Etiket arşivi: küfe

Hz. Ali’nin (r.a.) Şehid Edilmesi

Hariciler ve Nehrevan Savaşı

Sıffin Savaşı sonucu hakem fikri kabul edilip, hakemler tesbit edilir edilmez Hz. Ali (ra), ordusu ile birlikte Kûfe’ye döner. Ordu Kûfe’ye yaklaştığı sırada beklenmeyen ve istenmeyen bir şey olur. Tam 12.000 asker ordudan ayrılır, şehre girmez ve Harura denen yere giderler. Hariciler adı verilen bu grubun temel görüşü “Hakem olayı”nı kabul ettiği için Hz. Ali (ra) ve taraftarlarının; Kur’ân’ın “Hüküm ancak Allah’a aittir.” (En’am, 6/57) ayetine karşı çıktığı ve kâfir olduklarıdır. Bu insanlar daha sonra beldelerine geri dönerler ve Abdullah b. Vehb‘i lider olarak seçerler.

Bu arada Hz. Ali (R.a.), bunlarla gerek bizzat konuşarak, gerek mektup yazarak sıcak temasa geçti. O, Haricilere, hakem teklifinin Hz. Muaviye (ra) tarafından geldiğini, kendisinin bunun bir hile olduğu ve kabullenilmemesi gerektiğini bildirdiğini; fakat kendilerinin bunu kabullenip aksi takdirde “Seni Hz. Osman gibi öldürürüz.” dediklerini hatırlattı. “Hüküm ancak Allah’a aittir” ayetiyle bâtıl düşüncelerin kasdedildiğini bildirdi. Ve nihai olarak hakemlerin kararında isabet edemediklerini, kendilerinin de bu fikirlerden vazgeçerek Şam üzerine yürümeye hazırlanan orduya katılmalarını istedi.

Haricilerin Hz. Ali (ra)’e verdikleri cevap ise şuydu:

“Şüphesiz ki sen, Rabbin için değil de kendin için kızdın. Küfre girdiğine şehadet eder ve tövbe edersen seni aramızda düşünürüz. Yoksa aynı şekilde sana da muhalefet ederiz. Şüphe yok ki, Allah korkakları sevmez.”

Bu cevap üzerine Hz. Ali (ra) onlardan ümidi kesti ve Şam’a hareket etti. Huhayle adı verilen karargahta konakladı. Bu konaklama esnasında, Haricilerin şehirde halktan bazı kimseleri öldürdükleri, bozgunculuk çıkardıkları, her tarafta yağmalama ve öldürme hareketine giriştikleri, yolları kestikleri haberi geldi. Haber tahkik edildi. Doğruydu. Bunun üzerine ordudan bazıları Hz. Ali (ra)’e geride çoluk çocuk ve mallarının olduğu, bunları Haricilerin eline bırakmanın doğru olmadığını, öncelikle bu problemi halledip sonra Şam’a gitmek gerektiğini söylediler. Hz. Ali (ra) bu teklifi olumlu karşıladı ve geri döndü.

Bu arada Hariciler ülkenin dört bir yanına haber salarak Nehrevan‘da toplandılar. Hz. Ali (ra), ordusu ile birlikte Nehrevan’a gitti. Katillerin kendisine teslim edilmesini ve görüşlerinden vazgeçip dağılmalarını istedi. Onlar, “Hepimiz öldürülenlerin katiliyiz. Hepimiz onların ve sizin kanınızı helal sayıyoruz.” dediler. Artık savaşmaktan başka çare kalmamıştı. Savaş başlamadan önce Hz. Ali (ra) son defa “Sizden kardeşlerimizi öldürmeyen ve kendisinin öldürülmesini istemeyen kimseler, bu bayrağın altına geldikleri takdirde emniyettedir. Kûfe veya Medâin’e dönenler de emniyettedir. Katilleri bize teslim ettikten sonra burada kan akıtılmasına gerek yoktur.” dedi. Bu konuşmadan sonra bin kişilik bir grubun Hariciler arasından ayrıldığı söylenir. Sonra kıyasıya bir savaş başlar ve Haricilerin birçoğunun öldürülmesi ile sona erer.

Şehid Oluşu

Harici gailesi bertaraf edildikten sonra Hz. Ali (ra) ordunun hemen Şam; yani Hz. Muaviye (ra) üzerine gitmesini istedi ve bir konuşma ile bu isteğini anlattı. Fakat bu arada beklenmeyen bir şey oldu. Iraklılar savaş yapmak istemiyorlardı. Onlar düşüncelerini Hz. Ali (ra)’e şöyle açıkladılar:

Ey Müminlerin Emiri! Oklarımız tamamen tükendi, kılıçlarımız köreldi, mızraklarımızın başından demirleri düştü. Bizi evlerimize geri götür de iyice hazırlandıktan sonra, daha çevik ve güçlü olarak ilerleyelim.”

Bu şok gelişme karşısında Hz. Ali (ra) çok şaşırdı. Veciz bir konuşma yaptı. Bu konuşma Iraklıları yerlerinden kımıldatmaya yetmedi. Hz. Ali (ra)’in Iraklıları savaşa teşvik eden konuşmasını, hem o ortamın daha iyi, daha net bir biçimde anlaşılabilmesi, hem olaylara Hz. Ali (ra)’in diliyle vâkıf olunması, hem Iraklıların halet­i ruhiyesi, hem de Hz. Ali (ra)’in o eşsiz hitabetini göstermesi bakımından aynen iktibas etmek istiyoruz. Şöyle diyordu Hz. Ali (ra):

“(Salat ve selamdan sonra) Cihad, cennetin bir kapısıdır. Kim bu kapıdan yüz çevirirse, Allah Teâlâ ona aşağılanma ve rezil olma gömleğini giydirir. Hüsran ve zillet artık onun sıfatı olur.”

“Ey insanlar! Ben sizi gece gündüz, açık ve gizli yollarla, her çeşit metotlarla, o insanlara karşı savaşmaya teşvik etmiştim. Onlar size saldırmadan önce, siz kendiniz onlara saldırın demiştim. Canım kudret elinde olan Allah’a hamd olsun ki, her zaman şu kural geçerli olmuştur: Hangi millet, evlerine saldırılmak sureti ile tecavüz edilirse, o millet daima rezil ve zelil olur. Ama siz, yılgınlık gösterdiniz. Ellerinizi bağlayarak oturdunuz. Sözlerim size ağır geldi ve onu dikkate almadınız. Sonunda iş o noktaya geldi ki, size arka arkaya saldırıldı.”

“O Gamit kabilesinin adamlarından olan askerler, el­ Embâr’a saldırdılar. Genel valisi Hassan b. Hassan’ı öldürdüler. Onunla birlikte pek çok erkek ve kadını imha ettiler. Bir sipahî asker eve girerek Müslüman kadın veya zimmî kadın ayırt etmeden, ailenin kadınının kulağından küpelerini, ayaklarından da ayak süslerini soyup, rahatça çekip gitmekte ve ona hiçbir kimse bir kelime bile söyleyememektedir. Eğer izzet­i nefis sahibi bir Müslüman, bu durumu görerek üzüntüsünden ölürse, benim nazarımda kötülenmeye layık değil, bilahare övülmeye layıktır.”

Yazıklar olsun, yazıklar olsun. Kalbi çatlatan, aklı mantığı durduran ve insanı kedere boğan halinize yazıklar olsun ki, yanlış yolda oldukları halde, onlar aralarında böyle kenetlenmiş olsunlar da siz haklı olduğunuz halde darmadağınık ve cesaretsiz olasınız. Siz hedef yapıldınız. Size oklar yağdırıldı; ama siz hiç ok atmıyorsunuz. Size saldırıldı, siz buna cevap vermiyorsunuz. Açıkça gözünüz önünde Allah’a isyan ediliyor da, sizin kılınız kıpırdamıyor. Eğer size, kışın onlara saldırın dersem; henüz şiddetli soğuk ve ayaz zamanıdır diyorsunuz. Eğer sıcak mevsimde düşmanınıza saldırın dersem; şimdi ortalığın alev alev yandığı bir sıradır, biraz ara ver de bu şiddetli sıcak dönem geçsin diyorsunuz. And olsun ki, eğer siz soğuktan ve sıcaktan kaçıyorsanız, kılıçtan çok daha fazla kaçarsınız.”

Ey erkek görünüşlü olup da erkek olmayanlar! Ey korkuluk gibi dikilen hayalî varlıklar! Ey ayağına süs takanlar gibi aklı olanlar! Vallahi siz itaatsizliklerinizle, benim bütün tedbirlerimi, düşüncelerimi mahvettiniz. Benim içimi elem ve öfke ile doldurdunuz. Nihayet Kureyşlilere, ‘Ebu Talip oğlu (Ali) yiğit olmasına yiğit; ama savaş usulünü bilmiyor.’ dedirttiniz. Halbuki benden daha fazla savaş usulünü bilen ve o işin eri olan kimdir? Allah şahittir ki, daha ben yirmi yaşından küçükken savaşmaya başladım. Şimdi ise altmış yaşını geçtim. Fakat bir kimsenin sözü dinlenmezse, onun görgüsü ve bilgisi ne işe yarar! Binbir çeşit hüneri olsa da kimse inanmaz.” (Bu son cümleyi üç kere tekrarladı.)” (Ebu’l­Hasen en ­Nedvî, Hz. Ali, s. 204­-206)

Hz. Ali (ra) çaresiz, Iraklıların kendisini bu yalnız bırakmalarından sonra Kûfe’ye geri döndü. Bu beklenmeyen gelişme, onu bir hayli üzmüştü. İşte bu arada onun sakalı ile başına işaret ederek “Bu (sakal), bunun (başın) kanı ile boyanacak!” dediği rivayet edilir ki aynen öyle olmuştur.

Şehid edilişinin safahatına gelince; Haricilerden (Abdurrahman b. Mülcem), Temim kabilesinden Berk b. Abdullah ve Amr b. Bekr bir araya gelerek, Nehrevan’da ölenler için dua edip ardından “Eğer biz canlarımızı hak yolunda vererek de olsa, hak yolundan ayrılan liderleri öldürürsek, memleket onlardan kurtulur, biz de böylece kardeşlerimizin intikamını almış oluruz.” diyerek Hz. Ali (ra), Hz. Muaviye (ra) ve Amr b. Âs (ra)’ın öldürülmesine karar verirler. Hz. Ali’yi İbn Mülcem, Hz. Muaviye’yi Berk, Amr b. Âs’ı da Amr b. Bekr öldürecektir.

Bunun üzerine her biri zehirli kılıçlarını alıp, ilgili şehirlere hareket eder. Kûfe’ye gelen İbn Mülcem niyetini hiç kimseye açıklamaz. Hz. Ali (ra)’i takip etmeye koyulur. Nihayet Hicri 40. yılın Ramazan ayının 17. gününde perşembeyi cumaya bağlayan gece, Hz. Ali (ra) sabah namazı için evinden çıktığında, zehirli kılıcı ile Hz. Ali (ra)’in başının ön tarafına vurur. Onun mübarek sakalı ­dediği gibi­ başından akan kanlarla boyanır, İbn Mülcem saldırı esnasında “Emir ve hüküm sadece Allah’a aittir Ey Ali! Sana ve arkadaşlarına değil!” diyerek haykırır. Sonra katil İbn Mülcem yakalanır. Hz. Ali, “Bunu hapiste tutun ve orada iyi davranın. Eğer yaşarsam ne yapacağımı düşüneceğim. Bağışlarım veya kısas yaparım. Eğer ölürsem, bir can karşılığında sadece bir tek can alınsın ve ona müsle / burun, kulak,.. kesme  yapılmasın!” der.

Bu arada “Siz dünyadan göçüp giderseniz, Hasan’a biat edelim mi?” sorularına Hz. Ali (ra) “Ben size bunu ne emrediyorum ne de men.” cevabını verir. Ve Hz. Ali (ra) oğullarına Allah’tan korkmalarını, güzel amellerde bulunmalarını tavsiye ettikten sonra “Kim zerre kadar hayır (iyilik) yaparsa, onun karşılığını görecektir. Kim de zerre kadar şer (kötülük) yaparsa onun karşılığını görecektir.” ayetini okuyarak altmış üç yaşında iken vefat eder. Onun hilafet müddeti dört  yıl dokuz aydır.

Kaynak : (Cennetle Müjdelenen On Sahabi: A. Kurucan, ­ Z. Mercan)

Hz. Ali’nin Şehadeti

Sıffin Savaşı sonunda ordusuyla beraber
Allah’ın Aslanı Ali hemen Kûfe’ye döner

Ordu Kûfe’ye girmeden ilginç bir şey oluyor
Tam on iki bin asker de ordudan ayrılıyor

“HARİCİLER” adı ile tarihe geçiyorlar
Hepsi Hazreti Ali’den kopup ayrılıyorlar

Aslında Hakem Olayı fikirlerini bozmuş
Bu ordudan birçok kişi beraber karar almış

Diyorlar: “Hakem fikrini nasıl kabul ettiler
Ali ve taraftarları her hal dinden çıktılar”

Burada Hazreti Ali onlarla konuşuyor
Onlara mektup yazarak diyaloga geçiyor

Fakat O’nu dinlemeyip ordudan ayrıldılar
Bütün ısrarına rağmen O’na katılmadılar

Küfür ve de korkaklıkla suçladılar Ali’yi
Uyduruk şeylerle ikna ettiler ahaliyi

Sonrasında İmam Ali onlardan ümit kesti
Kalan taraftarlarıyla Şam’a hareket etti

“Huhayle” adı verilen karargâhta kaldılar
Yorgun oldukları için orda konakladılar

Konaklama esnasında haberler alınıyor
Bu Hariciler şehirde bozgunculuk yapıyor

Yağmalamalar yapıyor yolları kesiyorlar
Halktan bazı kimseleri kesip öldürüyorlar

Bunu duyan İmam Ali hemen geri dönüyor
Ordusu ile beraber “Nehrevan”a gidiyor

Bu arada Hariciler orada toplanmıştı
İmam Ali’yle savaşa karar da alınmıştı

Hazreti Ali onlardan katilleri istiyor
Haricilerse yapılan teklifi reddediyor

Diyorlar ki: “Ölenlerin hepimiz katiliyiz
Sizin kanınızı helal sayıyoruz hepimiz”

Artık savaşmaktan başka hiç çare kalmamıştı
İmam Ali’nin sözleri bir fayda vermemişti

Ve nihayet savaş başlar kan gövdeyi götürür
Hariciler mağlup olup birçok kişi de ölür

Sonra da Hazreti Ali Şam’a gitmek istiyor
Muaviye’nin üstüne gitmeyi planlıyor

Bu arada Iraklılar gitmek istemiyorlar
Hazreti Ali’ye gelip O’na şöyle diyorlar:

“Ey Mü’minlerin Emiri! Çok yorulduk hepimiz
Kılıçlarımız köreldi bitti yiyeceğimiz

Bizi evimize götür yeniden güç alalım
Hazırlandıktan sonra da bu güçle saldıralım”

Bu gelişme karşısında İmam çok şaşırıyor
Ve Iraklılara karşı hitaben şöyle diyor:

“Cihad Cennetin kapısı ve mertlik onurudur
Kim bu kapıdan dönerse rezil perişan odur

Ey erkek kılıklı olup ve erkek olmayanlar
Korkuluk gibi dikilen siz hayali varlıklar

Ey ayağına süs takan gibi aklı olanlar
Ciğeri beş para etmez pısırık ve korkaklar

Bütün düşüncelerimi bir anda söndürdünüz
İçimi elem ve öfke ile de doldurdunuz

Yazıklar olsun sizlere ve bu talihinize
İnsanı kedere boğan bu kötü halinize

Nerde o cesaretiniz bilmem ne oldu size
Haklı olduğunuz halde onlar saldırdı size

Onlar yanlış yolda iken tamamen birleştiler
Sizler ise haklı iken sizi hedef ettiler

Allah’a isyan ederek size saldırıyorlar
Kılınız kıpırdamıyor sizi hiç saymıyorlar

Kışın saldıralım dersem çok soğuk diyorsunuz
Yazın der isem bahane bulup kaçıyorsunuz

Fakat bir kimsenin sözü dinlenmezse ne olur
Bin hüneri olsa bile işe yaramaz olur”

Hazreti Ali çaresiz başka bir şey demedi
Yalnız bırakıldığından Kûfe’ye geri döndü

Beklenmeyen bu gelişme O’nu hayli üzmüştü
Bu üzüntüyle beraber eve geri dönmüştü

Daha sonra Hariciler bir karar alıyorlar
Gidip Hazreti Ali’yi öldürmek istiyorlar

Diyorlar ki: “Hak yolunda canımız feda olsun
Haktan ayrılan lideri kesmek bize borç olsun”

Abdurrahman bin Mülcem’e bu görev veriliyor
O hemen silahlanıyor ve Kûfe’ye gidiyor

İbni Mülcem kılıcını batırmıştı zehire
Ve bu şekilde gizlice gelmiş idi şehre

Kûfe’ye geldikten sonra kimseye görünmüyor
Hazreti Ali’yi takip etmeye koyuluyor

Aylardan Ramazan ayı bir Cuma akşamında
Sabahleyin namaz için evinden çıktığında

Hazreti Ali camide namazı eda eder
Bu esnada İbni Melcem İmam Ali’yi izler

İmam Ali’nin başına vuruyor kılıç ile
Mübareğin her tarafı boyanıyor kan ile

İbni Mülcem kaçar iken onu yakalıyorlar
İmam’ın huzurlarına alıp getiriyorlar

Hazreti Ali diyor ki: “Onu hapiste alın
Orada da kendisine iyilikle davranın

Eğer yaşarsam sonunu size sonra söylerim
Onu bağışlarım veya onu kısas ederim

Fakat eğer ölür isem yalnız katledin onu
Aman ha sakın kesmeyin kulağını burnunu”

Hazreti Ali’ye gelip: “Bu konuya ne dersin
Bize ne emredesiniz kime biat edilsin

Siz göçüp gider iseniz Hasan’ı seçelim mi?
Kendimize emir edip ve biat edelim mi?”

Bu suallere karşılık İmam şöyle söylüyor:
“Size ne emrediyorum ne menederim” diyor

Sonra da çocuklarını yanına toplatıyor
Daha sonra da onlara nasihatler ediyor

Allah’tan korkmalarını her birinden istiyor
İyi olmaları için tavsiyeler ediyor

Ve nihayet şehit olup Cenab-i Hakk’a gider
Altmış üç yaşında iken ruhunu teslim eder

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Hamala küfe yük değildir!

Yıllar önce bir hamalla karşılaştım. Sırtında ağır bir yük vardı. Alnından ter damlıyordu. Belki bir yardımım olur umuduyla yanında yürüdüm. Yükünü bir kitapçının önünde indirdi. Cebinden çıkardığı mendille terini sildi. Merdivenlerin üzerine oturdu.

Dedim ki, “Çok yoruldunuz.” “Allah’a şükür” dedi, “Elimiz ayağımız sağlam. Kimseye minnet etmeden geçimimizi temin ediyoruz.” Devam etti: “Elbiselerim terden, tozdan çamur gibi oluyor. Hanım bunları yıkarken şikâyet etmiyor. Biliyor ki hamallık yaparak, eve ekmek götürüyorum. Elhamdülillah. Huzurlu bir hayat yaşıyoruz.

Bir gün dağlık bir köyün kahvesine oturdum. Bir köylü geldi. Dedi ki, “Ben seni tanıdım. O kitapları sen mi yazdın?” Evet, dedim. “Bu kadar harfi nasıl yazdın tek tek, canın sıkılmadı mı?” diye sordu. “Sen de tarlayı sürüyorsun, ekiyorsun, biçiyorsun, buğdayı samandan ayırıyorsun; bunları yaparken canın sıkılıyor mu?” dedim. Anladım, dedi. İlave ettim: “Sevdiğimiz iş bizim için zor değildir. Eğer mümkün olsa, her insanın yaptığı işi tek tek yazsak görürüz ki Allah her iş için bir kul yaratmış. Kullar için de iş yaratmış.” O köyde çoban çobanlığından memnun, Allah’a şükrediyor. Çiftçi çiftçiliğinden memnun, Allah’a şükrediyor. Allah iş taksimi yapmış. Bu iş taksimine göre de adam yaratmış. Böylece dünyanın huzurunu temin etmiş. Elbette iş taksiminin doğru işlemesi için toplumda adaletin sağlam durması gerekir.

Bahçıvan kiraza vişne aşısı yapar. Bu demek değildir ki vişne kirazdan daha üstün. İkisi de meyvedir. İkisi de vitamin taşır. Ama o sırada vişneye ihtiyaç olmuştur. İnsanın da insana üstünlüğü yoktur. Allah her canlıya akıl vermiştir. Akıllı olmak önemli değildir. Aklını nerede kullandığın önemlidir. Her insanda yeteri kadar kabiliyet vardır. Üstünlüğümüz Allah’ın verdiği kabiliyette değil de, bizim o kabiliyeti insanlara faydalı olmak için kullanmamızdadır.

Herkese farklı imkânlar verilmiştir. İmkânlarımız farklı olduğu gibi görevlerimiz de farklıdır. Böylece birbirimize hizmet ederiz, birbirimize sahip çıkarız.

Rızkı Allah verir. Kulları arasında bölüştürür. Zenginlik verir, imtihan eder. Fakirlik verir, imtihan eder. Zenginin imtihanı şöyledir: Rabb’inin verdiği servetle, sanki servet onunmuş gibi büyüklük taslayacak mı? Servet bakımından üstün olmasının sebebinin, başkalarının işlerini görmek olduğunu anlayacak mı?

Çiftlik sahibi zengin bir adam hastalandı. Doktorlar demiş ki, kısa zamanda ölürsün. Adam evine gitmiş. Eline uzun bir değnek alıp dışarı çıkmış. Değnekle kapının önündeki ağaca vurmuş, bağırıyormuş: “Neden benimle gelmiyorsun?” Dönüp evin kapısına, penceresine vurmuş: “Neden benimle gelmiyorsunuz?” Ahıra gitmiş. Atlara vurup avazı çıktığı kadar bağırıyormuş: “Neden benimle gelmiyorsunuz?” Eve dönmüş. Kasaya vurmuş: “Neden benimle gelmiyorsun?” Tekrar dışarı koşmuş. Kendini yerden yere vurmuş. Toprağa sarılıp “Ölmek istemiyorum” diye bağırıyormuş. Dinden uzak kalınca, öleceğini de, öldükten sonra dirileceğini de unutmuştu. Servetin ve makamın hiçliğinin farkında olmadan günlerini boş geçiriyordu. Kibre kapılıyordu. Hiç ölmeyeceğim zannıyla yaşarken birdenbire düştü bayıldı. Bayılmalar birbirini takip etti. Son bayıldığında da uyanmadı. O böylece ahirete gitti; serveti, makamı, her şeyi geride kaldı.

Hiçbir zaman servete karşı değiliz. Ancak servet denize benzer. İçine almazsan yüzersin, içine alırsan boğulursun.

Nice insan vardır ki zengin olunca dersi, camiyi, hizmeti unutmuştur. Çünkü işleri ipek böceğinin iplikleri gibi onu sarmış, koza yapmıştır.

Bir adama sırf makam, servet sahibi diye hürmet gösteriliyor, bu adam sahip olduklarından dolayı üstün tutuluyorsa toplumda bozgun başlamıştır. Hürmet göstermek ve görmek için “kul” olmak yeterlidir. İlk insan yaratıldığında ona saygıyı reddeden tek varlığın ne olduğunu unutmamak gerekir. Hamalı küfe gibi görmemek gerek…

Hekimoğlu İsmail / Zaman Gazetesi

İmam-ı Azam Ebu Hanife Kimdir?

İmam Âzam (büyük İmam) lâkabıyla bilinen, Ebû Hanife künyesiyle meşhur Numân b. Sâbit b. Zevta (Zûta) mutlak müçtehid ve fıkıhta Hanefi mezhebinin imamı (80/150 – 700/767).

Ebû Hanife, Kûfe’de hicrî 80 yılında doğdu. İslâm’in hâkim olduğu bir ortamda yetişen Numân b. Sâbit küçük yaşta Kur’ân-ı Kerîm’i hıfzetti.

Numân gençliğini ticaretle geçirdikten sonra İmam Sa’bî’nin tavsiye ve desteğiyle öğrenimine devam etti. Arapça, edebiyat, sarf ve nahiv, şiir ögrendi. Yetiştiği Kûfe şehri ve bütün Irak bölgesi müslim-gayrimüslim birçok düşüncenin, itikâdi fırkaların bulunduğu, itikadla ilgili ateşli tartışmaların yapıldığı rey ehlinin yerleştiği bir şehirdi. Dindar bir ailede yetişen Ebû Hanife’nin de bu itikâdi tartışmalara zaman zaman katıldığı kuvvetle muhtemeldir.

Ebû Hanife’nin yaşadığı yer ve çağda itikâdi fırkalar çoğalmış, bir sürü sapık fırkalar ortaya çıkmış, Emevi hükümdarlarının Ehl-i Beyt’e zulmü devam etmiştir. Mantığı çok kuvvetli olan Numân b. Sâbit hiçbir fırkaya bağlanmadan ilim tahsilini ilerletti ve kelâm ilmine yöneldi.

Ebû Hanife ilimle uğraşırken ticareti de bütünüyle bırakmadı. Bu, onun helâl rızık kazanmasını sağladığı gibi, ticarî kazancını ve talebelerinin ihtiyaçlarının karşılanmasını, bağımsız bir ilim meclisi kurmasını da sağladı. Ebû Yûsuf’un parasının bittiğini söylemesine ihtiyaç bırakmadan o Ebû Yusuf’u murâkabe eder, yardımda bulunurdu. Gücü yetmeyen talebelerinin de evlenmesini sağlardı (Zehebî, a.g.e, 39). Bir çokları ticarette Ebû Hanife’yi Ebû Bekir’e benzetirdi; çünkü o bir malı satın alırken, sattığı zamanki gibi emânet kâidesine uyar, kötü malı üste, iyisini alta koyardı, muhtaç satıcıyı sömürmezdi.

Bir defasında bir kadın, satmak üzere ona bir ipek elbise getirdi. O, fiyatını sordu. Kadın yüz dirhem istedi. Ebû Hanife, değerinin yüz dirhemden fazla ettiğini söyledi. Kadın yüzer yüzer artırarak dört yüze çıktığında Ebû Hanife, daha fazla edeceğini söyleyince kadın, “Benimle eğleniyor musun?” demişti. Ebû Hanife de, “Ne münasebet, bir adam getirin de fiyat takdir ettirelim” dedi. Adam çağrıldı ve fiyatı takdir etti: Ebu Hanife o malı beş yüz dirheme satın aldı. Bu olay o zamandan beri halk arasında günümüze kadar anlatılarak, ticarette dürüstlüğe dâir bir darb-i mesel haline gelmiştir.

Ebû Hanife vakar sahibi bir insandı. Tefekkürü çok, konuşması az, Allah’ın hudûdunu olabildiğince gözeten, dünya ehlinden uzak duran, faydasız ve boş sözlerden hoşlanmayan, sorulara az ve öz cevap veren çok zeki bir müçtehiddi.

Fıkhi sistematik hale getirip bütün dünyevî meselelerin leh ve aleyhteki biçimlerini ortaya koyarak ve sağlam bir akîde esası çıkararak doktrinini meydana getirmiştir. Ebû Hanife’nin binlerce talebesi olmuş, bunların kırk kadarı müçtehid mertebesine ulaşmıştır (el-Kerderî, Menâkibu’l-Imâm Ebû Hanife, II, 2i8).

Müçtehid öğrencilerinden en meşhurları Ebû Yusuf, Muhammed b. Hasan es-Seybânî’dir. Ebû Hanife’nin fıkıh okulu, talebelerine verdiği dersler ile ondan fetvâ istemeye gelen halk için verdiği fetvâlardan meydana gelmiştir. Ders verme usûlü eski filozofların diyalektik akademi derslerini andırmaktadır. Bir mesele ortaya atılır; bu, talebeleri tarafından tartışılır ve herkes görüşünü söyler; en son olarak İmam, delil ve istinbat ile bir karara ulaşılmasını sağlar ve kararı delillerden ayırarak veciz cümleler halinde yazdırırdı. Bu sözleri en yakın müçtehid talebeleri tarafindan sonradan mezhebin fıkıh kaideleri haline getirilirdi. Onun ilim meclisi bir istişâre, bir diyalog merkezi, bir hür düşünce okulu idi.

Ebû Hanife’nin halkın sevgi ve saygısını kazanmasında; fetvâlarının her yerde haklı olarak tutulmasında; ilmi, ihtilaflardan arındırıp halka selefin yaptığı gibi bilgi aktarması, fitnelere bulaşmaması ve takvası etkili olmuştur. Onun talebelerine verdiği öğütlerde, ilimde hür düşünce ve araştırmanın yollarının tutulması, câhil ve mutaassıplardan uzak durulması gibi önemli kayıtlar vardır.

Ebû Hanife kimseye “benim görüşüm en doğrudur” demedi; hattâ, kendisinin de bir görüşü olduğunu ama daha iyi bir görüş getirene uyacağını söylerdi. Yine o, talebelerine kendisinden her işittiğini yazmamalarını, çünkü yarın görüşünü değistirebileceğini ifade ederdi. Demek ki, hiç bir zaman kendisi mezhebî taassub içinde olmamıştır.

Aktif bir şekilde olmasa da döneminin siyasî hareketlerine katıldı. Hayatının bir bölümü Emevilerin, bir bölümü Abbâsilerin hâkimiyetinde geçti. Her iki dönemde de siyâsal iktidara karşıydı. Onun siyâsetini ehl-i beyt taraftarlığı belirliyordu. Ehl-i beyt’e büyük muhabbeti vardı. Abbâsîler iktidara geldiklerinde ehl-i beyt’i gözeteceklerini söylemişlerdi. Ancak onların iktidara geldikten bir süre sonra ehl-i beyt’e zulmetmeye devam ettiklerini görünce, onlara da karşı çıktı. Derslerinde firsat buldukça iktidarı tenkid etti. Her iki siyasal iktidar devrinde de kendisinden şüphelenilmiş, onu kendi taraflarına çekmek, halk nezdindeki itibarından yararlanmak için kendisine kadılık görevini teklif etmişlerse de o, her iki dönemde de teklifleri reddetmiş ve bu sebepten dolayı işkenceye uğramis, hapsedilmiştir (Ibnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, V, 559).

İmam, takvâsı, ferâseti, ilmî dürüstlüğü ve görüşlerini iktidara karşı kullanması ile halkın büyük sevgisini kazandı. Abbâsi yönetimi ile hiçbir zaman uyuşmadı, uzlaşmadi. Ticaretten kazandığı helâl rızıkla ilmini destekledi. Hattâ o, Zeyd b. Ali’nin imamlığına zımnen bey’at etmişti.

Hz. Ali (r.a.)’in torunlarından Muhammed en-Nefsü’z Zekiye ile kardeşi İbrahim’in Abbâsilere isyan etmeleri ve şehîd olmaları karşısında Ebû Hanife Irak’ta, İmam Mâlik Medine’de açıkça iktidarı tenkit etmişler, bu yüzden ikisi de kırbaçlatılmış, işkence görmüş ve hapsedilmişlerdir. Ebû Hanife alenen halkı ehl-i beyt’e yardıma çağırdığı için hapsedildi ve her gün kırbaçlatıldı. Bunun sonucunda yetmiş yaşında şehitler gibi öldü. Zehirletildiği de rivâyet edilir (en-Nemeri, el-Intika, 170). Bağdat’ta, Hayruzan mezarlığına defnedildi, cenazesinde binlerce insan hazır bulundu.

Ebû Hanîfe önceleri Kelâm ilmiyle uğraşmış ve birtakım tartışmalara katılmış olmasına rağmen cedelcilerin iddialı üslûbundan uzak kalmıştır. İçtihadlarını değerlendirirken kendisi şöyle demiştir: “Bu bizim reyimizle vardiğimiz bir sonuçtur. Kimseyi reyimize zorlamaz, kimseye ‘bunu kabul etmeniz gerekir’ demeyiz. Bizim gücümüz buna yetiyor, bize göre en iyisi budur. Bundan daha iyisini bulan olursa buyursun getirsin onu kabul ederiz” (Zehebî, a.g.e., 2i).

Kendisine tâbi olacak kimselere de şu tavsiye ve ikazda bulunmuştur: “Nereden söylediğimizi (verdiğimiz hükmün delil ve kaynağını) tetkik edip bilmeden bizim reyimizle fetvâ vermek hiçbir kimse için helâl olmaz.” O, bir tek kişi ya da mezhebin İslâm’ı kuşatmasının mümkün olmadığını biliyordu. Ne Ebû Hanife ne başka bir İmam, kendi içtihadı hakkında böyle bir iddiada bulunmuştur. Onlar hep sahih sünnetin asıl olduğunu, sahih sünnet ile sözleri çatıştığı takdirde sahih sünnet ile amel edilmesi gerektiğini öğrenci ve izleyicilerine özenle tavsiye ve ikaz etmişlerdir.

Şamil İslam Ansiklopedisi