Etiket arşivi: iman esasları

Türkiye’de Dini Hayat

Hani Tolstoy diyor ya; “Nasıl kafa sayısı kadar düşünce varsa, kalp sayısı kadar da sevgi çeşidi vardır.” Öyle de Diyanet İşleri Başkanlığının geçen yıl açıkladığı “Türkiye’de Dini Hayat” konulu araştırmaya göz attığınızda “acaba insan sayısı kadar iman çeşidi de mi var” diye düşünmeden edemiyorsunuz.

Türkiye’nin tamamına yayılarak yapılan araştırma, ciddi ve nitelikli bir alan çalışması özelliği taşıyor. Araştırma temel dini esasların yanında, trafikte hak ihlalinden, kurşun döktürmeye; çevre duyarlılığından, ekran dindarlığına kadar pek çok alanda ilginç veriler içeriyor.

DİNDARLIK ALGIMIZ

Araştırmaya katılanların %19,4’ü kendisini “oldukça dindar” olarak nitelerken, “dindarım” diyenlerin oranı %68,1. “Ne dindarım ne değilim” oranı %10,2 iken, “dindar değilim” diyenler %1’de kalıyor. “Hiç dindar değilim” oranı ise %0,3. Bu sonuçlardan “Türkiye dindarlaşıyor mu?” kaygısı çıkaranlar da olabilir elbet ama, dindarlık kriterlerine ve diğer verilerin dindarlık ölçütüyle değerlendirilmesine baktığımızda çıkan tablo da üzerinde düşünmeye değer.

Dindarlığın en önemli kriteri “İman edip ibadetlerini eksiksiz yerine getirmek ve İslam ahlâkına uygun yaşamak” %50,7; “Allaha inanıp kalbi temiz tutmak” %37,2; “Mübarek gün ve gecelerde ibadet etmek” %7,9; “Ezan, Kuran, cami vb dini simgelere saygılı olmak” %0,8; “Mevlüt okutmak, lokma, helva, aşure dağıtmak” %0,4 çıkıyor.

“Dindarım” diyenlerin % 41,3’ü vakit namazlarını “her zaman” kıldığını belirtirken, % 14,9’luk bir “hiçbir zaman” kılmayan “dindar” kesimin oluşu,  İslam’ın en temel ibadetini dışarıda bırakan bir dindarlık anlayışının da toplumda azımsanamayacak oranda yer edebildiğini gösteriyor.

Aslında verilere bakarak dindarlığın insanın arzuladığı, olmak istediği, toplumun sıcak baktığı bir sıfat olduğu sonucuna da varabiliriz.

İMAN ESASLARI

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaptığı bu araştırmanın medya tarafından kamuoyuna ilk sunuluşu “Türkiye’nin %99’unun Müslüman olduğu kanıtlandı” mealindeki haberlerle olmuştu. Araştırmadan çıkan sonuca göre İslam dinine mensup oranı %99,2.

Benim en çok dikkatimi çeken, bu rakamın altı iman esasıyla ilgili verilerle örtüşmemesiydi. Belki de toplum hayatındaki en önemli meselenin “iman hizmeti” olması gerektiği meselesi bu rakamlarla ortaya çıkmış oluyor. Zira imanın eksik ya da yanlış olduğu noktada, ibadetlerin kişiyi nereye kadar götürebileceği meçhul.

Verilere dönersek, İslam dinine mensup %99,2’nin %98,7’si “Allah’ın gerçekten var ve bir olduğuna inanıyor ve bundan hiçbir şüphe duymuyor. Aradaki rakam küçük de olsa “Allah’a inanmayan” bir Müslüman olgusu oldukça ilginç. “Melek, cin ve şeytan”ın varlığında oran biraz daha da düşüyor, %95,3. Yani %3,9’luk melek ve şeytana inanmayan Müslüman var—‘cin’in soruya dahil edilmesi kafaları karıştırmış da olabilir. %99,2’lik Müslüman kesimin ancak %96,5’i “Kuran’da anlatılanların hepsinin doğru ve tüm zamanlarda geçerli” olduğuna inanıyor. Burada da %2,7’lik bir fire var ki, ilginç. Peygamberlere imanda oran %97,7 iken, ahiret inancında oran yine düşüyor ve kendini İslam dinine mensup olarak gören %99,2’lik kesimin %96,2’si ahirete inanıyor. %3’lük ahirete inanmayan Müslüman var!

Özetle rakamlar zamanın “iman kurtarmak zamanı” olduğunu ispatlıyor. Ki bu ele aldığımız veriler, sadece temel iman esaslarıyla ilgili rakamları içeriyor. Günümüz insanının imanını tehlikeye düşürecek pek çok tali mesele de bir problem olarak önümüzde duruyor.

İBADET HAYATIMIZ

Beş temel ibadetten yola çıkarak kısa bir değerlendirme yapmak gerekirse, Türkiye’de vakit namazlarını “her zaman” kılma oranı %42,5; “çoğunlukla” diyenler ise %12,9. Bu durumda toplumun yarısı “beş vakit” namaz kılıyor gözüküyor. Kadınlar erkeklere oranla daha fazla namaza devam ediyor. Namaz kılma oranı kentten köye gidildikçe ve yaş ilerledikçe artarken, eğitim düzeyi yükseldikçe azalıyor. Ülkenin batısından doğusuna doğru namaz kılma oranı artıyor. En çok namaza devam eden bölgemiz ise Güneydoğu Anadolu bölgesi.

Beş temel ibadet hususunda yüksek oranıyla başı çeken ise oruç ibadeti. “Sağlığım elverdiği sürece Ramazan ayında oruç tutarım” diyenler %83,4. “Arasıra tutanlar” da %6,1’lik orana sahip. Oruç zor bir ibadetken, bu yüksek oran düşündürücü. Orucun toplumda benimsenmesinde, belki de tüm hayata yayılmaması, teşbihte hata olmasın sezonluk, gelip geçen bir ibadet oluşu etkili olabilir. Ramazan’da Yaradana karşı sorumluluğumuzu yerine getirmeye çalışırız ve bunun bizi bir yıl boyunca idare ettiğini düşünebiliriz. Toplumu saran Ramazan havasının etkisinden, manevi birliktelikten, oruç tutmak ağır gelmeyebilir. Şu da var ki, Ramazan’ın ilk birkaç günü %83’lük oranda oruç tutan oranı gerçeği yansıtabilir ama ileriki günlerde, hatta sonuna doğru oldukça düştüğü, iftar vakti caddelerin hareketinden bile gözlemlenebiliyor.

Toplumumuzda “maddi durumu iyi olduğunda zekat verenlerin” oranı %71,9. Hacca gidenler %6,6 iken, imkânı olursa gitmek isteyenler %84,9.

Araştırmanın dini bilgi kısmında çıkan bazı ilginç sonuçlar da var. Toplumun %8,9’u “az olmak kaydıyla yalan söylenebileceğini”; %6,4’ü “sarhoş olmayacak kadar içki içmenin günah olmadığını” düşünüyor. “Borç almaktansa az faizli kredi çekmeyi” tercih edenlerse %21,3. İlginçtir ki, “günümüz şartları dikkate alınarak helal ve haramlar yeniden gözden geçirilebilir” diyen %46’lık da bir oran var. Yani “helali ve haramı” Allah’tan başkasının tayin edemeyeceği bilinmiyor.

Genel olarak bakıldığında inanç ve dini bilgi noktalarında problemli alanların varlığı bir gerçek. Belki de inançlarımızı sağlam kaynaklara dayandırma konusunda yeterli çabaya sahip değiliz ve toplumumuzun bir bölümü bilgi kirliliğinin etkisinde hak olanı bulmakta zorlanıyor. Ve bazen de doğru olana ulaşsak bile, inandığımız gibi yaşayamadığımızda, yaşadığımız gibi inanmaya başlamamız söz konusu oluyor…

Ayrıca araştırmanın gerek temel ibadetler, gerekse ahlâki niteliklerle ilgili verilerine bakıldığında, çıkan sonuçlarla, görünen hayatın uyuşmayan yönleri olduğu; araştırmanın “olanı” yansıtmaktan ziyade, “olunmak istenileni” yansıttığı kanısına da varılabilir.

Mükerrem Cahide Saraoğlu

zaferdergisi.com

Çocuklarımıza “İman Esaslarını” nasıl öğretmeli?

İmani konuları, çoğu zaman yetişkinler dahi anlamakta zorlanmaktadır. Böylede olsa çocuklarımıza daha küçük yaşta imanı aşılamak gerekir. Çünkü, çocukluk eğitimi ömür boyu kalıcıdır.

İman esasları daha çok soyut kavramlar olduğu için bu konuları çocuğa anlatmakta zorluklarla karşılaşılır. İman esasları, çocuğu dinden uzaklaştıran ya da dinî değerlere bir daha kopmamak üzere bağlayan iki yönünün bulunması bakımından oldukça önem arz etmektedir. Dolayısıyla bu konuların çocuğa uygun bir dille anlatılması gerekmektedir.

İnsanoğlunu, mensubu bulunduğu toplumun dinine yönelten, ona gerek kültürel gerekse terbiyevi anlamda büyük oranda tesir eden aile müessesesi, din eğitimi ve öğretiminde de ayrı bir önem taşımaktadır. Aile ortamında verilen din eğitimi tarzının, sonraki yıllarda çocuğu dinden uzaklaştıran ya da dinî değerlere bir daha kopmamak üzere bağlayan iki yönünün bulunması bakımından oldukça önem arz ettiği söylenebilir.

Bu durumda, anne-babalar olarak ”İman esaslarını nasıl bir metotla öğretelim ki, çocuk eğitiminde en önemli ortamı teşkil eden ailede, çocuklar sağlam ve tutarlı bir inancın sahibi olabilsinler?” sorusunun cevabını bulmak durumundayız.

Allah’a iman öğretimi..

İnsanların, ancak beş duyu organıyla algılayabildikleri varlıklar hakkında bilgi sahibi olabilmeleri ve bu özelliğin çocuklar için de geçerli olması, Allah’a iman öğretiminde bir zorluk oluşturmaktadır. Bununla birlikte, iman öğretiminin ihmal edilemeyeceği de bir gerçektir.

Her şeyin bir yaratıcısı ve idare edicisi olduğuna inanmanın, bu yaşlardaki çocukların psikolojik yapılarına da uygun olduğunu söyleyebiliriz. Çocuk, düşünmeden, şüphelenmeden ve itiraz etmeden inanmaya hazırdır. Buna sadece dilin kabul edip inanışı değil, aynı zamanda ruhun da kabulü ve inanışı gözüyle bakılmaktadır. Zira çocuk, inanmakla kendini güçlenmiş ve Allah’a yakınlaşmış hissetmektedir.

Küçük yaştaki çocukların kolay inandıkları, kendilerine anlatılanları, olduğu gibi kabul ettikleri bilinmektedir. Büyüklere sorduğu sorular, onun öğrenme merakını ve olumlu yaklaşımını gösterir. Anlatılanları dinlemeye ve kabul etmeye hazır olduğundan, ona doğru ve anlaşılır bilgiler vermek gerekir. Allah’ın yüceliği, çocuğun sevdiği her şeyi O’nun yarattığı, iyiliklerin ve güzelliklerin sahibi olduğu anlatılarak iman öğretimine başlanabilir. Çocuğun, bebekliğinden itibaren duymuş olduğu “Hû hû hû Allah / Sen uykular ver Allah” şeklindeki ninniler, “Allah kazadan belâdan esirgesin”, “Allah uzun ömürler versin”, “Allah yardımcın olsun”, “Allah korusun” gibi dualar, çocuğun merak ettiği Allah hakkında sorular sormasına zemin hazırlamaktadır. İşte, bu soru sorma çağında çocuklara Allah anlatılırken Allah sevgisine dayalı bir eğitim verilmelidir.

İnanç duygusunun temeline bakıldığında, iki esas duygu görülecektir. Allah sevgisi ve Allah korkusu. Bu duygular aynı zamanda ibadete yönelten faktörlerdir. Ancak bizim için söz konusu olan, henüz ibadetle mükellef olmayan çocukta bu iki duygunun nasıl etki bıraktıklarıdır. Yerli-yersiz yapılan Allah korkusu telkinlerinin çocuk ruhunda birtakım olumsuz sonuçlara yol açtığı belirlenmiştir. Bu nedenle, denilebilir ki, ilk yaşlardan itibaren başlatılması gereken iman esasları öğretiminde Allah sevgisi esas olmalıdır. Zira henüz mücerret kavramların, suç ve cezanın, günahın ve sevabın ne demek olduğunu kavrayamayacak yaştaki çocukların, hayatlarında önemli bir rol oynayan korku duygusunun, “Allah korkusu” şekline dönüştürülmesi ve ebeveynin bundan faydalanma yoluna gitmeleri yanlış bir tutumdur. Daha önemlisi, çocuğun ilk eğitimcisi olan anne-babaların, çocuğun herhangi bir hatalı hareketini gördüklerinde “Allah seni taş yapar“, “Gözünü kör eder“, Cehennemde yakar” vb. ifadelerle vazgeçirmeye çalışmaları, çocuğun ruh sağlığı ve gelecek hayatı için son derece zararlıdır. Öte yandan, çocuğa Allah Teâlâ’yı sadece “cezalandıran, azap veren biri” olarak tanıtmak, İslam inancına ters düşmektedir. Çünkü gerçekte kullarını çok seven ve “sayılamayacak” kadar nimetler veren Allah Teâlâ’yı, çocuğun henüz işlenmemiş, temiz ve saf zihninde, “kızan, azap veren, cezalandıran” biri olarak şekillendirmenin hiçbir doğru tarafı yoktur.

Meleklere iman öğretimi..

Meleklere iman öğretimi hususu da, Allah’a iman konusu gibi hassas bir meseledir. Çünkü melekler de gözle görülemeyen soyut varlıklardır. Kur’an ve hadislerde, meleklerle ilgili verilen bilgiler ise daha ziyade yetişkinlerin anlayabilecekleri niteliktedir. Bu sebeple, meleklere iman öğretimi yapılırken öncelikle, çocukların zihin gelişimine uygun ifadelerle konu anlatılıp kavratılmalıdır.

Çocuklardaki egosantrik duygular, meleklerin onlara yardımcı olduğu, çocukları, Allah ile birlikte meleklerin de sevdiği düşüncesinde olumlu rol oynar. Böylece çocuk Allah’ın, melekleri, çocukları kötülüklerden korusunlar diye yarattığı fikrine ulaşır. Özellikle küçük yaştaki çocuklar için bu düşünce oldukça normal ve aynı zamanda faydalıdır da.

Meleklere iman öğretiminin Allah’a iman öğretimiyle beraber başlatılmasında herhangi bir mahzur yoktur. Ancak bu süreci, özellikle çocukların hayal dünyasında bir genişlemenin, zenginleşmenin yaşandığı, çocuğun tabiatüstü güçlerin varlığına ilgi duyduğu, hikâye ve masallardan özellikle zevk duymaya başladığı 3-4 yaşlarında başlatmakta isabet vardır. Yaşına paralel olarak artık meleklerin Kur’an ve hadislerde zikredilen özelliklerinden de bahsedilebilir. Bu anlamda, meleklerin, yemek, içmek, evlenip çoğalmak, erkek ya da dişi olmak, uyumak, yorulmak, genç veya ihtiyar olmak gibi insana mahsus özellikleri olmadığı anlatılabilir. Ancak, onların “nur”dan yaratılmış olduklarını uzun açıklamalarla anlatmaya gerek yoktur. Zira çocuksu duyguları, meleklerin mahiyeti hakkında fikir yürütmek yerine, çocuğa bu tabiatüstü varlıkların varlığına inanarak rahatlamayı tercih ettirecektir. Bu nedenle, çocuklara, meleklerin Allah’a daimi olarak ibadet eden, ona hiçbir zaman karşı gelmeyen varlıklar olduğu anlatılmalı, eğer insanlar da ibadetlerine devam edecek olurlarsa, meleklerin derecesine yükselecekleri telkin edilmelidir.

Bu bilgilere ilave olarak, büyük melekler ve görevlerinden de kısaca bahsedilmelidir. Cebrail, Mikail, Azrail ve İsrafil adlı dört büyük melek, Kiramen Katibin, Hafaza ve Münker-Nekir melekleri ve görevleri, çocuklarla basit bir anlatımla anlatılmalıdır.  – Kitaplara iman öğretimi İman esaslarından üçüncüsünü, “mukaddes kitaplar” olarak bilinen, Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an’a iman teşkil eder. Bu kitaplar, Allah Teâlâ tarafından, peygamberleri aracılığıyla insanlara gönderilen hidayet rehberleridir. Diğer iman esaslarına nazaran çocuklara öğretimi daha kolay sayılabilir. Zira tahrif edilmiş şekliyle de olsa Tevrat ve İncil ile birlikte, vahyedildiği gibi muhafaza edilen Kur’an-ı Kerim, şu anda elimizde mevcuttur. Bu anlamda, çocuklara öğretimi yapılacak olan konu, somut olarak görülebilmekte, tanıtılabilmekte, okunuşu dinletilebilmektedir.

Çocuklara mukaddes kitapların adları küçük yaştan itibaren soru-cevap metoduyla öğretilmeli, ancak tahrif edilmeleri noktasında detay bilgilere girilmemelidir. Özellikle Kur’an-ı Kerim hakkında çocuklara verilecek bilgilerin, teorik bilgilerden ziyade, onun Kur’an’a yaklaşmasını, ısınmasını ve nihayet okumaya çalışmasını sağlayan bilgiler olmasına dikkat edilmelidir. Bu amaçla Kur’an-ı Kerim’in güzel sesli kişilerce okunan teyp ve video bantları çocuklara dinletilmeli veya izletilmelidir. Kur’an’ın manevî ve lâhutî cazibesi küçük yaştan çocukların kulağında yer etmelidir.

Peygamberlere iman öğretimi..

Peygamberlere iman öğretimi konusu, iman esasları içinde en kolay olanıdır denilebilir. Zira peygamberler, tarih içinde yaşamış, hayatları ve mücadeleleri tarihî vesikalara kaydedilmiş kimselerdir. Özellikle son peygamber Hz. Muhammed (a.s.m.) hayatı en ince teferruatına kadar bilinebilen ve her insanın, kendisine yönelik bir şeyler bulabileceği müstesna bir şahsiyettir.

Peygamberlere iman konusu çocuklara yine soru cevap metoduyla, peygamberimiz Hz. Muhammed’den (a.s.m.) başlamak suretiyle öğretilebilir. Daha sonra Kur’an-ı Kerim’de ismi ve kıssaları geçen peygamberlerden bahsedilebilir. Özellikle Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail’in başından geçenler, Hz. Yusuf’un ibretli kıssası, Hz. Musa ve kardeşi Hz. Harun’un Firavun’la olan mücadeleleri… İşte bunlar, çocukların ilgi ve merakla dinleyebileceği, yaşanmış hadiselerdir. Bütün bunlar, onların anlayış ve kavrayış seviyelerine uygun bir anlatımla anlatıldığı takdirde, çocuklar tarafından rahatlıkla kavranılabilecek ve peygamberlere iman öğretiminde istifade edilebilecek kaynaklardır. Özellikle, Peygamberimizin çocuklara gösterdiği ilgi, şefkat ve sevgi örneklerle verilebilir.

Çocukların hikâye ve masallara ilgi duydukları üç-dört yaşlarından itibaren dinî hikâye ve menkıbelerden bölümler okunarak, Kur’an’da geçen peygamberlerin hayatlarını ihtiva eden çocuk kitaplarından faydalanılmalıdır. Peygamberlerin inançları uğruna çektikleri sıkıntı ve eziyetlere karşı sağlam bir irade ve metanetle göğüs germeleri, gerektiği zaman mucizeler göstermeleri ve sonuçta Allah’ın yardımıyla başarıya ulaşmaları… Bütün bunlar, çocuk ruhunda derin ve olumlu izler bırakacaktır.

Özellikle Peygamberimizin hayatı, çocukluğu, mucizeleri, savaşları çocuklar için zevkle dinlenen konulardır. Mekke’den Medine’ye hicret esnasında mağarada gizlenmeleri olayını dinleyen pek çok çocuk, Peygamber’in görülmesine engel olmak için ağ ören örümceğe, yumurta yapan güvercine minnet duygularıyla sevgi beslemekte ve günlük yaşantısında onları koruyup gözetmektedir. Uykudan önce dinlediği sıcak ve tatlı ifadelerle yüklü bir peygamber kıssası, çocuğun ruhunu saracak, kalbine peygamber inancı ve sevgisinin yerleşmesine vesile olacaktır.

Ahirete iman öğretimi..

Ahirete iman konusu öğretimi en zor olan hususlardan biridir. Ancak, ahiretle ilgili anlatılanlara inanma noktasında çocukların herhangi bir tereddütleri söz konusu değildir. Çocuğun ahiret inancına yönelik sorularına da bu nazarla bakılmalıdır. Zira çocuk bu soruları, inancını pekiştirmek için sormakta ve “kolay inanırlık” özelliğiyle anlatılanlara da “şüphe etmeden” inanmaktadır. Burada önemli olan, ahirete ilişkin sorularda çocuğun seviyesine uygun ve anlaşılabilir cevaplar vermektir.

İlk çocukluk yıllarında çocukların ahiret hayatına yönelik sorular sormasına sebep olan en önemli olay, karşılaştıkları ölüm hadiseleridir. Ölüm, çocukları hem derinden etkileyen hem de bunun izahını yapmaya çalıştıkları, onunla birlikte her şeyin bitmemesi gerektiğine inanma ihtiyacı hissettikleri bir hadisedir. Zira insanda yaratılıştan var olan bir “ebedi olma” arzusu mevcuttur. İşte, açıklanma ihtiyacı hissederek sordukları sorulara verilecek makul ve anlaşılır cevaplar, çocuklara ahirete iman öğretiminde en önemli noktayı teşkil eder. Verilecek cevaplarda kullanılacak misaller ve öğretimin yapılacağı zaman ve mekân, anlatılanların etkisini pekiştirecektir.

Ancak, ahiret hayatıyla ilgili konularda teferruat bilgiler vermekten kaçınılmalıdır. Bu dünyanın geçici olduğu ve burada bir sınavdan geçtiğimiz söylenebilir. İnancımıza göre ölüm bir son değil, yeni ve ebedi bir hayatın başlangıcıdır. Çocuklara bu konu tabiattan ve çevremizdeki olaylardan örnekler gösterilerek kavratılabilir. Tıpkı bitkilerin ve ağaçların ilkbaharda yeniden ve daha bir gür şekilde canlanmak üzere, güz mevsiminde yapraklarını dökerek kış uykusuna daldıkları gibi, insanlar da kabirde geçici bir süre kalacaklardır. Sonra cennet veya cehennemde sonsuz bir hayat için yeniden canlanacaklardır. Dünyadaki hazırlık ve davranışlarına göre cennet veya cehenneme gideceklerdir.

Çocuklara, dünyadayken iyi olan ve iyilik yapan insanların, öldükten sonra cennete gidecekleri ve orada en çok sevdikleri insanlarla birlikte olacakları, kötü kimselerin ve kötülük yapanların ise cehenneme gidecekleri ve yaptıklarının cezasını orada çekecekleri söylenebilir. Ancak, küçük yaştaki çocuklara, kıyametle ilgili detay bilgiler ve ahiret âleminde karşılaşılacak olaylar ile cehennem ahvali hakkında uzun uzadıya bilgiler vermeye gerek yoktur.

Cennetin iyi, güzel ve Allah’ın nimetleriyle dolu, rahat ve huzur içinde yaşanabilecek bir yer; cehennemin ise, kötü insanların gidecekleri ve cezaların çekildiği bir yer olduğunu bilmeleri yeterlidir. Bu bilgilere ek olarak, sınavlarda başarılı olan kimselerin çeşitli ödüllere hak kazandıkları; kötülük yapanların ise, cezalarını çekmek üzere hapishanelere konuldukları örneği de verilebilir.

Ahirete iman konusu öyle bir şekilde anlatılmalıdır ki bu, çocukta ümit ve yaşama sevincinin artmasına yardımcı olmalıdır. Sevdiklerine, güzelliklere, ruh ve beden bakımından haz duyduğu bütün arzularına ebedi âlemde kavuşacağını düşünerek daima ümitli ve mutlu olabilsin. Bu dünyada elde etmek istediklerine çalışarak ve helal yoldan kavuştuğu takdirde, ahiret âleminde daha güzellerine ve iyilerine kavuşabileceğine inanabilsin. Bu hayatın, bilinen hazları ve mutluluklarının geçici olduğu telkin edilmelidir. Asıl önemli olan, bu hayatın ötesinde gerçek mutluluğun tadılacağı bir hayatın daha var olduğunun ve orada Mutlak Hakim olan Allah Teâlâ’nın huzurunda iyilerin mükâfatlandırılacağı, kötülerin ise cezalandırılacağının çocuklara ve gençlere anlatılması gerekmektedir. Bu duygu ve inancın kazandırılmış olması, aynı zamanda onlara önemli ölçüde sorumluluk duygusunun kazandırılmış olması demektir.

Öte yandan, ebedi âlemin varlığına inanan insanların, bu dünyada gerçekleşemeyen ümitlerini ve arzularını sürekli olarak baskı altında tutma yerine, bunların ebedi âlemde gerçekleşeceği ümidiyle ruhen rahatladıkları da bilinen bir gerçektir.

Prof. Dr. Mehmet Emin AY

Kaynak : nurdergi.com