Etiket arşivi: Ahmet AKGÜNDÜZ

Sultan Murat Hüdavendigar Kimdir? (1326-1389)

Osmanlı tarihinde I. Murâd, Murâd Hüdâvendigâr ve Gazi Murâd Hüdâvendigâr adlarıyla anılan Sultân Murâd, 1326 (726 H) yılında dünyaya geldi ve 1362 Mart ayında 35-36 yaşlarında iken Osmanlı Padişahı olarak tahta geçti. Hüdâvendigâr, hükümdar demektir ve sonradan o zaman Osmanlı Devleti’nin başşehri olan ve kendisinin de valilik yaptığı Bursa’ya da Hüdâvendigâr Sancağı adı verildi. Seferlerine Ankara’nın yeniden fethiyle başlayan Sultân Murâd, 1362 Temmuz’unda Edirne’yi zabtetti ve kendisine yeni başşehir yaptı. Bunu Balkanların önemli bir merkezi olan Filibe’nin fethi takip etti (1363). Osmanlı Devleti’nin Avrupa topraklarında bu ilerleyişi Hıristiyanları korkuttu ve Papa V. Urbanus’un tahrikiyle Osmanlı Devleti ilk haçlı seferine maruz kaldı. Ancak 60.000 kişilik haçlı ordusu 10.000 kişilik Hacı İlbeğ komutasındaki Osmanlı ordusunun yaptığı bir baskın sonucunda sındı ve tarihe Sırpsındığı zaferi olarak geçti (1363). Bunu Sırbistan’ın bir kısmı ile Bulgaristan’ın Osmanlı’ya ilhakı takip etti ve 1365 yılında da Dubrovnik (Raguza) ile ilk milletlerarası andlaşma imzalandı.

1375’de Hamidoğulları sembolik bir bedelle topraklarının yarısını Osmanlıya terk etti ve böylece Germiyanoğlu ile Karamanoğlu arasına Osmanlı girmiş oldu. 1383’de Candaroğulları Hamidoğullarının arkasından Osmanlı’yı metbû’ tanıyınca, Karaman oğulları rahatsız olmaya başladı ve 1386’da Osmanlı Karamanoğulları ihtilafı başladı.

Her ne kadar, Sultân Murad’ın oğlu Şehzade Bâyezid kahramanca savaşarak Karaman oğullarını dağıtıp Yıldırım unvanını aldıysa da, bunu fırsat bilen Sırp Kralı Balkanlarda Osmanlı’nın üzerine yürüdü ve hatta Timurtaş Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunu bozguna uğrattı (Ploşnik Olayı, 1387). Bundan cesaret alan haçlı orduları, Sırpı ile Bulgari ile Ulahı ile, hep birlikte Osmanlı Devleti’nin aleyhinde ittifak ettiler ve Kosova’da 20 Haziran 1389 günü Osmanlı ordusu ile karşı karşıya geldiler. Osmanlı ordusu, I. Kosova Zaferi diye tarihe geçen zaferle haçlı ordularını yendi ve 500 yıl kadar sürecek olan Balkan Hakimiyetini başlatmış oldu. Ancak bu güzellikler arasında, Miloş Obiliç adlı yaralı bir Sırp askeri tarafından Murâd Hüdâvendigâr hançerle vurularak şehid edildi (20.6.1389) ve Bursa’ya nakledilerek kendi adına yaptırılan Cami haziresine gömüldü. Osmanlı Devleti Balkanlara hâkim olmuş, Bulgaristan tamamen Osmanlı’nın eline geçerken Sırbistan’ın da önemli bir kısmı feth edilmişti. 37 muharebede bizzat bulunan Sultân Murâd, 27 yıl içinde babasından aldığı mirası 5 kat artırarak 500.000 km2’lik bir büyük devleti Osmanlı milletine miras bırakıyordu.

Batılı tarihçilerin de itirafıyla, fethettiği topraklarda Ortodokslara, Katoliklere ve diğer din mensuplarına kendi dindaşlarından daha iyi davrandı. Verdiği sözde durması hasebiyle dost düşman herkes tarafından sevilir hale geldi. Devlet teşkilâtçılığında da zirvedeydi. Her ne kadar yeniçeri teşkilâtı babası zamanında kurulmaya başlansa da, asıl yeniçeri ve acemi oğlanları teşkilâtlarını kuran ve geliştiren kendisi oldu. İstanbul’u ilk kuşatan Osmanlı Padişahı da kendisiydi.

Murâd Hüdâvendigâr’ı muvaffak eden sebeplerin başında onunla birlikte çalışan ehliyetli devlet adamlarını zikretmek gerekiyor. Bunların başında, bir görüşe göre Sultân Murâd zamanında ihdas edilen kazaskerliğe ilk defa getirilen Çandarlı Halil Efendi’yi zikretmek gerekiyor. Bu vazifeye gelir gelmez, Karamanlı Kara Rüstem’in de yardımıyla Maliye teşkilâtı tanzim edildi ve Sultân Orhan zamanında başlatılan Yeniçeri ve Acemioğlanları Teşkilatını bütün ayrıntılarıyla kurmaya muvaffak oldu. 1372 yılında da Vezir oldu ve artık Halil Hayreddin Paşa diye anılmaya başlandı. Diğer devlet adamları arasında ise, Halil Hayreddin Paşa’nın oğlu Ali Paşa’yı, yeniçeri ve acemi oğlan teşkilâtında büyük payı bulunan Timurtaş Paşa ve Lala Şahin Paşa’yı, kahramanlıkları ile meşhur Saruca Paşa, Evrenos Beğ, İne Beğ, Paşa Yiğit, Müstecap Subaşı ve Hacı İlbeğ’i zikretmek gerekmektedir.

Asrındaki âlimlerden ise Aksaray’lı Cemâlüddin Muhammed bin Muhammed, Bursa kadılarından ve Kâdîzade-i Rumî’nin babası Mahmûd Bedreddin ve de Azerbaycan Kadısı unvanıyla meşhur Mevlânâ Burhânüddin’i zikretmek gerekmektedir.

ZEVCELERİ: 1- Gülçiçek Hâtûn; Yıldırım Bâyezid’in ve Yahşi Bey’in Annesi. 2-Marya Thamara Hâtûn; Bulgar Kralının kızı. 3- Paşa Melek Hâtûn; Kızıl Murad bey’in kızı. 4- Candar Oğullarından bir beyin kızı. 5- Bulgar Beyinin kızı.

ÇOCUKLARI: 1-Yıldırım Bâyezid. 2-Ya’kub Çelebi. 3- Savcı Bey. 4- İbrahim Bey. 5- Yahşi Bey. 6- Halil Bey; 7- Özer Hâtûn; 8- Sultân Hâtûn. 9- Nefise Melek Sultân Hâtûn

Prof. Dr.  AHMET AKGÜNDÜZ

İslamiyetten Başka Hiçbir Reçete Güneydoğu ‘da Kabul Görmez

ÖZET DEĞERLENDİRME

Güneydoğu meselesini değerlendirirken, evvela işin başında bazı sorulara cevap vermek ve bu sualler çerçevesinde mesele ile ilgili ciddi ve sürekli çözüm yolları araştırmak zorunda olduğumuzu belirtmeyi arzu ediyoruz. Olayların görünen ve görünmeyen boyutları nelerdir? Olayları hangi açılardan ve hangi kriterlerle inceleyebiliriz? Değerlendirmelerde hangi hususlara daha fazla önem verilmelidir? Devlet, bölge, müesseseler ve fert bazında neler yapılmalıdır? Meselenin kısa ve uzun vadede çözüm ve iyileştirme yolları neler olabilir? Meselenin tarihî boyutu nedir? Gibi benzer suallere ciddi cevaplar aranmalıdır. Bu rapor neticesinde yapılması gereken işlerin kısa bir özetini burada takdim etmek istiyoruz:

1-      TEŞHİS İSÂBETLİ YAPILMALIDIR

Güneydoğu probleminin en önemli kaynağı, insaniyet, ahlak ve dinde yaşanan çözülmelerdir. Bu çözülüş, insan şahsiyetindeki aslî değerleri dumura uğratmaktır. Neticede dinin yol gösterici, bütünleştirici, muhabbet ve emniyeti tesis edici özelliği zaafa uğramaktadır. Sosyal bünyedeki bu değişimi, şu şekilde formüle edebiliriz: Dinî hislerdeki çözülme, cemiyet hayatında lakaytlık ve laubaliliği doğurmaktadır. Lakaydlık ve laubalilik, fikir ve hayatta sapıklığı netice vermektedir. Fikir ve hayatta sapma ise, anarşiyi doğurmakta ve sürekli beslemektedir. Bu sebeple güneydoğu meselesine çözüm ararken, teşhis isâbetli yapılmalıdır. Anarşinin kaynağının din ve ahlakta yaşanan çözülme olduğu aslâ unutulmamalıdır.

2-      UZUN VADEDE TEDAVİ YÖNTEMLERİ

1) Uzun vadede en sağlıklı ve belki de tek çözüm, “İhyay-ı dinle olur bu milletin ihyası=Bumilletin ihyası dinin ihyasıyla mümkündür” reçetesidir. Hayatın hayatı ve hayatın esası dindir. Şarkta dini ihya etmeden, dinî  hissiyâtı canlı tutmadan hayatı ihya etmek mümkün değildir. Şark insanının hayat felsefesini, psikolojisini ve bölgenin kendine has özelliklerini dikkate aldığımızda, şarkı kendi içinde diriltecek ve şarkı garp ile perçinleştirecek tek bir güç vardır; o da İslâmiyettir. Bu bünyenin cidden sağlığa kavuşturulması isteniyorsa, bu reçete tatbik edilmelidir. Dini telkin, bu bölgelerin en önemli ve acil ihtiyacıdır.

2) Bölgenin uzun yıllar ihmalinden kaynaklanan ve “Tarihî birikimler” diye tatbik ettiğimiz sıkıntıları mevcuttur. Bu birikimleri kısa vadede izale etmek çok zordur. Bu birikimleri, iç ve dış odaklar, mahâretle kullanmaktadırlar. Şarkın sürekli sömürüldüğü, halkın tahkir edildiği ve dışlandığı görüşleri yoğun bir biçimde propaganda edilmektedir. Kurtuluş için de tek çare olarak, halkın kendi kimliğine dönmekten başka bir alternatifi olmadığı vurgulanmaktadır. Bu telkin sadece söz ile değil, anarşinin tazyik gücü ile sindirme ve susturma politikaları ile büyütülmekte, canlı tutulmakta ve bu telkin ve tazyikin  şarktaki alanı her gün biraz daha büyütülmek istenmektedir.

3) Bu Marksist ve ırkçı görüşe karşı, daha güçlü, daha etkileyici, daha kalıcı ve bölgenin mizacına uyum sağlayabilen bir güç ile, bir görüş ve bir hayat biçimi ile ortaya çıkmak ve bu gücü âcilen sergilemek mecburiyeti vardır. Resmî ideolojinin gücü, bu görevi yapabilecek dirâyette değildir. Bu fitneye karşı en etkili bir güç, ancak ve ancak islâmiyettedir. Şu hususu kat’iyetle belirtelim ki, islamiyetten başka hiçbir reçete bu bölgelerde kabul görmez; müessir de olamaz.

Ahmet Akgündüz