Etiket arşivi: Çetin Kılıç

Vaizlerin Nasihatleri Neden Tesirsiz

İlçenin belediye başkanı otobüs terminalinde bulunan mescidi başka bir amaç için kullanmak üzere ilçe müftüsünden istemiş, müftü bey ne kadar olmaz dedi ise de başkan ısrarcı olmuş. Bunun üzerine müftü bey başkana -Tamam, mescidi boşaltacağız ama bu haftaki vaazımda “seçmiş olduğunuz belediye başkanı terminaldeki mescidi elimizden aldı” diye söyleyeceğim deyince, başkan” pekala başka bir yer buluruz” diyerek mescidi almaktan vaz geçmiş.

Vaaz etmemiş sadece ”vaaz edeceğim” dediği halde vaazın tesirini görüyoruz. Müftü bey bu konuyu bize anlatırken şunu da ilave etti. -Biz bu kürsüleri iyi kullanamıyoruz, bu kürsüler komünistlerin elinde olacak bu ilçede bir yıla kalmaz komünist olamayan kimse kalmaz. 30 Tem 2019 – Diyanet İşleri Başkanlığı istatistiklerine göre, Türkiye’de 84 bin 684 cami bulunuyor. Vaizler buralarda haftada bir Cuma günü, ramazanda her gün, bazı özel günlerde de olmak üzere yılın birçok günü halkımıza nasihatlar ediyorlar.

Allah Teâlâ, Peygamber(sav)efendimize; insanları dine hikmetle, güzel öğütle ve en güzel usulle, yöntemle davet etmesini emretmektedir. Hazreti Muhammed (sav)efendimiz, çeşitli vesilelerle ve bilhassa namazlardan sonra sahabe ile sohbet edip, vaaz ve nasihatte bulunduğuna dair rivayetler mevcuttur,hutbeleri ise çoğunlukla kısa ve özlü idi. Cuma ve Bayram namazı hutbelerinde birkaç âyet okur, arkasından da cemaate vaaz ve nasihatte bulunurdu,vali olarak görevlendirdiği kişilere ise, gittikleri yerde insanlara vaaz ve nasihatte bulunmalarını öğütlerdi.

Osmanlı vaizleri, insanlarını hem dini hem dünyevi konularda aydınlatabilecek donanımla yetişmekte idiler. Ömer Nasuhi Bilmen, vaazı “nasihat” bağlamında ele alarak şöyle demektedir: “Nasihat, dinleyenlerin kalbini yumuşatacak bir tarzda güzel bir lisan ile insanlara dünyevi, uhrevî vazifelerini öğretmekten, onlara Cenab-ı Hakkın sevap ve azabını hatırlatarak kendilerini doğru yola sevk etmekten ibarettir.”

Vaiz Peygamber vazifesini sırtlanmış ve bunun ağır bir yük olduğunu bilen kişidir. Vaiz umum müderrisidir, onlar toplumun her kademedeki, her yaştaki insanların eğitmenidirler, eğitim sadece okulda olmaz, eğitim her yerde olduğu gibi camilerde birer eğitim kurumlarıdır. Zübeyde Meryem “Vaizin sözünün tesiri hal dilindedir “der. Vaiz, vaazını anlatacağı konuyu hayatına yerleştirmiş olarak anlatmalıdır. Bir vaiz “Teheccüd”ün ve “Duha”nın öneminden bahsedebilmesi için düzenli bir şekilde teheccüd ve duha namazı kılmalıdır. Sadakanın öneminden konu açabilmesi için infak ehli olmalıdır. Tesettürün ne kadar mühim olduğunu vurgulayabilmek için tesettürüne azami derecede özen göstermelidir. Örnekler uzatılabilir hasıl-ı kelam kâl’den ziyade hâl ehli olmalıdır. Tebliğden evvel temsil bu nedenle önemlidir.

Vaiz “İçinizden, insanları hayra çağıracak, iyiliği emredecek, kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran-104) buyruğunu kendi üzerine alınmalı ve o kurtuluşa eren sınıftan olmak için gecesini gündüzüne katmalı, iman kurtarma sevdasıyla uykuları kaçmalıdır.

Safi Mustafa Efendi,
Hatib isen ne Calidür maķamun
Ki her an yine minber sana cadur
Peygamber merkezidür rütbeni bil
Ki sahib-hutbe Mahbub-ı Huda’dur.

Hutbeye çıkan hatibin minbere çıkmasıyla camide bulunan cemaatin tümünden yüksek bir makama sahip olduğunu hatırlatarak, hatibin durduğu yer Hazreti Peygamber(sav)’in durduğu yerdir. Dolayısıyla o makamın kıymetinin ve öneminin bilinmesi gerektiğini bu mısralarla anlatmıştır. 

Bediüzzaman Hazretleri “Ben vaizleri dinledim; nasihatleri bana tesir etmedi. Düşündüm. Kasâvet-i kalbimden başka üç sebep buldum: Birincisi: Zaman-ı hâzırayı zaman-ı sâlifeye kıyas ederek yalnız tasvir-i müddeâyı parlak ve mübalâğalı gösteriyorlar. Tesir ettirmek için ispat-ı müddeâ ve müteharrî-i hakikati iknâ lâzım iken, ihmal ediyorlar. İkincisi: Birşeyi tergib veya terhib etmekle ondan daha mühim şeyi tenzil edeceklerinden, muvazene-i şeriatı muhafaza etmiyorlar. Üçüncüsü: Belâgatın muktezası olan, hale mutabık, yani ilcaat-ı zamana muvafık, yani teşhis-i illete münasip söz söylemezler.” buyurmaktadır. Güya insanları eski zaman köşelerine çekiyorlar, sonra konuşuyorlar.

Bu zamanda fen ve ilim hükmettiği için, bu zaman insanının kalp ve kafasını ancak ilim ve fen ile ikna edebiliriz. Yani bu asırda tahkik mesleği ön plana çıkıyor. Her şey delil ve ispat üzerine gidiyor. Biz meselemizi delil ve ispat ile sağlama almaz isek, bu zaman insanı bizi kale almaz. Ama bu zamandaki vaiz ve nasihatçiler ikna ve ilim yerine, parlak ve hissiyatı okşayan mübalağa yoluna başvuruyorlar. Bu da bu zaman insanını etkilemiyor. Eski dönemdeki insanlar gibi herkes iman ve itminan yönünden tam olmuş olsa idi, belki bu parlak ve coşkulu ifadeler bir işe yarayabilirdi. Bu asırda ekser insanların imanı ve itminanı tam olmadığı için, önce ikna ve ilim ile iman ve itminan verilmelidir.

Özet olarak bu asrın insanına tesir etmenin yolu tahkik ve iknadır, hissiyatı coşturmak ve mübalağaya kaçmak değildir. Bu zamanın vaizleri bir şeyden sakındırmak için ondan daha önemli bir şeyi hafife alabiliyorlar. Mesela “Gıybet etmek cinayet işlemek gibidir.” derken, gıybetten sakındırıp, ondan daha büyük ve tehlikeli olan cinayet günahını hafifletiyorlar. Yine “Bir dirhem faiz yemek zina etmek gibidir.” derken, zina gibi çok büyük günahı ondan daha küçük olan bir günaha kıyas yapıyorlar ki, bunların hepsi muvazenesiz ve ölçüsüz vaazlardır. Şeriatın dengeli ve tesirli sistemine uygun düşmüyor.

Belagat, halin gereğine göre konuşmak demektir. Bu asrın ahvaline uygun olmayan konuşmalar ve vaazlar belagate uygun düşmüyor. Hali ile bu tarz nasihatler de tesirsiz oluyorlar. Eski zamanın ahvali ile şimdiki zamanın ahvalini nazara almadan, gereklerini dikkatlice analiz etmeden yapılan nasihatler işe yaramaz. Eski zamanda ilim ve iknadan çok, hissiyat ve duygular ön planda idi. Böyle olunca da onları etkilemek için hikaye ve kıssalar yeterli olabiliyordu. Lakin bu asırda ikna ve ilim öne çıkmıştır. Dolayısı ile eski hikaye ve kıssalar bu asrın insanına tesir etmez. Öyle ise nasihler eski hikaye ve kıssalar ile bu asrın insanını ıslah edemezler demektir.
Allah tesirini halk etsin.

Çetin KILIÇ

Kaynaklar:
Risalei Nur Külliyatı
Sorularlarisaleinur
Dergi park
Zübeyde Meryem
Türkoloji

Kırk Yıllık Kani Olur mu Yani

Eyüp sultan mezarlığında meftun bulunan Ebu Bekir Kani Efendi papazın kızı Tiryandafila (Despina)’ya âşık olmuştu. Papazdan kızı Tiryandafilayı istedi, papaz kızını ona Hristiyan olması karşılığında vereceğini söyleyince, Ebu Bekir Kani Efendi işte şu meşhur cevabı verdi. “Kırk yıllık Kani olur mu Yani”

Nasıl Hristiyan olduğunu anlatan birini dinledim, kendisiyle sosyal medya aracılığıyla iletişime geçmişler, bazı toplantılarına çağırmışlar, daha sonra bir misyoner, evlerine birkaç gün misafir olmuş adam dinini değiştirmiş, hatta ailesi, kardeşleri de Hristiyan olmuşlar adam işini bırakıp misyonerlik faaliyetleri yapıyor kasaba kasaba gezip Hristiyanlığı anlatıyor. Türk toplumunun aile yapısını, milli ve manevi değerlerini değiştirmek, sosyal yapısını zaafa uğratmak, milli birlik ile bütünlüğü bozmak ve bölmek amacıyla yürütülen misyoner propagandaları, yurtiçi ve yurtdışından, tespit edilen adreslere muhtelif doküman gönderilmesi, radyo yayınları ve konuya ilgi duyan kişilerin tespit edilmesi suretiyle ikili ilişkiler kurulması şeklinde sürdürülüyordu son zamanlarda.

İnternet ortamında yüzlerce reklam var İsa’yı tanımak ister misiniz, çocuğun gözü görmüyordu doktor filanca kilisede dua etti çocuğun gözü açıldı, adamın işleri çok kötü idi dualarımıza katıldı şimdi şöyle böyle, size ücretsiz Kutsal Kitap hediye ediyoruz, kargo ücreti bize ait, isteyen istediği gibi ibadet edebilir, herkes kendi vicdanının sesini dinler, hakikat bizi aydınlatsın, huzur ve umut bulmak için hayatın amacını öğrenin, hepimiz kardeşiz gibi aldatıcı söylem ve yayınlarla Müslüman gençleri tuzaklarına düşürüyorlar.

Ülkemizde, 1950’li yıllarda başlayan misyonerlik hareketi, özellikle son bir-iki yılda daha da ivme kazanarak bir temele oturtulmuş ve bugün artık propagandasını açıkça yürütebilecek bir boyuta gelmiştir. Halen faaliyet halinde olan misyoner grupları içerisinde Protestan misyonerlerin ön plana çıktıkları görülüyor. Ülkemizde halen yüzlerle, hatta binlerle ifade edilebilecek sayıda kilise, İncil, kitap, broşür, CD, VCD gibi materyali basıp dağıtan 15 basın-yayın kuruluşu, 11 dernek ve vakıf, yurtiçinde 5, yurtdışında 4 olmak üzere 9 radyo istasyonu ve 11 internet sitesi bulunuyor. Misyoner kuruluşları bunların dışında kitabevleri, bürolar ve evlerde yaptıkları seminer, toplantı, konferans ve benzeri faaliyetlerle etkinlik alanlarını genişletmeye çalışıyorlar.

Dünya da 1992 yılı verilerine göre; misyonerlere ait 120.880 kurum, misyonerleri eğiten, yetiştiren 99.200 enstitü, misyonerlik faaliyetlerinde çalışan mesleki misyoner 4.208.250 kişidir. Bu misyoner kurumlarında 82.000.000 bilgisayar, misyoner kurumlarında bir yıl içerisinde çıkarılan 88.160 adet kitap, misyonerlik hizmetlerinde faaliyet gösteren 2.340 radyo ve televizyon istasyonu vardır. Misyonerler, her yıl bedava 53.000.000 İncil dağıtmaktadır. Kilise okullarında okuyan 9.000.000 öğrenci, bu kiliselere ait 10.600 hastane, yine kiliselere ait 680 huzurevi ve 10.050 tane eczaneleri vardır. Hıristiyanlaştırma hizmet projelerinin bütçesi 163 milyar dolardan fazladır

Vatikan tarafından, Asya’nın Hıristiyanlaştırılmasında Türkiye merkez kabul edildi. Ülkemizin Asya’nın Hıristiyanlık için geçiş yolu üzerinde olması, günümüz misyonerlik faaliyetleri açısından ülkemizin ne derece büyük tehlikeler ile karşı karşıya kaldığını ortaya koymaktadır. Misyonerlerin hedef kitleleri arasında, tahmin edileceği gibi menfaat beklentileri içerisinde olan veya ilgiye, yardıma muhtaç, toplumla barışık olmayan, bulunduğu ortamdaki ekseriyetten farklı mezhep veya etnik özelliklere sahip olan kişi ya da gruplar bulunuyor. Misyoner propagandalarına açık olan asıl kesimin, inanç zafiyeti yaşayan ve bunun sonucunda yeni arayışlara girerek bilhassa popüler ve kolaycı inanç sistemlerine yönelen gençlerden oluştuğu görülüyor. Söz konusu faaliyetlerin daha ziyade üniversite gençliği arasında rağbet görmesi de bu değerlendirmeyi kuvvetlendirmektedir.

Bunlar Türkiye’de on bin imanlıya ulaşma, yirmi bin imanlıya ulaşılma gibi kendilerine hedefler koyarak faaliyetlerini yürütmekteler Müslüman gençleri zehirlemekteler. Yapılacak olanlar bellidir Aileler çok dikkatli olmalı, çocuklarına dinlerini çok iyi öğretmeli, İlkokuldan başlayarak gençlerimize tahkiki iman dersleri verilmeli, bu konuda tüm kuruluşlar vakıflar üzerine düşeni ivedilikle yapmalı. Manevi bir mücahede içerisinde bulunduğumuz böyle bir zamanda, tek başımıza bir şey yapmamız neredeyse mümkün değil. “Zaman cemaat zamanıdır” prensibiyle hareket etmekle mükellefiz.

Mana erlerinin içine dahil olup, verilen vazifeyi yerine getirmekle meşgul olacağız. O zaman kuvvetimiz birden bine çıkar. İnsanlar iman ve ahlak yönünden düzelip, iyi bir kul, iyi bir ümmet olursa; Allah’ın bir gün içinde bulutsuz havayı bulutlandırıp yağmuru göndermesi gibi, bir anda yıkılmış değerlerimizi ve tahribe uğramış mabetlerimizi yeniden ihya etmesi, O’nun kudret ve rahmetinin şanındandır. Yeter ki biz bu rahmet ve kudrete münasip bir kul ve ümmet olalım.

Her genç Ebu Bekir Kani Efendi gibi olamayabilir Allah korusun tehlike büyük. Bediüzzaman Hazretleri “Karşımda müthiş bir yangın var, alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!”

Allah tüm ümmeti Muhammedin evlatlarını bu ateşten korusun imanımızı sabit kılsın. Amin. “Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada İslamiyet’in olacaktır.”

Çetin KILIÇ

Kaynaklar;
Risalei Nur Külliyatı
Prof Remzi Kılıç
İskender Pala
M Nuri Yılmaz
Sorularla İslamiyet

Hulusi Ağabey Diyor ki…

Hulusi Ağabey, “Nurlarla alâkadar olduğum zamanlarda, dünyevî bütün lezzetlerin fevkinde büyük bir zevk ve havassımda azîm bir şevk hissediyorum.” buyuruyor.
Hiç hatırdan çıkarılmaması hafızalara kazınması gereken şu cümle.
“O nurlarla iştigal etmediğim zamanlar, keşki enfas-ı ma’dude-i hayattan olmaya idiler.”

Ne demek istiyor Hulusi Ağabey? “Nurlarla iştigal etmediğim zaman nefes alıp vermeyeyim, bir başka tabirle nefes aldığım her an nurlarla iştigal etmeliyim.” Bu söz nasıl bir haleti ruhiye içinde söylenmiştir, hayretler içindeyim.

Yirmi Dördüncü Mektub’un Birinci ve İkinci zeyillerini okuduğunda kendinden geçtiğini söyleyen Hulusi Ağabey, “Dünya işlerinden kendimi kurtardığım zaman Ruhî ve manevî gıdamı almaya ve bulabildiğim böyle bir muhatabı da hissedar etmeye çalışıyorum.” diyor.

Sözler sayesinde geçirdiği bir senenin bir gününe hayatının tamamının mukabil gelmediğini söylüyor aynı zamanda.
Sözlerden değil hepsini, bir tanesini alan insaf ile okursa, hakkı teslime ve münkir ise gittiği yolu terke, fâsık ise tövbeye mecbur olacağına kat’iyyen ümitvâr olduğunu dile getiriyor.

“Yirmi Sekizinci Mektub’un Beşinci ve Altıncı Mes’elelerini okuduğumda şeker gibi tatlı, şeker şerbetinizi besmeleyle içmeye başladım. Zevk ile mütalaa ettim. Çok susamıştım. Manevî susuzluğumu, elim ermez, gücüm yetmez, nazarım erişmez, hülâsa acz-i tâmm içinde, fakat rahmetinden ümid kesmediğim bir halde iken, ol Rahmanü’r-Rahîm Hazretlerinin Muazzez Üstadım vasıtasıyla teskin ettiğine, yüz binler hamd ü şükreyledim ve edeceğim.” diyen Hulusi Ağabey, Yirmi Sekizinci Mektub’un Yedinci Mes’elesini Hâfız Ömer Efendi’ye ve bir defa pederi ve eski hocalarından İbrahim Efendi ve bir dostuna ve bir defa da Fethi Bey’e okuduğunu ,başta kendisi olduğu halde, dinleyenlerin ahval-i ahîre dolayısıyla kalblerinde hasıl olan manevî yaraya çok mükemmel ve münasib bir merhem vurduğunu söylüyor.

Hulusi Ağabeyin dediği gibi: “…Nefs-i emmarenin zebunu, cinn ve ins şeytanlarının hedefi olmaktan kurtulamadık ise de bu hasbî ve Kur’anî hizmetten zevk alıyoruz, lâyıkıyla yapamıyorsak da yolunda bulunuyoruz.” inşallah…

Selam ve dua ile kalın.

Çetin Kılıç

Kaynak: sorularlarisale

Din Gönüllülerine İstirhamımdır

Bayramlarda müşahede ettiğim bir konuyu sizlerle paylaşmak istedim. Akrabalar arasında dargınlıklar, birbirleriyle konuşmamak çok ciddi boyutlarda. Kardeşin kardeşe küs olması barut içine düşen kıvılcım gibi imiş, gerçekten de bu küslükler başta çocukları daha sonra yakın akrabaları da etkiliyor. Bu küslüklerin sebeplerinin en başında miras paylaşımından kaynaklanan sorunlar geliyor, haksız ve adaletsiz bölüşüm böyle hoş olmayan ve kişilerin sosyal hayatına ciddi olumsuz etki yapan bir sonuç doğuruyor.

Size bu yazıyı yazmama sebep olan neden ise bu dargınlıklara, haksız paylaşımlara kapı aralayanların ebeveynlerin bilerek veya bilmeyerek yaptıkları hatalı tutumları. Anne veya baba yanındaki oğlunu veya küçük oğlunu veya kendisine bakacağını umduğu evladını kayırdığı için adil bir paylaşım yapmıyor, bazı evlatlarında iyi niyetli olmaması ve anne babasının üzerinde etkili olmasını da sebeplere sayabiliriz.

Asıl sorun, Ebeveyn böyle bir paylaşımı yaptığında bunun Allah katında günah olduğunu bilmiyor, Mal benim istediğim gibi dağıtırım. Oda bana saygılı olsaydı. Eşine söz geçiremeyen adama ben mal vermem. Bayramda bile kapımı açmayana ben zırnık koklatmam. Onun işi iyi evini, arabasını aldı bunun bir şeyi yok, tabi ki ona bırakacağım, hem yıllardır birlikteyiz beraber kazandık ne yapsaydım yani. Gibi kendince haklı gerekçelerle farkında olmadan kardeşler ve akrabalar arasında büyük tahribata sebep veriyorlar, farkına vardıklarında iş işten geçmiş oluyor. 

Çok yakinen şahit olduğum bir olayı anlatım yazıma son vermek istiyorum. Bir kızı ve bir oğlu olan baba malının büyük bölümünü oğluna veriyor, yaşlanıp el ayaktan düşünce kendisine kızının daha fazla yardım ettiğini, hastaneye kızının götürdüğünü, ilaçlarıyla, evinin temizliği, bakımı gibi birçok konuda kızını hep yanında görünce yanlış yaptığını fark edip, oğluna, -Ben kardeşine haksızlık yaptım mallarımı eşit dağıtmam gerekiyor sen şu dükkânı şu evi kardeşine ver diyor.
Oğlu
-Ben çalıştım yaptım niye verecekmişim.
Baba
-Oğlum benim işyerimde birlikte çalıştık, onlarda kardeşinin de hakkı var dese de söz geçiremedi ve hacı amcamız bu üzüntüsünden hasta oldu, bir daha da ayağa kalkamadı. Gerek toprakların para etmesi, gerek dini hassasiyetlerin düşük olması, Trakya’da bu dargınlıklar daha fazla diyebiliriz. Bu dargınlıkların daha da artmaması, ortadan kalması için bu halkın bilgilendirilmesi elzemdir, bu konuya sahip çıkıp halkımızı bilinçlendirmek için gerekeni yapacağınızı umuyor saygılar sunuyorum.

Çetin KILIÇ
LÜLEBURGAZ

Bayramlar ve Dargınlıkların Son Bulması

Bayramlar barışmak, dargınlık ve küslüklerin ortadan kalktığı, tüm akraba ve dostların kaynaştığı gün olarak bilinir. Bayram günlerinde tatile gitmek, bayram günlerinde büyükleriyle birlikte olmak yerine denize gitmeyi tercih etmek ülkemizde de çokça karşılaşılan bir durum oldu, oteller doldu taştı, sılairahim unutuldu, yaşlı anneler babalar kapıları gözler oldu, bayramda ellerini öpmesi için, sarılıp okşaması için beklediği torununun, çocuğunun, kızının tatil fotoğraflarıyla avundu. Oysa onlara baklavalar yapmış, börekler açmış, en sevdiği yemekleri hazırlamıştı, torunu seviyor diye bahçeye salıncak bile kurmuştu.

Bilinmelidir Hayat oyun ve eğlence olmadığı gibi, bayram da tatil değildir. Anne, babalarını, nine ve dedelerini mübarek bayram gününde, torun kokusundan, evlat özleminden ayrı bırakanlara söyleyecek pek sözümüz yok, tercih kendilerinin fakat bilmeleri gerekir ki “men dakka dukka”. Konuma dönmek istiyorum, asıl konum küskün durmak, barış olmamak, dargın kalmak dinimizde hoş karşılanmadığı gibi toplumda kötü sonuçlar doğuruyor.

Üstad Bediüzzaman kardeşin kardeşe dargınlığını barut içine kıvılcım düşmesi diye tasvir ediyor, aynen öylede kardeş kardeşe küs olunca eşler,çocuklar, kuzenler, yeğenler, hatta anne, baba, teyze, hala, dayı da bu durumdan müteessir oluyor, o dargınlık taa onlara kadar sirayet ediyor. Müminlerde nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve inat ve haset, hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı mâneviyece çirkin ve merduttur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir.

Böylesi büyük zarar getiren bu durumdan kurtulmak için bayramlar çok iyi fırsattır, Allah’ın Mümin kullarına ikramıdır. Bir gemide dokuz masum bir cani varken o caniyi cezalandıracağım diye dokuz masuma zarar vermemek için gemiyi batırmadığın gibi kardeşinde de hoşuna gitmeyen bir huyu ve kötü hasleti yüzünden diğer iyi ve güzel hasletlerini hiçe sayıp dargın ve küs olamamalısın. Hatta gemide dokuz cani bir masum varken bile o masum hatırına insafı olan yine gemiyi batırmaz.

Evet, mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için, Peygamberimiz (sav) “Üç günden fazla mü’min mü’mine küsüp kat-ı mükâleme etmeyecek. “Buyurmuştur. Bir hocamız sohbette şöyle demişti, ben bir kardeşime kırıldığımda şöyle düşünüyorum “Bu arkadaşımın Kâbe den daha ehemmiyetli imanı, Uhud dağından daha azametli İslamiyet gibi özellikleri, muhabbeti var yine aynı zamanda birçok ortak yanımız var, küsmem gereken şeye bakıyorum adi taş hükmünde bile değiller. Diyorum ve ona küsemiyorum. 

Dünyalık meta için kalp kıranlara şu hatırlatmayı yapmak istiyorum, dünya Âdem (as)’ mın ceza olarak gönderildiği yer Üstadın tabiriyle hapishane. Neyin kavgasını veriyorsun? Hapishanenin kavgasını yapıyorsun, aklını başına topla tövbe et helalleş. Acaba birgün adâvete değmeyen birşeye bir sene kin ve adâvetle mukabele etmeyi hangi insaf kabul eder, bozulmamış hangi vicdana sığar?

Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder. İmanda birsek kalpte inançta ve sosyal hayatta da bir olmalıyız İslam olmak mümin olmak bunu gerektirir. Askerde bir olduğun arkadaşına neden muhabbet ediyorsun, bazı ortak şeyleriniz yüzünden, aynen öylede iman kardeşine de muhabbet etmelisin çünkü Allah’ımız bir, peygamberimiz bir, kitabımız bir, kıblemiz bir, vatanımız, bayrağımız binlerce birlerimiz var. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları halde, şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın.

En’âm Sûresinde Mevlam “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.” Buyuruyor. Buna göre bir mü’minin fena bir sıfatından darılıp, küsüp, o mü’minin akrabasına adâvetini teşmil etmek, gayet büyük bir zulümdür, hakikat ve şeriat ve hikmet-i İslâmiye sana ihtar ettiği halde, nasıl kendini haklı bulursun, “Benim hakkım var” dersin?  Üstad böyle davrananlar için “Muhakkak ki insan çok zalimdir.”ayetini hatırlatıyor. İşin doğrusu bu küslüğü başkasına sirayet ettirmemeli sevmediğin bir adamın sevimli kardeşine düşmanlık edilmemeli.

Adâvet etmek istersen, kalbindeki adâvete adâvet et, onun ref’ine çalış. Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmârene ve hevâ-i nefsine adâvet et, ıslahına çalış. O muzır nefsin hatırı için mü’minlere adâvet etme. Eğer düşmanlık etmek istersen, kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adâvet et. Evet, nasıl ki muhabbet sıfatı muhabbete lâyıktır. Öyle de, adâvet hasleti, herşeyden evvel kendisi adâvete lâyıktır.

Eğer hasmını mağlûp etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle mukabele et. Çünkü eğer fenalıkla mukabele edersen, husumet tezayüd eder. Zâhiren mağlûp bile olsa, kalben kin bağlar, adâveti idame eder. Eğer iyilikle mukabele etsen, nedâmet eder, sana dost olur. Fena bir adama “İyisin, iyisin” desen iyileşmesi ve iyi adama “Fenasın, fenasın” desen fenalaşması çok vuku bulur. Bu dargınlıklarda bütün suçu karşı tarafa veremezsin çünkü onda kaderin bir hissesi var, nefsin ve şeytanın hissesi var.

Güya ebedî dünyada durup ebedî beraber kalacak gibi şedit bir hırsla ve daimî bir kinle, mütemadiyen bir adâvetle mukabele etmek, sîga-i mübalağa ile, bir zalûmiyettir veya bir sarhoşluktur, bir nevi divaneliktir. “Dünya öyle bir metâ değil ki nizâa değsin.” Çünkü, fâni ve geçici olduğundan kıymetsizdir. Koca dünya böyle ise, dünyanın cüz’î işleri ne kadar ehemmiyetsiz olduğunu anlarsın.
İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: dostlarına karşı mürüvvetkârâne muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muamele etmektir.

Mevlam hakiki bayramlara eriştirsin inşallah.

Çetin KILIÇ

Kaynak;
Risalei Nur 
Abdurrahman Dilipak