Etiket arşivi: HAMİT DERMAN

Sigarayı At Ömrünü Uzat

 

        Yazının başlığını okuyunca belki zihninizde yanlış bir algı oluşabilir. Başlığı “Sigara sağlıklı ömrü kısaltır. Ömrü sağlıksız hale getirir” manasında kullandım yoksa hâşâ insanın kendi ömrünü uzatma gücüne sahip olduğu düşüncesinde değilim. Daha dikkat çeken bir slogan mantığı ile kullandım. Sigara içmeyen bir birey olarak sigaranın zararlarına dikkat çekmek amacıyla bu yazıyı kaleme almaya karar verdim.

Yıllar önce Üniversite yıllarında Sigaranın Zararları ile ilgili geniş kapsamlı bir araştırma yapmıştım. Bu araştırmam Akademik içerikli  idi. Araştırmayı yapmadan önce sigaranın zararlarını hep kulaktan duyma bilgilerle biliyordum. Fakat bu araştırmadan sonra sigaranın ne kadar büyük bir düşman olduğunu çok kesin ve bilimsel olarak öğrenmiş oldum.

Araştırmam da çok ilginç bilgilere ulaştım.Hatırladığım kadarı ile size aktarmaya çalışacağım.

1-Sigaraya başlama genelde çocukluktan  ergenliğe geçerken ya özentiyle yada aile ve arkadaş çevresinin etkisiyle oluyor.Özenti ile sigaraya başlayan çocuk ,büyüklerin sigara içtiğini görüyor ve büyükler içiyorsa doğru bir davranıştır düşüncesine kapılarak sigaraya başlıyor.

Aile ve çevrenin etkisiyle başlayan çocuklarda ise ailede sigara içenlerin etkisi çok fazla olmaktadır.Anne,baba,ağabey ,abla veya arkadaşları sigara içiyorsa çocuk onları örnek alarak sigaraya başlıyor.Sigaraya başlama bazen arkadaş çevresinden psikolojik baskı sonucu ve arkadaş çevresinden dışlanma korkusu ile de olmaktadır.

2-Sigaraya başlama nedenlerinden biriside hayatta karşılaşılan sorunlardan sigara içerek teselli bulma çabası.

3-Sigara içen aile ortamında yetişen çocukların çoğunda akciğere bağlı bronşit,astım gibi hastalıklar oluştuğu tespit edilmiş.Tiryakilerde ise akciğer ve karaciğer kanseri riski diğer insanlara göre % 90 daha fazla olmaktadır.

4-On beş yıl sigara içen birisinin vücudunda 4-5 kilogram katran birikiyor.Bu katran zamanla soba borusundaki  is gibi damarları tıkamaya ve kalp,damar hastalıklarına sebep olmaktadır.Hatta bazen kangrene bile sebep olmaktadır.

5-1 paket sigaradaki katranı çıkarıp insana şırıngayla verseniz insanı yarım saate öldürecek bir etkiye sahip.

6- Yapılan bir araştırmada bir tane sigarayı bir kuşa içirdiğinizde anında öldürecek kadar zehirli madde içerdiği ortaya çıkmış.

Araştırma hakkında aklımda kalanlar yukarıdaki anekdotlardır. Bir de işin maddi yönüne baktığımızda her gün 1 paket sigara içen bir insanı düşünelim.1 paket en ucuz 5 TL olsun bu aylık 150 TL demektir.Aylık bazda düşünürsek bu bir ailenin kuru gıda ihtiyacını karşılayabilir.Bir aile için 8 kg et demektir.Bir  aile için 300 tane ekmek,10 kg çay,75 kg şeker demektir.Ya da kitap hesabıyla düşünürsek en az 5 liradan 30 tane kitap demektir.Bu durumu yıllara yaydığımızda 1 yılda 360 kitap demektir.Bu miktarların ne kadar büyük olduğunu düşünün.Akıl ve mantıkla hareket eden bir  insan bu hesabı yapsa yine sigara içmez.

Yukarıdaki aktardığım bilgilerin ışığında soruyorum. Ömrünüzü kısaltmak ve malınızı ateşe atmak mı yoksa ömrünü sağlıklı ve huzurlu, malını bereketli kılmak mı? İstersiniz. Cevabı size kalmış.

Hamit DERMAN


Okullarda Rehberlik Dersi Gerekli midir ?

        Okullarda iki haftada bir yapılan rehberlik dersi  kimi Öğretmenlere göre kağıt evrak kalabalığı kimilerine göre de çok önemli bir derstir. Ben de bu dersin çok önemli olduğunu düşünenlerdenim. Bu düşüncemi  Öğretmenliğimde, Rehberlik saatinde uyguladığım etkinliğin sonucuyla  açıklamaya çalışacağım.

        Altıncı Sınıflardan bir sınıfın Sınıf öğretmeniydim. Bir gün rehberlik saatinde etkinlik olarak öğrencilere şu soruyu sordum.

’’Hayatınızda sizi etkileyen, derslerinizi olumsuz yönde etkileyen  olay veya olayları yazınız.’’diyerek bu soruyu cevaplandırmalarını istedim.

       Etkinliği yapıp öğrencilerden kağıtları topladıktan sonra evde okumaya başladım.Öğrencilerin yazdıklarını okudukça öğrencilerin hayatlarında , başlarından geçen olayları  okudukça çok ama çok duygulandım.Bu olaylardan örnek olması amacıyla üç öğrencinin yazdıklarını aktaracağım.

        Birincisi: Erkek öğrenciydi kâğıtta şunu yazmıştı. Hocam benim annem babam boşanmış. Bana dedem bakıyor. Annemde babamda şimdi başka kişilerle evliler. Onları hatırlamıyorum. Ben bir çocuğu anne babasıyla görünce onu kıskanıyorum. Acaba bende anne babamla gezecek miyim? diye hep kendime soruyorum. Annem ve babamın ayrı olması okulumu ve tüm  hayatımı da etkiliyor hocam.

         İkincisi de  bir kız öğrenci. Arka sıralarda oturan içine kapanık bir öğrenciydi. O da,etkinlik  kağıdında şunları yazıyordu.Bundan 2 sene önce ailemle bir köyde pamuk topluyorduk .Çadırımız tarlada kurulmuştu. Ailem pamuk toplamaya giderken annem beni  3 yaşındaki kardeşime bakmam için çadırda bıraktı. Çadırın yakınından sulama kanalı geçiyordu. Ben oyuna daldığım bir anda kardeşim gitmiş sonra aradım bulamadım. Aileme haber verdim. Ailem geldiğinde kardeşimin ölü bedenini su kanalından çıkardılar. Bu olaydan sonra ailem hep beni suçladı bende  kendimi suçlu olarak görmeye başladım Bu olayı her hatırladığımda kendimden nefret  ederim. Bu olayı hiç unutamıyorum.

         Üçüncü öğrenci de bir kız öğrenci idi adı Hülya idi. Bu öğrenci hep öğretmen masasının önündeki sırada otururdu. Yüzü sapsarı idi derslerde de hep uyuklardı. Neden uyukladığını sorduğumda hep rahatsız olduğunu söylerdi. Bu öğrenci de şunları yazıyordu. Hocam ben Akdeniz Anemisi hastasıyım hep tedavi görüyorum ,hatırladığımdan beri  hep hastayım.Hayattan zevk  almıyorum. Okula geldiğimde hastalığımı unutmaya çalışıyorum. Öğretmenlerimi ve arkadaşlarımı çok seviyorum. Hastalıktan dolayı tedavi gördüğüm için derslerden geri kalıyorum.

Bu etkinlikten yaklaşık bir ay sonra Hülya bir hafta sonu kötüleşiyor. Hastaneye götürüyorlar fakat ne çare kurtaramıyorlar Hülya vefat ediyor. Okula  sabah geldiğimde, benim sınıfın öğrencileri, okulun dış kapısında beni ağlayarak karşıladılar. Nedenini sorduğumda Hülyanın vefat ettiğini söylediler.Çok kötü olmuştum.Çocuğunuz gibi gördüğünüz öğrencinizi kaybediyorsunuz.

         Bu yaşadıklarımdan  sonra öğrencilere çok farklı bir şekilde yaklaşmaya başladım ve onların sorunlarıyla bire bir ilgilenmeye başladım. Her bir öğrencinin farklı bir dünya olduğunu ve özellikle kenar mahalle okullarındaki öğrencilerin  maalesef! çok sorunlu ailelerin  çocukları olduğunu bir kez daha fark ettim. Evet, yukarıdaki öğrencilerin etkinlikte anlatmış oldukları olaylar benim çocukları daha yakından tanımamı ve çocukların ruhsal ve sosyal durumuna göre yaklaşmamı sağladı. Şimdi size soruyorum rehberlik saati gerekli mi gereksiz mi? Yorumunu size bırakıyorum.

Hamit DERMAN


Eğitimde Âmin Alayı(4 Yıl+ 4 Ay+4 Gün )

 

Gündemde 4+4+4 kanunu tartışılırken ve birileri okula başlama yaşının 5 yaş olmasına karşı çıkarken aklıma Osmanlı Devletinde çocukların okula başlama merasimi olan Âmin Alayı geldi. Âmin Alayı çocuk yaşı 4 yıl 4 ay 4 gün olduğunda merasimle başlatılırdı.

Osmanlılarda “ilkokul” diyebileceğimiz, “Sıbyan Mektepleri”, genellikle dört veya beş yaşına gelen çocukların ilk eğitim-öğretimlerini aldıkları yerdi. Çocukların yaşamında önemli bir yer teşkil eden “okula başlama” Osmanlılarda son derece renkli ve değişik bir törenle gerçekleşirdi. “Amin Alayı” yada “Bed-i Besmele” denilen bu merasim, özellikle ekonomik durumu iyi olan aileler tarafından bir düğün havasında icraa edilirdi.

mektebe başlatma kandil günlerine denk getirilirdi. mevsim itibarıyla kandil yoksa bu merasim pazartesi ya da perşembe günleri yapılırdı.

Okula başlatma işine evin temizliğiyle başlanırdı. merasim gününden önce evde temizlik başlar, her taraf silinir süpürülürdü. işler bitince bütün ev halkı hamama gider, mektebe başlama merasimi ilk önce hamamda kadınlar arasında kutlanırdı. nâtırlar, kınacılar çocuğun etrafında göbek atarlar şarkı söylerlerdi. bu eğlence akşama kadar devam ederdi.

bir de çarşı faslı vardı. büyük anne, anne, dadı, kalfa, sütnine vs. birçok kadın yakın ile kapalıçarşı’ya gidilerek çocuğa öteberi alınırdı. evdeki ecdat yadigarı rahle cilaya verilir, yoksa komşulardan istenirdi.

perşembe sabahı şafak sökmeden evde herkes kalkardı. kahvaltıdan sonra çocuğa hilâlî bir gömlek, üstüne de ipekli bir mintan giydirilir, ayaklarına sakız gibi beyaz çoraplar verilirdi. mavi püsküllü bir fes de başına konulurdu. fesin üstüne, alın kısmına doğru bir nazarlık asılırdı. aile halkının da hazırlığı tamamlanınca arabalara atlayıp eyüp sultan’a gidilirdi. dua edilip eve dönüldükten sonra, mektebe başlayacak çocuğun evi önüne mektep çocukları ve her mektepte ayrı ayrı bulunan ilahiciler gelirdi. çocuk atın üzerine bindirilir ve ilahiciler çeşitli dualar ve dizeler okumaya başlarlardı. bunların arasında âminciler de “âmin âmin” diyerek bağırırlardı.

Çocuk at üzerinde sokak boyunca götürülür, arkasında mektep hocası, ilahiciler ve âminciler yürürdü. çocuk okulun önüne kadar getirilirdi. attan indirilen çocuk mektebe girer, rahle önünde mindere oturmuş olan hocasının yanına gider ve onun elini öperek tam karşısına otururdu. hoca besmele çekerek çocuğa sadece “elif” dedirttirir ve sonra “dersin bugünlük bu kadar, sakın unutma, sonra kulaklarını çekerim” diyerek kulaklarını çekermiş gibi yapar ve merasim tamamlanırdı.”

    Evet böylece okula başlayan çocuk okula başlamanın önemi kavramış ve çok önemli bir şey yaptığını düşünerek okula başlardı.Artık çocuk okula başladığı bu günü hiç unutmazdı.Bu gün çocuğun zihnine nakşolurdu. Görüldüğü gibi Osmanlılar döneminde çocuğun okula başlama yaşı 4 buçuk ve 5 yaş arasıdır.Bu durum çocukların 5 yaşında okula başlamalarının erken olduğunu iddia edenlerin iddialarını çürüten çok güzel bir örnektir.

Hamit Derman


Çanakkale Savaşında Milli ve Manevi Şuur

Toplumlar da insanlar gibidir.İnsanlar, ruhları ile nasıl canlı ise toplumlar da Milli ve manevi şuur ile canlı ve güçlü kalabilir.Milli şuurdan yoksun olan toplumlar sömürge olmaya ve tarihten silinmeye mahkumdur.Milli ve manevi şuurun önemi ile ilgili yakın tarihte yaşanmış bir anekdotu aktarmak istiyorum.

Bir dönem Cumhurbaşkanı Turgut Özal milli değerlerine sıkı sıkıya bağlı olan Japonların Batı’ya meydan okuyan ilerleyişi karşısında , 1980 li yıllarda Japon eğitim sistemine ilgi duyar.

Bu sebeple inceleme ve araştırma yapmak üzere bir Japon Pedagog (Eğitim Bilimci) heyetini Türkiye’ ye davet eder. Alanında uzman olan bu heyet ülkemizin çok değişik yerlerinde araştırmalar yapar, görüşme ve temaslarda bulunur. Sonra da bütün bu faaliyetlerin sonuçlarını takdim etmek üzere, zamanın Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler ile birlikte Başbakan Turgut Özal’ın huzuruna çıkarlar.

Eğitim alanında uzman olan heyetin kararı kısa ve kesindir.

Derler ki: “Sizin gençlerinizde milli ve manevi  şuur eksik” Bu karar, Başbakanlıkta bulunan Türk yetkililer üzerinde bomba tesiri meydana getirir ve büyük bir şok yaşatır.
Biraz şaşkınlık biraz da hayret içinde: “Nasıl yani…?” diyerek şu soru sorulur:…

“Peki siz Japonlar, gençlerinize milli ve manevi şuur verme adına ne yaparsınız? Hangi programı, nasıl uygularsınız?” Bunun üzerine Japonlar ilginç, ilginç olduğu kadar da bizim açımızdan acı ve düşündürücü olan şu cevabı verirler:
“Biz, sizden aldığımız “AMİN ALAYI” ( Osmanlılarda çocuğun yaşı 4 yıl, 4 ay, 4 gün olunca Amin Alayı denen bir törenle eğitime başlatılırdı.) ile eğitime giriş yaparız.

Ve ilk eğitime şok testler uygulayarak başlarız. Bu çocukları uçak kadar hızlı giden trenlere bindirir ve çok katlı yollardan geçiririz. En üstün teknolojiyle ve robotlarla çalışan dev fabrikalarımızı gezdiririz. Bu baş döndürücü teknoloji karşısında sarsılan ve şok olan çocuklarımıza deriz ki: “Gördüğünüz bu hızlı trenleri ve üstün teknolojiyi sizin atalarınız yaptı. Eğer siz daha çok çalışırsanız, daha hızlı giden ulaşım araçları yapar, daha üstün teknoloji meydana getirir, daha gelişmiş ve modern fabrikalar kurarsınız.”

Daha sonra da bu çocukları Hiroşima ve Nagazaki’ye götürüp gezdiririz. İkinci Dünya Savaşı’nda atom bombasıyla yerle bir edilen bu bölgeleri biz, gelecek nesillere ibret olsun diye aynen koruruz. Buraları çeşitli bilgiler vererek onlara gezdirir ve gösteririz. Atom bombasıyla hiçbir canlının ve bitkinin yaşayamaz hale geldiği bu yerleri çocuklarımız büyük bir dikkat ve hayretle seyrederler. Bu gördükleri manzaralar onların taze hafızalarında hiçbir zaman silinmeyecek derin izler bırakır. Ve yine onlara deriz ki: “Eğer siz çalışmazsanız, vatanınızı korumaz,birlik ve dirlik içinde olmazsanız; işte böyle düşmanlar sizin ülkenizi bombalar, yakar, yıkar ve yaşanmaz bir hale getirirler. Ama çalışırsanız, güçlü olursanız yücelir, milletiniz yükselir. Dünyadaki bütün insanlar size saygı duyarlar. Artık çalışmak ve çalışmamak konusunda kararınızı siz verin…”

Bu ikinci şokla çocuklarımız kendilerine gelerek iyi ve çalışkan bir Japon olmaya doğru ilk adımı atmış olurlar. Böylece de MİLLİ BİR ŞUUR kazanırlar.” Tam bu sırada orada bulunan Türk yetkililerden biri: “İyi de bizim Hiroşima ve Nagazaki’ miz yok ki” der. Bunun üzerine Japonlar der ki: “Sizin binlerce Hiroşima ve Nagazaki gibi değerleriniz var. Bizimkilerden çok daha etkili ve tesirli tarihi bölgeleriniz var. Birinci Dünya Savaşı içinde meydana gelen ve bir metrekareye altı bin merminin düştüğü Çanakkale Zaferi’nin kazanıldığı bu bölge; çocuklarınız ve gençlerinizin şok olması için yeter de artar bile…”

Evet Milli şuur Kınalı kuzularını cepheye yollayan  annelere Haydi oğlum, haydi git; Ya gazi ol, ya şehit! sözlerini söyleten şuurdur.

Bu şuur Seyit Onbaşıya 250 kiloluk bombayı kaldırtan şuurdur.

Bu şuur savaşta gözlerini kaybeden Memiş’in; komutanın: “Vah evladım vah! Gözlerinden mi oldun?” demesine karşılık: “Üzülme paşam, üzülme! Bu gözler göreceğini gördükten sonra bu hale geldi!” sözlerini söyleten şuurdur.

Evet bu şuurla iman tekniğe meydan okumuştur.Öldü denilen bir Millet küllerinden doğarak sömürgecilere dur demiştir.Dünyanın en güçlü orduları karşısında milletimiz iman gücüyle karşı koymuş ve muzaffer olmuştur.

Bu şuurla Kimin himmeti (gayreti) milleti ise o kişi tek başına bir millettir.diyerek atalarımız  destanlar yazdılar.

Kısacası milli ve manevi şuur bizi biz yapan şuurdur.Kendimizi kaybetmemek için milli ve manevi şuurumuzu kaybetmemeliyiz.

Hamit DERMAN

Gençlerde Allah Korkusu ve Ahirete İmanın Önemi

Dindar nesil tartışmalarının süregeldiği bir ortamda sanki dindar bir nesil yetiştirmenin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu kanıtlayacak bir çok haber ve görüntüyü raslıyoruz. Adeta gençliğin acınacak halleri bize gösterilmeye çalışılıyor.

İnternette gezinirken bir eğitimci olarak beni şok eden bir videoya rastladım. Bu video görüntüsü İstanbul’da bir lisede çekilmiş. Sınıfta Öğretmenin olduğu bir sırada çekilmiş. Görüntülerde  kız ve erkek öğrenciler kendinden geçmiş bir şekilde bira içip şarkı söylüyorlar.İşin acı tarafı Öğretmen sınıfta masasında oturmuş bir şeylerle uğraşıyor.Sanki sınıfta hiçbir şey yokmuş gibi umursamaz bir tavır içinde.Bu görüntüleri izlerken bu gençlerin ne kadar boş bir şekilde yaşadıklarını ve toplumun geleceği olarak gördüğümüz bir gençliğin ne kadar acınacak hallerde olduğuna bir kez daha düşündüm.Ancak başka bir duruma daha şaşırdım.Masum bir şekilde İbadetlerini  yapan gençleri büyük bir suç işlemiş gibi gösteren sözüm ona dürüst! Habercilerin bu öğrencileri neden haberlerinde özel haber olarak yayınlamadıklarına şaşırdım.

Yakın bir zamanda yine lise öğrencisi 3 genç kız feci bir şekilde hayata veda etti. Birincisi ilimizde Ceylanpınar ilçesinde sözde erkek arkadaşı tarafından kendisine hakaret ettiği için öldürülen bir genç kız.Düşüne biliyor musunuz  ?Basit bir nedenden dolayı genç kızın boğazını keserek katledecek kadar canileşmiş bir ruh hali.

Diğer olay da Osmaniye de sevgisine karşılık bulamayan bir genç kendisine ilgi duymayan kızların üzerine canice rastgele ateş açıyor ve ömrünün baharında iki genç kızın ölümüne sebep oluyor.  Onunla da kalmıyor kendiside intihar edip hayatına son veriyor.

Gençlerimizi bu kadar cani olabilecek duruma getiren nedir? Sorusuna manevi eğitim yoksunluğu cevabını verebiliriz.Çünkü bu gençler nefis yönünden bütün istekleri tatmin edilmiş olsa bile ruhları bir boşluktadırlar.Bu boşluğu bazen mecazi aşklarda aramaya çalışırlar fakat bu arayışları karşılık görmeyince ruhlarındaki boşluk daha da derinleşir. Bu durum ruhi bunalıma sebep olur.Bu bunalım sonucu kimisi sevgisine karşılık vermeyen mecazi sevgiliden intikam almaya çalışır.Kimisi de nefis ve ruhun savaşında yenilgiyi kabul eder intihara teşebbüs eder.

Bu gençliğin yaşadığı feci olaylar Bediüzzaman Hazretlerinin Meyve Risalesindeki Sekizinci Meselenin Bir Hülâsasında aktardığı tespitlerini birebir destekleyen olaylardır.

‘Nev’-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler, hevesatları galeyanda, hissiyata mağlub, cür’etkâr, akıllarını her vakit başına almayan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse; hayat-ı içtimaiyede ehl-i namusun malı ve ırzı ve zaîf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı bir dakika lezzeti için bir mes’ud hanenin saadetini mahveder ve bu gibi hapiste dört-beş sene azab çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer. Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. “Gerçi hükûmet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim, fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelal’in melaikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zaîf olacağım.” diye birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar.’ 

Evet Üstad Hazretlerinin tespitleri doğrultusunda bu gençler dini bir eğitim almış olsalardı.Allah korkusu , Ahrete iman , hesap günü ,cennet ve cehennem fikriyatıyla yaptıklarının bir hesabı olduğu düşüncesiyle hayatlarına yön verirlerdi.Çünkü Allah korkusu ve ahrete iman gençlerin iç kontrol mekanizması olan vicdanını harekete geçirir.Böylece bu gençler aile ve çevrelerine bir yük değil; olumlu bir  katkı sağlamak için uğraşırdı.

Hamit DERMAN