden iste” buyurdu. İşte bu kadar önemli. Asıl bayram, son nefeste imanla ve şehadetle  çene kapatmaktır. Son nefeste Allah demektir. Son nefeste Allah demek için, onu çok söylemek lazım,  bu dünyada kim neyi çok söylerse son nefeste de onu söylemesi kolay olur. Müslümanın siması, kelamı, taamı hep şifadır. Yani yüzü de, sözü de, ikramı da hep şifadır.Allahü teâlâ bir kulunu korursa, kimse ona bir şey yapamaz.
İlim cahilliği götürür, fakat ahmaklığı götürmez.  Geleceğiniz bakımından iki büyük tehlike var: Biri israf, diğeri kibir.  İnsan gece gündüz tam bin sene tesbih çekse, bunun hepsi, yarım sayfa dinini imanını doğru öğreneceği kitap okumak yerine geçmez. Çünkü tesbih çekmek nafile ibadettir. Nafile farzın yanında denizde damla değildir. Akşam yatmadan yarım saat kitap okuyup, bütün gece yatsa daha kârlı olur. Bir insan bir mümine çatık kaşla baksa imansız gitme tehlikesi vardır. Gıybet etse, kalbini kırsa , çatık kaşla baksa. Tehlikeye düçar demektir. O yüzden Müslüman olarak birbirimizi sevmek mecburiyetindeyiz. Hepimiz büyük nimet içerisindeyiz. Hepimiz seçilmişiz. Allahü teâlâ, malı, rütbeyi isteyene verir, fakat imanı, ehli sünnet itikadını istediğine verir.

İman nimetinin şükrünü eda edebilmek için, birbirimizi sevmemiz şarttır. Ehli sünnet âlimleri, (Allahü teâlâya şükretmek için birbirinizi sevin) buyuruyorlar. Eğer birbirimizi çok seversek, çok faydaları var. Birincisi, Allahü teâlâya şükretmiş oluyoruz. Çünkü Allahü teâlâ verdiği nimetinin şükrünü istiyor. Onun şükrü de müminlerin birbirini sevmesidir. İkinci faydası, dünyada kim kimi severse ahirette beraber olacaktır. Üçüncüsü, birbirini Allah için sevenler, ahirette herkesin gıpta ettiği büyük nimetlere kavuşacak. Cenâb-ı Hakkın razı olduğu, sevdiği yerde buluşacaklardır.

İmanı muhafaza edip, imanla ölmek için, başkasının kusuruna karşı görmemezlikten gelmeli olur olmaz sözleri, işitmemeli, dili tutmalı. Ehli sünnet itikadını öğrenip, kendi hata ve kusurlarımızı düzeltmeye, eksiklerimizi tamamlamaya çalışmalı.

Biz dünya hayatında bir yolcuyuz. Bavulumuzu ahirette açacağız. Ona ne doldurduğumuza dikkat etmeli. Lüzumlu ve kıymetli şeyleri, gittiğimiz yere götürmek için geçerli şeyleri seçmeli. Onun bunun eşyasını da kendi bavulumuza koymayalım. Dünyada insanlar karışıktır. Müslümanlarla, kâfirler karışıktır. Allahü teâlâ Müslümanlara imanlarının karşılığı olarak, bu dünyada hemen nimetler vermiyor. Öyle olsaydı, kâfirler demek ki Müslüman olmak iyi bir şey deyip hemen iman ederlerdi; fakat gördüklerine iman etmiş olurlardı. Halbuki iman gaybidir, Muhammed aleyhisselamın bildirdiklerine iman etmek lazımdır. İman çok mühim ve hassastır, ya vardır ya da yoktur, ortası olmaz. Bir kimse Peygamber efendimizin getirdiği her şeye inansa, bir mevzuda acaba öyle mi-böyle mi dese, tereddüt etse veya bir meseleyi beğenmese, Allah korusun küfre girer. Birlik beraberlikte bereket, rahmet, ayrılıkta felaket, azab-ı ilahi vardır. Birbirinizi sevin. Dünya firak yeridir.

Dünya hırsı, para ve şöhret, iki aç kurdun zararından daha zararlıdır. Dünyalık, para, ahretimize hizmet etmek için bir gencin imanının kurtulmasına yardım etmek için isteyeceyiz.

İyiler, iyilikleri de bir heybeye doldurup beraberlerinde alıp gittiler. Gittiler, iyilikleri de götürdüler.

Bunu unutmamalı ki büyüklerin yolunun esası edeptir. Yaptıklarımız çok iyi şeyler, faydalı ve iyi işler olabilir; fakat bunlar edeple birleşmeyince bir işe yaramaz. Pehlivan, hasmını yenen değil, öfke anında öfkesini yenendir. Kim Allah içinse, Allahü teâlâ da onun içindir. Bundan uzaklaşan sıkıntıya düşer. İstigfar edin, mutlaka Onu affedici bulursunuz. Dua, kazayı ve belayı def eder.

Sıkıntıyı kendine anlatan, yani şükretmeyip, sabretmeyip oflayıp puflayıp duran, Allahü teâlâyı nefsine şikayet etmiş olur. Başkasına anlatan bu sefer anlattığına şikayet etmiş olur. Makbul insan üzüntülü, sıkıntılı olur. Bu üzüntüler, sıkıntılar onu makbul eder.

O günahı tekrar yapacam fikri ile pışmanlık olmaz. Büyle bir pışmanlık için çok makbul bir camide de istiğfar etsen pek fayda vermez. Peygamberimiz a.s.m. “Ennedametu tevbetun.” Buyuriyor. Yani bunda sonra o günahı katiyen yapmayacım demeli.

Dünya sultanı değil, ahiret sultanı olmaya bakmalı. Ahirette dünya sultanlığı işe yaramayacak. O kadar salih, iyi bir sultan olmasına rağmen dünya sultanı olduğu için, Yıldırım Han’ın türbesine giden yok. Fakat, ahiret sultanı olduğu için herkes damadı Emir Sultanın türbesine gidiyor. Dünyalık olan şeylerin Allah indinde sivri sinek kanadı kadar kıymeti olsaydı, kâfire bir yudum su vermezdi. Kâfirler, dünyalığı çok vererek, onları felakete sürüklemektedir. Müminin Allah indinde kıymetli, makbul şeyleri toplamaya uğraşır. Dünyada kalacağı mallar onun kalbine azalır. Çünkü insanda  dünya sevgisi arttıkça, ahirete olan zararı da artar. Ahiret sevgisi arttıkça, dünyanın ona zararı azalır. Dünya ile ahiret, doğu ile batı gibidir. Birine yaklaşan, diğerinden uzaklaşır. Dünyalık peşinde koşmak, su üzerinde yürümeye benzer. Bunun ayaklarının ıslanmaması mümkün değildir. İslamiyet’e uymaya mani olan şeylere dünya denir. Allahü teâlâ bir kulunu severse, onu dünyada zâhid ve ahrete karşı râgıb yapar. Ayıplarını ona bildirir. Dünyada zâhid olanı, Allah sever. İnsanlar arasında zâhid olanlarıı insanlarda sever. Dünyalık arayanın zühde kavuşması güçtür. Ahireti ciddi arayan dünya malı da ona koşar gelir. Çünkü o onuda Allah yolunda harcamaktan çekinmez. Dünyalığa düşkün olmak, hataların başıdır. Yani her türlü hataya, günaha sebep olur.

* Dünya peşinde koşan kimse, şüpheli şeylere, sonra mekruhlara, sonra haramlara, hatta küfre dalar. Geçmiş ümmetlerin, Peygamberlerine a.s. inanmamalarına sebep, dünyaya düşkün olmaları idi. Dünya muhabbeti, sarhoş eden şaraba benzer. Bundan içen, ancak ölüm zamanında ayılır.

Musa aleyhisselam, Tûr dağına giderken, birinin çok ağladığını gördü. Ya Rabbi! Kulun, senin korkundan ağlıyor dedi. “Kan ağlasa dahi, onu affetmem. Çünkü o, dünyaya düşkündür” buyurdu. (Evet düya dünyada kalacak) Hadis-i şerifte, (Dünyayı helalden kazananında, ahirette hesabı vardır. Haramdan kazanana, azabı vardır) buyuruldu. Bir kimse, helal para ile bina yaparsa, insanlar, bundan faydalandığı müddetçe, kendisine sevap verilir. Cahillerin hakaret etmemeleri ve düşmanlara azametli, kuvvetli görünmek için, âlimlerin, âmirlerin libâs ve binalarının ziynetli olması lazımdır. Kâbe’yi şerif ilk görüldüğünde edilen dua red olunmaz. Kâbe’yi şerif ilk görüldüğünde yapıldığı gibi, bir mümin bir müminle karşılaştığında, yüzüne bakıp hiçbir şey düşünmeden dua ederse duası kabul olur. En güzel dua, selamün aleyküm’dür. Selama da fazlasıyla cevap vermek lazım. Ve aleyküm selam ve rahmetullah, demelidir. Selamın manası, sana dünya ve ahiret selameti diliyorum demektir. Zaten bütün mesele de bu değil mi? Fakat selam verirken düşünmeden rastgele vermemeliyiz. Selam verirken, şuurlu olarak manasını ve sünnet olduğunu düşünerek vermeliyiz.  Yüz bin şeytan, kötü bir din adamının yaptığını yapamaz. Şeytanı otururken görmüşler neden böyle boş oturup duruyorsun, insanları aldatmaya çalışmıyorsun demişler. O da, benim işimi kötü din adamları yapıyor bana iş kalmıyor demiş.

Evet kardeşlerim Yukarıda saydıklarımın tümünü daha net Üstad Bediüzzaman Hazretli Risale-i Nurlarda okuyanlara hibe etmiştir. Biz o mübarek eserleri kendimizi çok zorlayalım. Ufak tefek behanelerle onlardan ayrılmayalım. Dünyaya tapıp Yalınız dünya için çalışmak kötü ama: Ahiret için çalışanlara da para lazım, çünkü bugün parasız hiçbir kapı açılmıyor. Bu sebepten Üstad Bediüzzaman Hazretleri: “ Ecnebiler bizi maddeten kurunu vustada bıraktılar” Yani (Orta çagda) gene başka yerde: “ dini hizmet dahi maddeten terakkiye mütevakkiftir” diyor. Yani (Dine hizmette de maddeten ilerlemeye bağlıdır.) Be fakir de Allah’ımdan dua ederken  derim: Allahım göz açıp kapayıncaya kadar bizi nefsimize ve şeytanımıza terk etme! Bizi Risale-i Nur hizmetinden ayırma! Nefsimize ve şeytanımıza uydurup ayağımızı kaydırma! Ölünceye kadar Risale-i Nur hizmetinde hayatımızı devam ettireceğiz diye Sana söz verdik bundan bizi caydırma! Ya Rabbi! Bizi kur’anın ahkâmından ayırma, Kur’anı Kerimin tefsirlerinden bu zamanın ihtiyacına cevap veren Risale-i Nurları bol bol okumak, iyi anlamak İhlasla amel etmek bizlere nasip ve müyesser eyle. Amin sümme Amin!…

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org