Etiket arşivi: diyanet

Üstadın Vasiyetini Yerine Getiren Bakanları Tebrik Ederiz

Bediüzzaman Said Nursi’nin eseri olan Risale-i Nur‘un hakları Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından kullanılmasına ilişkin karar Bakanlar Kurulu tarafından imzalandı. Bakanlar Kurulu kararı ile Bediüzzaman‘ın kitapları tahrifattan kurtulacak.Risale-i Nur‘ların basılması ve dağıtılmasındaki tartışmalarına Bakanlar Kurulu son noktayı koydu. Bakanlar Kurulu tarafından alınan kararla Risale-i Nurların basımı, dağıtımı ve okutturulması Diyanet İşleri Bakanlığı bünyesinde gerçekleştirilecek.
Bediüzzaman Hazretlerinin isteği. ‘Benim kitaplarımı devlet bassın. Benim kitaplarımı devlet basıp okutturmalı.’ Bir vasiyetti.
Bu vasiyeti yerine getiren Bakanları NurNet ailesi olarak tebrik ediyoruz.
www.NurNet.org
Konuyla ilgili hatıra:

‘’Üstad Hazretleri, Risaleleri Diyanet bassın istiyordu. Onun için bize haber gönderdi, “Diyanet’in Risaleleri basması için teşebbüse geçin” dedi. Biz talebeyiz, pek Diyanete tesirimiz olmaz diye, rahmetli “Isparta Meb’usu Dr. Tahsin Tola” görev aldı. Biz onunla tanışmıştık, Ziyaretine gittik ve durumu anlattık. Allah rahmet etsin çok mübarek bir zattı, çok temiz bir insandı, bizim önümüze düştü ve Diyanet’e kadar gittik. O içeriye Reis’in yanına girdi, biz dışarıda bekledik. Reis’e teklifi yapmış. Reis demiş ki: “Başbakan bize emir vermediği müddetçe, bunları basamayız.

‘’Bunun üzerine rahmetli “Menderes’i ziyaret ettik beraber, ama biz yine dışarıda bekliyoruz, Tahsin ağabey durumu Menderes’e anlatmış. Menderes de demiş ki: “Ben sizi vekil tayin ettim, gidin Diyanet İşleri Başkanına söyleyin, bassın.” Biz tekrar Diyanet İşleri Başkanına gittik, yine rahmetli Tahsin Tola içeri girdi, fakat Reis: “Ben Başbakanla kendim konuşmadıkça basamam” diyerek kabul etmemiş. Neyse Reis Başbakanla görüşmek için çok uğraştığı hâlde muvaffak olamıyor, en sonunda Başbakanın müsteşarı “Ahmet Salih Korur” ile görüşüyor. Bu adam zannımca 33 dereceli bir masondu. O zamanlar Başbakan Müsteşarının bakanlardan daha çok sözü geçerdi. Diyanet İşleri Reisi bu adamla konuşuyor. Müsteşar Üstad’ımızın ismini göstererek: “Bu eserlerin basılmaması için bu isim kâfi değil mi?” diyor ve kabul etmiyor. Bunun üzerine Reis, Tahsin ağabeye gelerek: “bu durumda ben bu eserleri basamam” demiş. Tahsin ağabey de bize bildirdi, biz de Isparta’da bulunan Üstad’a bildirdik. Üstad’dan bize derhâl bir emir geldi: “Bu azîm sevap onlara nasip olmayacak, derhâl siz basacaksınız” dedi.’’ (Ömer Özcan-Ağabeyler Anlatıyor, Nesil Yayınları)

Müslüman Dini Liderlerden Diyanet’e Teşekkür..

STAR gazetesi muhaberi Mustafa Meydan’ın, haberine göre Latin Amerika’nın Müslüman önderleri, “Bu toplantı için Türkiye hükümetine ve Diyanet İşleri’ne teşekkür ediyoruz. İslam’ı yaşamak için model olan Türkiye’de bulunmak büyük bir şanstı” diye konuştular.Türkiye’ye teşekkür ediyoruz

Açılışını önceki gün Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in gerçekleştirdiği İstanbul Conrad Otel’de düzenlenen “Latin Amerika Müslüman Dini Liderler Zirvesi”nin katılımcıları Türkiye izlenimlerini şu sözlerle anlattı:

-Dominik Cumhuriyeti İslam Merkezi Direktörü Dr. Mohammed İrfan Khan:“Türkiye’de herşey çok güzel. Bu toplantıyı organize eden Türk hükümetine minnettarız. Latin Amerika ülkeleri olarak bizleri birbirimizle kaynaştıran Türkiye’ye çok teşekkür ederiz. Bu konferansla bir araya gelerek sorunlarımıza çözüm bulma imkanına kavuştuk.”

-Ekvator İslam Merkezi Başkanı Dr. Juan Francisco Suguilla Carrera: “Benim altıncı gelişim Türkiye’ye. Davet için teşekkür ederiz. Türkiye iki kıtayı birbirine bağlayan mucizevi bir ülke. Böyle bir girişimle birlikte olmak ayrı bir güzellik. Bu konferans sayesinde bir araya gelerek görüş alışverişinde bulunduk. Türkiye bizim için İslam’ı yaşamak için model alınması gereken bir ülke. Latin Amerika ülkelerinin Türkiye’de bir araya gelmesi hem çok faydalı hem de çok manidar oldu.”

Çalışmalarımızda örnek alacağız

-Venezuela İslam Merkezi Başkanı Kassem Mohammed Tayjan: “Biz Venezuela İslam Merkezi olarak Türkiye ile sürekli iletişim içindeyiz. İslam’ın globalleştiği bir dönemde bizde globalleşme sürecindeyiz. Bu konferans sayesinde İslami çalışmaların Türkiye’de nasıl yürütüldüğünü gözlemledik. Bizde ülkemizdeki faaliyetlerimizde bu çalışmalardan örnek alacağız.”

Biz bir araya getirememiştik

-ABD’den katılan Islamic Circle of Nort America (ICNA) temsilcisi Naeem Mohammed Baig: “Bu toplantı bizim için çok önemli. Latin Amerika’daki Müslüman azınlıkların bir araya gelmelerine vesile oldu. Biz Amerika’da bir araya getirmek istiyorduk ama başaramadık. Bu nedenle çok önemli bir proje.

İslamiyet özgürce yaşanıyor

-Arjantin’den İslami cemaat temsilcisi Jose Luis Colombo Lagos: “Türkiye İslam’ın özgürce yaşanabileceği en güzel ülkelerden biri. Çok geniş bir kültüre sahip, farklı mezheplerin bir arada bulunduğu bir ülke ve İslami hoşgörüye sahip. Geçmişinden dolayı batı ve doğu dünyası Türkiye’ye farklı gözlerle bakıyor. Bu toplantı sayesinde küçük küçük, değişik değişik ülkeler biraraya gelerek fikirlerini paylaşma fırsatı buldu.”

Kaynak : Mustafa Meydan / stargazete.com

Bediüzzaman’dan Diyanet İşleri Başkanına Mektup

Muhterem Ahmed Hamdi Efendi Hazretleri,

Bir hadise-i ruhiyemi size beyan ediyorum: Çok zaman evvel zatınız ve sizin mesleğinizdeki hocaların, zarurete binaen ruhsata tâbi ve azîmet-i şer’iyeyi bırakan fikirler, benim fikrime muvafık gelmiyordu. Ben hem onlara, hem sana hiddet ederdim. “Neden azîmeti terk edip ruhsata tâbi oluyorlar?” diye, Risale-i Nur’u doğrudan doğruya sizlere göndermezdim. Fakat, üç dört sene evvel, yine şiddetli, kalbime, size tenkitkârâne bir teessüf geldi. Birden ihtar edildi ki:

“Bu senin eski medrese arkadaşların olan başta Ahmed Hamdi gibi zatlar, dehşetli ve şiddetli bir tahribata karşı ‘ehvenüşşer’ düsturuyla, mümkün olduğu kadar bir derece bir kısım vazife-i ilmiyeyi mukaddesatın muhafazasına sarf edip tehlikeyi dörtten bire indirmeleri, onların mecburiyetle bazı noksanlarına ve kusurlarına inşaallah kefaret olur” diye kalbime şiddetli ihtar edildi.

Ben dahi sizleri ve sizin gibilerini, o vakitten beri yine eski medrese kardeşlerim ve ders arkadaşlarım diye hakikî uhuvvet nazarıyla bakmaya başladım. Onun için benim bu şiddetli tesemmüm hastalığım vefatımla neticelenmesi düşüncesiyle, sizi Nurlara benim bedelime hakikî sahip ve hâmi ve muhafız olacağınızı düşünerek, üç sene evvel mükemmel bir takım Risale-i Nur’u size vermek niyet etmiştim. Fakat şimdi hem mükemmel değil, hem tamamı değil; fakat ekseriyet-i mutlaka eczaları Nur şakirtlerinden gayet mühim üç zatın on on beş sene evvel yazdıkları bir takımı sizin için hastalığım içinde bir derece tashih ettim. Bu üç zatın kaleminin benim yanımda on takım kadar kıymeti var. Senden başka bu takımı kimseye vermeyecektim.

Buna mukabil onun mânevî fiyatı da üç şeydir:

Birincisi: Siz mümkün olduğu kadar Diyanet Riyasetinin şubelerine vermek için, mümkünse eski huruf, değilse yeni harfle ve has arkadaşlarımdan tashihe yardım için birisi başta bulunmak şartıyla, memleketteki Diyanet Riyasetinin şubelerine yirmi otuz tane teksir edilmektir. Çünkü haricî dinsizlik cereyanına karşı böyle eserleri neşretmek, Diyanet Riyasetinin vazifesidir.

İkincisi: Madem Nur Risaleleri medrese malıdır. Siz de medreselerin hem esası, hem başları, hem şakirtlerisiniz. Onlar sizin hakikî malınızdır. Münasip görmediğiniz risaleyi şimdilik neşrini geri bırakırsınız.

Üçüncüsü: Tevafuklu Kur’ân’ımız mümkünse fotoğraf matbaasıyla tab edilsin ki, tevafuktaki lem’a-i i’câziye görünsün. Hem baştaki Türkçe târifatı ise, o, Kur’ân ile beraber tab edilmesin, belki ayrıca bir küçük risalecik olarak ya Türkçe veya Arabîye güzelce çevirip öylece tab edilsin.

Bediüzzaman Said Nursi

Emirdağ Lahikası

Eski Diyanet İşleri Başkanlarından olan merhum Ahmet Hamdi Akseki,Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin gönderdiği Risale-i Nur Külliyatını aldıktan sonra, “İnşaallah bunları kendi öz ve has kardeşlerime okumak için vereceğim ve bu suretle tedrici tedrici neşrine çalışacağız” demişti.

www.NurNet.org

Diyanet Mesnevi-i Nuriye’yi de basıyor!

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Diyanet’in Risale-i Nur‘a sahip çıkması yönündeki vasiyeti bir kere daha yerine geliyor.
Daha önce İşaratü’l-İ’caz‘ı basan Diyanet İşler Başkanlığı, şimdi de Mesnevi-i Nuriye‘yi basmaya hazırlanıyor.
Açıklamayı Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez yaptı. “Müjde vermek istiyorum” diyen Görmez’in önceki gün Yeni Asya’da yayınlanan ilgili sözleri şöyle:
“İşaratü’l-İ’caz için bir bandrol engeli söz konusu değil. Çok yakında 30 bin adet baskıyı gerçekleştireceğiz. Eseri Arapça orijinali ile birlikte, Abdülmecid Nursî’nin tercümesini esas alarak tahkikli şekilde hazırladık. Bu vesileyle bir müjde daha vermek istiyorum. Mesnevî-i Nuriye’yi de yayına hazırladık ve yakında basacağız.”
Risalehaber

Müslümanlar Sizin Yüzünüzden Bu Halde!

“Zekat parasıyla gazete çıkarılamaz, televizyon kanalı kurulamaz, İslam’ın da olsa reklamı, propagandası yapılamaz…”

“ZEKAT PARASIYLA İSLAM’IN DA OLSA PROPAGANDASI YAPILAMAZ”

22. Uluslararası Güncel Zekât Sorunları Sempozyumu İstanbul’da başladı. Diyanet İşleri Başkanlığı ve Kuveyt Zekât Fonu işbirliğiyle düzenlenen sempozyumda konuşan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Görmez, “Zekât müessesinin temellerini değiştirerek fakirliği ve yoksulluğu ortadan kaldırma veya azaltma amacını bir kenara bırakarak, zekatı kendi düşüncemizin dünya görüşümüzün güç ve çoğaltma hakkımızın bir aracı haline getirmek hem Allah’ın hududuna hem de fakir kullarının haklarına alenen tecavüzdür” dedi.

Konuşmasında zekat müessesesinin işleyişi konusunda yaşanan sıkıntılara dikkat çeken Diyanet İşleri Başkanı Görmez, şunları söyledi;

“ALLAH’IN HUDUDUNA VE FAKİR KULLARIN HAKLARINA TECAVÜZDÜR”

Zekât müessesinin temellerini değiştirerek fakirliği ve yoksulluğu ortadan kaldırma veya azaltma amacını bir kenara bırakarak, zekatı kendi düşüncemizin dünya görüşümüzün güç ve çoğaltma hakkımızın bir aracı haline getirmek hem Allah’ın hududuna hem de fakir kullarının haklarına alenen tecavüzdür.

Afrika’da açlıktan ölen insanların hakkıyla cami yapılmaz, zekat paralarıyla okul, köprü, han, hamam yapılmaz. Suriye’de ot kaynatarak hayatta kalmaya çalışan kadınların, çocukların hakkıyla fi sebilillah maddesine zorla tevil ederek gazete çıkarılamaz, televizyon kanalı kurulamaz, İslam’ın da olsa reklamı, propagandası yapılamaz. Aç komşularımızı ihmal ederek, yok sayarak öksüzleri ve yetimleri muhtaç bırakarak zekatla kendi dinimizin, vakfımızın, teşekkülümüzün gelişmesini önceleyemeyiz.

“ZEKATI SADECE BİR BAŞLIK OLARAK ELE ALMAK DOĞRU DEĞİL”

Bildiğimiz gibi zekât mali ibadet olarak tavsif edilmektedir. İslam’ın genel paradigması içerisinde zekâtı anlayabilmek için İslam’ın ekonomik düzenle ilgili hangi prensipleri vazettiğini bilmek gerekir. Bugün gerek üretim biçimi ve gerekse iktisadi nizamla klasik İslami literatürün yazıldığı dönemler arasında ciddi bir farklılık vardır. İslam toplumunun iktisadi yapısı hakkında İslam düşüncesinin altın döneminde yazılan klasik eserleri günümüz literatürüne getirememiş bulunduğumuzdan bugün İslam ülkelerinin içinde bulunduğu iktisadi bilgi ve hayat en genel olarak doğrudan doğruya, İslam medeniyetinin dinamiklerinden ziyade genellikle batıda gelişen iktisat teorilerinin bir tekrarı olmaktan ve iktisadi olayları modernitenin postulatlarıyla inceleme, yorumlama ve hayata aktarmadan öteye gitmemektedir. Bu metot ise, her şeyden önce, tamamen metafizik anlamda farklı bir hayat tasavvuru ortaya koyan, sosyal hayatı ahiret inancıyla bütünleştirmeyen ve buna göre iktisadi ve sosyal hayatı inşa etmiş bir dünyanın tecrübesinden doğmuş kavramları İslam toplumlarında uygulamaya çalışmak temel yanlışları beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla İslam’ın hayatla ilgili görüşünü bütünüyle kavramadan bugün sadece bir başlık olarak ‘zekâtı’ ele almak ve bugünün dünyasında zekâtla ilgili fıkıh bağlamında sorunları çözmek eksik ve yetersiz olacaktır.

“MÜSLÜMAN ASIL MÜLK SAHİBİNİ UNUTMAMALIDIR”

Tarihsel İslami toplumlarda kendine mahsus bir iktisadi sosyal hayat var olmuştur. Bu hayatın temel yapısı İslam’ın hayat tasavvurudur. Öncelikle bu dünya kalıcı ve ebedi bir hayatın yaşandığı bir mekân değildir. İslam, gerek insana, gerek eşyaya baksın, Allah’ı, insanın da, eşyanın da yaratıcısı ve yaşatıcısı olduğunu asla unutmaz. Bu anlamda Tevhid anlayışı olaylara bakışının temel paradigmasını oluşturur. Mutlak anlamda eşya da insan da O’na aittir. Mülk mutlak anlamda sadece O’nundur. Müslüman mülk edinişinde ve ona tasarruf edişinde, daima asıl mülk sahibini hatırlar ve hatırlamak zorundadır. En geniş daire Allah’ın hakkıdır. Mutlak hak O’nundur. Sonra insanın, sonra hayvanın, bitkinin ve eşyanın hakkı gelir. İslami zihinde ve algıda, bu açıdan bakılınca, bir taşın bile bir hakkı vardır ki o hakkı ne insan ne de toplum elinden alabilir. Allah bu mülkte insanı kendisine halife kılmıştır. İslam, insana bir mülkiyet hakkı tanımıştır ama bu hakkın üzerinde, Allah’ın hakkı birinci sırada gelmektedir. Mülkiyet hakkı, kullanma usul, sınır ve gayesiyle birlikte tanınmıştır. İslam, üzerine dinin uhrevi damgasını da vurduktan sonra, kişinin mülkiyet hakkını tanımıştır. İnsana en üstün şan, bu dünyada Allah’ın halifesi olmak hak ve yetkisine sahip oluşudur; bu anlamıyla yeryüzü insana emanet edilmiştir.

“ZEKATINI VERENLER BİLE GÖNÜL HUZURUYLA YATAMAZ”

Mesuliyetleriyle mükellef olan insan bu emanet düşüncesinden bağımsız değildir. İnsan, sadece kendi benliğini var etmek ve bunun için çaba ve gayret içerisinde olarak tutkularının esiri olamaz. Sınanması için insanın potansiyelinde var olan mülkiyet duygusu bizatihi bir değer değildir. Mülkiyet duygusu ahlaki kaygıları bir tarafa bırakarak bir amaç ve tutku haline gelirse bu duyguyla hareket edenleri Kur’an, Kabil ile sınanmayı kaybedenler olarak bize anlatmaktadır. İslami toplumsal hayatla ilgili genel ahlaki ilkeler bir birini tamamlar. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir”, hadisi en meşhur bilinen hadislerin başında gelmektedir. Buradaki ahlaki prensip, zekât ile ilgili fıkhî hükümlerin ötesinde çok anlamlı bir duruş vermektedir. Bugün İslam dünyasında veya başkaca dünyada açlıktan ölenlerin sayısı istatistiki rakamlar içerisinde yer alıyorsa hiçbir mümin kılı kırk yararak ve kırkta bir ölçüsüne göre zekâtını vermeyi hesaplayıp bunu ifa etmenin huzuruyla yatamaz.

“Bugün en stratejik doğal kaynakları bünyesinde barındıran İslam ülkeleri iyi bir akılla bu nimeti değerlendirmediği için maalesef birçok İslam beldesinde insanlar açlık, sefalet ve ölümle karşı karşıyadırlar…”

“İSLAM ÜLKELERİNE SERT GÖNDERME: MÜSLÜMANLAR SİZİN YÜZÜNÜZDEN BU HALDE”

İslam’ın her hükmünde olduğu gibi iktisadi hayatla ilgili görüşünde birinci prensip onun İslam dışı sistemlerden farklılığını kabul etmekse, ikinci prensipte İslam’ın bu cephesinin öbür cephelerinden, yani, inanç, ibadet, ahlak, hukuk, sosyal hayat ve genel dünya görüşü cephelerinden ayrı ve bağımsız ele alınamayacağıdır.

Bugün için göz önünde tutulması gereken diğer bir hususta İslam ülkelerinin bugünkü durum ve sistemlerine bakıp veya Müslümanların pratiklerine bakarak İslam’ın özgün iktisat sisteminin olmadığını söylemek doğru değildir. Çünkü bugün gerek Müslüman zihinler ve gerekse Müslüman toplumlar İslam’ın toplumsal ahlaki kaygılarını önceleyen bir durum içinde değillerdir. Uzun süredir modernitenin dayatmalarıyla ve aydınlanma paradigmasıyla düşünmeye mecbur edilmiş kitleler ister istemez farklı bir düşünüş biçimine yönelirler. Bizler bugün fıkhı sorunları zorunlu olarak ele almaktayız. Elbette bu bizim için önemli sorumluluktur. Ancak İslam fetvalar eşliğinde sadece günümüzü zorunlu yaşamak değildir. Bir taraftan reel halimizi her şeye rağmen İslami prensipler doğrultusunda yaşamaya gayret ederken diğer taraftan tarihsel dönemlerde olduğu gibi İslam’ı yaşanan bir medeniyet haline nasıl getireceğimizle ilgili tasavvur üzerine çaba göstermek gerekmektedir. Modernitenin getirdiği üretim biçimlerinin değişmesiyle yaşanan bugün ki sosyal hayat birçok geleneksel kalıpları değiştirmiş ve yeni bu durum karşısında Müslümanlar henüz güçlü söz söylemiş değildir. Yüz yıllardır dünyada gerek ekonomik, gerek siyasi ve gerekse bilimsel açıdan etken olmaktan uzaklaşan İslam ümmeti hep dışarıdan kendisine biçilen rollere göre hayatını idame ettirmekte tarihin yapıcı aktörü olma yerine maalesef edilgen faktörü olma halini yaşamaktadır.

Bugün en stratejik doğal kaynakları bünyesinde barındıran İslam ülkeleri iyi bir akılla bu nimeti değerlendirmediği için, egemen ülkeler bu zenginlikleri maksimum düzeyde ekonomiye dönüştürürken, maalesef birçok İslam beldesinde insanlar açlık, sefalet ve ölümle karşı karşıyadırlar.

“ZEKAT, MUHTAÇ MÜMİNLERİN DİĞERLERİNİN ÜZERİNDEKİ HAKKIDIR”

Allah yarattığı herkes için nimet vermiştir ve rızık Allah’tandır. Ancak bu nimetler bir kısım insanlar tarafından gasp edildiği ve adil bir paylaşım olmadığı için insanların bir kısmı bu rızkı elde edemediğinden açlıkla ve ölümle yüz yüze bırakılmaktadır. İslam sermaye hareketliğini gösteren ve bunun belli bir mutlu azınlığın elinde olmasını değil tabana yayılarak toplumsal bir yapının oluşmasını öngörür. Zekât bütün bu ahlaki ilkelere rağmen toplumsal katman olarak ihtiyaç sahibi konumunda bulunanların diğer müminler üzerindeki hakkıdır. Bu durum, asgari ölçüler içerisinde zekâtı vermeyenler, ihtiyaç sahiplerinin hakkına ve hukukuna uymadıklarını gösteren bir sınırdır. İslam bu hakka riayet etmeyenleri hududullaha tecavüz olarak değerlendirir. Bu sınırın dışında Kur’an müminlere kendilerine rızık olarak verilenlerden infak etmeyi ahlaki olarak tavsiye ve teşvik etmektedir. Sadece zekâtı hesap ederek toplumsal vazifeler yerine getirilmez.

“HANGİ VİCDANDAN VE HİKMETTEN BAHSEDEBİLİRSİNİZ”

Zekât olmazsa olmazdır. Ancak zekâtın yanında sadaka da, infak da, karz-ı hasen de ibadettir. İbadetin şeklinden ziyade aslolan ibadetlerdeki amacı ve anlamı idrak etmek olmalıdır. Bugün İslam dünyasında hangi mallardan nasıl ve ne şekilde zekât verileceğiyle ilgili yapılan hesapları anlatan kitaplar kadar, zekâtın hangi gaye ve maksada binaen İslam’ın emri olduğunu anlatan ve bu yönüyle Müslümanın toplumsal sorumluluklarını hatırlatan eserlerin de var olması bir o kadar önemlidir. Bugün bizim kaybettiğimiz şey bilgi değil hikmettir. Bugün bilgiye erişmek kadar kolay bir şey yoktur. Bilgiyi ansiklopedilerde ve kitaplarda bulabilir; bilgisayarlarda en güzel tasnif edebiliriz. Ancak hikmeti buralarda bulamayız, vicdanlarımızda olan kadardır. Bugün her birimizin yanı başında açlık ve sefalet içerisinde yığınlar yaşıyorsa yaşamın koşullarına dayanamayıp cinnetler karşısında ölümler yaşanıyorsa ve bizler buna seyirci kalıyorsak hangi vicdandan ve hikmetten bahsedebiliriz. Bu durumlar yaşanırken ciltler dolusu zekât hesaplamalarını anlatan kitapların var olması ne anlam ifade edebilir. Üzülerek belirtmek isterim ki, dünyevileşmenin geçici büyüsüne kapılarak İslam’ın toplumsal ahlaki kaygılarından bağımsız bireysel zenginleşmenin getirdiği yozlaşma bugünün Müslümanları için yeni bir durumdur.

Bu hal içerisinde hiçbir ahlaki kaygıya riayet etmeksizin kazanılan serveti yüzde iki buçuk hesaplamayla verilecek zekâtla temizleneceğini düşünmek İslami bir zihnin ürünü olamaz. Müslüman her şeyiyle helal ve temiz olana riayet etmelidir; helal olan kazancından zekât vermeli, infak etmelidir. Zekât malın haramlardan temizlenmesi değil, müminlerin mallarındaki başkaca müminlerin hakkının verilmesidir.

“İSLAM DÜNYASININ ZİHNİYET DEVRİMİNE İHTİYACI VAR”

Elbette her türlü çaba önemlidir. İslam medeniyetinin inkişafı bilgiyle ve toplumsal hukukun var olması ve adaletin yaygınlaşmasıyla mümkün olmuştur. Yapılan tüm çabalarımız yeniden bu medeniyetin yeryüzünün tüm mazlum ve mağdur insanları için bir umut olmasına yönelik olmalıdır. Bugün biz Müslümanlar olarak önce kendi nefsimizden başlamak üzere zihnimizi, mala mülke, servete ve paraya bakışımızı değiştirmeli ve her türlü arınmalı yapmalıyız. Bu arınmayla birlikte toplumsal değişimin nasıl olacağı sünnetullahın bir gereğidir.

Bugün İslam dünyası her şeyden önce bir zihniyet devrimine ihtiyaç duymaktadır. İbadeti bir bütün halinde görmeyen, kendi içinde hayatı parçalayarak departmanlara bölen zihniyetin var ettiği toplumdan, her şeyi kuşatacak şekilde ahlaki prensiplere uygun hareket eden bir toplumsal yapı meydana gelmez. Bugün birçok şey güç ve servet tutkusu için istismar edildiği gibi İslami birçok kavramda bilerek veya bilmeden istismar edilebilmektedir. Fakirin hakkı olan zekât müessesesi iktisadi teşekküller haline dönüşebilmektedir. Maalesef üzülerek belirtmek isterim ki, dini vecibe olarak yapılan mali ibadetlere yönelik hizmet yapma vadiyle ortaya çıkan bir kısım kuruluşlar, kolayca istismara kapı aralayacak hale bürünmektedirler. Klasik dönemlerde kamusal ahlaki denetimler mahallinde kolayca yapılırken bugün, modern hayatın getirdiği karmaşa ve kargaşa içerisinde gönüllülük esasına göre hareket eden yapılarda kamusal denetim gereğince yapılamamaktadır. Özellikle dini vecibeler kapsamında olan mali ibadetlerle ilgili yani zekât, sadaka, kurban, infak vb yardımların toplanma ve harcanma usulleriyle ilgili kamu adına dini hassasiyetlere uygun bir denetim mekanizması kurulmalıdır.

“ZEKAT PARASIYLA GAZETE ÇIKARILAMAZ”

Zekat müessesesinin temellerini değiştirerek fakirliği ve yoksulluğu ortadan kaldırma ve azaltma amacını bir tarafa bırakarak zekatı kendi düşüncemizin, dünya görüşümüzün, güç ve çoğaltma tutkumuzun bir aracı haline getirmek hem Allah’ın hududuna hem de fakir kullarının hukukuna alenen tecavüzdür. Buna göre Afrika’da açlıktan ölen insanların hakkıyla cami yapılmaz. Zekat paralarıyla okul, köprü, han, hamam yapılamaz. Suriye’de ot kaynatarak hayatta kalmaya çalışan kadınların, çocukların hakkıyla fi sebilillah maddesine zorlama teviller sokarak gazete çıkarılamaz. TV kanalları kurulamaz. İslâm’ın da olsa reklamı, propagandası yapılamaz. Aç komşularımızı ihmal ederek yok sayarak öksüzleri ve yetimleri muhtaç bırakarak zekatla kendi derneğimizin, vakfımızın, teşekkülümüzün gelişmesini önceleyemeyiz.

Toplantımızın hayırlara vesile olmasını yüce Allah’tan diliyorum. Dün kaybettiğimiz Berkin Elvan kardeşimize de Allah’tan rahmet diliyorum. Allah bu ülkede barışı ve huzuru içimizden eksik etmesin.