Etiket arşivi: diyanet

“VI. Dini Yayınlar Kongresi” 29 Kasım’da başlıyor…

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından altıncısı düzenlenecek “VI. Dini Yayınlar Kongresi” 29 Kasım 2013 Cuma günü İstanbul Grand Cevahir Kongre Merkezi’nde başlayacak. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in katılımıyla gerçekleşecek ve üç gün sürecek kongrenin ana teması “İslam-Sanat ve Estetik” olarak belirlendi.

Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü tarafından organize edilen kongrede, yayıncılık alanındaki gelişmeleri takip etmek, yayın hizmetleri için kısa, orta ve uzun vadede hedefler ve yeni projeler oluşturmak, konunun uzmanlarından istifade etmek, kendi bilgi ve tecrübelerimizi özel sektör ile paylaşarak dini yayıncılık alanındaki gelişmelere katkı sağlamak hedefleniyor.
“İslam-Sanat ve Estetik” ana teması altında ‘Dinler ve Estetiğin Keşfi’, İslam Sanatının Tarihsel Serüven,’, ‘İslam ve Edebiyat’, ‘İslam ve Mimari’, ‘İslam ve Musiki’, ‘İslam ve Görsel Sanatlar’, ‘Geleneksel Türk-İslam Sanatları’, ‘Din ve Sanat Konulu Neşriyat’, ‘İslam, Sanat ve Estetik Konulu Yayıncılıkta Gelecek İçin Perspektifler’ konularının oturum başlıkları halinde değerlendirileceği kongrenin son oturumuna Diyanet İşleri Başkanı Görmez başkanlık edecek.
Dokuz oturum halinde gerçekleştirilecek kongreye, alanında uzman pek çok akademisyen, sanatçı, araştırmacı ve yayınevi temsilcisi katılacak. Kongrede ele alınacak konuların, ‘İslam, Sanat ve Estetik’ konulu dini yayınlara ve bu konuda yapılacak akademik çalışmalara önemli katkılar sağlaması bekleniyor.www.diyanet.gov.tr

Alevilik Konusundaki Kırmızı Çizgilerimiz

alevilik-konusundaki-kirmizi-cizgilerimizBugünlerde Alevilik ve Cemevleri tartışması yine alevlendi. Önce birileri Diyanet İşleri Başkanlığı adına bazı teklifler var diye uydurmalarla ortaya çıktı. Daha sonra finansmanını Hoca Efendi Hizmetinin karşılayacağı ve hatta bugünlerde temeli atılacak olan Cami-Cemevi-Aşevi Kompleksi gündeme getirildi. İster gerçek manadaki Aleviler ve isterse Hoca Efendi Hizmeti işin içinde olduğu için bütün Ehl-i Sünnet konuyla alakalı soru işaretleri taşıyor ve belli kesimler de bunu kullanıyorlar. Bu sebeple konuyla alakalı kırmızı çizgilerimizi tekrar hatırlatmak icabetmektedir.

Evvela şunu belirtmek istiyorum ki, alevî-sünnî diyalogunun yapılabilmesi için, her ikisinin de ehl-i tevhîd manasında ve İslâmın gölgesi altında düşünülmesi gerekir. Aksi takdirde, bugün Alevîliğe, özellikle belli çevreler tarafından öyle manalar verilmektedir ki, bu manaları, ne Alevîliğin ileri gelenleri ve ne de din mensubu bir insanın kabul etmesi mümkün değildir. Mesela “Alevîlik bir inanç sisteminden ziyâde hayât tarzıdır. Alevîlik öte dünya üzerinde değil bu dünya üzerine; efsâne üzerine değil insan üzerine kuruludur. Osmanlı değil ve Arap hiç değildir. Çoğunlukla Türk, biraz Kürt’tür. Orta Anadolu insanının yaşam tarzıdır. İslâmdan etkilenmiştir; ama Şamanist karakter taşır. Kısmen Budizm ve Hıristiyanlığın etkisi altında kalmıştır. Şi`î hareketiyle çok az ilgilidir ve soyut bir Ali sevgisi vardır.”[1]. Dikkat edilirse, bu sözleri söyleyen insan, başta âhireti inkâr etmektedir; İslâmiyetle olan bağını, sadece. Şamanizm kadar görmektedir. Hz. Peygamber’ e uymayı Arap olmak gibi takdim etmektedir. Bu grup ile, adları ne olursa olsun, bizim diyalogumu olamaz; kestikleri yenmez ve kız alınıp verilemez. Buna tarih boyu karşımız çıkan Dürziler, Nusayriler ve kısaca imanın altı esasını ve İslamın beş şartını kabul etmeyen herkes dahildir. Ben Aleviyim dese de farketmez.

İkinci olarak ise, burada şunun tesbit edilmesi gerekir: Tarih boyu, başta Alevîlerin ve biz sünnîlerin hürmet gösterdiği on iki imam olmak üzere, alevîsi ve sünnîsiyle bütün Müslümanlar, Kur’an ve Sünnet’in temel esasları olan Allah’ı bir bilmekte; Hz. Muhammed’i O’nun hak peygamberi olarak kabul etmekte ve Kur’an’ın Allah’ın kelâmı olduğuna iman etmekte ittifâk halindedirler. Bu üçünden taviz verenin, adı ister sünnî olsun ister alevî olsun, müslüman olarak karşımıza diyalog için çıkması mümkün değildir. Ancak başka bir dinin mensubu olarak onunla mu`â-mele edilir. Zann ediyorum ki, bu noktada, hakiki alevilerden hiçbirinin itirâzı yoktur. Ayrıca başta İmam Ca`fer-i Sâdık olarak bütün imamlar ve İslâm âlimleri, zarûriyât-ı diniye olarak adlandırdıkları namaz, oruç ve zekât gibi farzları; içki içmemek, fuhuş yapmamak ve kumar oynamamak gibi yasakları, dinin tabi`î parçaları görmede ittifâk halindedirler. Bizim tesbitlerimize göre, bunları yapmamak ayrıdır; reddetmek ayrıdır. Alevî veya sünnî bir insan, bu saydıklarımızı yerine getirmeyebilir; ancak dinde yoktur demeleri mümkün değildir. Böyle bir inkâr karşısında, alevî sünnî diyalogunun da manası yoktur. Bu grup ile diyalog mümkündür; kestikleri yenilir ve kız alınıp verilebilir. Yeter ki, imanın altı esasını ve İslamın beş şartını kabul etsin. Bize göre, Alevilerle diyalog, İslamın hükümleri çerçevesinde ve daha müşahhas olarak Bediüzzaman’ın telif ettiğ Dördüncü Lem’anın prensipleri ışığında yapılmalıdır. Aksi takdirde hatalar zincirleme birbirini takip edecektir.

Üçüncü olarak, ister Sünni ve isterse her iki gruptan Aleviler iddia etsinler; Cemevleri dini ıstılah olarak mabed yahut kanunlarda geçtiği şeklinde ibadethane kabul edilemez. Zira Cemevi, Osmanlı Devleti’nin 600 yıllık tarihi boyunca zaviyedir ve tekyedir. Tarikatların zikir merkezidir. Resulüllah’ı diğer peygamberlerden ayıran beş imtiyazdan biri, bütün yeryüzünün ona mescid kılınmasıdır. Bu manada, her yer ibadet yeridir. Cemevlerinde de namaz kılınabilir; ancak mabed statüsü verilemez. Bu manada Hoca Efendi Hizmetinin tavrını, asla doğru ve dini bulmuyorum. Diyalog adına dinden taviz verilmez. Her ne kadar, kültür merkezi kasdediliyor dense de, özellikle konuyu suiistimal etmek isteyenler, bunu kullanacaklardır.

O halde bizim diyalogumuz, Allah’a iman eden, Hz. Peygamber’i hak Peygamber kabul eyleyen ve Kur’an ile onun getirdiği emir ve yasakları yaşayamasa bile, reddetmeyen hakiki alevîlerle olacaktır. Aksi takdirde biraz sonra arz edeceğimiz gibi, İslâmın tasavvufî ve itikâdî bir kolunun Anadolu âdetleriyle yoğrulmuş şekli demek olan alevîlikle, bahsi edilen ve alevîliği yeni bir din gibi kabul eden anlayışı bağdaştırmak mümkün olmayacaktır.

Bu sebeple Alevilik konusundaki baz kırmızı çizgileri tekrar hatırlatmakta fayda vardır:

1.     Alevilik ve Bektaşilik Anadolu’da bir tarikat şeklinde yürümüştür ve bu sebeple de Bektaşi ve Alevi tekkelerine veya dergâhlarına son zamanlarda ve özellikle de 28 Şubattan sonra Cem Evi denmeye başlanmıştır. Eskiden beri cem âyinleri vardır. Bu manada Cem Evleri tekye veya dergahtır; asla mabed değildir. Eğer mabed kabul edilirse, Aleviliği müstakil bir din kabul edenlerin görüşü desteklenir ki, hükümet bu günahın ardından kıyamete kadar kalkamaz. Batılıların isteği de budur. Aleviliği elen batılı İslamologlar onları müstakil bir din mensubu olarak göstermeye çalışmaktadırlar.[2]

2.     Avrupa’da yıllardır Türkiye aleyhine iki oyun oynanıyor: Birisi, Kürtler üzerinden ve diğeri de Aleviler üzerinden. Türkiye’yi dışarıdan vurmaya çalışanlar, tıpkı Bahailik gibi, Aleviliği de bağımsız bir din gibi takdim etmeye çalışıyorlar. Bunu şırıngalayan da, bizim Ali ve Muhammed ile alakamız yok; biz Aleviyiz diyen dinsiz grup. Gerçek Aleviler de bundan rahatsızdır kanaatindeyim ve zaten rahatsız olmalılar. Siz eğer, Cem evleri ibadethane mi değil mi sorusunu bu dinsizliği Alevilik kabul edenlere bıraktınız zaman, iş tamamen çığırından çıkacaktır.

3.     Eğer Cem evleri ibadethane sayılır ve bunlara camiler gibi bazı muafiyetler ve tahsisatlar yapılırsa, ben de Akgündüz Hoca olarak bir Nakşibendi Dergahı açacak ve buna mabed dedirteceğim.

4.     Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması ve Din Derslerini Anayasadan çıkarılması gibi istekler, Aleviliği yeni bir din olarak sunanların isteğidir.

5.     Eğer Cem Evlerine bütçeden maddi bir destek verilirse, Türkiye’de mevcut bütün tarikatların da Bütçeden tahsisat isteme hakkı vardır.

6.     AK Parti hükümeti Kilise ve Havra açma konusundaki hatasını burada tekrarlamamalıdır. Cumhuriyet döneminde Ecevit Hükümeti bile bu tavizi vermemiş ve daha doğrusu verememiştir.

Bilindiği gibi, Erdebil Şeyhlerinden Şeyh Cüneyd şeyhliğine şahlık katmak istemiş ve ancak muvaffak olamayarak 1460 yılında katl edilmiştir. Yerine geçen oğlu Şeyh Haydar da aynı gayeyi devam ettirmiş ve Anadolu’yu Şî’alaştırmak metodunu kullanarak şahlığını pekiştirmek istemiştir. Kucaklarında büyüdüğü Akkoyunlu Devletine de hıyânet edince, Yakub Bey tarafından 1488 yılında o da öldürülmüştür. Yerine geçen Şah İsmail ise, Erdebil Sofuları veya Halifelerini Anadolu’ya göndererek, hem Anadolu’yu Şî’alaştırmayı ve hem de böylece Anadolu’yu hâkimiyeti altına almayı hayatının gayesi edinmiştir. Nitekim temkinli davranmayan Akkoyunlu Devleti, torunları olan Şah İsmail tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Akkoyunlu Devletini ortadan kaldıran ve hem şeyhliği ve hem de şahlığıyla Anadolu üzerine yürüyen Şah İsmail, halifeleri vasıtasıyla Anadolu’yu tam bir anarşiye sürüklemekte maalesef muvaffak olmuştur. 1507 yılında üzerine yürüdüğü Alâüddevle Bey’in mağlubiyeti üzerine Elbistan, Harput ve Diyarbekir’i yakmış ve yıkmıştır. Bu arada Erdebil Sofuları da Anadolu’da anarşi çıkarmaya başlamışlardır. Şah İsmail’in taraftarları olan askerler, kırmızı çuhadan taclar giydiklerinden dolayı onun taraftarı olan herkese Sürhser yani Kızılbaş denmiştir. Şah İsmail’in halifelerinden olan Rumiyeli Nur Ali Halife başkanlığındaki Erdebil sofu ve müritleri, Tokat’a saldırmışlar ve yüzlerce insanı kılıçtan geçirmişlerdir. Maalesef Şehzâde Ahmed üzerlerine ordu göndermişse de muvaffak olamamıştır. Bu arada Antalyalı Hasan Halife ve oğlu Şahkulu veya Osmanlı tarihçilerinin ifadesiyle Şeytan Kulu (Şahkulu Baba Tekeli veya Karabıyıkoğlu da denmektedir) eliyle Anadolu’daki Alevîleri Osmanlı Devleti aleyhinde teşkilâtlandırmaya başlamıştır.

Bunları bertaraf eden Yavuz Sultan Selim’i soykırım yapmakla suçlamak ve hatta Alevi Çalıştaylarında onun isminin mahallelerden ve diğer mekân isimlerinden kaldırılmasını teklif etmek, tarihin ters çevrildiğinin delilidir. Ak Parti hükümeti açılım uğruna kendisi ile milleti arasında uçurumlar meydana getirecek açılımları kabul etmemesi gerekir.

Bu konuda sözün özünü Bediüzzaman söylemiştir:

Ey ehl-i hak olan ehl-i sünnet vel-cemâ`at! Ve ey âl-i beytin muhabbetini kendilerine meslek edinen alevîler! Çabuk bu manasız ve hakikatsiz, haksız ve zararlı olan tartışmaları aranızdan kaldırınız. Yoksa geçmişte komünizm ve dinsizlik cereyânı, birinizi diğeri aleyhinde kullandığı gibi, bugün de vatan ve millet düşmanları, vatanımızı ve milletimizi bölmek için, birimizi diğeri aleyhine kullanabilirler. Hepimiz de ehl-i tevhîd olduğumuzdan, kardeşliği ve birliği emreden yüzlerce kudsî bağ aramızda varken, ayrılığı gerektiren cüz`î meseleleri bırakmak elzemdir

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü

www.iurtv.nl

Diyanet’ten sözlükçülere sert tepki

Ekşi Sözlük’te Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV)’e dair hakaretvari sözlerin hatırlatılması üzerine de Görmez, yazılanların üzerinde düşünülerek tertip edilmiş bir şey olduğunu düşünmediğini söyledi.

Eğer düşünülerek yapılan bir tertip varsa da amacının ramazanın manevi iklinini provoke etmeye yönelik olduğuna dikkati çeken Görmez, “Araya sızmış korsan bilgiler olabilir, diye yorumluyorum ama eğer düşünülerek yapılan bir tertip varsa, bu manevi iklimi provoke etmeye yönelik bir şeydir. Onun için herkesi sağduyuya davet ediyoruz” dedi.

Bu tür olayların uluslararası İslamafobia endüstrisinin cehenneme düzenlediği bir tren seferinin arkasına takılmaktan ibaret olduğunu belirten Görmez, “Bu trenin yakıtı 4 şeydir: Kin, öfke, nefret ve cehalet. Bu topraklarda hiç inanmayan bir ateistin dahi, o tür hakaretleri, sanal ortamda dahi olsa bilerek yazabileceğine, yazacağına ihtimal vermiyorum. Böyle birşey varsa, bunun bir tek yorum vardır. O da, uluslararası islamafobia endüstrisinin heybesini nefretle, kinle, öfkeyle, cehaletle doldurup cehenneme gönderdiği bir trenin arkasına takılıp, gönüllü yolcu olmaktan ibarettir diye düşündüm” ifadelerini kullandı.

Kaynak: AA

Diyanet Kitap Fuarı Dolu Dolu Geçiyor

Diyanet, Kitap ve Kültür Fuarının 32.sini düzenledi. Büyükşehir Belediyesiyle birlikte düzenlenen fuarda yazarlar,  ramazan sohbetleri de yapıyor. Eskader’in organize ettiği ramazan sohbetlerinde her gün bir yazar saat 18-19 arasında bir saat sohbet ediyor. Fuarda âdeta Türkiye’nin yıldızları fikir ve düşüncelerini anlatıyor. İlk gün Prof. Sefa Saygılı’yı dinledim. Bir tabibin ramazan ve oruç konusundaki düşüncelerini ve tavsiyelerini dinlemek hem zevkli hem öğreticiydi.

İkinci gün “Şiir, Şuur ve Ramazan” konulu bir konuşma yaptım. İftar saatine yaklaşık üç saat kala konuşmacıları 40-50 kişi, bazen daha az bazen daha çok, dinliyor. 14 milyonluk şehirde hiç değilse nitelikli bir dinleyici kitlesi yazarları yalnız bırakmıyor.

Sonraki günlerde sırasıyla Doç. Rahmi Yaran, Prof. İhsan Süreyya Sırma, Prof. Süleyman Uludağ, Dursun Gürlek, Ümit Şimşek, Prof. Uğur Derman, Dursun Ali Taşçı konuştular. Prof. Ahmed Güner Sayar, Nevzat Bayhan, Mehmet Niyazi, İhsan Atasoy, Gürbüz Azak, B. Ayvazoğlu, Y. Bülent Bakiler, Üstün İnanç, Yusuf Dursun, Vehbi Vakkasoğlu, Nejdet Subaşı, Talip Küçükcan, Prof. Çiçek Derman, Mehmet Cemal Çiftçigüzeli, Vahap Akbaş, Memduh Cumhur, Mustafa Armağan, Sadık Yalsızuçanlar konuşacaklar.

Fuarların okuma oranlarını etkilediği kanaatindeyim. Binlerce kitabı bir arada görme şansı yakalıyoruz. İlgimizi çeken kitaplara kolayca ulaşma imkânı buluyoruz. Kendi hâlimizde evimizde veya iş yerimizde günümüz geçirdiğimiz zaman hiç aklımıza gelmeyecek olan kitapları fuara gidip görünce alıyor ve okuyoruz.

Hele yazarları dinlemek… Tam bir bilgi, fikir ve kültür ziyafeti. Bir yazar, bazen koca bir kitaptan alabileceğimiz düşünce birikimini bir saatte bize sunuyor.

Okuyucularımıza Beyazıt’taki ramazan sohbetlerini kaçırmamalarını tavsiye ederim.

Okumak zihni beslemek, kültür ve irfanımızı artırmak demek. İnsan beyni bilgiyle besleniyor. Son senelerde beynini besleyenler çoğalıyor. İstatistikler, böyle diyor. Son yıllarda basılan kitap sayısı artıyor. Senelere basılan kitap sayıları şöyle:

Türkiye’de Basılan Kitap Sayısı

2012 yılında basılan kitap sayısı 480.258.000; 2011’de 493. 469.643; 2010’da 458. 338.289 idi.

2012’de basılan yeni kitap sayısı 42.626; 2011’de 43.190; 2010’da 34.863; 2009’da 31.414; 2008’de 32.342; 2007’de 29.312. Basılan yeni kitap sayısı 2001’de 3.915 idi.

Kitap üretimi, 2011’de önceki yıla göre yüzde 20 artmıştı, 2012’de bir önceki yıla oranla % 2 düşüş var.

2010 yılında basılan kitap sayısı bir önceki yıla göre % 15; kitabın cirosu % 9.3 artmıştı.

Ali Erkan Kavaklı / moral haber

Diyanet İşleri’nin Risale-i Nurları Neşretme Tarihi Belli Oldu

Diyanet İşleri Başkanlığı’nca bir süre önce baskı hazırlıklarına başlanan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin  İşaratül-İ’caz eseri Ramazan ayında Diyanet İşleri Yayınlarından piyasaya sürülecek. Diyanet İşeri Başkanlığı, İşaratül-İ’caz eserinin ardından Risale-i Nur Külliyatı’ndaki diğer eserleride yayınlayacak.
Bir süre önce “Diyanet Risale-i Nurları Neşretmeye Hazırlanıyor” başlığı ile yapmış olduğumuz haber bir çok kişi tarafından sevinçle karşılanmıştı. Bilindiği gibi Bediüzzaman Hazretleri’nin Lahika mektuplarında geçen ve bir çok yerde “Risale-i Nurları neşretmenin Diyanet İşleri Başkanlığının görevi” olduğunu ifade eden mektupları bulunuyor. Bediüzzaman Hazretleri’nin, yıllar önce Diyanet İşleri Başkanlığına bıraktığı bu mirasa şimdi sahip çıkıyor olması Allah’ın izniyle bir çok yerde ciddi bir fütuhatında önünü açacak gibi duruyor.
Siz mümkün olduğu kadar Diyanet Riyasetinin şubelerine vermek için, mümkünse eski huruf, değilse yeni harfle ve has arkadaşlarımdan tashihe yardım için birisi başta bulunmak şartıyla, memleketteki Diyanet Riyasetinin şubelerine yirmi otuz tane teksir edilmektir. Çünkü harici dinsizlik cereyanına karşı böyle eserleri neşretmek, Diyanet Riyasetinin vazifesidir.(Emirdağ Lahikası)
Hıristiyanlar dahi onları okuması ve alem-i İslamda gayet takdirle intişar etmesi, hatta Pakistan’da çıkan es-Sıddık mecmuasının Risale-i Nur’un bir risalesini neşredip Diyanet Riyasetine göndermesi ve bu kadar intişarıyla beraber hiçbir alim ona itiraz etmemesi gibi hakikatler gösteriyor ki, elbette Diyanet dairesi Nurları himaye etmek hakiki bir vazifesidir.
Diyanet dairesi, Meşihat-ı İslamiye gibi, yalnız Türkiye’nin din muallimi değil, belki umum alem-i İslama Meşihat-ı İslamiye yerine alakası, nezareti, münasebeti var.Alem-i İslam o Diyanet dairesine karşı tam hüsn-ü zan etmek, su-i tevehhüm etmemek, hususan bu zamanda ziyade lüzumu var. Hem de Türkiye ile ittifak etmeyen İslami hükumetlerde o mübarek daireye karşı su-i tevehhüm gelmemesine büyük bir vesilesi olan ve alem-i İslamın her tarafında, belki Avrupa’da takdire mazhar olmuş Risale-i Nur, o Diyanet dairesini hem şerefini muhafaza ediyor. Hem alem-i İslama karşı o dairenin bir eseri olarak intişarı gayet lazım ve zaruri olduğunu bu noktayı ehl-i vukuf tam nazara alsınlar. Onun için biçare Said Nursi ve Nur talebelerinden yüz derece ziyade Diyanet Riyaseti azaları, hocaları alakadar olmak lazım. Ta ki, Risale-i Nur dinsizlerin taarruzlarına karşı muhafaza ve himaye edilsin. Mükerrer beraatler verildiği halde intişarına mani olan desisecileri susturmak lazım...(Emirdağ Lahikası)
Risale Ajans