Etiket arşivi: mehmet emin karabacak

Tabakları Ayırdık Çocuklar Bencilleşti

Zamanımız insanı gittikçe bireyselleşiyor. Bireyselleştikçe de bencilleşiyor. Bencilleştikçe de sadece kendini düşünüyor. Kendini düşündükçe de yalnızlaşıyor. Yalnızlaşınca da psikolojik sorunlarla uğraşıyor.

Yaradılış gereği insanoğlu sosyal bir varlıktır. Bu amaçla temel ihtiyaçları ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için insanlarla etkileşim ve paylaşım içinde olmak zorundadırlar.

Sosyal ilişkilerinde paylaşım yerine kendi çıkarını düşünen insanlar, mutsuzlaşmaktadır. Mutsuzlaşan insan, mutluluğu dünya malına sahip olmakta arar. Mutluluğu dünya malı ve teknolojinin getirdiği yeniliklerde de bulamayan insan, bencilleşip mutsuzlaşırken gelecek neslin devamı olan çocukları da bencil ve mutsuz yapmaktadır.

“Bizim” yerine; “Benim arabam, benim telefonum, benim bilgisayarım” ile büyüyen çocuklar, anne babalarını model alacaklarından egosantrik duygularının pekiştirilmesine bağlı olarak bencilleşecektir.

Egosantrik duyguların (Çocuk, kendini dünyanın merkezi gibi görür ve her şeyin kendi istekleri doğrultusunda olmasını ister.) baskın olduğu 3-6 yaşları ile ergenlik dönemi, ben merkezci duyguların ön plana çıktığı bir dönemdir. Egosantrik duygulara bağlı olarak 3-6 yaşlarındaki çocuklar; “Beni annem, benim babam, benim oyuncağım…” derken, ergenlik dönemimde ise “Benim fikrim, benim düşüncem, benim görüşüm…” diye kendini göstermektedir. Özellikle bu dönemlerdeki çocukların egosantrik duygularının pekiştirilmesi, ileri yaşlarda bencil bir kişi olmasına neden olacaktır.

Şimdiki çocuklar neden daha bencil oluyor diye düşündüğümüzde anne babaların; bencillik konusunda çocuklara model olmaları, her istediklerini ikiletmeden yapmaları ve kibrit kutusu gibi evlerde sosyal çevreden uzak olarak büyütmelerini söyleyebiliriz.

Model Olma

Çocuklar, anne babalarını model aldığı için, bencil anne babaların çocukları da bencil olacaktır. Kendi dünyalarında sadece kendisi için yaşayan ve çocuklarıyla en küçük şeyleri paylaşmayan ve paylaşma duygusu tattırılmayan çocuklar da ister istemez bencil olacaklardır.

Çocukların isteklerini göz ardı edip söz ve davranışlarında “Ben istiyorum, böyle istiyorum…” diye direkt emirler verip, sorgusuz sualsiz uygulanması isteyen anne babaların çocukları da zamanla ben istiyorum diyen bencil kişiler olacaktır.

Yine küçüklüğünde bu yana yok yoklarla büyüyen çocuklar, yetişkinlik çağlarında her ne kadar zenginde olsalar psikolojik olarak kendilerini fakir olarak algılayacaklarından bencil olacaklardır.

Köyümüzde, konu komşunun yardımıyla geçinen bir aile vardı. Bu ailenin Hatice adında birde kızları vardı. Hatice büyüdü, evlendi ve şehre yerleşti. Zamanla durumu düzelttiler, ev ve arabalarını aldılar. Hatice’yi bir gün bizim apartmanda bir şeyler satarken gördüm. Hoş beşten sonra dost kazansın diyerek hatır içinde olsa, sattığı şeylerden biraz fazlaca aldık. Tam giderken Hatice bacı; şu dairede ilahiyatta okuyan bizim köylü fakir bir kız öğrenci var; ona bir ben alayım birde sen hayrına verebilir misin dedim. “O bana versin o fakirse ben de fakirim.” dedi. Bir şey diyemedim, çünkü hep almaya alışmıştı, vermeye değil.

İstekleri İkiletilmeyen Çocuklar

Çocukların 3-6 yaşlarındaki egosantrik duyguları, yerini yavaş yavaş paylaşmaya bırakması gerekir. Bu yaşlarda çocuklara sınır koymamak, paylaşım davranışları pekiştirmemek ve çocukların her istediklerini yapmak ben merkezci davranışlarını devam etmesine neden olacaktır.

Görev yaptığım okulun birinde, bir öğrenciden sürekli şikâyet gelmesi üzerine çocukla bir görüşme yaptım. Öğretmeni, ailesi ve çocukla yaptığım görüşmede şu sonuçlara ulaştım. Çocuk çok zeki olmasına rağmen, şımartılarak ve bencil büyütüldüğü için herkesi illallah ettirmiştir. Çocuğun babasıyla yaptığım görüşmede babanın söylediği şu cümle her şeyi anlatmaya yetiyordu: “Hocam, ben bu çocuk istedi diye gecenin ikisinde çarşıdan tavuk alıp getirdim.”

Paylaşımı Olmayan Sosyal Çevreden Uzak Olmaları

Geçmişi ve günümüzü söyle bir kıyasladığımızda bu durumu daha iyi anlayabilmekteyiz:

Eskiden ortak paylaşım alanları ev ve ev dışında da vardı. Bu da çocukların paylaşımcı olarak yetişmelerini sağlıyordu. Günümüzde çocuklar bencil olarak yetişiyorlarsa ortak paylaşım alanlarının yetersiz olmasından kaynaklanmaktadır.

Eskiden yemekler yer sofrasında ve aynı tabaklarda yenirdi. Aile bireyleri kendi aralarında sohbet imkânı buluyorlardı. Toplumsal kurallardan tutunda sofra adabına kadar her şeyi burada öğrenilirdi. Sabah kahvaltıları birlikte yapılır okuluna giden okuluna, işine giden işine giderdi. Okul harçlıkları babadan alınırdı. Şimdilerde ise yemekler masada ve herkes kendi tabağında yemektedir. Tabaklar ayrılınca çocuklar daha küçüklükten itibaren ailede paylaşmayı değil de ayrışmayı öğrenmektedirler. Çocuklar akşam yemeklerini okuldan gelince yiyor ve odalarına çekiliyorlar. Baba işten ne zaman gelirse o zaman yiyor. Evlerde sabah kahvaltısı kalktı. Baba işyerinde, çocuklar okulda kahvaltı yapmaktadır. Kahvaltı yapmak için geriye hafta sonları kalıyor onda da çocuklar dershaneye gitmektedirler.

Eskiden çocuk odası diye bir oda yoktu. Oturma odaları vardı. Yemeklerin yenmesi, misafirlerin ağırlanması, derslerin çalışılması oturma odasında yapılırdı. Çocukların hepsi aynı odayı paylaşırlardı. Akşamları da aynı odada yatırlardı. Günümüzde ise neredeyse her çocuğun bir odası bulunmaktadır.

Eskiden bireysel oyunlar yoktu. Grup oyunları vardı. Okuldan gelen çocuklar sokağa çıkar ve oyunlarını akranlarıyla oynardı. Şimdi ise bireysel oynanan bilgisayar oyunları var. Çocuklar okuldan geldiklerinde ya internete girmekte ya da bilgisayarda oyun oynamaktadırlar. Eskiden çocukların bir arkadaş grubu vardı. Şimdi de ise çocuğun sadece kankası var.

Eskiden evlerde tek televizyon vardı. Herkes aynı televizyonun başında aynı şeyleri seyrederlerdi. Birlikte olan aile üyeleri bir şeyleri paylaşmak için fırsatı bulurlardı. Şimdi ise her oda da bir televizyon ve herkesin seyredeceği bir programı var.

Eskiden evlerde tek telefon vardı ve buna bizim ev telefonu denirdi. Herkes aynı telefonla iletişim kurar ve eşe dosta aynı numarayı verirlerdi. Şimdi ise herkesin bir cep telefonu var ve bu benim numaram diye verilmektedir.

Eskiden misafirliğe gidip gelmeler eksik olmazdı. Çocuklar hem akrabalarını tanırdı hem de onların çocuklarıyla paylaşma adına oyunlar oynarlardı. Şimdi ise ev pislenecek ya da eşyalar zarar görecek diye ne misafirliğe gidiliyor ne de misafir çağrılmaktadır. Bunun sonucunda da çocuklar ne akrabalarını tanıyor ne de oynayacak arkadaş bulabilmektedirler.

Çocukların ellerinden çıkan paylaşım alanları, çocukların “benim” dediği şeylerin (benim televizyonum, benim telefonum, benim bilgisayarım…) sayısının artması çocukları bencil ve narsist (bencilliği ilerlemiş kişiler) yaptı. “Benim” ile başlayan cümleler arttıkça paylaşımcı çocuklar da azaldı.

Örnekleri çoğaltabiliriz. Fakat şu bir gerçek ki eskiden egosantrik duygular dediğimiz ben merkezli düşünceler 3-6 yaşları ile ergenlik döneminde geçici olarak görülürken şimdi ise hayatın her alanında bulunmaktadır. Narsizm (Normalden uzaklaşmış ve bencilliğin ilerlemiş hali) dediğimiz duygu, düşünce ve istekleri merkeze alma hızla yaygınlaşmaktadır. Bencil dediğimiz sadece kendini düşünen insanlar karşımıza daha fazla çıkmaya başlamaktadır.

Çocukların Paylaşımcı Olabilmeleri için Neler Yapmalı?

1. Öncelikle anne babalar “ben ve benim” kelimesini hayatların çıkararak, paylaşım ifade eden “bizim” kelimesini getirmelidirler.

2. Çocuklara paylaşma duygusu kazandırma adına onlara örnek olmalı. Çocuklara kazandırılmamak istenen davranışları öncelikle anne babalar kendileri uyguluyor olmalıdırlar.

3. Çocuklarda paylaşım adına görülmesi istenen davranışlar teşvik edilmedir. Gerekirse şu parayı da al, arkadaşına bir şeyler ısmarla diyebilmelidirler.

4. “Ben göremedim, ben yiyemedim, ben giyemedim…” diyerek çocukların her istekleri anında karşılanmamalıdır. Bu, çocuklarda doyumsuzluğa neden olabileceği gibi istekleri zamanında karşılanmayan çocuklar zamanla narsistleşeceklerdir.

5. Çocuğun kendi odasında saatlerce kapalı kalmasına müsaade edilmemelidir. En azında yemek yerken ve çay içerken birlikte olamaya özen gösterilmelidir. Yine paylaşma ve birlikte olma adına gerekirse anne baba kitabını, gazetesini çocuğun odasında okumalıdır.

6. Çocukların bilgisayar oyunları yerine akranlarıyla oynamaları teşvik edilmelidir.

7. Başta anne baba olmak üzere çocuklarla birlikte giymedikleri ve kullanmadıklarını eşyalarını paylaşım adına ihtiyaç sahibi kimselere vererek paylaşma davranışı kazandırılmalıdır.

8. Aile bireyleri en azında akşam yemeklerinde de olsa televizyonlu kapatarak birlikte yemek yenme adına sohbet etmelidirler.

9. Haftada bir de olsa akraba ziyaretleri yapılmalı ki hem sılayı rahim yapılmış olsun hem de çocuğun paylaşım adına sosyalleşmesi sağlanmalıdır.

Mehmet Emin Karabacak

cocukaile.net

“Dikkat”li Ol!

Mahkemede adam öldürme ile ilgili bir dava görülüyordu. Adamın cinayeti işlediği ve katil olduğu hemen hemen kesindi; çünkü deliller adamın aleyhindeydi. Davanın, müvekkilinin aleyhinde olduğunu gören avukatın aklına bir şeytanlık gelir. Hâkimden söz alan avukat oradakilere dönerek:

“Müvekkilimin öldürdüğü iddia edilen şahıs, tam bir dakika sonra bu kapıdan girecek” dedi. Avukatın bu iddiası üzerine hâkim ve oradakiler mahkemenin kapısına dikkatlice bakmaya başladılar. Bir dakika geçmesine rağmen gelip giden olmadı. Avukat:

—Ortaya bir iddia attım ve herkes bir dakika boyunca dikkatlice kapıdan gelecek olana baktı. Bundan da anlaşılıyor ki ortada bir ölü olduğuna ve müvekkilimin bu cinayeti işlediğine sizler de tam inanmamaktasınız” der..

Bunun üzerine hâkim kararını açıklar ve adamın suçlu olduğuna karar verir. Hâkimin bu kararına karşı avukat: “Hâkim bey, nasıl olur; az önce herkes gibi siz de dikkatlice kapıya bakmıştınız” der. Hâkim de bunun üzerine:

“Ben müvekkilinizin kapıya dikkatlice baktığını görmedim.” der.

Dikkat, insanın üzerinde çalıştığı konu üzerinde yoğunlaşmasıdır.

Dikkat, kişinin yaptığı işe kendisini vermesidir. İnsanlarda dikkat süresi yaklaşık yirmi otuz dakikadır.

Çocukların iki üç saatlik sınavlarda dikkatlerini kesintisiz olarak sürdürmesi imkânsızdır. Bunun için sınavlardaki zihin yorgunluğuna karşı uyanık olmak gerekir. Çocukların zihinsel yorgunluklarına bağlı olarak onlarda dikkat dağınıklığı olur.  Sınav anında yapılması gerekenleri bilmeleri, onların daha başarılı olmalarını sağlayacaktır.

 

Sınavlarda Zihnin Yorulduğu ve Dikkatin Dağıldığı Nasıl Hissedilir?

Aynı soru iki üç defa okunuyorsa, test çözme hızında belirgin bir yavaşlama varsa, camdan dışarıya boş boş bakılıyorsa, diğer öğrencilerin hareketleri dikkat çekiyorsa, soruları anlamakta zorluk çekiliyorsa, baş ağrımaya başlıyorsa, gözetmenlerin hareketleri dikkat çekmeye başlıyorsa, içimiz daralmaya ve sıcaklık basmaya başlıyorsa, gözler sık sık ovalanıyorsa, kalem ve silgi sık sık düşüyorsa, kalemin arkası ısırılmaya başlanıyorsa, nefes alıp vermede düzensizlik gibi belirtiler, kişinin zihninin yorulduğunu ve dikkatinin dağıldığını gösterir.

 

Sınavlarda Zihinsel Yorgunluk ve Dikkat Dağınıklığı için Neler Yapılmalı?

Öncelikle dikkati dağıtan nedenler ortadan kaldırılmalıdır. Duygu yoğunluğu dediğimiz kaygı, sevinç, üzüntüleri sınav anında düşünmek yerine bunlar sınav sonrasına bırakılmalıdır.

Hem zamanı hem de zihni yoracak sorularla uğraşmaktan kaçınılmalı. Saate sık sık bakarak dikkatin dağılmasına müsaade etmemeli, saate bölümler arasında bakılmalı. Bu, zihni ve süreyi daha iyi kullanmayı sağlar.

Yüzeysel nefes almaya bağlı olarak nefes alma egzersizi, göz yorgunluklarına karşı da göz egzersizleri yapılarak dikkat dağınıklığının önüne geçilmeli.

Sınavda bedenin devamlı olarak aynı şekilde durması vücut ağrıları oluşturabilir. Dikkati dağıtacak vücut ağrılarının önüne geçmek için bölüm aralarında diğer adayları rahatsız etmeyecek şekilde vücut hareket ettirilmeli.

Bu durumlarda teste on beş-yirmi saniye ara verilmelidir. Kalem sıranın üstüne konarak gözler kapatılmalı ve şakaklara hafifçe masajlar yapılmalıdır.

Bunların dışında; bölümler arasında bir-iki dakika dinlenme araları verilmelidir. Bunu zaman kaybı olarak değil de dikkati toplama zamanı olarak görmelidir.

Mehmet Emin Karabacak
cocukaile.net

Ağlamanın Psikolojik Dili

Üsâme İbni Zeyd (r.a) rivayet edildiğine göre, Resûlullaha (s.a.v) ölmek üzere olan kızının oğlunu verdikleri zaman, Peygamber’in gözleri doldu. Bunun üzerine Sa’d İbni Ubâde:

– Ey Allahın Resûlü! Bu ne haldir? dedi. Hz. Peygamber de:

“Bu, Allah’ın, kullarının kalbine koyduğu acıma duygusu, rahmettir. Allah, acımasını bilen kullarına merhamet eder.” (Buhârî, Cenâiz, 33).

“Ağlayınız. Fakat şeytanın çığırtkanı olmaktan sakınınız. Zira ağlamak, göz ve kalpten oldukça Allah’tandır, rahmettendir. El ve sadece dille olduğu zaman ise şeytandandır.” (Râmuz el-Ehadis, 8/9) buyurmuştur.

İnsanoğlu konuşmasının dışında duygularını iki şekilde de ifade edebilmektedir. Bunlardan biri gülme, diğeri de ağlamadır. Bunlara bakarak bu kişilerin hangi duygu durumunda olduklarını anlayabiliriz.

Ağlama daha çok olumsuz duyguların bir ifadesi iken gülme olumlu duyguların bir ifadesidir. Nasıl ki sıkıntılarımızı, dertlerimizi, üzüntülerimizi, kızgınlıklarımızı, acılarımızı ağlayarak ifade ediyorsak sevinçlerimizi, mutluluklarımızı da gülerek ifade etmekteyiz.

Ağlamanın da gülmenin de bir adabı vardır. Bu adap, gülme ve ağlama şeklinden daha çok nerede ağlanıp nerede gülüneceği ile ilgilidir. Çünkü ağlanacak yerde nasıl ki gülmek hoş değilse gülünecek yerde ağlamak da hoş değildir.

Ağlama, gerçekte fiziksel ve duygusal uyarıcılara karşı verilen duygusal bir tepkidir. Bu canımız yandığında, bir yakınımızın kaybında, hayal kırıklığında, bunaldığımızda, aşırı sinirlendiğimizde, duygudaşlık gibi durumlarda görüldüğü gibi duygu yoğunluğunun çok olduğu sevinçli günlerimizde de görülebilir.

Benim burada ve bundan sonraki yazıda anlatacağım ağlama ve gülme nedenlerinden daha çok kişinin ağlama ve gülme şekillerinden kişiliğini tanıyabilmedir. Ya da kişinin o anki psikolojik durumunu anlayabilmedir.

Sulu Gözler: Bunlar aslında özlerinde iyi olmalarına rağmen görünüşte her şeye ağlayan, her şeyden alınan sulu göz şeklinde tarif edilirler. Olaylara ve kişilere hep iyimser gözle bakan bu kişiler olumsuz olaylardan çabuk etkilendikleri için çabuk ağlarlar. Bunlar insanlarla iyi anlaşan, sevecen, sıcak kalpli ve duygusal bir yapıya sahiptirler.

Sık Ağlayanlar: Bunların ağlamak için her zaman bir bahaneleri vardır. Ağlamamak için kendilerini tutamazlar ya da tutmak için uğraşsalar da konuşmaları ağlamaklı bir sesle olur. Bunlar daha çok karamsar, kendinden geçmiş, olaylara ve kişilere olumsuz bakan kişilerin psikolojisini yansıtır.

Normal Ağlayanlar: Bu ağlama şekli kişinin doğallığının bir ifadesidir. Bunlar daha çok kendine güvenen, kendini rahat ifade edebilen kişilerdir. Eleştirmek ve eleştirilmekten korkmayan, anı yaşayan kişilerdir. Ağlanması gereken yerde ağlamayı, gülünmesi geren yerde gülmeyi bilen insanlardır.

Bağırarak Ağlayanlar: Bağırarak ya da ağıt yakarak ağlayanlar kendilerini kontrol etmekte güçlük çeken kişilerdir. Bunlar daha çok çabuk sinirlenen, öfkesini kontrol etmekte zorlanan, sesini herkese duyurmaya çalışan, acındırmayı seven, ben merkezli, kendisiyle ve toplumla fazla barışık olmayan kişilerdir.

Yerlere Yatarak Ağlayanlar: Bunlar yerlere yatarak ve yuvarlanarak ağlarlar. Bu ağlama şekli daha çok çocuklarda görülmekle beraber birinci derecede yakınını kaybedenlerde de görülür. Bu kişiler de çok sevdikleri şeyler ellerinden alındığı takdirde isteklerini ağlayarak almayı alışkanlık edinenlerdir. Bunlar daha çok kural tanımaz, dediğim dedik, çaldığım düdük diyen, çevresindekilerin duygularına ve haklarına önem vermeyen kişilerdir.

Sessiz Ağlayanlar: Ağlarken sesleri çok az çıkan ya da kendi kendine ağlayanlardır. Bunlar ağlarken seslerini çıkarmamaya ve gözyaşlarını saklamaya çalışan kişilerdir. Bu şekilde ağlamak; kendine güvenen, kendisiyle ve toplumla barışık, kendisine ve toplum kurallarına saygılı, ne yaptığını bilen kişilerin ağlama şeklidir.

Sinirinden Ağlayanlar: Bu kişiler kendini ifade etmekte zorlanan, isteğini zorla yaptırmaya çalışan, şiddete meyilli kişilerdir.

Zor Ağlayanlar: Bunlar daha katı kuralcı olan, duygusallığa ve toplumsal kurallara önem vermeyen, ilişkileri yüzeysel olan, ilişkilerinde çıkarcılığı ön planda tutan kişilerdir.

Sonuç olarak ağlamak duyguların bir ifadesidir. Duyguların ifade şekli kişiden kişiye değiştiği gibi ağlama şekilleri de kişiden kişiye değişmektedir. Kişinin ağlamasını değerlendirirken yer, zaman ve kişinin içinde bulunduğu ruhsal durum da dikkate alınmalıdır.

Mehmet Emin Karabacak

cocukaile.net

Annemin “Maşallah”ı Var

İletişim; kişinin duygu, düşünce ve bilgilerini sözlü ya da sözsüz olarak karşısındakilere aktarmasıdır. İletişimde dil kadar beden dili, konuşma şekli, kullanılan sözcükler, ses tonu, jest ve mimiklerde çok önemlidir.

 Çocuklarla konuşurken beden dilini çok iyi kullanmak gerekir. Çünkü beden dili iletişimin şahitleri gibidir. Zaman zaman kelimelerin anlatmakta yetersiz kaldığı sevgiyi; tatlı bir bakış, içten bir kucaklayış çok daha iyi anlatabilmektedir. Yine kelimelerle anlatılmayan acı ve sıkıntıları iki damla gözyaşıyla daha iyi anlatıldığını biliyoruz.

Çocuklarla iletişim problemi yaşamayan anne baba yok gibidir. Çünkü anlaşılamamaya bağlı olarak yaşanan sıkıntılar, çağlar öncesinde olduğu gibi günümüzde de iletişim problemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Milattan Önce iki bin yıllarında (M.Ö.2000)  Mısır Piramitleri’nde bir anne ile bir kızın, ergenlik döneminde yaşadıkları iletişim problemlerinin yazılı olduğunu araştırmalardan öğrenmekteyiz. Buradan da anlaşılacağı üzere iletişim problemi sadece çağımıza özgü değildir. İletişim probleminin temelinde de anne babaların, çocuklarını kendi yaşadıkları çağa göre yetiştirmek istemelerinden kaynaklanmaktadır. Bu konuda Hz. Ali (r.a) günümüz anne babalara şu tavsiyelerde bulunmaktadır:

“Evlâdınızı bulunduğunuz zamandan başka bir zaman için talim ve terbiye ediniz. Çünkü onlar sizin zamanınızdan başka bir zaman için halk olunmuşlardır. Çocuğun terbiyesinde sakın kusur gösterme; zira o, senin zamanından başka bir zaman için yaratılmıştır.”

 “Çocuklarınızla yedi yaşına kadar oynayın, on beş yaşına kadar onlarla arkadaş olun, on beş yaşından sonra da onlarla istişare edin.” 

İletişimde Satır Araları Mesajları İyi Okuyabilmeli

Yanlış ve yetersiz iletişim, aile ve çocuk arasında sorunlara yol açmaktadır.İşlerin yoğunluğu ve işlerin vermiş olduğu yorgunluk gibi nedenlerden dolayı bazı anne babalar, çocuklarına gereken zamanı ayır(a)mamaktadırlar. Sebep ne olursa olsun anne babalarından gereken ilgi ve sevgiyi göremeyen çocuklar, öncelikle mesajlarını dolaylı olarak iletmek isterler. Söze karışmak, dökme ve kırma pahasına da olsa ev işlerine yardım etmeye çalışmak, bir şeyler anlatmaya çalışmak, ardı arkası kesilmeyen sorular sormak gibi. Çocuklar bunlarda başarılı olamazsa dikkati bu seferde yaramazlıklara verecektir. Yaramazlık yapmak, söz dinlememek, kardeşini rahatsız etmek gibi…

İletişimde Yapılan Hatalar

Problemleri kapı aralıklarında çözmeye çalışmak, söylenenleri dinlemek yerine verilecek cevabı düşünmek, konuşurken suçlayıcı ve aşağılayıcı bir dil kullanmak, geçmişte verip de tutamadıkları sözleri sürekli gündemde tutmak, duygu ve düşünceleri dikkate almamak, olumsuz   olarak damgalamak, uzun uzun nasihat etmek ve nutuk çekmek, sen dilini yerli yersiz kullanmak, çocukların ihtiyaçlarını ve gelişim dönemlerini dikkate almamak gibilerini sayabiliriz.

İletişimde Duruş ve Geribildirimlerin Faydaları

Kapı aralığı dediğimiz ayaküstünde problemleri çözmeye çalışılmamalıdır. İletişim için ortam ve oturuş rahat olmalıdır. Çocukla göz teması kurabilmek için gerekirse çocuğun boyun hizasına kadar eğilmeli ya da ona göre pozisyon alınmalıdır. Özellikle çocuklar, kendilerine yakın duran, konuşurken gözlerinin içine bakan kişilere daha çok güvendiklerini biliyoruz. Yine konuşma esnasında sözlerini kesmeyen, durakladıklarında “Hımmm, evet, anlıyorum…” diye geri bildirimler verilmesi çocuğun dinlenildiğini ve anlaşıldığın göstereceğinden daha rahat konuşmasını sağlamaktadır.

Çocukların benlik saygılarını geliştirirler. Çünkü çocukların kendileri hakkındaki duygu ve düşünceleri, benlik saygısını olumlu olarak etkilemektedir.

Çocukların kelime hazinelerini geliştirir. Buda çocukların konuşma yeteneklerini geliştireceğinde duygu ve düşüncelerini daha iyi ifade etmelerini sağlayacaktır. Kendini daha iyi ifade edebilen çocuklar, içe kapanma ve saldırgan davranışları daha az görüleceğinde toplumsal uyumu kolaylaştıracaktır.

Anne Babalar Çocuklarla İletişimi Problemi Yaşamamaları için;

Çocuklara uygun şekilde model olmalıdırlar. Çünkü iletişim kurarken dinleme becerilerine dikkat etmeyen anne babaların çocukları da iletişim becerilerini kazanamayacaklardır. “Çocuğuna gerçek servet bırakmak isteyen ana-baba, ona iyi dinlemeyi öğretir.” der Publilus Syrus.  Çocuklarla iletişim kurarken aktif dinleme dediğimiz (zaman ayırmak, empati, geri bildirim, beden dili fikirlerine saygı duymak) becerilerinin kullanılmalıdırlar.

Çocukları yargılamadan, eleştirmeden ve uzu uzun nasihat etmeden bir yetişkin gibi konuşulması gerekir. Çocuklarla konuşurken: “Ben senin yaşındayken, benim zamanımda, ben senin yerinde olsaydım…” gibi cümlelerden kaçınmak gerekir. Kendileri için önemli olan bir konuyu, anne babalarıyla uygun bir şekilde konuşmalarını söylediğimizde çocuklar; “Annemle mi? Annem konuşmaya bir başladı mı “Maşallahı” var!  Ben…” diye başlayan cümlelerin ardı arkası kesilmez derler.

Sen dilini kullanarak çocukları suçlamak yerine; duygu ve düşünceler ben dili kullanarak ifade edilmelidir. “Şu şekilde davranınca kendimi kötü hissediyorum, ödevlerini zamanında yapmadığın için endişeleniyorum, böyle söylemen beni üzüyor…” gibi

Derdini anlatamayan ve anlaşılmadığını düşünen çocuklar, anne babalarıyla iletişim problemi yaşayacaklardır. Çünkü iletişim, saygıya dayanmaktadır. Anne babalar, çocukların anlattıklarına dinleme adına saygısı göstermezlerse iletişim problemi yaşamaya devam edeceklerdir.Yemek yaparken, internete girerken ya da televizyon seyrederken bir taraftan da çocuğu dinlemeye çalışmak çocuğun dinlenilmediğini gösterir. Bir öğrencimiz babasıyla iletişimini şu şekilde anlatmaktadır:

Babamla bir konuda konuşmak istediğimde; “Seni dinliyorum.” der. Bunun üzerine ben de başlarım anlatmaya. Fakat babam bir taraftan beni dinlerken bir taraftan da elinde televizyon kumandasıyla kanal kanal gezer. Konuşmamın sonunda baba bu konuda ne diyorsun dediğimde;

“Hangi konuda?” der. Ben de istemeyerek tepki verdiğimde ise: 

“Öf ya, Ağız tadıyla bir haber dahi seyrettirmiyorsunuz!” diyerek tepki gösterir.

Psikolojik halleri göz önünde bulundurmalı. Çocuklar sıkıntılı ve üzgün oldukları zaman genelde konuşmak istemezler. Bu durumda konuşması için çocukları zorlamak yerine; “Canın herhalde konuşmak istemiyor; ama konuşmak istersen ben seni, her zaman dinlemeye hazırım…” mesajı, iletişim adına çocukların sıkıntılarını anne babalarıyla paylaşmalarına olanak sağlayacaktır.

Bunların yanında;

Çocukların anlattıklarına yeni bir şeyler eklemek yerine anlattıklarını kısa özetler şeklinde geribildirim olarak verilmeli.

Öğüt vermek yerine, onun sıkıntılarına benzer sıkıntılar yaşanmışsa bunu paylaşıp anlatmak daha faydalı olacaktır. Yaşadığı sıkıntıların herkes tarafından yaşandığını yalnızca ona özgü olmadığını bilmesi çocuğu rahatlatacağı bilinmeli.

Özellikle çalışan anne babalar, çocuklarla nitelikli zaman geçirmeli.

Çocuklarla iletişim konusunda hala sıkıntılar devam ediyorsa özeleştiri yapılmalı. Sıkıntının kaynağı ilişki biçimimi mi, olaylara bakış açısı mı, ruh hali mi… düşünülmeli.

Mehmet Emin Karabacak

cocukaile.net

Teknoloji Babalara “Babalığı” Unutturdu

Ruhen Evde Olmayan Babalar!

Eskiden anneler çocuklara “Dinimizin direği namaz, evimizin direği babanız!” derlerdi. Oysa günümüzde babaların yükleri ağırlaşıp evlerde fazla duramayınca ailenin direkleri de zayıflamaya başladı. Babaların yükleri ağırlaşınca çocuklara gereken zamanı ayırıp onlarla ilgilen(e)memektedirler.

Eskiden evlerde televizyon, telefon, buzdolabı, bilgisayar, araba tekti. Bunlar, tüm ailenin ihtiyaçlarını karşılıyordu. Bunlar ortak paylaşım olunca hem aile bireyleri birlikteliklerini sağlıyor hem de ailenin ekonomik gücünü fazla zorlamıyordu.

Oysa günümüzde her odada bir televizyon ve salon içinde dev ekranlı plazma, herkesin elinde birer dokunmatik telefon ve internetiyle beraber, buzdolapları yetmez oldu derin dondurucular, araba eşlerin yanında çocuklara da alınmaya başlandı. Aile bireylerinin teknolojik ihtiyaçlarının yanı sıra eğitim ihtiyaçları da aile bütçesini zorlamaya başladı.

Hayat teknolojiye bağlı kalınca babalarda daha fazla kazanmak için daha fazla çalışmaya başladılar. Eve geç saatlerde gelen babalar, çocuklarına gereken ilgi ve alaka gösteremeyeceklerinden aile bağlarını ayakta tutan direklerde zayıflamaya başlayacaktır.

Daha düne kadar sabah kahvaltıları ailecek birlikte yapılır, işine giden işine okuluna giden okuluna giderdi. Günümüzde sabah kahvaltıları kalktı. Babalar işyerlerinde, çocuklar okulda kahvaltı yapmaktadır.

Akşam yemekleri ise çocuklar, okuldan gelince yiyor ve odalarına çekilmektedirler. Baba işten ne zaman gelirse o zaman yiyor. Baba çocukların çocuklarda babaların yüzünü görmemektedirler.

Oysa eskiden aile bireyleri akşamları yemekte birlikte olunur ve günü değerlendirirlerdi.  Aile değerlerinden tutunda toplumsal kurallara kadar her şeyi çocuklar burada öğrenirlerdi. Harçlıklar babadan alınır ve babalarında evde bir ağırlığı vardı.

Çocuklar eskiden babalarında çekinirdi, annelerde bunun için söz dinlemeyen çocukları babalarıyla korkuturdu. Günümüzde ise çocuklar iş yoğunluğunun içinde babalarını gör(e)memektedir. Görenlerde geç saatlerde görmekte ve“Aaa, babam gelmiş!” “Meraba baba!” diyerek odalarını çekilmektedir.

Ailede babanın ağırlığına dikkat çeken İmam Gazali Hazretleri, baba ve çocuk terbiyesi hakkında şöyle demektedir:

“Baba, baba olduğunu, büyüklüğünü hissettirmelidir. Anne de çocuğunu baba ile korkutmalıdır. Gündüz uyutmamalıdır, zira gevşek olur. Yumuşak yatakta yatırmak doğru değildir. Hafif sert yatakta yatırılırsa bedeni kuvvetli olur. Çocuğa fazla baskı yapmamalıdır. Sıkılmaktan ve üzülmekten dolayı kötü huy peyda eder ve kalbi katılaşır.

Herkese karşı alçakgönüllü olmanın faziletini tekrar tekrar anlatmalıdır. Çocuğun kimseden para almamasını, bilakis daima para vermesini teşvik etmelidir. Fazla konuşmamasını, katiyen yemin etmemesini, sorulmadan cevap vermeye kalkmamasını, kendinden büyüğüne karşı saygı göstermesini ve onun önünden yürümemesini, dilini kötü söz söylemekten, sövmekten ve lânetten korumasını öğretmelidir.”

Sonuç olarak babalar, ruhen evde olamayınca vicdanen de rahat olmayacaklardı. Günümüz babaları çocuklarına yeterli zaman ayır(a)mayıp onlarla ilgilen(e)medikleri için kendilerini suçlu hissedeceklerdir. Buda babaların çocukların her istediklerini almalarına neden olacaktır. Başka bir ifadeyle babalar, kişilikleriyle değil aldıklarıyla çocuklarının yanlarında olduklarını hissettirmeye çalışacaklardır. Bunu sonucunda da günümüz çocuklarının tüm ihtiyaçları karşılanmamış fakat baba ihtiyaçları karşılanmamış çocukların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Babaların tekrar eve dönmeleri içinde aile ihtiyaçları tekrar gözden geçirilmesi gerekir. Çünkü çocukların babalara, babalarında çocuklarına ihtiyaçları vardı.

Kuma’sız Babalara İhtiyaç Var…

Bazı babalar işe, evden erken çıkıp geç gelirken bazı babalarda eve bedenen gelirken ruhen gel(e)memektedirler. Sadece bedenen eve gelen babalar, evi de sadece karnının doyurmak ve yatmak için kullanmaktadırlar. Bu babalar, eve geldikleri zaman soracakları ilk şeyde; “Televizyonun kumandası nerdedir?”olacaktır. Kumanda sormayan babalar da internette sanal alemde gezintiye çıktıkları için yine ruhen evde olmayacaktır.

teknolojiBu babalar internete ya da televizyona ayırdığı zamanın üçte birini çocuklarına ayır(a)mazlar. Ya da internette cetleştiği insanlara verdiği değeri çocuklarından esirgerler. Yani başkalarına gösterdikleri ilgi ve alakayı çocuklarına çok görürler. Bankamatik görevinden başka görevi olduğunu düşünmeyen babalara bir şey sorduğunu zamanda verecekleri tepkilerde bellidir.

Babamla bir konuda konuşmak istediğimde; “Seni dinliyorum.” der. Bunun üzerine ben de başlarım anlatmaya. Fakat babam bir taraftan beni dinlerken bir taraftan da elinde televizyon kumandasıyla kanal kanal gezer. Konuşmamın sonunda baba bu konuda ne diyorsun dediğimde:

“Hangi konuda?” der. Ben de istemeyerek tepki verdiğimde ise: 

“Öf ya, ağız tadıyla bir haber dahi seyrettirmiyorsunuz!” diyerek tepki gösterir.

Görevinin sadece bankamatik görevi olduğunu düşünen babalara da eğitimciler, çocuklarınızla arkadaş olun diyorlar. Bu, babaların ruhen eve dönmediği sürece sıkıntıların devam edeceği gösteriyor. Onun için babalar ruhen eve dönünce çocuklarda odalarında çıkacaktır. Odalarından ve sanal alemde çıkan çocuklarda aile hayatının bireyi olduğunu fark edeceklerdir.

Çocuklara aile olduğunu hissettirebilmek içinde onlarla nitelikli zaman geçirmek gerekir. Bunun içinde çocuklarla sabahtan akşama kadar beraber olmak gerekmiyor. Paylaşımların olabileceği ortamlar oluşturarak değerlendirmek gerekir.

 Mehmet Emin Karabacak

 cocukaile.net