Etiket arşivi: Muhammed Numan Özel

Gavvas Dalgıçlar ve Cemaatler – 4

Gavvas Dalgıçlar ve Cemaatler – 4

Manevi Kan Davası – 2

     Cenab-ı Hakk’a nâzır ve ona vâsıl olan yollar, kapılar; âlemin tabakaları, sahifeleri, mürekkebatı nisbetinde bir yekûn teşkil etmektedir.” [1] bunca yekün ve fark ise mutlaka metod ve tarz farkını getirecektir. Hedef aynı amma geliş istikameti farklı olması manasına gelmektedir.

Geliş istikameti farklıysa bakış açısı ve hadisata verilen mana da farklı olacaktır elbette. Bu farklılık insanlarda ayrışmaya ötekileşmeye değil, mana mertebesinin müteaddid manasından başka bir mertebedir diyebilecek şuura malik olmak elzemdir.

     Yoksa bizden olsun çamurdan olsun, ötekinden ise elmasta olsa olmaz bizden değil ya gibi akıl tutulmasına sebebiyet verecek elfazdan ve ef’alden uzak durulmalıdır.

     Fen ve felsefenin maddesel hücumu diyoruz ya hani işte. Bu hücumla zehirlenen kimseler – felsefik olanlar yani – kendi meşrebinden olana muhabbet eder kendi öeşrebinden olmayanı da ötekiler.. bu zinhiyeti kuran İngiliz aklıdır. Zaten vehhabiliği de bunlar icad etmiştir.

     Bu felsefik virüse mübtela olanlar ise düşman veya öteki üretmeden duramazlar. Kendi meşrebine tüm hamiyetini sarf ederler. Eğer düşman türetemezse kendi meşrebinde bu defa düşman üretmeye çaba sarfederler. Neymiş arksadaş bu meşrec ve meşrecbilik..

     Buna dair Nurculuğun mazisine bakıp sürekli mazide olmuş olan şeyleri diri tutmak için yırtınmak enerjisini hakaik-i imaniyeye sarf etmek yerine mesaisini hadisat-ı mazinin ihtilafi meseleleri ve hadisatına sarf eder. Bu ise ahmaklıktan öte bir şey değildir.

     Mazide biz Hüsrev ağabeyle oturuyordukta falan hadise oldu ona böyle dedi. Biz Zübeyir ağabeyle oturuyorduk falan abiye şunu dedi. Bayram, Said, Mehmed Feyzi, Hulusi, Sungur ağabeylere (R.A.) iftira atıldı ve şöyle oldu.

     Kardeşler bunlar oldu evet. Ama bu hadisatı yaşayan ağabeyler ahirete irtihal ettiler. O ağabeylerle bir meselesi olanların meseleleri Ruz-u mahşere kaldı.

     Nasıl ki araba sürerken ön cama bakarak araba sürülür. Arada dikizler kontrol edilirse bizler de hizmet için bir olup, iri olup, diri olup ittihad-ı islamı temin etmek için var gücümüzle gayret edeceğiz.

     Mazinin hadisatını bilmek ihtilaf çıkartmaya değil tesanüd etmeye sebeptir. Hani okuyoruz sürekli ihlas, Uhuvvet (*) ve Hizmet Rehberini rabbim amele dökmeyi nasip etsin inşallah. Oradan bir mehaze bakalım. Ya okuduğumuzda ya da bizim tatbikimizde bir hata var.

“İşte ey mü’minler! Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı tesanüd ederek, el-ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken; onların hücumunu teshil etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârane tarafgirlik ve adavetkârane inad; hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı? O düşman daireler ehl-i dalalet ve ilhaddan tut, tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehval ve mesaibine kadar birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan, birbiri arkasında size hiddet ve hırs ile bakan, belki yetmiş nevi düşmanlar var. Bütün bunlara karşı kuvvetli silâhın ve siperin ve kal’an: Uhuvvet-i İslâmiyedir. Bu kal’a-i İslâmiyeyi, küçük adavetlerle ve bahanelerle sarsmak; ne kadar hilaf-ı vicdan ve ne kadar hilaf-ı maslahat-ı İslâmiye olduğunu bil, ayıl![2]

     Şimdi içimize hulul etmiş olan dehşetli dinsiz komite ve suret-i haktan görünen bu komitenin icraatçıları olan kimselerin ve hadiseleri karıştıran münafık veya münafık tavrı sergileyen bu saftiriklere hareket edecekleri bir saha bırakmayalım. Hadiseleri körüklemek olur olmaz yerde konuşmak adeta konuşacak bir şey bulamayıp adavete muhabbet edip adavet üzere cemaati ve insanları diri tutmaya çalışmak ise Manevi kan davası gütmekten öte bir şey değildir ki bu zamana dek çok zararı ayan beyan görülmüştür.

     Adavete muhabbet ise insanı madden de manen de sıkıntılara giriftar ettiği edeceği bellidir. Adavetle, kinle, öfkeyle, belki hiç bu dünyada görmediği insanlara birisinin dolduruşuyla tahrikatıyla nefret beslemek ise ehl-i insafın ve elinde kenz-i mahfi olan bir nur talebesine yakışacak davranış değildir.

     Bizler kafirin bile vücuduna değil, kalbindeki küfre muarızken ne oluyorda adavete muhabbet besliyoruz. Kinimizle içimizde adaveti büyütüyoruz.

     Ey müdebbir mesabesinde olan kardeşlerim!   Bırakın nesl-i cedide fitne tohumu ekmeyi, muhabbet ekin ki ittihad-ı islamı biçesiniz. Yok biz fitne ekeceğiz diyorsanız bu ihtilaf u tefrika neticesinde kıyameti biçersiniz.

            Bakın Hüsnü BAYRAMOĞLU Ağabeye ankara ve istanbulda birbirisine yakın olan meşrebleri ortak derse topluyor. “Çünki birbirine yakın zâtlar birbirini taklid edebilirler. Bir cinsten olanlar, birbirinin suretine girebilirler. Mertebece birbirine yakın olanlar, birbirinin makamlarını taklid edebilirler. [3]Medreseleriniz ayrı olsa da kalbiniz bir olsun diyerek ittihadı esas alıyor.

“Yaşasın Şeriat-ı Garra!.. Yaşasın adalet-i İlahî!.. Yaşasın ittihad-ı millî!.. Ölsün ihtilaf!.. Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağraz-ı şahsiye ve fikr-i intikam![4]

            Selam  ve Duayla

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Lem’alar ( 89 )

(*) Hatta ihlas Nur Neşriyat ihlas ve Uhuvvet Risaleleri ismiyle bu 2 Risaleyi beraber Tab etmiş. İsteyen oradan temin edebilir

[2] Hizmet Rehberi ( 85 )

[3] Sözler ( 186 )

[4] Divan-ı Harb-i Örfi ( 81 )

Ukrayna Kitap Fuarı Risale-i Nur ile Nurlandı!

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, Sıddık Kardeşlerimiz Ukrayna’da Kitap fuarındayız!

    Elhamdülillah, Dünya, Risale-i Nur Okuyor Sloganıyla Sözler Neşriyat olarak fuar hizmetlerimiz devam ediyor. Fuarda kitap standımızda hem ilgi hem de hizmerlerimiz devam etmekte.

Bu fuarda işin en garibi de şu ki: Rabbimin ihsaniyle daha önce Nurlarla hidayete gelen Amin kardeş eliyle nurunu standımıza gelen ziyaretçilere neşrettirken diğer taraftan Şemsettin Abi ile Bahram Abi tarafından fuar alanındaki konferans salonunda Kur’an-ı Kerim ve Risale-i Nurları ve insanın yaratılışı ile ilgili İngilizce, Rusça, ve Ukraynaca sunum yapıtılar. Arayış içerisinde olan muhayyer ruhları cezbettiler.

Ayrıca sunuma iştirak edenlere Ukraynaca yeni tercüme olan ve diyanet işleri başkanlığı tarafından bastırılan Kur!an-ı kerim ile beraber yine Ukrayna Lisanına tercüme edilen Risale-i Nurlar hediye edildi.

Elhamdülillah, hizmetimiz devam ediyor. Dualarınızla inşaallah daha da inkişafa vesile olmanızı sizden rica ederiz. Yaklaşmakta olan Şuhur-u selasenizi de bu vesileyle tebrik eder müstecab dualarınızı bekleriz.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
İsmail YAMAN/ Ukrayna

ukrayna ve diğer dillerde Risale-i Nur Temin etmek için

Fuardan Fotoğraflar:


Dünyadan Haberiniz Olsun

www.NurNet.Org

Şerh ve izah çalışmaları-2

Risale-i Nur bir kenz-i mahfî ve bir sandukça-i cevher ve menba-i envârdır.”[1] Risale-i Nurun faziletine dair kelam etmek gündüz ortasında güneşi tarif etmek kadar abes bir şeydir. Bu sözümü her nur talebesi ve ehl-i insaf kabul eder. Çünkü Risale-i Nur Müellifi ve Talebeleri kelle koltukta hizmet etmiştir. Kelle koltukta, zindan köşelerinde çok uygunsuz şartlarda yazılan bu muazzam tefsir-i Kur’an şimdi kanepe koltukta, muntazam mekanlarda okuyamaz bir hale geldiğimizi de gene tasdik edeceklerdir.

Kenz-i mahfi ise; gizli hazinedir. Amma bu hazineyi keşfetmek ise okumaktan fazla bir çaba ister. Çünkü “nakd-i ömrü verenlere verilecektir” mana ve kemâlat. Yani okumaktan fazla bir gayret gerektirir. Her insanın mizacı muhtelif olduğu gibi istifade edeceği metodlar da farklılık arz eder. Kimisine atıflı okumak, kimisine düz okumak, kimisine not almak, kimisine yazmak, kimisine aynı manaya gelecek yerleri bir arada okumak ve hakeza.. istifademizin azameti kendimizi tanımamız nisbetindedir.

Bu kenz-i mahfi için daima şu misal aklıma gelir ki; “Gavvas dalgıçlar, o definenin cevâhirini aramak için dalıyorlar. Gözleri kapalı olduğundan el yordamıyla anlarlar. Bir kısmının eline uzunca bir elmas geçer. O gavvas hükmeder ki; bütün hazine, uzun direk gibi bir elmastan ibarettir. Arkadaşlarından başka cevahiri işittiği vakit hayal eder ki; o cevherler, bulduğu elmasın tâbileridir, fusus ve nukuşlarıdır. Bir kısmının da kürevî bir yakut eline geçer; başkası, murabba bir kehribar bulur ve hâkeza… Herbiri eliyle gördüğü cevheri, o hazinenin aslı ve mu’zamı itikad edip, işittiklerini o hazinenin zevaid ve teferruatı zanneder. O vakit hakâikın müvâzenesi bozulur. Tenâsüb de gider. Çok hakikatın rengi değişir. Hakikatın hakikî rengini görmek için tevilâta ve tekellüfâta muztar kalır.”[2] Bu misal aynı zamanda şuna benzer ki; insanlar, anladıkları manayı illa budur demek veya sadece bizim meşreb/cemaat var diyenlerin hali gibidir.

Ehl-i Sünnetin Türkiye’deki mümessillerinden biri olan Nur talebeleri tüm meşrepleriyle bir bütünlük arz eder. Hiçbir meşreb tek başına bütün nurculuğu temsil edecek kadar şumüllü değildir. Çünkü İslamiyet küçük bir felsefi akım veya hizbin çapına çıkacak kadar üçük değildir. Doğru islamiyeti ve islamiyete layık doğruluğu yaşamak her Müslümanın misyon ve vizyonu olması gerekir. Bu misyon ve vizyonu şiar edinden nur cemaati içinde ki meşrebler ise nurculuğun bir cüz’üdür herbir meşrebi. Bu sebepledir ki “sadece benim anladığım doğrudur veya bizim cemaat/meşreb hizmet ediyor gerisi boş vs.” demek hata üzere hatadır yani katmerli hatadır. Bir meşreb/cemaat ne kadar kalabalık olursa olsun bir ferd ne kadar okursa okusun anlasın bu hüküm değişmez.

Okurken muhakkik olmak gereklidir. Yani hakikatlerle yürümeli hayâl veya taassub gözlükleriyle değil. “Zahire göre hükmetmemek gerektir. Muhakkikin şe’ni; gavvas olmak, zamanın tesiratından tecerrüd etmek, mazinin a’makına girmek, mantığın terazisiyle tartmak, herşeyin menbaını bulmaktır.”[3] Zahir aldatıcıdır. Çünkü bir buz dağının tepesi küçükken altında bir gemiyi gark edecek kadar bir azameti vardır. Mana alemi de böyledir. Küçük bir giriş kapısı vardır ama herkesin kapısı farklıdır. O aleme girenlere hâl ehli denmektedir. “Nefsinde, bâtınında, hususî ahvalinde tefekkür ettiğin zamanderinden derine tafsilât ile tedkikat yap. Fakat âfâkî, haricî, umumî ahvalâta teemmül ettiğin vakit sathî, icmalî düşün, tafsilâta geçme. Çünki icmalde, fezlekede olan kıymet ve güzellik, tafsilâtında yoktur. Hem de âfâkî tefekkür, dipsiz denize benziyor, sahili yoktur. İçine dalma, boğulursun.” [4] Hususi alem derindir, ünsiyetlidir. O alemin balını tadan kavanozun dışını yalamayı bırakır.

Risale-i Nurun ihata ettiği sahada ise hüküm Risale-i Nurundur. Nitekim “Risale-i Nur size mükemmel bir me’haz olabilir. Ve ondan erkân-ı imaniyenin her birisine, meselâ Kur’an kelâmullah olduğuna ve i’cazî nüktelerine dair müteferrik risalelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı bürhanlar cem’edilse ve hâkeza.. mükemmel bir izah ve bir haşiye ve bir şerh olabilir.” [5] 20 cilte karib olan Risale-i Nur Külliyatında muhtelif mevzular ve hakaik serpiştirilmiştir. Teenni ile okuyanlar bunun en canlı şahitleridir. Bu serpiştirilen manaların cem’i ise insana bambaşka alemlere ufuklar açtırmaktadır.

Burada şerh ve izah hususunun nasıl yapılacağı izah edilmiştir. Lakin böyle sarih ifadeler varken ve her insan için hususi istifade metodu olduğu halde böyle sarih ifadeleri reddetmek, inkar etmek ise acib bir haldir. Kelamullah’ın Tefsiri olan Risale-i Nurda da şu hüküm câridir.  “Evet, her şey içinde bulunur. Fakat herkes her şeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmalleri, bazan düsturları, bazan alâmetleri; ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhamen, ya ihtar tarzında bulunurlar. Fakat ihtiyaca göre ve maksad-ı Kur’ana münasib bir tarzda ve iktiza-yı makam münasebetinde şu tarzların birisiyle ifade ediliyor.” [6] Hal bu iken çekirdek, nüve, icmal nev’indeki hakaiki neşvünema buldurmak ise istidad ve kabiliyetlere bakıyor. Bu nasıl diye akla kapı açılıyor mutlaka. Buna bir misal aynı malzemeyi iki farklı insana verip biribiriyle alakası olmayan neticeler alındığı gibi..

Zannederim ki, hakaik-i âliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i Nur ihata etmiş, başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazan izah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor.” [7] “Risale-i Nur’un hocası, Risale-i Nur’dur.” [8] Risale-i Nur’un şerh ve izahı ehemmiyetli bir vazife olarak nur talebelerine tevdi edilmiştir. Mürur-u zamanla daireye dahil olan yeni ve nura sadık nur talebeleri teknolojinin getirdiği sühuletle çok daha kolay bir tarzda nurlara eski nur talebelerinin çektiği sıkıntıları çekmeden onlar kadar belki de onlardan daha fazla Külliyata vâkıf olacakları akıldan uzak bir şey değildir. Telefonlar ve muhtelif nur sitelerinde var olan külliyat metinleri ve ders videoları insanın nurlarla ünsiyet kesbetmesi ve nurlara kalb ve ruhunun ısınıp dostluk oluşturmasına muavenet etmekte, asistan vazifesini görmektedir.

Fazilet-i külliyede belki yetişemez; ama şahsiyede geçebilir ilk ağabeyleri. Bir vakıf abinin üstadımızın bir varisine bir meseleyi edebileceği gibi.

Külliyattan derlemeler yapmakta bu hizmette inkişafa medardır. Bir mevzuya dair külliyattan derlemeler yapmak ise “Herkes bu zamanda Risale-i Nur’a muhtaçtır. Fakat umumunu elde edemez. Elde etse de tamam okuyamaz. Fakat küçük bir Risale-i Nur hükmüne geçmiş bir risale-i câmiayı elde edebilir. Ve ekser vakitlerde muhtaç olduğu mes’eleleri ondan okuyabilir ve gıda gibi her zaman ihtiyaç tekerrür ettiği gibi, o da mütalaasını tekrar eder.” [9] Medresede kalanlar zaman itibariyle böyle çalışmalar yaparak umumun istifadesine arz etmektedirler zaten.

Belki de Risale-i Nur Külliyatının topluma mal edilememesinin temel sebebi “Risale-i Nur bir mevzu hakkında ne diyor?” denildiği zaman ortada derli toplu bir çalışma veya makale bulunmamasıdır. Tabir-i aherle Risale-i Nur akademik camiaya nur talebelerince tanıtılamaması ve benimsetilmemesidir.

Hüccet-ül islam İmam-ı Gazali (k.s.) vefatına 1000 seneye takrib olmasına rağmen fikirleri halen konuşulur tartışılırken, çifte eneli ve ehl-i bid’anın sesleri işitilen bu zamanda, Bediüzzaman Said Nursiden bir asır geçmemesine rağmen ortada akademik olarak Risale-i Nur teşebbüsleri, çalıştayları ve çalışmaları pek fazla görülmemektedir. Çalışma yapanlar da adeta tekfir-i Nuriye edilip aforoz edilmektedir.

Afarozcu kesimde iki sebeple yapmaktadır.
1.Hasede sadakat namı vermek. Yani neden o yapıyor da ben değil!
2.Nurun safiyetine halel zarar gelebilir düşüncesidir ki cok zaman bu hizmet namına hezimete sebep olmaktadır.

Risale-i nur külliyatının vüzuhu ile inkişafı namına yapılan çalışmaları kim olursa olsun müstakimane teşvik edip onun o hususta çapını genişletmeliyiz, takdir etmeliyiz.

Mukadder sual: Eğer ihtiyaç olsaydı ilk ağabeyler yapardı?

Elcevab: Şayet bu söz hakikatli olsaydı Kastamonu 56’daki mektub olmayacağı gibi.. tarih-i islama nazar edince Hz. Ebubekr (r.a.) Kur’an-ı Kerimin Mushaf haline getirilmesine bidayeten “Rasullahın yapmadığını ben nasıl yapayım” demesi ve Hz. Osman’ın (r.a.) Hz. Hafza mushafını çoğaltması meselesi gibidir.

Te’lifçe Risale-i Nur tamam olsaydı Hizmet Rehberi, Beyanat ve Tenvirler, Siyaset ve neşriyat broşürü, Sönmez, Mirkat-üs Sünnet, İman ve küfür müvazeleri, Bediüzaman Cevap Veriyor gibi eserler nurun nazırları olan ağabeylerimizce yapılır mıydı?

Elbette ki bu abilerimiz (Rahmetullahi aleyhi ebeden vasiaten) ihtiyaca binaen bu çalışmaları yapmıştır. Ve yapılacaktır.

Hülasa: “Fazileti takdir edebilmek, fazileti bilmekle mümkündür.” [10]

Selam ve duayla

Muhammed Numan özel

[1] Emirdağ Lahikası-1 ( 97 )
[2] Sözler ( 439 )
[3] Muhakemat ( 26 )
[4] Mesnevi-i Nuriye ( 147 )
[5] Kastamonu Lahikası ( 56 )
[6] Sözler ( 252 )
[7] Kastamonu Lahikası ( 56 )
[8] 29.Mektup / Mektubat ( 426 )
[9] Tarihçe-i Hayat ( 286 )
[10] Barla Lahikası ( 375 )

 

Gavvas dalgıçlar ve Cemaatler -1

Risale-i Nur bir kenz-i mahfî ve bir sandukça-i cevher ve menba-i envârdır.”[1] Kenz-i mahfi ise; gizli hazinedir. Amma bu hazineyi keşfetmek ise okumaktan fazla bir çaba ister. Çünkü “nakd-i ömrü verenlere verilecektir” mana ve kemâlat. Yani okumaktan fazla bir gayret gerektirir. Her insanın mizacı muhtelif olduğu gibi istifade edeceği metodlar da farklılık arz eder. Bu farklılıklar ise aynı fıtrat/tarz/metodu benimsemiş insanların bir araya gelmesiyle dar dairede meşreblerin geniş dairede ise mezheblerin teşekkülüne sebep olmaktadır.

Kenz-i Mahfi olan Risale-i Nur Külliyatı ise gavvas dalgıçların keşfettikleri hazineler gibidir. Gavvas dalgıçlar, o definenin cevâhirini aramak için dalıyorlar. Gözleri kapalı olduğundan el yordamıyla anlarlar. Bir kısmının eline uzunca bir elmas geçer.

O gavvas hükmeder ki; bütün hazine, uzun direk gibi bir elmastan ibarettir.

Arkadaşlarından başka cevahiri işittiği vakit hayal eder ki; o cevherler, bulduğu elmasın tâbileridir, fusus ve nukuşlarıdır.

Bir kısmının da kürevî bir yakut eline geçer; başkası, murabba bir kehribar bulur ve hâkeza… Herbiri eliyle gördüğü cevheri, o hazinenin aslı ve mu’zamı itikad edip, işittiklerini o hazinenin zevaid ve teferruatı zanneder.

O vakit hakâikın müvâzenesi bozulur. Tenâsüb de gider. Çok hakikatın rengi değişir. Hakikatın hakikî rengini görmek için tevilâta ve tekellüfâta muztar kalır.”[2]

Misaldeki teşbihi anladığım hakikata tatbik edecek olursak karşımıza çok ehemmiyetli bir şey çıkacaktır.

Bu misaldeki muhtelif cevherleri taharri için yapılan gayretler ise metod/usul/tarz manasına gelmektedir.

O gavvas dalgıçlar Risale-i Nur Külliyatını tetebbuatıyla iştigal eden muhtelif eşhastır.

Gözler ise ahirzaman’ın Duhan’ı ve lehviyatıdır ki neticesinde gaflet hasıl olmuştur. Ve gözler gaflet ile bezenmiştir. Bu sebeple elimize kitap alıp mana alemine dalmak gerektir ki duhan perdesi aralansın ve ahiretin üzerine tenteneli perde olan dünyanın arkasına tâ ötelerine geçebilelim.

Keşfedilen muhtelif cevahir ise her anlaşılan manaların muhtelife olmalarından mütevellid olmasındandır.

Başka cevahirin kendi cevherinin nakış ve teferruatı zannetmek ise anlaşılan manalardan en doğrusu “tek mana benim anladığım manadan ibarettir ötesi füruattır” düşüncesidir.

Hakikatin müvâzenesi ve aradaki tenasübün bozulması ise sâri bir illet gibi her yerde karşımıza çıkan “Hem de keşf-i hakikata mani olan iltizam ve taassub ve taraftarlığın müdahaleleri..[3] neticesidir.

Müvazene ve tenasübün bozulması neticesinde tesanüd bozulur ve “tesanüd bozulsa cemaatın tadı kaçar.[4] bundan korunmanın ve cemaatin keyfiyetinin ve mihanikiyetinin ve tesanüd ve tenasübünün bozulmamasının yolu ise hamiyet-i milliyyenin dar daire manası olan meşrebcilikten uzak durup, kucaklayıcı ve bütünselci olan hamiyet-i diniye yani meslekiyeye teveccüh etmekten geçmektedir. Bu olmadığı taktirde okunan ama pratiğe geçirilmeyen malumat yığınları tezahür eder. Zaten bir insanın sıkıntı çekmesi bildiği şeyleri tatbik etmemekten geçer.

Hülasa: “Fazileti takdir edebilmek, fazileti bilmekle mümkündür.” [5]

Selam ve Duayla

Muhammed Numan özel

 www.NurNet.Org

[1] Emirdağ Lahikası-1 ( 97 )

[2] Sözler ( 439 )

[3] Muhakemat ( 37 )

[4] Tarihçe-i Hayat ( 208 )

[5] Barla Lahikası ( 375 )

Gavvas Dalgıçlar ve Cemaatler – 2

İlk yazıda meşreb hususu hakkında iltimas etmiştik. El’an devam edelim inşaallah.

Hakikat terazisinde müvazene ve terazinin hassasiyet ölçüsünü bozmamak tenasüb ve tesanüdden geçmektedir. Bu hakikatin müvâzenesi ve aradaki tenasüb ise sâri bir illet gibi her yerde karşımıza çıkan “Hem de keşf-i hakikata mani olan iltizam ve taassub ve taraftarlığın müdahaleleri..[1] neticesinde bozulmakta ve neticesinde tesanüd bozulsa cemaatın tadı kaçar.[2] Bundan kurtulmanın ve cemaatin keyfiyetinin ve mihanikiyetinin bozulmamasının yolu ise hamiyet-i milliyyenin dar daire manası olan meşrebcilikten uzak durup, kucaklayıcı ve bütünselci olan hamiyet-i diniye/meslekiyeye teveccüh etmekten geçmektedir.

Cemaatçilik/Meşrebcilik kavramını büyütsek karşımıza ırkçılık yani hamiyet-i milliye çıkıyor.

Meşrebcilik/cemaatçilik yapılmadan hizmet edilmesi ise hamiyet-i diniyeyi netice vermektedir. Bu olmadığı taktirde okunan uhuvvet, muhabbet ve tesanüd meseleleri olur ama pratiğe geçmemesi sebebiyle malumat yığınları tezahür eder. Zahiri uhuvvet muhabbet ihlas tezahür eder.

Ama hakikate geçmediği için zahirde kalır sırrına erip sırr-ı uhuvvet, sırr-ı ihlas, sırr-ı tesanüdü netice veremez. Nasıl ki bir fotoğraf çekmek için bir seviyede batarya lazım. O seviyeden düşükse fotoğraf çekemezsiniz. Bataryamızı hakaik ile lebalep doldurursak maneviyat aleminde terakki etmenin sonu olmadığı için bu hususta ne kadar gayret edersek o kadar kârlı çıkacağız. Neticesinde ise hakaikin sırrına ereceğiz. Bunun gibi hakikatine ermek için de çok gayret etmemiz gerekiyor. Mukaddemesi ise halis bir niyetledir. Zaten bir insanın sıkıntı çekmesi bildiği şeyleri tatbik etmemekten geçer

Hayat, monoton, yeknesak değildir. Binaenaleyh monotonlaştıranlar daima hayatından şekvalar etmektedir.

Manevi hizmetlerde de aynı şey söz konusudur. Sadece bizim meşreb/cemaat var diyenlerin halide bunun gibidir. Mesleğimiz için sarf-ı kelam edecek olursak Ehl-i Sünnetin Türkiyede ki mümessili olan Nur talebeleri tüm meşrepleriyle bir bütünlük arz eder. Hiçbir meşreb tek başına bütün nurculuğu temsil edecek kadar şumüllü değildir. Çünkü İslamiyet ve islamiyetin içinde bir şube olan nur talebeliği küçük bir felsefi akım veya hizbin çapına çıkacak kadar küçük değildir.

Doğru İslamiyet’i ve İslamiyet’e layık doğruluğu yaşamak her Müslümanın misyon ve vizyonu olması gerekir ve böyledir de. Bu misyon ve vizyonu şiar edinen nur cemaati içindeki meşrebler ise nurculuğun bir cüz’üdür herbir meşrebi. Her meşreb nurculuktandır ama tek başına nurculuk olamaz ne kadar kesretli ve etbaı da olsa bu böyledir. Gavvas dalgıç hükmünde olan her bir ferd ne kadar okursa okusun anlarsa anlasın bu hüküm değişmez.

Bu sebepledir ki sadece benim anladığım doğrudur veya bizim cemaat/meşreb hizmet ediyor gerisi boş.. vs. demek hata üzere hatadır yani katmerli hatadır.

Risale-i Nur Külliyatının için “Evet, her şey içinde bulunur. Fakat herkes her şeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmalleri, bazan düsturları, bazan alâmetleri; ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhamen, ya ihtar tarzında bulunurlar. Fakat ihtiyaca göre ve maksad-ı Kur’ana münasib bir tarzda ve iktiza-yı makam münasebetinde şu tarzların birisiyle ifade ediliyor.” [3] Hal bu iken çekirdek, nüve, icmal nev’indeki hakaiki neşvünema buldurmak ise istidad ve kabiliyetlere bakıyor. Bu nasıl diye akla kapı açılıyor mutlaka. Buna bir misal Aynı malzemeyi iki farklı insana verip biribiriyle alakası olmayan neticeler alındığı gibi..

Ağaç yaprağıyla güzeldir sözü gibi Risale-i Nur Cemaati de meşrepleriyle beraber bir güzellik ve bütünlük arz etmektedir.

Yirmi Altıncı Mektubda okuduğumuz yere tekrar bakalım: “Sizi taife taife, millet millet, kabîle kabîle yaratmışım; tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa sizi kabîle kabîle yaptım ki; yekdiğerinize karşı inkâr ile yabani bakasınız, husumet ve adavet edesiniz değildir![4] burayı mesleğimize ve mevzumuza bakan veçhesiyle bakacak olursak “Sizler taife taife, meşreb meşreb olmanız kader-i ilahi tarafından taktir edilmiş. Tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa sizin taife taife, meşreb meşreb olmanızın hikmeti; yekdiğerinize karşı inkâr ile yabani bakasınız, husumet ve adavet edesiniz diye değildir! Unutmayın ki hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir.”

Ne mutlu o ferde ki: Hamiyet-i meşrebiye yapmaya..

Ne bedbahtır o ferd ki: hamiyetini meşrebine sarf eder, başkalarına soğuk bakıp inkar eder veya istihfaf eder.

Hülasa: “fazileti takdir edebilmek, fazileti bilmekle mümkündür.” [5]

Selam ve Duayla

Muhammed Numan özel


[1] Muhakemat ( 37 )

[2] Tarihçe-i Hayat ( 208 )

[3] Sözler ( 252 )

[4] Mektubat ( 321 )

[5] Barla Lahikası ( 375 )