Etiket arşivi: ömür

ÖMÜR SERMAYESİ VE MÜBAREK AYLAR

Bediüzaman Hazretleri ‘’ Ömür sermayesi pek azdır; lüzumlu işler pek çoktur’’ diyor.Zaman çok çabuk geçiyor. Günlerin, haftaların,ayların hatta yılların nasıl geçtiğini fark edemiyoruz.Zamanın geçmediğini zan ediyoruz.Fakat ömür sermayesi elimizden kayıp gidiyor.12106127_121053278256591_1194806749_n

Bu ömür sermayesini acaba nasıl kullanıyoruz? Hiç düşündük mü ? Yarına kalacağımızın garantisi var mı ? Bu ömür sermayesini hangi yolda harcıyoruz ?

Atalarımız  ömür sermayesine çok önem veriyorlardı. Bunun da göstergesi nedir biliyor musunuz ?

O da şudur. Eskiden en pahalı evler ne deniz kenarındaki nede deniz manzaralı evler değildi. Nereleri biliyor musunuz ?

Evet eski zamanlar da en pahalı evler mezarlığa bakan evlermiş.Bunun sebebi de her pencereyi açıp dışarı baktıklarında mezarları görüp ölümü akıllarından çıkarmamaktır.Yani bu evler de mezarlıklara komşu olarak “Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz” hadisini bizzat hayatlarına tatbik etmişlerdir.Ya bizler ölümü hatırlatacak ne varsa maalesef uzak duruyoruz.

Ömür sermayesi ile ilgili geçmişte yaşanmış bir olayı aktarayım:

Buzdolabının olmadığı devirlerde, içecekleri ve bazı yiyecekleri korumak için, dağlardan buz kesilir ve pazar yerlerinde satılırdı.

Sıcak bir yaz gününde, bir şeyh, talebeleriyle şehirde dolaşırken, böyle bir buz satıcısına rastladı.

Satıcı:

 -Ey müminler!  Sermayesi eriyip akan şu adama merhamet ediniz? diye bağırıyordu.

Satıcının bu sözlerini işiten şeyh aniden fenalaşarak bayıldı. Yanındakiler, kendisini gölgelik bir yere taşıdılar ve saatler sonra kendisine geldiğinde bayılma sebebini sordular. Şeyh satıcının eriyip giden buzlarında kendi hayatını görmüştü. Küçük sermayesinin ziyan olmaması için çırpınıp duran satıcı, milyarla ölçülmeyen ve sonsuz bir hayatta sınırsız bir mutluluğa vesile olabilecek ömür sermayesinin eriyip gidişine nasıl kayıtsız kalındığını düşündürmüştü ona..

Evet  ‘’ Ey müminler!  Sermayesi eriyip akan şu adama merhamet ediniz ‘’ söz şeyhi bayıltmaya yetmişti.Çünkü şeyh bu sözde buz gibi eriyen kendi hayatını görmüştü.

Acaba bizler çevremizde yaşanan olaylardan ,ölümlerden bir ders çıkarabiliyor muyuz?

Her gün camiler de okunan salâ’lar bize bir şey hatırlatıyor mu ?

Bizlere çok şey hatırlatması lazım. Mübarek üç aylara giriyoruz.Ömür sermayemizi en iyi şekilde değerlendireceğimiz üç aylar bizim için fırsattır.Bu ayların neden fırsat olduğunu.Hz Peygamberin hadisleri çok güzel açıklıyor.

  • Receb-i şerifin bir gün başında, bir gün ortasında ve bir gün de sonunda oruç tutana, Receb’in hepsini tutmuş gibi sevap verilir. [Miftah-ül-cenne>
  • Şu beş gecede yapılan duâ geri çevrilmez. Regaib gecesi, Şabanın 15. gecesi, Cuma, Ramazan bayramı ve Kurban bayramı gecesi.) [İbn-i Asâkir>
  • “Receb-i Şerîf’in birinci gününde oruç tutmak üç senelik, ikinci günü oruçlu olmak iki senelik ve yine üçüncü günü oruçlu bulunmak bir senelik küçük günahlara kefaret olur. Bunlardan sonra her günü bir aylık küçük günahların af ve mağfiretine vesile olur.” buyuruyorlar. (Camiu-s sağir)
  • “Recep ayı Allah’ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan da ümmetimin ayıdır.” (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, 1/423)
  • Yine mübarek üç aylardan ilki olan Receb ayının önemi ve değeri hakkında Enes b. Malik ( r.a. )’dan şöyle rivayet edilir: Receb ayı girdiğinde Hz. Peygamber şöyle derdi: “Allahım! Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/259)
  • Receb’in ilk cuma gecesini ihya edene, Allahü teâlâ, kabir azabı yapmaz. Duâlarını kabul eder. Yalnız, 7 kimsenin duasını kabul etmez: Faizci, Müslümanları aşağı gören, ana babasına eziyet eden, Müslüman olan ve dinin emirlerine uyan kocasını dinlemeyen kadın, çalgıcı, livata ve zina eden, beş vakit namazı kılmayan. [Bu günahlardan vazgeçmedikçe, duaları kabul olmaz.> [Saadet-i Ebediyye>
  • Receb büyük bir aydır. Allah bu ayda hasenatı kat kat eder. Receb ayında bir gün oruç tutana, bir yıl oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur. 7 gün oruç tutana, Cehennem kapıları kapanır. 8 gün oruç tutana Cennetin 8 kapısı açılır. On gün oruç tutana, Allah istediğini verir. 15 gün oruç tutana, bir münadi, “Geçmiş günahların affoldu” der. Receb ayında Allahü teâlâ Nuh aleyhisselamı gemiye bindirdi ve o da, Receb ayını oruçlu geçirdi. Yanındakilere de oruç tutmalarını emretti. [Taberânî>
  • Hz. Aişe ( r.a ) validemiz, “Resûlullah, pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmaya çok önem verirdi.” buyuruyor. Çünkü Hadis-i Şerifte, “Ameller Allahü teâlâya pazartesi ve perşembe günleri arz edilir. Ben de amelimin oruçlu iken arz edilmesini istiyorum.” buyururdu. (Tirmizî)

Evet, bu mübarek günlerde ömür sermayesini ebedi hayatı kazanmak için harcamaya çalışalım.Sermaye-i ömrümüzü ibadet ederek baki bir ömre ibka edelim.

Mübarek Regaip Kandilinizi ve Üç Aylarınızı tebrik hayırlara vesile olmasını dilerim.

Ömür Tek Sermayemiz

Her birimiz ayrı bir dünya yaşadık; yaşıyoruz ve yaşayacağız. Ya uzun sürdü bu ömür; ya da çocukluğumuzda bir hastalık ciğerimizi çürüttü. Belki herhangi bir insan gibi bir araba kemiklerimizi ezdi, bir bombaya kurban gittik, kalbimiz habersiz bir krizin baskınıyla dinlenmeye çekiliverdi. Tüm yaşantımızmış gibi algıladığımız dünyadaki ömür, aslında ahirette yaşayacağımız sonsuzluğa nisbeten birkaç saniyeden ibaret. Dünyadaki ömrün sonsuzluğa oranla miktarı ne kadar küçükse, aynı sonsuzluğa oranla değeri o kadar büyüktür. Çünkü sonsuzluğa değin sürecek hayatın nerede ve nasıl geçeceğini, ömür denilen birkaç saniye boyunca neler hissettiğimiz, istediğimiz ve yaptığımız belirleyecek. Dünyadaki saniyeler boyunca kazanabileceklerimizi, ahiretteki asırlar boyunca elde edemeyeceğiz. Demek ki, sonsuzluğu kazanmakta kullanabileceğimiz tek sermayenin adına ömür demişiz. Belki de bu yüzden yarışıyor karıncalar; kuşların dünyayı şenlendirmek için güneşi bekleyememelerinin sırrı da buradadır.

Niçin yaşadık? Ev, araba, ünvan ve zenginlik için çırpınışımızın, televizyon seyretmemizin, dedikodularla bütün sermayemizi yok etmemizin; kısacası ömrümüzün saniyelerini paslanmış bağ bıçağıyla milim milim parçalayışımızın sebebi nedir? Nice insan, evreni kuşatacak bir sayfayı kendi adıyla açıp doldurarak gitme fırsatı eline verildiği halde, tembellik yüzünden elleri bomboş olarak dünyadan kovulmuştur. Eğer her gece uykuya dalacakken, sermayemizle hangi ticareti yaptığımızı sorgulamıyorsak; yolumuzu biz tayin etmiyoruz demektir.

Zaman nehrinde akıp gidenlerin yolculuğu iki şekilde çizilir: Ya onlar birer saman çöpü gibidirler, rüzgârla savrulurlar; kum ve toprak parçacıklarıdırlar, sellerle yuvarlanıp giderler. Ya da onlar, kendilerini bir vadiden diğerine taşıyan arı gibidirler. İşte, büyük bir ruhu çalışmaya feda ettiren olağanüstü sözler:

”Karşımda büyük bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor.” Sonra da şöyle uyandırır bizi Bediüzzaman: ”Biz gidiyoruz; aldanmakta fayda yok. Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar. Sevkiyat var.” Sonra da bizler… Kendimize kahredişimiz; haksızlık ve zulme ilgisiz kalmaktan veya sadece bunların dedikodusunu yapmaktan başka bir yolu tercih etmeyen insanlar… Elimizdeki her değerin emanet olduğunu ve pek yakında çekilip alınacaklarını biliyoruz: eşimiz, işimiz, mülkümüz ve hayatımızı paylaştığımız herşey. Herşeyin sahibi olduğunu sanan, ama ‘ömür sermayesinin saniyelerinden başka’ hiçbir şeyi olmayan insanlarız. Vücudumuz bile bize ait değil ve biz buradan ayrıldığımızda vücudumuz dahi bizimle gelmeyecek. Bizimle birlikte gelecek olan, kalbimizi güneşleştiren dualar, dilekler ve eylemlerimizle manevî hafızalarda bıraktığımız tertemiz izler olacak.

İslâm Peygamberi(a.s.m.) ”İnsanlar uykudadırlar; öldükleri zaman uyanırlar” der ve uğrunda ağlaşıp çekişip durduğumuz dünyaya dünya hesabına saplanmanın anlamsızlığını hissettirir: ”Ahirete nazaran dünyanın değeri, ancak sizden birisinin parmağını denize daldırmasına benzer.”

Hatırlıyorum, 1989 yılında Akdeniz bölgesinden geçerken, Mersin iline uğramıştık, şehrin sahilinde deniz kenarına vardık ve ”Akdeniz’in suyuna dokundum” diyebilmek için elimi deniz suyuyla ıslattım. Orada geçen tüm zaman beş dakikaydı. Şimdi düşünüyorum; beş asır olsa da, fani olunca aynı şey değil midir?

Benjamin Franklin, ”Hayatı seviyorsan, zamanını boşa harcama; çünkü zaman hayatın ta kendisidir” der. Bu gerçeği ruhunun derinlerinde hisseden büyük insanların lüzumsuz meşguliyetlerle öldürülecek bir saniyeden bile kaçtıklarını görürsünüz. Pek çok insan, değil dakikalarını, saatlerini harcıyor ve bu saatleri, değil lüzumsuz işlerle meşgul ederek, hiçbir şey yapmayarak, âdeta heykel gibi donup kalarak öldürüyor. Gereksiz uykularla ve faydasız televizyon seyretmelerle yaptığımız bundan başkası mıdır?

Epiktetos, tarihin derinliklerinden şöyle fısıldar: ”Yarın bambaşka bir insan olacağım diyorsan, niye bugünden başlamıyorsun?” Biraz daha dikkat edince, Tolstoy’un ”Herkes insanlığı değiştirmeyi hayal eder; ama kimse kendini değiştirmeyi düşünmez” dediğini duyacaksınız.

Ömür sermayesiyle sonsuzluğu kazanmanın zamanı bugündür ve yolu, işe kendimizi değiştirmekten başlamaktır. İnsan, sermayesi zannettiği malını, makamını korumak uğrunda bütün enerjisini, bazen canını, hatta şerefini feda eder. Gerçek ve tek sermaye olan ‘ömür’ün hızla tükendiğinin yeterince bilincinde miyiz? Yoksa en acımasızca, israfla harcadığımız tek sermayemiz ömrümüz müdür?

Ben otuzdört yaşındayım. Beş yaşında, on yaşında çocukların dünyadan ayrılışlarını duydukça, Hz. Âdem’i(a.s.) ve Hz. Havva’yı(r.a.) Cennette sonsuzlukla kandıran şeytanın, aynı yalana onun çocuklarından olan beni de dünya hayatında inandırmaya çalıştığını fark ediyorum. O anda eğer tembellik tuzağına düşmüşsem; kulaklarım vicdanımın haykırışlarını yakalayıveriyor ve beni tehdit ettiğini duyuyorum: ”Sen öldün dostum; sen öldün.”

İnsanlar mallarını korurlar; krizler geldiğinde paralarının eriyip gitmemesi için herşeyi düşünürler. Mevki ve makamlarını rakipleri kapmasın diye, ne yapılacaksa yaparlar. Peki, ya bir saniye bile duraksamadan akıp giden günlerinin israf olmaması için; ömürlerinin ellerinden çalınmaması, krizlerle eriyip gitmemesi için ne yaparlar? Paramızı düşündüğümüz kadar ömrümüzü düşünüyor muyuz? Yoksa iki simit satamayınca ipe götürecek kadar değersiz bir can mı taşıyoruz göğsümüzde? Sonsuzluğun bedeli bu denli basit olamaz. Eğer son nefesimizi vermek üzere değilsek, henüz herşey bitmemiştir. Bizim için ‘herşeyi’ hazırlayan Yaratıcımızdan istemeye vaktimiz var demektir. Bulduğumuz her boş saniyeyi dualarımızla doldurmaya; yürürken, konuşurken, hatta uyurken kalbimizin ellerini sınırsız rahmetine uzatmaya; benliğimizi O’nun varlığının ve şefkatinin idraki ile doldurmaya fırsatımız var demektir.

Herkesin uyuduğu sessiz gecelerde tembellik beni ruhumdan yakaladığında ve dizlerime hâkim olamadığımda, Azrail’in(a.s.) pencereden ziyaretime geleceği ânı hayal etmeye çalışırdım. Üşenen kalbim ürpertiyle canlanır; ama bu yalancı hayalin etkisi yeterince uzun sürmezdi. Bir sabah henüz uyanamadan bir dakika önce, silüeti yanıma geldi ve artık sonsuzluk yolculuğuna başlamam gerektiğini haber verdi. Öylesine acıdım ki hâlime. Günlerdir beni üzen herşey birkaç saniyeye sığdı bilincimde; kalan projelerimi tek tek hatırladım. Uğrunda üzüldüklerim, sinek kanadı kadar değersizleşti ve yeterince önemsemediğim işlerimin her biri birer dağ gibi karşıma dikildi. Kazası gereken ibadetler, yazılmayı bekleyen kitaplar; helalleşmem gereken insanlar, hazırlamam gereken vasiyetname…

Ben çaresizim; çözülmesi gereken yığınlarca asıl iş var orada ve ben onların teki için bile artık harcayacak bir saniyeye sahip değilim. Rüya biraz daha uzasaydı da yalancı dünyaya geri gelmeseydim; oradaki birkaç dakika tüm saçlarımı ağartmaya yetecek kadar ağır gelecekti. Şimdi bizi çok seven sevgili Peygamberin(a.s.m.) ”Rabbinize yalvara yakara dua ediniz” sözü ruhumuzun bir parçası olabilir. Ya da, ”Eğer Allah katında sizler için neler hazırlandığını bilseydiniz, çok muhtaç olmayı dilerdiniz” sözünden ders alabilir; fırtınalı çölde annesini kaybeden çocuk gibi, dünyanın eziciliğinden kurtulup Evrenin Sahibine kavuşabilme arzusu ile ruhumuzu doldurabiliriz. Önemli olan dünyada neler elde ettiğimiz değildir. Neleri ne kadar büyük ölçekte kazandığımızın sonsuzluğumuz açısından hiçbir değeri yoktur. Zira bizim elimizle gerçekleştirilenlerin yaratıcısı değiliz ki onlara sahiplik iddia edelim. Bizim defterimize yazılacak olanlar, asıl bizden olanlar, yani bize ait olanlardır ki, onlar da sadece kalbimizden ve ellerimizden çıkanlardır.

İnsan başarabildikleri kadar değerli değildir; insan sadece başarmak uğrunda dile getirebildiği duası kadar ve başarabilmek için sergileyebildiği çırpınışı kadar büyüktür. İnsanın hak edeceği sonsuzluğun değerini ve büyüklüğünü belirleyen iki faktör vardır: Bedenimizin içinde yaşadığı evrende hangi eylemleri, çırpınışları bıraktık. Başarıp başarmadığımız sonsuzluğumuz açısından önemli değil; başarabilmek için üzerimize düşeni yeterince yaptık mı? Meşhur olmayabiliriz; adımızı kimse duymayabilir dünyada. Ancak şurası kesin ki, peygamberlerin yaptıkları gibi yapmaya adananları, burada kimse tanımasa da semada tanımayan melek yoktur.

Diğer faktör de kalbimizdir. Bedenimizin parçası olduğu madde evreninde, hangi izleri ve eylemleri bıraktığımız kadar; kalbimizin içinde yaşadığı ruh evreninde de hangi duaları, duyguları ve niyetleri bıraktığımız önemlidir. Öyle insanlar vardır ki, melekut evreninde, kalpleri ve duaları adına âdeta gezegenler inşa edilmiştir. Sonsuzluğu kendileriyle paylaşacağın meleklerin seni sevip sevmediğini merak ediyorsan; senin melekleri sevip sevmediğine bak. Seninle ne kadar ilgilendiklerini anlamak istersen, senin onlarla ne kadar ilgilendiğini sorgula. Yaratıcının sevgisine kavuşup kavuşmadığını anlamak istersen; şimdi kalbine sor: ”Onu seviyor muyum?” Peki seni ne kadar seviyor? Sor kendine: ”Onu ne kadar seviyorum?” Hatırlayınca hıçkırıklara boğulabilecek kadar var mı? Eğer öyleyse, sen köyde kağnıyla yük taşıyan, dağların ötesinden habersiz fakir delikanlı/veya genç kız da olsan; senin adın semanın öteki ucunda bile meşhurdur.

Hayat geçiyor, zaman uçuyor; hazineler gaybdan akıp gidiyor. Uyuyamayız, heykeller gibi donuklaşamayız. Yaratıcımızın görevi olan sonuçları yetersiz sanıp kaderimize küsemeyiz; alacağımız asıl karşılık, sonsuzluk evreninde verilecek karşılıktır. Hiçbir akıllı insan da, tüm çabalarının karşılığını dünyada alıp, sonsuzluğa eli boş gitmek istemez. Bize düşen, karıncalar gibi durmadan ve üstelik koşarak çalışmaktır; Yaratıcımız eylemlerimizden ne yaratır; sadece ahiret mi, yoksa biraz dünya ve biraz ahiret mi?

Şu kadarını iyi biliyoruz: Her zerre eylemin ve duygunun sonsuzluk evreninde mutlaka çok büyük karşılıkları vardır. Başarı yolculuğunda attığımız her meşru adım, Cennet sarayına dikilen bir ağaçtır. Eylemlerimizin bu evrendeki karşılıklarının yanısıra; eş-zamanlı olarak, sonsuz hayattaki karşılıkları da yaratılıyor. Ruhumuzu tatmin edebilecek tek karşılık, şeytanın ütüleyip boyaladığı maddede kokuşmak değil; sonsuzluğun sahibiyle kurulacak dostluk ışığında sonsuzlaşmaktır. Sevgili Yunus bunu anladı ve şu en güzel cümleyi bize bıraktı: ”Bana Seni gerek Seni…”

Muhammed Bozdağ / Zafer Dergisi

Lezzetlerin Mahiyeti ve İnsan

Maahaza; o lezzetlerden hiç kimse tam mânâsıyla muradına nâil olamaz. Ya o lezzetlerin ömürleri kısa olur veyâ insanın ömrü kısa olduğundan murâdına yetişemez. Ancak, o lezzetler ve o nefîs şeyler ibret ve şükre sevk içindir.Çünki onlar Cenab-ı Hakk’ın ehl-i iman için cennetlerde ihzar ettiği hakikî nimetlere nümunelerdir. Ve o müzeyyen masnuat-ı fâniye, fenâ ve adem için değildir. Ancak, onların suretleri ve misalleri, mânâları, neticeleri alınır; âlem-i bekâda, ehl-i bekâ için ebedî manzaraların yapılmasına medar olurlar. Yâhut ebedî âlemde Sâni’-i Ebedî istediği şekillere sokar. Çünki o masnuat, bekâ içindir. Onların o zahirî ölüm ve fenâları; vazifelerinden terhistir, i’dam değildir. Mesnevi-i Nuriye ( 44 )

Herşey Muhafaza Ediliyor!

Evet, onların ölümleri fenâ olsa bile, yalnız bir cihetten fenâya gider, çok cihetlerden bâki kalır. Meselâ, Kudret-i Ezeliyenin yarattığı şu gül çiçeğine bak! Evet, nasıl bir kelime ağızdan çıkar çıkmaz zâhiren fenâya giderse de, Allah’ın izniyle kulaklarda, kâğıtlarda, kitablarda milyonlarca timsâlleri kaldığı gibi, akıllarda da akıllar adedince mânâları kalır.

Kezâlik o gül kısa bir zamanda vazifesi tamam olur olmaz solar, ölür gider. Amma onu gören bütün insanların kuvve-i hâfızalarında ve halefiyle hâmile olan tohumlarında suretleri, mânâları bâkidir. Demek o gülün tohumu olsun, kuvve-i hâfızalar olsun, o gül çiçeğinin suretini, zînetini, menzilini hıfz için sanki birer fotoğraf ve bekası için birer menzildir.Mesnevi-i Nuriye ( 44 )

Her şey neden muhafaza ediliyor?

Ey arkadaş! İnsan da başıboş, serseri, sahibsiz bir hayvan değildir. Ancak onun da bütün harekât ve ef’ali yazılıyor, tesbit ediliyor ve a’malinin neticeleri hıfzediliyor ki, muhasebe-i kübrada ona göre derece alsın. Mesnevi-i Nuriye ( 44 )

Âlem-i bekâ senin elinde ! !

Ve o müzeyyen masnuat-ı fâniye, fenâ ve adem için değildir. Ancak, onların suretleri ve misalleri, mânâları, neticeleri alınır; âlem-i bekâda, ehl-i bekâ için ebedî manzaraların yapılmasına medar olurlar. Mesnevi-i Nuriye ( 44 )

Sigarayı At Ömrünü Uzat

 

        Yazının başlığını okuyunca belki zihninizde yanlış bir algı oluşabilir. Başlığı “Sigara sağlıklı ömrü kısaltır. Ömrü sağlıksız hale getirir” manasında kullandım yoksa hâşâ insanın kendi ömrünü uzatma gücüne sahip olduğu düşüncesinde değilim. Daha dikkat çeken bir slogan mantığı ile kullandım. Sigara içmeyen bir birey olarak sigaranın zararlarına dikkat çekmek amacıyla bu yazıyı kaleme almaya karar verdim.

Yıllar önce Üniversite yıllarında Sigaranın Zararları ile ilgili geniş kapsamlı bir araştırma yapmıştım. Bu araştırmam Akademik içerikli  idi. Araştırmayı yapmadan önce sigaranın zararlarını hep kulaktan duyma bilgilerle biliyordum. Fakat bu araştırmadan sonra sigaranın ne kadar büyük bir düşman olduğunu çok kesin ve bilimsel olarak öğrenmiş oldum.

Araştırmam da çok ilginç bilgilere ulaştım.Hatırladığım kadarı ile size aktarmaya çalışacağım.

1-Sigaraya başlama genelde çocukluktan  ergenliğe geçerken ya özentiyle yada aile ve arkadaş çevresinin etkisiyle oluyor.Özenti ile sigaraya başlayan çocuk ,büyüklerin sigara içtiğini görüyor ve büyükler içiyorsa doğru bir davranıştır düşüncesine kapılarak sigaraya başlıyor.

Aile ve çevrenin etkisiyle başlayan çocuklarda ise ailede sigara içenlerin etkisi çok fazla olmaktadır.Anne,baba,ağabey ,abla veya arkadaşları sigara içiyorsa çocuk onları örnek alarak sigaraya başlıyor.Sigaraya başlama bazen arkadaş çevresinden psikolojik baskı sonucu ve arkadaş çevresinden dışlanma korkusu ile de olmaktadır.

2-Sigaraya başlama nedenlerinden biriside hayatta karşılaşılan sorunlardan sigara içerek teselli bulma çabası.

3-Sigara içen aile ortamında yetişen çocukların çoğunda akciğere bağlı bronşit,astım gibi hastalıklar oluştuğu tespit edilmiş.Tiryakilerde ise akciğer ve karaciğer kanseri riski diğer insanlara göre % 90 daha fazla olmaktadır.

4-On beş yıl sigara içen birisinin vücudunda 4-5 kilogram katran birikiyor.Bu katran zamanla soba borusundaki  is gibi damarları tıkamaya ve kalp,damar hastalıklarına sebep olmaktadır.Hatta bazen kangrene bile sebep olmaktadır.

5-1 paket sigaradaki katranı çıkarıp insana şırıngayla verseniz insanı yarım saate öldürecek bir etkiye sahip.

6- Yapılan bir araştırmada bir tane sigarayı bir kuşa içirdiğinizde anında öldürecek kadar zehirli madde içerdiği ortaya çıkmış.

Araştırma hakkında aklımda kalanlar yukarıdaki anekdotlardır. Bir de işin maddi yönüne baktığımızda her gün 1 paket sigara içen bir insanı düşünelim.1 paket en ucuz 5 TL olsun bu aylık 150 TL demektir.Aylık bazda düşünürsek bu bir ailenin kuru gıda ihtiyacını karşılayabilir.Bir aile için 8 kg et demektir.Bir  aile için 300 tane ekmek,10 kg çay,75 kg şeker demektir.Ya da kitap hesabıyla düşünürsek en az 5 liradan 30 tane kitap demektir.Bu durumu yıllara yaydığımızda 1 yılda 360 kitap demektir.Bu miktarların ne kadar büyük olduğunu düşünün.Akıl ve mantıkla hareket eden bir  insan bu hesabı yapsa yine sigara içmez.

Yukarıdaki aktardığım bilgilerin ışığında soruyorum. Ömrünüzü kısaltmak ve malınızı ateşe atmak mı yoksa ömrünü sağlıklı ve huzurlu, malını bereketli kılmak mı? İstersiniz. Cevabı size kalmış.

Hamit DERMAN


Farkında Mıyız? (Şiir)

Geçti ömür bitti hayat
Yaşamak çok zor zanaat
Yolun sonu geldi heyhat
Bilmem ki farkında mıyız?

Uzun bir ömür yaşadık
Hiç bitmeyecekmiş sandık
Oyalandık, hep aldandık
Bilmem ki farkında mıyız?

Geçtik zaman tünelinden
Ne çektik hayat elinden
Dünyanın zor emelinden
Bilmem ki farkında mıyız?

Biz uyuduk el çalıştı
Fikirlerimiz çatıştı
Helal harama karıştı
Bilmem ki farkında mıyız?

Dünyadaki ehli sefa
Sonrasında çeker cefa
İnsanlar oldu bivefa
Bilmem ki farkında mıyız?

Tanyeri der ki: Üzgünüm
Zor geçti dünüm, bu günüm
Acaba nasıldır önüm?
Bilmem ki farkında mıyız?

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org