Etiket arşivi: Hatice Başkan

“Risale-i Nur’da Evlilikle alakalı “

Risale-i Nur’da Evlilikle alakalı

Şer’an koca, karıya küfüv olmalı, yani, birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimi, diyanet noktasındadır.

 

Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.

 

Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp “Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim” diye takvâya girer.

 

Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer.

 

Ne bedbahttır o kadın ki, müttakî kocasını taklit etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.

 

Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki, birbirinin fıskını ve sefahetini taklit ediyorlar, birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar.

 

*

 

Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka, yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet, bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır.

 

Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır; elbette, ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı, başkasının nazarını kendi mehâsinine celb etmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Madem mü’min olan kocası, sırr-ı imana binaen, onunla alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız hayvânî ve güzellik vaktine mahsus, muvakkat bir muhabbet değil, belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayat noktasında esaslı ve ciddî bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır. Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddî hürmet ve muhabbeti taşıyor. Elbette ona mukabil, o da kendi mehâsinini onun nazarına tahsis ve muhabbetini ona hasretmesi, mukteza-yı insaniyettir. Yoksa pek az kazanır, fakat pek çok kaybeder.

 

*

 

Bir ailenin saadet-i hayatiyesi, koca ve karı mâbeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder. Tesettürsüzlük ve açık saçıklık, o emniyeti bozar, o mütekabil hürmet ve muhabbeti de kırar. Çünkü, açık saçıklık kılığına giren on kadından ancak bir tanesi bulunur ki, kocasından daha güzeli görmediğinden, kendini ecnebîye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, kocasından daha iyisini görür.

 

*

 

Malûmdur ki, kesret-i nesil, herkesçe matluptur. Hiçbir millet ve hükûmet yoktur ki, kesret-i tenasüle taraftar olmasın. Hattâ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:

 

(ev kemâ kàl.) Yani, “İzdivaç ediniz, çoğalınız. Ben kıyamette sizin kesretinizle iftihar edeceğim.”

 

*

 

Aklı başında olan bir adam, refikasına muhabbetini ve sevgisini, beş on senelik fâni ve zâhirî hüsn-ü cemâline bina etmez. Belki, kadınların hüsn-ü cemâlinin en güzeli ve daimîsi, onun şefkatine ve kadınlığa mahsus hüsn-ü sîretine sevgisini bina etmeli-tâ ki, o biçare ihtiyarladıkça, kocasının muhabbeti ona devam etsin. Çünkü onun refikası, yalnız dünya hayatındaki muvakkat bir yardımcı refika değil, belki hayat-ı ebediyesinde ebedî ve sevimli bir refika-i hayat olduğundan, ihtiyarlandıkça daha ziyade hürmet ve merhametle birbirine muhabbet etmek lâzım geliyor. Şimdiki terbiye-i medeniye perdesi altındaki hayvancasına muvakkat bir refakatten sonra ebedî bir mufarakate mâruz kalan o aile hayatı, esasıyla bozuluyor.

 

*

 

Hem Risale-i Nur’un bir cüz’ünde denilmiş ki: Bahtiyardır o adam ki, refika-i ebediyesini kaybetmemek için saliha zevcesini taklit eder, o da salih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki, kocasını mütedeyyin görür, ebedî dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur, saadet-i dünyeviyesi içinde saadet-i uhreviyesini kazanır. Bedbahttır o adam ki, sefahete girmiş zevcesine ittibâ eder, vazgeçirmeye çalışmaz, kendisi de iştirak eder. Bedbahttır o kadın ki, zevcinin fıskına bakar, onu başka bir surette taklit eder. Veyl o zevc ve zevceye ki, birbirini ateşe atmakta yardım eder. Yani, medeniyet fantaziyelerine birbirini teşvik eder.

 

*

 

Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de, bozulmaktan kurtulmanın çare-i yegânesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur.

 

*(neden kadınlar kendi çocuğunu kendi yetiştirmeli: işte cevabı)

 

Evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir. Bu münasebetle, ben kendi şahsımda kat’î ve daima hissettiğim bu mânâyı beyan ediyorum:

 

Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum.

 

Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.

 

*

 

Aziz hemşirelerim, kat’iyen biliniz ki, daire-i meşruanın haricindeki zevklerde, lezzetlerde, on derece onlardan ziyade elemler ve zahmetler bulunduğunu, Risale-i Nur yüzer kuvvetli delillerle, hadisatlarla ispat etmiştir. Uzun tafsilâtını Risale-i Nur’da bulabilirsiniz.

 

*

 

Küçük Sözler’den Altıncı, Yedinci, Sekizinci Sözler ve Gençlik Rehberi benim bedelime sizlere tam bu hakikati gösterecek. Onun için, daire-i meşruadaki keyfe iktifâ ediniz ve kanaat getiriniz. Sizin hanenizdeki mâsum evlâtlarınızla mâsûmâne sohbet, yüzer sinemadan daha ziyade zevklidir.

 

Hem kat’iyen biliniz ki, bu hayat-ı dünyeviyede hakikî lezzet iman dairesindedir ve imandadır. Ve a’mâl-i salihanın herbirisinde bir mânevî lezzet var. Ve dalâlet ve sefahette, bu dünyada dahi gayet acı ve çirkin elemler bulunduğunu Risale-i Nur yüzer kat’î delillerle ispat etmiştir. Adeta imanda bir Cennet çekirdeği ve dalâlette ve sefahette bir Cehennem çekirdeği bulunduğunu, ben kendim çok tecrübelerle ve hadiselerle aynelyakin görmüşüm ve Risale-i Nur’da bu hakikat tekrar ile yazılmış. En şedit muannit ve muterizlerin eline girip, hem resmî ehl-i vukuflar ve mahkemeler o hakikati cerh edememişler. Şimdi sizin gibi mübarek ve mâsum hemşirelerime ve evlâtlarım hükmünde küçüklerinize, başta Tesettür Risalesi ve Gençlik Rehberi ve Küçük Sözler benim bedelime sizlere ders versin.

 

*

 

Nev-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cemiyetli merkez ve en esaslı zemberek ve dünyevî saadet için bir cennet, bir melce bir tahassungâh ise, aile hayatıdır. Ve herkesin hanesi, küçük bir dünyasıdır. Ve o hane ve aile hayatının hayatı ve saadeti ise; samimî ve ciddî ve vefadarâne hürmet ve hakiki ve şefkatli ve fedakârâne merhamet ile olabilir. Ve bu hakikî hürmet ve samimî merhamet ise, ebedî bir arkadaşlık ve daimî bir refakat ve sermedî bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve hudutsuz bir hayatta birbiriyle pederâne, ferzendâne, kardeşâne, arkadaşâne münasebetlerin bulunmak fikriyle ve akidesiyle olabilir. Meselâ der: “Bu haremim, ebedî bir âlemde, ebedî bir hayatta daimî bir refika-i hayatımdır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise de zararı yok. Çünkü ebedî bir güzelliği var, gelecek. Ve böyle daimî arkadaşlığın hatırı için herbir fedakârlığı ve merhameti yaparım” diyerek, o ihtiyare karısına, güzel bir hûri gibi muhabbetle, şefkatle, merhametle mukabele edebilir. Yoksa, kısacık bir iki saat sûrî bir refakatten sonra ebedî bir firak ve müfarakate uğrayan arkadaşlık, elbette gayet sûrî ve muvakkat ve esassız, hayvan gibi bir rikkat-i cinsiye mânâsında ve bir mecazî merhamet ve sun’î bir hürmet verebilir. Ve hayvanatta olduğu gibi, başka menfaatler ve sair galip hisler, o hürmet ve merhameti mağlûp edip o dünya cennetini cehenneme çevirir.

 

*

 

Hem her insanın küçük bir dünyası, belki küçük bir cenneti dahi kendi hanesidir. Eğer iman-ı âhiret o hanenin saadetinde hükmetmezse, o aile efradı, herbiri şefkat ve muhabbet ve alâkadarlığı derecesinde elîm endişeler ve azaplar çeker. O cenneti, cehenneme döner veyahut muvakkat eğlenceler ve sefahetlerle aklını tenvim edip uyutur.

 

*

 

Saadetin esaslarından nikâh ise: Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcut bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.

 

Evet, bir işte mütehayyir kalan veya birşeye dalarak tefekkür eden adam, velev zihnen olsun, ister ki, birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalblerin en lâtifi, en şefiki, “kısm-ı sâni” ile tâbir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, sûrî ve zahiri olan arkadaşlığı samimileştiren, kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâli olmasıdır.

 

*

 

Evet insan, bir refikaya veya bir refîke muhtaçtır ki, tarafeyn, aralarında, hayatlarına lâzım olan şeyleri muavenet suretiyle yapabilsinler. Ve rahmetten neş’et eden muhabbet iktizasıyla, yekdiğerinin zahmetlerini tahfif etsinler. Ve gamlı, kederli zamanlarını, ferah ve sürura tebdil edebilsinler. Zaten dünyada insanların tam ünsiyeti, ancak refikasıyla olur.

Selam ve dualar ile…

HATİCE BAŞKAN

 

Nurun Nübüvvet Duası

Nurun Nübüvvet Duası (Işığın Peygamberi Duası) büyük bir nimet olarak bilinir.Çeşitli amaçlar ve ilahi güç için okunur. Kara büyü,büyücülük,büyü,şantaj,zehir,kötü rüya ve nedeni bilinmeyen garip hastalıkları önler. Kıskançlık ,aldatma veya hıyaneti önlemek için de nurun nübüvvet duası okunur. kalem suresi 51-52 neml suresi 16.ayet Buruç 15.ayet Yasin 70.ayet İsra 81.ayet ve saffat suresi 180. 181. ve 182.ayetlerinden oluşmaktadır. Efendimiz ( s.a.v )sabah camide ibadet ederken bu duayı Cebrail a.s dan teslim almıştır. Cebrail a.s Peygambere şöyle dedi: “Ben Nuru Nübüvvet duasını getirmek için Allah tarafından gönderildim.” Ayrıca tüm günahlar ( büyük günah şirk hariç) bu dua sayesinde Allah af eder. Allah tarafından Cebrail aracılığı ile Peygamber Efendimiz (s.a.v ) e gönderilmiştir. Bu dua Allah’ın hediyesidir. Nübüvvet namazını da peygamberimiz s.a.v öğretmiştir.Bu hem zenginlik amaçlı hem de büyü,büyücü,sihir,nazar ve hastalık tedavisi için okunan büyük bir şifadır. İmam Hasan ve İmam Hüseyin bu koruyucu duayı okumuşlardır. Nurun Nübüvvet anlamı Işığın, kehanetin peygamberi demektir.

******************************************

Peygamber Efendimiz ( s.a.v ) 20 Nisan Pazatesi günü sabahı 571 yılında Mekkede doğdu O doğmadan önce Arabistan da müthiş bir kıtlık vardı.Her taraf kıtlıktan yıkılıyordu.İşte tam o sırada mucize oldu.bir bolluk ve zenginlik kumlardan sanki nimet fışkırıyordu.bolluk akıyordu.Kainatın Efendisi doğdu.Ticaret canlandı piyasa hareketlendi. peygamber efendimizin kürek kemikleri arasında bıldırcın yumurtası büyüklüğünde nübüvvet mührü yazılıydı. Hatem-i nübüvvet: “Allahü vahdehü la şerike leh Muhammeden abduhü ve rasulullah tevecceh haysu şi’te feinneke mansur ” Faydaları 1-Sabah ve akşam abdestli olarak bakılır.Kişinin işi rast gider. 2-Eve çerçeve yapıp asılır.Büyü,Cin ve Şeytandan korunur. 3-Yatmadan önce abdestli olarak bakarsa güzel rüya görür. 4-Bolluk ve Bereket 5-Yeni bir aya ve yeni yıla girerken abdestli olarak bakılır.(Hicri Takvime göre) 6-Kişi Ev sahibi olur.Tablo olarak uzun süre evde asılı kalırsa 7-Yolculuğa çıkmadan önce bakılır.Rahat ve huzurlu geçer. 8-Hasta kişi abdestli olarak mühre baksın “Allahü vahdehü la şerike leh Muhammeden abduhü ve rasulullah tevecceh haysu şi’te feinneke mansur ” günde 33 veya 313 defa bu zikri çek. Nübüvvet Mührüne abdestli bak Allah’ın korumasına girersin.Buna inan eğer sen imanlıysan buna inanırsın.Hastalık,talihsizlik ve şansızlık tan korunursun. Büyük Güç,Bereket,Mutluluk ve iyi haberler alacaksın.Sabah güneş doğarken Akşamda abdestli olarak mühre bir kaç dakika bak.

Elfü elfi salatin ve elfü elfi selamin aleyke Ya Resulallah

Sana binlerce salât ü selam olsun Ey Allah’ın Resûlü

Elfü elfi salatin ve elfü elfi selamün aleyke Ya Habiballah

Binlerce salat ü selam Sana ey Allah’ın Sevgilisi

Elfü elfi salatin ve elfü elfi selamin aleyke ya Emîne vahyillah

Sana binlerce salat ü selam olsun ey Allah’ın vahyinin emîn temsilcisi.

 

Eşlerimiz Elbisemizdir Aslında…

Eşlerimiz Elbisemizdir Aslında..

 

RABBİMİZ, Kur’ân-ı Kerim’de eşleri “birbirlerinin elbisesi” olarak tarif eder.

 

Bizim fıtratımızı bizden iyi bilen Rabbimizin eşleri “elbiseler” diye tarif etmesi, hiç şüphesiz, sonsuz manalar içeriyor olmalı. “Elbise”nin anlamı ve çağrıştırdıkları üzerinden eşimizi anlamaya çalışabilir miyiz?:

 

Başkalarına elbisenizle görünürsünüz. Elbisenizin temizliği, sağlamlığı, rengi ve şıklığı dışarıya verdiğiniz mesajdır. Elbisenizin güzelliği ile kendinizi önemsediğinizi ve önemli olduğunuzu ifade edersiniz. Kirli, pejmürde, dağınık, sökük, yırtık bir elbise kendinize değer vermediğiniz anlamına gelir. Şu halde, “Elbisemden bana ne?” deme hakkınız yoktur. Kendinizi elbisenizle tanıtırsınız; o kimliğiniz olur, kişiliğinizi ortaya koyar. Elbisenizde olabilecek her türlü kusur, size mal edilir; kişiliğinizden kaybettir.

Eşiniz de sizin başkalarına göründüğünüz kimliğinizdir. Onu yıpratırsanız, bakımını ihmal ederseniz, perişan hâle getirirseniz, önce kendinize zarar vermiş olursunuz. Kişiliğini kaybeden, özgüvenini yitiren, değer verilmeyen bir eş, sizin kendinizi böyle bir eşle yaşamaya mahkûm ettiğinizin göstergesidir. Bu da sadece eşinizi değil, kendinizi de önemsemediğiniz anlamına gelir.

 

Elbiseniz ayıplarınızı örter. Çıplak gezmek kadar utandırıcı bir şey yoktur herhalde… Şükür ki elbise sizi hem güzelleştirir, hem de bedeninizin saklamanız gereken kısımlarını örter. Bir bakıma sırdaşınızdır elbiseniz; en gizli saklı yerinize dokunur ama başkasına göstermez. İç yüzü çıplaklığınızı görür ama dış yüzünde bunu kimseye belli etmez. Hiç ummadığınız bir zamanda sökülüveren yahut içindekini gösteren bir elbise ayıplarınızı sergiler, sizi mahcup eder.

 

Eşler de birbirlerinin kusurlarını örtmek için vardır. Eşlerin kusur ve ayıpları, hata ve zaafları birbirine açıktır. Eşiniz, sizin hakkınızda başka kimsenin bilmediklerini bilir, sizde başka kimsenin görmediklerini görür. Elbette, bir “elbise” yahut “örtü” olarak, bu ayıpları ayıplamak için değil, örtmek, saklamak, ortadan kaldırmak için yanınızdadır. Eşinizin hata ve kusurlarını küçültüp saklamak yerine, daha da büyütüp ortaya çıkarmaya çalışıyorsanız, siz “elbise” değilsiniz. Bu yüzden eşinizi kimseyle kıyaslamayın; çünkü başkalarını sadece elbiseleri üzerinden görürsünüz; başkalarının elbiselerinin bildiğini bilemezsiniz.

Elbiseye siz değer katarsınız. İçine bir insan girdiğinde değer kazanır elbiseler. Hiçbir elbise paketinde kalsın diye dikilmez. Onu değerli kılan, bir insan bedenine uygun olması, bir insan tarafından giyilebilir olmasıdır. Bir başka deyişle, insan elbiseyi giyindiğinde, elbise de insanı giyinir. İçinde insan olan bir elbise adeta konuşur, işitir, görür, düşünür. Kendisinde kişilik olmayan bir insanı çok güzel bir elbise kişilik sahibi etmez. Elbise üzerinden sarkar, her haliyle o insana fazla geldiğini söyler.

 

Çoğunlukla “iyi” ve “ideal” bir eş ararız. Bu arayış kendimizin bu “iyi” ya da “ideal” eşe, “iyi” ya da “ideal” bir eş olup olamayacağımız detayını gözden kaçırtır. İyi bir elbiseyi giyinince, adam olunmayacağı gibi, iyi bir eş bulununca da, iyi bir evlilik garantisi yoktur. Öncelikle bu “iyi” eşe, “iyi” eş olmanız gerekir. Sonra da iki “iyi” eş olarak “iyi” bir ilişkiyi sürdürmenin ve geliştirmenin yollarını aramanız gerekir. Eşler birbirlerinin elbisesidir; yani birbirlerini giyinirler. Aralarındaki uyum onların ilişkilerinin şıklığı için vazgeçilmezdir. Eşiniz de elbiseniz olduğuna göre, sadece onu giyinmekle değer kazanacağınızı düşünmeyin. Elbiseye sizin de katacağınız bir şeyler vardır. Ona göre yürümesini, ona göre durmasını, ona göre davranmasını bilmeniz gerekir.

Elbise sizi korur. Elbisenin örtme fonksiyonuna ek olarak koruma fonksiyonu da vardır. Elbise soğuktan, aşırı sıcaktan, kir ve tozdan vs. korur. Canınızı ve teninizi tehdit eden şeyler karşısında, elbisenize daha sıkı bürünmeniz gerekir. Aksini yapıp böylesi tehditlerden elbisenizi sorumlu tutmanız haksızlık ve akılsızlık olur.

Selam Ve Dua lar ile…

Hatice Başkan

Nuryarenleri571.blogcu.com

Zübeyr Bin Avvam (r.a) Kısaca Hayatı

Zübeyr B. Avvam (r.a)

Zübeyr b. el-Avvam b. Huveylid b. Esed b. Abdi’l-Uzza b. Kusayy b. Kilâb b. Mürre b. Ka’b. b. Lüeyy el-Kurasî el-Esedî. Büyük oğlu Abdullah’tan dolayı “Ebû Abdillah” diye çağrılırdı. Hz. Peygamber’in dostu ve havarisi (yardımcısı), aynı zamanda halası Safiyye binti Abdulmuttalib’in oğludur.

Ömer’in vefatından sonra, halife seçimini gerçekleştirmeleri için tayin ettiği altı kişilik “Ashabu’ş şûra” (danışma kurulu) üyelerindendir. Annesi kendisini “Ebu’t-Tâhir” diye çağırırdı. Fakat Zübeyr (r.a) kendisini oğlu Abdullah ile künyelendirmiş ve bu künye ile tanınmıştır.

Ilk müslümanların dördüncüsü veya beşincisidir. Ancak ne doğum tarihi, ne de kaç yaşındayken müslüman olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Habesistan’a da hicret etmiştir.

Bütün savaşlara katıldığı gibi Mısır fethinde de önemli rol oynamıştır.

Sıffın Savaşı’na katılmış ancak sonra savaştan çekilerek geri dönmüştür. Medine yolunda Temîm kabilesine ait bir su başına vardığında orada bulunan Amr b. Cürümüz onu takibe başladı. Vâdi’s-Sibâ’ denilen mevkide bir fırsatını bularak Zübeyr’i şehid etti.

İnşaALLAH her gün kısa bir şekilde bir sahabe efendilerimizi tanıyacağız inşaALLAH…

Selam Ve Dua lar ile..

Hatice BAŞKAN

“Peygamber Efendimizin Hilkati “

Peygamber Efendimizin Hilkati Yani Yaratılışının Sıfatı

 

 

Buhari ve Müslim Berâ bin Azib´den rivayet ederler. O demiştir ki: “Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz, bütün insanların yaratılışça en güzeli idi! Mübarek yüzleri de bütün insanların yüzlerinden daha güzeldi.”

 

Yine Buhâri Bera dan nakleder. O´na sormuşlar: Peygamberimizin yüzü kılıç gibi miydi?” O şu karşılığı vermiştir: “Hayır, O´nun yüzü ay´ın on dördü gibiydi!”

 

Müslim Cabir bin Semura´dan nakleder. Ona demişler ki: “Ey Câbir, Efendimiz´in yüzü uzun muydu?” O, şu karşılığı vermiştir: “Hayır, bilâkis O´nun yüzü ay ve güneş gibi yuvarlak idi.”

 

Yine Câbir bin Semura demiştir kî: “Ben, bulutsuz bir gecede Peygamber Efendimizi gördüm, üzerinde kırmızı renkte bir hırka vardı. Ben, bir O´na bir de ay´a baktım, bana göre O, ay´dan daha güzeldi.”

 

Buhari´nin Ka´b bin Mâlik´ten nakline göre, o da şöyle demiştir: “Peygamberimiz, sevinip sürûrlandıkları zaman mübarek yüzleri, bir ay parçası gibi nûr saçardı.” [30]

 

Hafız Ebû Nuaym ise, Ebû Bekir es-Sıddik´in şöyle dediğini rivayet eder: “Sevgili Peygamberimizin mübarek yüzü, ay gibiydi.” [31]

 

Beyhâki, Hemedan´lı bir .kadından nakleder. [32]O demiştir ki: “Ben, Peygamberimizle birlikte hac yaptım. O´nun mübarek yüzü sanki ay´ın ondördü idi. Ben, ne O´ndan evvel, ne de O´ndan sonra O´nun bir mislini gördüm.”

 

Yine bu hususta Rubeyyi´binti Muavvize´ye demişler ki: “Bize peygamber efendimizi vacfcder inicin?” O da şu karşılığı vermiştir: “Eğer siz O´nu görmüş olsaydmıs, muhakkak “güneş doğdu!” derdiniz.”

 

îmam-ı Müslim´in, en son vefat eden sahabi olan Ebû Tufeyl bin Amir´den nakline göre; kendisine: “Bir sahabi olarak Peygamberimizi bize anlatır mısın?” dedikleri zaman, o şöyle demiştir: “Peygamberimiz, son derece güzel idi, yüzü de nûr gibiydi.”

 

´Buhâri ve Müslim Enes´ten rivayet ederler. O demiştir ki: “Sevgili Peygamberimiz; kavminin orta boylusu idi, boyu ne fazla uzun idi, ne de kısa idi. .Rengi; ne esmer idi, ne de donuk beyaz. Pembeye meyyal beyaz idi. Saçı; ne fazla kıvırcık, ne de dümdüz idi. Yenice taranmış, hafif dalgalı idi.”

 

Tirmizi ve diğerleri Ebû Hüreyre´den şöyle nakleder: “Ben, Peygamber (s.a.v.)´den daha güzel bir şey görmedim! Sanki güneş, O´nun mübarek yüzünde cerâyan ediyordu. O´ndan daha hızlı yürüyen birini de görmedim. O kadar ki, sanki yer duruluyor sanırdınız. Biz ne kadar hızlı yürüsek, yine de O´na yetişemezdik.”

 

îbn-i Sa´d ve başkası Enes´ten rivayet eder. O demiştir ki: “Cenâb-ı Hakk bir peygamber gönderdiği zaman, mutlaka onu güzel yüzlü ve güzel sözlü olarak göndermiştir. Nihayet sıra bizim Peygamberimiz´e geldiğinde, O´nu da güzel yüzlü ve güzel sözlü olarak göndermiştir.”

 

îbn-i Asâkir´in Ali bin Ebû Tâlib´den olan rivayetinde ise, “soyca da şerefli ve keremli olarak gönderir” kaydı bulunmaktadır. Dâremi´nin nakline göre de İbn-i Ömer şöyle demiştir: “Ben Peygamberimiz´den daha şecâatli, daha cömert, daha güzel bir kimseyi hiç görmedim.”

 

Müslim Câbir bin Semura´dan nakleder. O demiştir ki: “Yaratılışı itibariyle Peygamber Efendimiz; geniş ağızlı, kırmızı gözlü (göz akında kırmızılık bulunan), küçük topuklu idi; (topuklarında et az idi).”

 

Beyhâki´nin rivayetine göre de Ali: “Peygamberimizin gözleri büyük, kirpikleri uzun idi. Gözlerinin beyazlığında biraz kırmızılık vardı” demiştir.

 

Tirmizi ve Beyhâki´nin rivayetlerinde ise, Ali (r.a.) şöyle demiştir: “Resûlullah (s.a.v.); ne fazla uzun boylu, ne de çok kısa idi; uzuna yakın orta boylu idi. Saçı ne kıvırcık kısa, ne de düz idi; ikisi ortası hafif dalgalı idi. Ne fazla zayıf, ne de şişman idi; ikisi ortası ve sıkı etli idi. Yüzü değirmi idi, büsbütün yuvarlak değildi. Duru beyaz tenli, iri ve siyah gözlü, uzun kirpikli idi. iri kemikli ve geniş omuzlu idi. Göğsü ve karnı kılsızdı, ancak göğsünün ortasmdatası ve sıkı etli idi. Yüzü değirmi idi,, büsbütün yuvarlak değildi. Duru beyaz tenli, iri ve siyah gözlü, uzun kiprikli idi. îri kemikli ve geniş omuzlu idi. Göğsü ve karnı kılsızdı, ancak göğsünün ortasından göbeğine kadar siyah kıllardan teşekkül eden bir çizgi vardı. İki avucunun içi ve ayaklarının altı dolgunca idi. El ve ayak parmakları ise kalınca idi. Yürüdüğü zaman, sanki yokuş aşağı inercesine eğilir ve ilerlerdi. Sağma-soluna bakmdığı zaman, yalnız başıyla değil, bütün vücudu ile dönerdi. İki omuzu arasında, peygamberlik mührü denilen bir nişan vardı. Göz bebeği çok siyahtı. Alnı geniş, başı büyük, sakalı sık idi. Ne O´ndan evvel, ne de O´ndan sonra, O´nun bir mislini görmedim. Mübarek teri, inci daneleri

 

gibiydi, yürüdüğü zaman sür´atli ve kuvvetli yürürdü. Mübarek alınları, nûr gibi parlardı.”

 

îmam-ı Ahmed ve başkaları Ebû Hüreyre´den rivayet eder. O şöyle demiştir: “Peygamber Efendimiz´in pazuları geniş ve kuvvetli, omuzlarının arası geniş, kirpikleri uzun idi. Çarşıda bağırarak konuşmaz, çirkin söz söylemezdi. Yöneldiği zaman tam yönelir, döndüğü zaman da tam dönerdi. Sakalı sık ve siyahtı. Ağzı ve ön dişleri çok güzeldi.”

 

Hz. Enes´e: “Peygamberimiz, ihtiyarlamış mıydı?” diye sormuşlar. O da demiştir ki: “Hayır, Allah O´na o günleri göstermedi. Efendimiz vefat ettikleri zaman, mübarek başında ve sakalında ancak on yedi veya on sekiz kadar beyaz tel vardı.” [33]

 

Buhâri ve Müslim´in rivayetine göre de Berâ şöyle demiştir: “Peygamberimiz, orta boylu, geniş omuzlu, uzun saçlı idi. Saçı, kulak yumuşağına değiyordu. Ben, O´ndan daha güzelini görmedim.”

 

Muharriş el-Ka´bi´de demiş ki: “Peygamberimiz Ci´râne´de umre yapmak üzere ihrama girdiği zaman mübarek arkalarını gördüm, gümüş gibi bembeyaz idi.” [34]

 

Ebû Hüreyre´den Bezzâr ve Bey haki şöyle naklederler: “Peygamberimiz, insanların en güzeliydi, orta boylu olup biraz uzunca idi. Geniş omuzlu, pürüzsüz ve düz yüzlü, siyah saçlı idi. Gözleri sürmeli, kirpikleri uzundu. Ayağı ile yere bastığı zaman tam basardı. Hırkasını çıkarıp yere koyduğu zaman, mübarek omuzlarının gümüş gibi parladığı görülürdü. Gülümsşdiği zaman, inci misali dişleri nûr saçardı. Ben, ne O´ndan evvel, ne O´ndan sonra O´nun bir mislini görmedim.”

 

Buhari ve Müslim de Enes”den şöyle naklederler: “Hz. Peygamberin elinden daha yumuşak ne bir ipeğe, ne de ipekli bir kumaşa dokunmuş değilim! Hz. Peygamber´in kokusundan daha hoş ne bir misk, ne de amber koklamış da değilim.”

 

Yine Müslim, Câbir bin Semura´dan nakleder, O demiştir ki: “Peygamber Efendimiz yüzümü okşamıştı. Mübarek eli gayet serin ve misk kutusuna batırılmış gibi hoş kokulu idi.”

 

Beyhaki´nin Yezid bin Esved´den tesbitine göre o da şöyle demiştir: “Resûlullah Efendimiz elimi tutmuştu. Gerçekten O´nun eli, kardan daha soğuk, miskten daha hoş idi.”

 

Müstevrid´in babası Şeddâd da şöyle diyor: “Bir gün ben, Peygamber Efendimiz´e gitmiştim. Mübarek elini tuttuğumda, ipekten daha yumuşak, kardan daha beyaz olduğunu gördüm.”

 

îmam-ı Ahmed´in nakline göre, Sa´d bin Ebi Vakkas demiştir ki: “Ben, veda haccı sırasında Mekke´de hastalandığım zaman Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz ziyaretime geldi, mübarek elini alnıma koydu ve yüzümü, göğsümü ve karnımı mesnetti. Mübarek eli, o kadar hoş ve serindi ki, hâlen onun serinliğini duyar gibi oluyorum.”

 

İbn-i Sa´d ile îbn-i Asakir´in Ali (r.a.)´den verdikleri bilgi de şöyledir: “Peygamber Efendimiz, pembeyi andırır beyaz tenli idi. Siyah gözlü, ince burunlu, düz yanaklı idi. Sakalı sık, saçı uzun, göğsünden göbeğine doğru uzanan siyah kıl çizgisi ise kamış gibi ince idi. Göğsünde ve karnında bundan başka kıl yoktu. Terlediği zaman, yüzünden inci daneleri gibi ter damlacıkları dökülürdü. Terinin kokusu ise, miskten çok daha hoş idi.”

 

Yine bu iki kaynağın Ali´den şöyle bir rivayeti vardır: “Peygamber (s.a.v.) beni Yemen´e vazifeli olarak göndermişti. Bir gün ben, Yemen´de halka hutbe irad ediyordum. Yahudi hahamlarından biri, beni ayakta dinliyor ve elindeki bir kitaba bakarak takib ediyordu. Sonra beni görüp dedi ki: “Ey Ali, bana peygamberiniz Ebu´l-Kâsım´ın vasfını yapar mısın?” Ben de dedim ki: “Peygamberimiz; ne uzun, ne de kısa idi, ikisi ortası az uzunca idi. Saçı, ne düz ne de kıvırcık idi, hafif dalgalı ve simsiyah idi. Başı büyüktü, rengi pembemsi beyaz idi. Dirsekleri ve omuz başları büyük olup, el ve ayak parmakları da kalın idi. Göğsü ile göbek arasındaki kıl çizgisi uzun idi, kaşları birbirine yakın olup kirpikleri de uzun idi. Alnı açık ve yüksek, iki omuz arası geniş idi. Yürüdüğü zaman kuvvetli ve şiddetli yürürdü, sanki yokuş aşağı inercesine eğilir ve hızla ilerler idi. Ben, ne O´ndan evvel, ne de O´ndan sonra bir O´nun gibisini asla görmedim!”

 

İşte, o yahudi hahamına karşı bunları söyleyip sustum. Haham bana: “Sonra neler?” diyerek anlatmaya devam etmemi istedi. Ben de: “Şimdilik söyleyeceklerim, kısaca bunlardır” dedim. Haham söze başlayıp: “Her iki gözünde biraz kırmızılık var, sakalı gayet güzel, ağzı gayet hoş, kulakları tam, sağına-soluna döndüğü zaman da tam döner, değil mi?” diye sordu. Ben de: “Evet, ta kendisi” diyerek tastik ettim. Haham: “Daha da var!” dedi. Ben: “Nedir?” dedim. Haham: “Önüne eğilir” dedi. Ben: “Bunu sana söyledim, yürürken başını öne eğerek ilerler” dedim şeklinde karşılık verdim. Haham: “Biz, O´na âit bu, sıfatları atalarımızdan bize kalan kitaplarda okuduk. Aynı zamanda O´na âit şu bilgileri de edindik: O, Mekke Haremin´den peygamber olarak gönderilecek, bu doğduğu yer olan şehirde bir müddet peygamberlik yaptıktan sonra, kavmi O´nu buradan çıkaracak. O da başka bir Harem´e hicret edecek ve bu hicret ettiği yer de Harem-i Nebi olacak. Burası hurmalık olan bir yer olacak ve burasının halkı, kendisine ve O´nun getirdiği dine bi-hakkın yardımcı olacak ve Ensar adım alacak. Bunlar, Amr bin Amir´in neslinden olan bir kavimdir ve burada çok sayıda yahudiler de ikâmet etmiş olacak” dedi. O, bunları söyledikten sonra, böyle değil mi ey Ali?” dedi. Ben de: “Evet, evet!” dedim. Bunun üzerine Yemen´li o haham: “îmdi ben ey Ali, şehâdet ederim ki O, bir peygamberdir! Yine şehâdet ederim ki O, bütün insanlara gönderilmiş bir peygamberdir!” diyerek tanıklık etti.”

 

Yine bu hususta, îbn-i Ömer´den gelen bir rivayet de bu mealdedir. Sâdece burada verilen bilgilerde: “…Mübarek boynu gümüşten bir ibrik gibiydi. Gırtlağı (boynundaki çıkıntı kemiği) altın gibi parlardı” diye farklılık bulunmaktadır.

 

Ebû Hüreyre tarikinden gelen rivayette ise şu farklılık vardır: “Peygamber Efendimiz´in vefatından sonra idi. Kudüs´teki hahamlardan biri geldi ve Ali´ye mürâcât ederek: “Ey Ali, bana peygamberinizin sıfatlarını anlatır mısın?” dedi. Ali de verdiği cevapta, Peygamberimiz´in bilinen sıfatlarını: “O´nun orta boylu, pembeye çalar beyaz tenli” oluşu gibi niteliklerini anlattı ve bu meyanda: “ikiye ayrılmış saçı, kulak yumuşağına kadar uzanır idi. Sakalı sık ve güzel idi, ön dişleri aralıklı idi. Boynu gümüş ibrik gibiydi, köprücük kemiği altın gibi parlardı. Oturduğu yerden kalktığı zaman, orası uzun müddet misk gibi kokardı…” gibi bilgiler de verdi. Ali´den bu bilgileri alan Kudüs´lü Haham, sonunda: “Ey Ali, ben bu sıfatları Tevrat´ta okumuşumdur. Şehâdet ederim ki o, Allah´ın Resulüdür!” diyerek tanıklık etmiştir.”

 

Beyhaki ve îbn-i Asakir Mukatil bin Hayyan´dan nakleder. O demiştir ki: “Yüce Allah, Meryem oğlu îsâ´ya şöyle vahyetmiştir: “Ey´ îsâ, sana olan emrimde ciddi ve gayretli ol, dinle ve itaat eyle! Ey tâhire, bakire ve betülün [35] oğlu! Ben seni babasız olarak dünyaya getirdim ve âlemlere ibret alınacak bir âyet kıldım! îmdi sen, ancak bana ibâdet et, ancak bana güven! Sur Şehrine git ve halkına: “Ben´den başka ilâh olmadığım, Benim ezeli ve ebedi, hayy ü kayyüm olduğumu, onlara açıkça tebliğ et! Deveye binen, gömlek ve sarık giyen, elinde asası ve ayağında tasması bulunan ümmi peygamberim Muhammed´e inanıp tastik etsinler. O, yaratılışı itibariyle başı büyük, alnı açık ve yüksek, kaşları birbirine yakın, gözleri siyah ve büyük, kirpikleri ve burun ucu ince, yanakları düz, sakalı sıktır. Teri alnından inci gibi dökülür, etrafına misk gibi koku saçar, boynu gümüş ibrik gibidir. Köprücük kemiği altın gibidir. Göğsünden göbeğine doğru siyah kıllardan oluşan kamış gibi bir çizgi uzanır. Başkaca göğsünde ve karnında kıl yoktur. El ve ayak parmakları kalındır, bir toplulukla geldiği zaman herkesi misk gibi hoş kokular içinde bırakır. Yürüdüğü zaman, kuvvetli ve biraz sür´atli yürür. Nesli, kız evladından devam eder ve sayıca çok değildir.” [36]

 

 

 

[30] Ka´b, Ensâr´ın Hazrec kolundan idi. Hicri 49 yılına doğru vefat etti.

 

[31] Hz. Ebû Bekir´in adı Abdullah olup babası Ebû Kuhâfe´dir. Erkeklerden ilk müslaman olan odur. Efendimizin Yâr-ı Gâr ıdır. Peygamberimizden sonra bu ümmetin en faziletli şahsiyetidir, flesûlullah´ın vefatından sonra halife seçilmiş ve bu makamda iki sene üç ay üstün vazifeler yapmıştır. Vefat ettiğinde 63 yaşında idiler. (Resûlullah gibi, verilen zahirin tesiriyle vefat etti)

 

O, halife seçildikten sonra, birisi kendisine hitaben: “Ey Allah´ın halifesi” demişti. Derhal bunu red etmiş ve: “Ben, Allah´ın halifesi değil Resûlullah´m halifesiyim!” diyerek gerekli düzeltmeyi yapmıştır. (Mo-zâhib-i Leduniyye Şerhi Zerkani, 3/313)

 

[32] – Hemedân, Yemon´do Vr kf.blledir. Bu kab´lenir» müsîüman olduğu haberi geldiği zaman Peygamberimiz: “Sûîâm Heeüpn´a!” dermiş vo şükür secdesi yapmıştır.

 

[33] Aslında ihtiyarlık, ayıp sayılacak bir şey değildir. Haberde gelmiştir ki, Hz. İbrahim (a.s.) saçının beyazlaştığını görünce: “Yâ Râbbi, bu nedir?” demiş. Cenab-ı Hakk da: “Vekardır” buyurmuş. Bunun üzerine İbrahim (a.s.): “Yâ Rabbi, vekarımı ziyade eyle!” diye niyazda bulunmuştur.

 

[34] Bu umre, Huneyn Gazve´sinden sonra idi. Peygamberimiz, Huneyn´de elde edilen -ganimetleri de Ci´râne´de dağıtmıştı.

 

[35] Betül, “kendisini Allah´a kulluğa adamış” anlam rrida olup, kız çocuklarına verilecek güzel isimlerdir. Nitelik bildiren bir kelimedir.

 

[36] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/133-137.

RABBİM ŞEFAATLERİNE NAİL EYLESİN…

HATİCE BAŞKAN