Etiket arşivi: Muhammed Numan Özel

Gavvas Dalgıçlar ve Cemaatler – 3 Manevi Kan Davası

Manevi Kan Davası

Cenab-ı Hakk’a nâzır ve ona vâsıl olan yollar, kapılar; âlemin tabakaları, sahifeleri, mürekkebatı nisbetinde bir yekûn teşkil etmektedir.” [1] Bu tariklerden birisi ve ahirzamanda en te’sirlisi ise kanaat-ı kat’iyye ile Risale-i Nur Hizmet dairesidir ki bu hizmet vasıtasıyla bu ülkede kimseler hizmet sahasında ortada yokken Bediüzzaman ve te’lifatı olan Risale-i Nur Külliyatı ve nice talebeleri Allah demiş, Peygamber demiş, Kur’an diyerek ülkemizin ehl-i sünnet kalmasına en muazzaman hizmeti ettiler.

Bu ülke bugün ehl-i sünnet olarak, hatta İslam beldesi olarak kalmışsa en büyük müsebbib Bediüzzaman ve manevi cihadıdır. Bunu kimse inkar edemez. Bunu görmemek ancak görmek duyusundan mahrum olmanın neticesidir.

İhlas Risalelerini te’lif etmiş olan Bediüzzaman Hazretleri 20. Lem’a ile cemaatler arası ilişkilere, 21. Lem’a ile Nur talebeleri arasındaki münasebetlere projektörlük yapmıştır. İçerisinde bulundukları ve bulunması muhtemel olduğu vaziyetler hakkında reçeteler yazmıştır. Hatta bir zaman bu iki eser mahrem tutulmuştur.

Risale-i Nur dairesinde hizmet eden meşrebler ise birbirinin mütemmimi hükmündedir. Birbirine muavenattardırlar. Herbir meşreb ve meşrebli fertler diğer hizmetleri kendisine rakip düşünüp onların hizmetine sekte vurmaya çalışması ise hata-yı azimdir, cinayet-i azimedir.

Risale-i Nur dairesi ve Nurculuk, Nurcular, Nur talebeleri gibi tabirler bir bütünlük arzeder. Bu bütünlükten yani küllden çıkan ise cüz olmaya mahkumdur.

Yirmi Altıncı Mektubda okuduğumuz yere tekrar bakalım: “Sizi taife taife, millet millet, kabîle kabîle yaratmışım; tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa sizi kabîle kabîle yaptım ki; yekdiğerinize karşı inkâr ile yabani bakasınız, husumet ve adavet edesiniz değildir![2] Burayı mesleğimize ve mevzumuza bakan veçhesiyle bakacak olursak “Sizler taife taife, meşreb meşreb olmanız kader-i ilahi tarafından takdir edilmiş. Tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa sizin taife taife, meşreb meşreb olmanızın hikmeti; yekdiğerinize karşı inkâr ile yabani bakasınız, husumet ve adavet edesiniz diye değildir! Unutmayın ki hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir.”

Nurculuğun mazisine bakıp sürekli mazide olmuş olan şeyleri diri tutmak için yırtınmak zaman kaybından öte bir şey değildir. Falan abimiz bunu dedi bunu yaptı vs.. Bunları yaşayan kimselere ahirete irtihal etmişler ve meseleler ahirete kalmıştır. Hesabı olanlar düşünsün bunları.

Şimdi içimize hulul etmiş olan dehşetli dinsiz komite ve suret-i haktan görünen bu komitenin icraatları olan bu hadiseleri körüklemek olur olmaz yerde konuşmak adeta konuşacak bir şey bulamayıp adavete muhabbet edip adavet üzere cemaati ve insanları diri tutmaya çalışmak ise manevi kan davası gütmekten öte bir şey değildir.

Gerçekten merak ediyorum adavete muhabbet edip manevi kan davası gütmek neyinize yarıyor?

Laz Temel peygamberler tarihi okumuş. Yahudi komşusunun kapısını çalmış komşusunu pataklamış. Komşusu sormuş noldu Temel?

Temel: Ula insafsızlar siz ne kadar peygamber katletmişsiniz böyle?

Komşusu: O eskide oldu Temel!

Temel: Olsun ben yeni duydum!

Tıpkı bunun gibi bu adavete, kine, öfkeye, görmediği insanlara birisinin dolduruşuyla nefret beslemeye, besletmeye hangi insan fetva verir soruyorum!

Bırakın nesl-i cedide fitne tohumu ekmeyi, muhabbet ekin ki ittihad-ı islamı biçesiniz. Yok fitne ekerseniz kıyameti biçersiniz.


[1] Lem’alar ( 89 )

[2] Mektubat ( 321 )

Hüsrev ağabeyin yazdığı risalelerde ki metinsel farklılıkların sebebi nedir?

Sual: Hüsrev ağabeyin yazdığı risalelerde ki metinsel farklılıkların sebebi nedir?

 

Hüsrev, münasib görmediği kısmı ta’dil, tebdil, ıslah edebilir.

Envar – Şualar – 641
(Onbeşinci Şua/Elhüccetüzzehra’nın İkinci Makamı/İlim Bahsi)

Yukarıda mezkûr olan cümleyi önce tahlil edelim.

Anlamak için din düşmanı veya ehl-i bidadan birisinin ismini koyalım.

* X, münasib görmediği kısmı ta’dil, tebdil, ıslah edebilir.

 

 

 Bu cümlenin kelimelerinden yola çıkalım.

Münasip görmemek : burada Bediüzzamanın vehbi olan telifatını beğenmemek  ve yetersiz görmek..

Ta’dil: değiştirmek, hafifletmek, dogrulaştırMak ve vasat orta hale getirmek demektir.

Sual: sen Bediüzzamanın vehbi olan telifatını değiştirmek, ve içerinde yanlış bir şey mi olduğunu iddia ediyorsun?

Kulliyatta İfrat veya tefrit bir şey mi var diye iddia ediyorsun?

Tebdil: tağyir edip değiştirmek, bir şeyi başka hale getirip başka şeyle değiştirmek. Manasında

Sual: bu tabir ile var olan mana kaldırmak, olumluyu olumsuz yapmak.. Gibi şeyler ortaya çıkar. Nitekim bunun en aleni misali sadeleştirme faaliyetidir. Yanı SeN bunu istediğin hale sokabilirsin. 
Sadeleştirme nam tahrif hareketi ne kadar tantanalara sebep oldu malûm.

Islah: düzeltmek ve kusurları gidermek.

Sual: Bediüzzamanın vehbi olan telifatını beğenmemek ve bunda kusurlu bir şey olduğunu mu iddia ediyorsun?

Kelime üzerinden gidilirse çok vahim manalar çıkmaktadır. Bir suiniyet sahibi bunları yapsa netice ne kadar feci olacağı tahMinden uzak değildir.

Risale-i Nurun neşir tarihçesi nam kitapta anlatılan bir hadisede Husrev ağabey bu yetkiye istinaden bazı yerlere kalem karıştırmış ve tasarrufta bulunmuştur. Bunu her ne kadar Husrev ağabeyle alakadar olan kimseler reddetse de hadise vuku bulmuştur. Canlı şahitleri ortadadır.

Muhakemat basımı zamanında Husrev ağabey sadeleştirme ve bazı yerlerini tebdil, ıslah, tağyir etmesi üzerine gelen nüshayı üstad Bediüzzaman bastırmamıştır. Muhakemat üstad hayatta iken bu sebeple basılmamıştır.

Hulasa: Yukarıda geçen mehaz ve kelime izahları neticesinde hayrat vakfı / Altınbaşak neşriyat nüshaları elimizde üstadın kontrolünden geçen nüshalar ile tam Tersi mana veya metinsel değişiklik olması bundan kaynaklanmaktadır.

Bir kaç önce Altınbaşak Neşriyat sikke-i t.g. okudum.

Tasarrufat-i Husrevi olan yerler okurken dedim bura böyle değil, Envar osmanlıca sikkeye baktım bnm dimağımda olan şekilde.

Bu sebeple Altınbaşak Neşriyat Risalelerle görülen metinsel farklılıklar bu sebepledir.

 

Selam ve dua ile
Muhammed Numan öZEL

www.NurNet.Org

Risale-i Nur Külliyatının ingilizce Sesi Gürleşti

EMİRDAĞ LAHİKASI (İNGİLİZCE)Risale-i Nur Külliyatının ingilizce Sesi Gürleşti!

Dünya Risale-i Nur Okuyor! Sloganıyla Hizmet Eden SÖZLER NEŞRİYAT‘TAN HABER:

Risale-i Nur Külliyatının ingilizce Münterci olan ve Risale-i Nur ile tanışan Mary Weld, Müslüman olduktan sonra Şükran Vahide ismini seçmiş ve Risale-i Nur Hizmetini yüklenmiştir. Şükran Vahide tarafından Risale-i Nurun bilhassa geniş daire olarak tabir ettiğimiz ve üstadımız Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin üçüncü said dönemi hususiyetlerini taşıyan Emirdağ Lahikası ingilizceye tercüme edilmiştir.

Ve Sözler Neşriyat tarafından Neşredilmiştir.

ESER HAKKINDA FİZİKİ YAPISI

CİLT      : VİNLEKS
EBAT     : BÜYÜK BOY (17 x 24 cm)
KAĞIT   : 1. HAMUR

BASKI   : TEK RENK

SAYFA   : 541 SAYFA

Temin ve daha Fazlası için:

www.sozler.com.tr

LİNK: Mary Weld / Şükran Vahide Kimdir?

Emirdağ Lahikası Hakkında: 

Emirdağ Lâhika Mektubları, birinci kısmı: 15 Haziran 1944’de Denizli hapsinden beraet ile tahliyeden sonra Heyet-i Vekile kararıyla Emirdağı’nda ikamete memur edilen Risale-i Nur Müellifi Said Nursî Hazretleri 1947 sonlarına kadar, yani üçüncü büyük hapis olan Afyon hapsine kadar Emirdağı’nda ikamet ettiği müddetçe Isparta, Kastamonu, İstanbul, Ankara ve Üniversite talebeleri ve Anadolu’da Nurların neşre başlandığı yerlerdeki talebelerine hizmete müteallik bazı mektub ve suallerine cevaben yazdığı mektublardır.

İkinci kısım ise: 1948-1949 Afyon Cezaevi’nde yirmi ay mevkufen kalıp tahliyeden sonra tekrar Emirdağı’na avdet edip orada bir müddet kaldıktan sonra 1951 yılında Eskişehir’de iki ay ikameti müteakib, oradan da Gençlik Rehberi mahkemesi münasebetiyle iki defa İstanbul’a gelip üçer ay İstanbul’da kaldığı 1952-1953 tarihlerinde ve daha sonra yine Emirdağı’nda iken talebelerine yazdığı mektublar ve mahkemelere ve davalara temas eden mes’elelere dair müteaddid bahislerdir. 1953’ten sonra ikamet eylediği Isparta’da da arasıra yazdığı mektublar da vardır.

Eskişehir, Denizli ve Afyon Cezaevleri’nde iken hapisteki talebelerine yazdığı pek kıymetdar hapishane mektubları ise, yine müellif-i muhterem Hazret-i Üstad’ın neşrini tensibiyle Şualar Mecmuası’nda aynen neşredilmiştir. Bu lâhikalarda geçen talebelerin mektubları, Nurlardan aldıkları feyz-i iman, ihlas ve sadakatlarını, şehamet-i imaniyelerini ifade ile üstadlarına arzetmek ve teşekküratlarını bildirmekle bu zamanda zuhur eden bu ders-i Kur’aniyenin muhatabları olduklarını izhar ediyor. Ve Risale-i Nur’un hakkaniyetine ve Hazret-i Üstad’ın davasına birer şahid hükmünde bulunuyor.

Risale-i Nur’un te’lifi ve neşriyle beraber bu lâhika mektublarının zuhuru, devamı ve neşri, bizzât muhterem müellifi tarafından yapılması ve tensib edilmesi ve müteaddid mektublarda da bu lâhikaların kıymetini ifade buyurmaları ve nazara vermeleri, herhalde bu lâhikaların ehemmiyetini tebarüze kâfidir.

Evet Risale-i Nur’un te’lifi, zuhuru ve neşri ile beraber hizmet-i Nuriyenin ve ders-i Kur’aniyenin taliminde ve îfasında ve meslek-i Nuriyenin taallümünde ve uzun bir zamandaki hizmetin devamında vaki’ olacak binler ahval ve hücuma maruz talebelerin cereyanlar

karşısında sebat, metanet ve ihlasla hareketlerinde onlara yol gösterecek, hizmet-i Kur’aniyenin inkişafında sühulete medar olacak ikaz ve ihtarlara elbette ihtiyaç zarurîdir, kat’îdir, bedihîdir.

İşte Hazret-i Üstad’ın bu gibi şübhe götürmez hakikatlara ve mes’elelere isabetle parmak basıp dikkati çekmesi, talebelerini ikazda bulunması, elbette bu hizmet-i kudsiyenin ehemmiyeti iktizasındandır. Hem bu lâhikaların bir kısmı, ihtiyaca binaen yazılmış ve yazdırılmış ihtarlar olması ve aynı ihtiyacın her zaman tekerrürü melhuz bulunduğundan daima müracaat olunacak hikmetleri ve düsturları muhtevidir. Nitekim yüzer vakıalar, hâdiseler ve mes’elelerde bu ihtiyaç, kendini göstermiştir.

Nurların birinci talebesi Hulusi Bey, Hazret-i Üstad’a arzettiği bir mektubunda “Dünyayı unutmak isteseniz başka hiçbir sebeb olmasa dahi, yalnız bu mübarek Sözlerle rabıta peyda eden insanların rica edecekleri izahatı vermek isteyecek ve cevabsız bırakmayacaksınız… Allah için sizi sevenlere ve sizden istizahta bulunanlara yazdığınız pek kıymetli yazılarla meclis-i ilmînizde takrir buyurduğunuz mütenevvi ve Sözler’e bile geçmeyen mesail, kat’iyyetle gösteriyorlar ki; ihtiyaç da, hizmet de bitmemiştir.” demekte ve Nurların hizmetinde ikaz, ihtar ve irşadlara ihtiyaç bulunacağını ifade etmektedir ki, ondan sonra zuhur eden ihtiyaca muvafık lâhikalar, o mübarek zâtın isabetli sözünü teyid etmiştir.

Bu lâhikalarda görüleceği gibi, Nur Müellifi Aziz Üstadımız Risale-i Nur’un neşri, okunup yazılması gibi bizzât nurlarla iştigale ehemmiyet vermekte, talebelerini daima teşvik etmektedir. Bunun lüzum ve hikmeti ise, şübhesiz izahtan vârestedir. Zira asrımızda kâinat fenleri ve maddî ilimler revaçta olup, yeni yetişen nesiller bu ilim ve fenleri okudukları; hem tabiiyyun ve maddiyyunun din ve maneviyat aleyhindeki neşriyatı; hem küfr-ü mutlak cereyanı ki, hiçbir din ve maneviyatı tanımayan ve Allah’a iman hakikatına karşı muaraza ederek dinsizliği neşreden, İslâmî fikri zedeleyen ve bütün beşeriyeti tehdid eden, yeni nesillere ve gençliğe imansızlık fikr-i küfrîsini aşılamak isteyen kitab, broşür, gazete gibi neşir vasıtalarının İslâm ve iman düşmanlarınca ön plâna alındığı böyle acib ve dehşetli bir zamanda elbette Risale-i Nur’a, okunmasına, neşredilmesine şiddetle ihtiyaç ve zaruret var.

Çünki Risale-i Nur, Kur’an-ı Hakîm’in bir mu’cize-i maneviyesi ve bu zamanın dinsizliğine karşı manevî atom bombası olarak solculuk cereyanlarının maneviyat-ı kalbiyeyi tahribine mukabil, maneviyat-ı kalbiyeyi tamir edip ferden ferdâ iman-ı tahkikîden gelen muazzam bir kuvvet ve kudrete istinadı okuyucuların kalblerine kazandırıyor. Ve bu vazifeyi de yine mukaddes Kur’anımızın ilham ve irşadıyla ve dersiyle îfa ediyor. Tefekkür-ü imanî dersiyle tabiiyyun ve maddiyyunun boğulduğu aynı mes’elelerde tevhid nurunu gösteriyor; iman hakikatlerini madde âleminden temsiller ve deliller göstererek izah ediyor. Liselerde, üniversitelerde okutulan ilim ve fenlerin aynı mes’elelerinde iman hakikatlerinin isbatını güneş zuhurunda gösteriyor. Bu gibi çok cihetlerle Risale-i Nur bu zamanda ehl-i iman ve İslâm için ön plânda ele alınması îcabeden ehl-i iman elinde manevî elmas bir kılınçtır. Asrın idrakine, zamanın tefehhümüne, anlayışına hitab eden, ihtiyaca en muvafık tarzı gösteren, ders veren ve doğrudan doğruya feyz ve ilham tarîkıyla âyetlerin yıldızlarından gelen ders-i Kur’anîdir, küllî marifetullah bürhanlarıdır.

Asrımızın efkârının anlayışına ve idrakine hitab edici mahiyeti ve Kur’an-ı Hakîm’in bu zamanın fehmine bir dersi olması noktasından Nur Risaleleri, bilhâssa bu memlekette büyük ehemmiyet kazanmıştır. Asırlarca Kur’an’a bayraktarlık yapan ve dünyayı diyanetiyle ışıklandıran bu necib millet, yine dünyaya örnek, ahlâk ve fazilette üstad olarak insanlığın geçirdiği müdhiş buhranlardan halas için çare-i necatı göstermektedir. Beşeriyeti dehşetli sadmelere uğratan, tehdid eden anarşiliğin, ifsad ve tahribin yegâne çaresi ancak ve ancak İlahî, semavî bir dinin ezelî ve ebedî hakikatlarıdır, hakikat-ı İslâmiyettir. Risale-i Nur, hakikat-ı İslâmiye ve Kur’aniyeyi müsbet ve müdellel bir şekilde insanlığın nazar-ı tahkikine arz ve ifade etmektedir.

Hem Nur Müellifi bir mektubunda “Dâhilde tarafgirane adavet ve münakaşalara vesile olan füruatı değil, belki bütün nev’-i beşerin en ehemmiyetli mes’elesi olan erkân-ı imaniyeyi ve beşerin medar-ı saadeti ve umum İslâm’ın esas ve rabıta-i uhuvveti bulunan Kur’anın hakaik-i imaniyesini bulmak ve muhtaçlara buldurmaya hayatımı vakfettim” demek suretiyle hizmet-i İslâmiyenin ve mesail-i diniyenin umumunu tazammun eden vüs’at ve câmiiyeti haiz bulunduğunu; dinî hizmetlerin her nev’ini teyid ve teşvik ettiğini ve bir cadde-i kübra-yı Kur’aniye olan Risale-i Nur

dairesinin umum ehl-i iman ve İslâm’a şamil bulunduğunu ifade ediyor. Ve yine aynı mektubunda devamla “Hattâ değil Müslümanlarla, belki dindar Hristiyanlarla dahi dost olup adaveti bırakmağa çalışıyorum. Harb-i Umumî ve komünizm altındaki anarşistlik tehlike ve tahribatlarının lisan-ı haliyle “Dünya fânidir, firaklarla doludur. Ey insanlar adaveti bırakınız, Kur’an dersini dinleyip birleşiniz; yoksa sizi mahvedeceğiz” diye beyanıyla bu zamanın şartları ve îcabları karşısında tarz-ı hizmeti yine Kur’anın nuruyla göstererek hakîmane irşadın ve tevfik-i İlahiyeye muvafık hareketle isabetli hizmetin îfası gibi noktalardan Risale-i Nur’un lüzum ve ehemmiyetini tebarüz ettiriyor.

İşte Lâhika Mektubları bu gibi hususlara da işaret ediyor. Değişen dünya hâdiseleri, geniş ve küllî mes’eleler ve şartlar altında isabetli hizmet-i Kur’aniyenin esaslarını ders veriyor.
Emirdağ Lahikası-1 ( 6 -9 )

 

Haber: Muhammed NumanÖZEL

www.NurNet.Org

Hükümet-i Hazıra ve Reis-i Cumhura

Bediüzzaman Said Nursi’nin 1. Meclise Hitabesinden Günümüze

Alem-i İslama asırlarca sancaktarlık yapmış olan bir ülkenin pay-ı tahtında kurulmuş ve bu millet manevi/kalbi olarak daima bu sancaktarlığı gönlünde hissetmiştir. Risale-i Nur Külliyatı ve Müellifi Bediüzzaman Said Nursi de daima müsbet hareket metodunu takip ederek gönüllerinde sancaktar-ı islamiye hissinin şuurunu sinelere nakşetmiştir.

Bu ülkede bu millette hükümet süren hal-i hazır Ak Parti Hükümeti ve Reis-i Cumhur Recep Tayyip Erdoğan’a Risale-i Nur Külliyatından 1923’te yazılmış lakin geçerliliğini muhafaza eden nutku nazara vermeyi ehemiyetine binaen derc ediyorum.

Bu Mektubun Tamamı Tarihçe-i Hayatta Geçmektedir.

Necib bir milletin torunları olan “Ey mücahidîn-i İslâm ve ey ehl-i hall ve akd!

Şu muzafferiyetteki harikulâde nimet-i İlâhiyye bir şükür ister ki devam etsin, ziyade olsun. Yoksa, nimet böyle şükür görmezse, gider. Madem ki Kur’anı, Allahın tevfikiyle düşmanın hücumundan kurtardınız. Kur’anın en sarih ve en kat’î emri olan “salât” gibi feraizi imtisâl etmeniz lâzımdır; tâ onun feyzi, böyle harika suretinde üstünüzde tevali ve devam etsin.[1]” Allahın izniyle 15 senedir hüküm sürmektesiniz. Buna şükür olarak Allah’ın farzlarına riayet etmeniz bu millet namına boynunuza borçtur. Muvaffakiyetin yolu budur.

İslamiyet namına yaptınınız icraatlarla ve islamiyetin onurunu savunmak gayretinizle “Âlem-i İslâmı mesrur ettiniz. Muhabbet ve teveccühünü kazandınız; lâkin o teveccüh ve muhabbetin idamesi, şeair-i İslâmiyeyi iltizam ile olur. Zira müslümanlar, İslâmiyet hasebiyle sizi severler.[2]” Bu muhabbetin devamı ise islamiyeti tatbik etmeniz ve şeair hükmünde olan manaları kuvvetlendirmenizdir. Zira milletimiz sizi İslamiyet namına sevmektedir. Sizler de İslamiyeti ihya etmenizle milletimiz daha da etrafınızda kenetlenecektir.

Şanlı tarihimiz zaferlerle ve şehametle kahramanlıkla doludur ve şimdi sıra sizde “Bu âlemde, Evliyaullah hükmünde olan gazi ve şühedalara kumandanlık ettiniz!.. Kur’anın evamir-i kat’îsine imtisâl etmekle, öteki âlemde de o nuranî güruha refik olmaya çalışmak, âlî himmetlilerin şe’nidir. Yoksa, burada kumandan iken, orada bir neferden istimdad-ı nur etmeye muztar kalacaksınız. Bu dünya-yı deniyye, şan ve şerefiyle öyle bir meta’ değil ki, aklı başındaki insanları işbâ etsin, tatmin etsin ve maksud-u bizzat olsun.[3]” Mazisi Şüheda ve Gazi ile dolu olan bu milletin mümessili sizlersiniz. En elzem vazifeniz İslamiyetin emirlerini tahkim ve Rasul-ü Zişan efendimiz (a.s.v.) sünnet-i seniyyesini imtisaldir.

Bu millet-i İslâmın cemaatleri, her ne kadar bir cemaat namazsız kalsa, hattâ fâsık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister.[4]” Milletimiz fıska da düşse kebaire de düşse sizler asla fısk ve sefahet ile meşgul olmamalı veya onları öyle idare etmemelisiniz. Çünkü milletimiz din ve diyanetine ne kadar fasıkta olsa hürmetlidir.

Tarihe baktığımızda “Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garbda gelmesi Kader-i Ezelinin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir; akıl ve felsefe değildir. Madem Şarkı intibaha getirdiniz.. fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa sa’yiniz ya hebaen-mensurâ gider veya sathî kalır.[5]” 80 küsür sene boyunca ihmal edilen şark vilayetlerine tabir-i caizse geçmişin kazasını yaparcasına maddi yatırımlar yaptınız. Bunlar gelip geçici hükmündedir lakin milletin kalbine yapacağınız yatırımlar ilelebed kalacaktır. Çünkü “O Vilâyât-ı Şarkiye, Âlem-i İslâmın bir nevi merkezi hükmündedir; fünun-u cedide yanında, ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir. Çünkü: Ekser enbiyanın Şarkta, ekser hükemanın Garbda gelmesi gösteriyor ki; Şarkın terakkiyatı dinle kaimdir. Başka vilâyetlerde sırf fünun-u cedide okuttursanız da, Şarkta her halde; millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u diniye esas olmalıdır. Yoksa, Türk olmayan müslümanlar, Türke hakikî kardeşliğini hissedemiyecek. Şimdi, bu kadar düşmanlara karşı teavün ve tesanüde muhtacız.[6]” seksen küsür senedir ihmal edilen şarkta sosyalist ve komunist ve ateist fikri ve misyonelerin faaliyetleri yayıldı bu ihmalle beraber. Sizler laakal seksen senelik bir ihmali devraldınız. Tabiri caizse enkaz haline gelmiş olan bir ülkeyi devraldınız ve ihya etmek gayretindesiniz. Allah yardımcınız ve yardımcımız olsun inşaallah. Şark vilayetlerinde fıtratlarına muvafık olan İslamiyet cereyanını vermeniz ve bunun için de mevcud STK’ler ve Diyanet işbirliğiyle ve okullarda Değerler Eğitiminin kapsamını genişleterek muvaffak olabilirsiniz.

“Sizin muzafferiyetinizi ve hizmetinizi takdir eden ve sizi seven cumhur-u mü’minîndir ve bilhassa tabaka-i avamdır ki, sağlam müslümanlardır. Sizi ciddî sever ve tutar ve size minnettardır; ve fedakârlığınızı takdir ederler; ve intibaha gelmiş en cesim ve müdhiş bir kuvveti size takdim ederler. Siz dahi, evamir-i Kur’aniyeyi imtisâl ile onlara ittisal ve istinad etmeniz, maslahat-ı İslâm namına zaruridir. Yoksa, İslâmiyetten tecerrüd eden bedbaht, milliyetsiz, Avrupa meftunu, frenk mukallidlerini avam-ı müslimîne tercih etmek, maslahat-ı İslâma münafi olduğundan; Âlem-i İslâm, nazarını başka tarafa çevirecek ve başkasından istimdad edecektir.”

“zarurî vazifeniz, şeairi ihya ve muhafaza etmektir. Yoksa şuursuz olarak, şuurlu düşmana yardımdır. Şeairde tehavün, za’f-ı milliyeti gösterir. Za’f ise, düşmanı tevkif etmez, teşçi eder.”

Tarihten gelen “hasmınız ve İslâmiyet düşmanı İngiliz, dindeki kayıdsızlığınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar. Hattâ diyebilirim ki; Yunan kadar İslâma zarar veren, dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır. Maslahat-ı İslâmiye ve selâmet-i millet namına bu ihmali, a’mâle tebdil etmeniz gerektir.” Dinden uzak ve tavizkar bir şekilde olmanız halinde ise İslamiyet namına ve sizden şeairlerin ihyasını bekleyen bu millete için büyük bir tehlikedir. Malumdur ki tavizler tavizi getirir. Bu sebeple azimet ve ruhsatlarla amel etmelisiniz.

Son dönem Osmanlıya bakınca “ittihatçıların o kadar azm ü sebat ve fedakârlıklariyle; hattâ, İslâmın şu intibahına da sebeb oldukları halde, bir kısmı dinde lâubalilik tavrını gösterdikleri için, dahildeki milletten nefret ve tezyif gördüler. [7]” Sizler inşaallah onların bu hatasına düşmeyecek ve düşmemek gayretinde olmalısınız. Yoksa “Hariçteki İslâmlar, dindeki ihmâllerini görmedikleri için, onlara takdir ve hürmet verdiler ve veriyorlar.[8]” İdi ittihadçılara. Sizler de şeairle amel etmelisiniz.

Hal-i alem şahittir ki tarihten günümüze “Âlem-i küfür; bütün vesaitiyle ve medeniyetiyle, felsefesiyle, fünuniyle, misyonerleriyle; Âlem-i İslâma hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettikleri halde; Âlem-i İslâma dinen galebe edemedi. Ve dahilî bütün firak-ı dâlle-i İslâmiye, birer kemmiyye-i kalile-i muzırra suretinde mahkûm kaldığı ve İslâmiyet, metanetini ve salâbetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, lâubaliyane, Avrupa medeniyet-i habisesinden süzülen bir cereyan-ı bid’akârâne sinesinde yer tutamaz. Demek Âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılâbvari bir iş görmek; İslâmiyetin desatirine inkıyad ile olabilir; başka olamaz, hem olmamış, olmuş ise çabuk ölüp sönmüş.[9]” Bu ülke Osmanlının pay-i tahtıdır ve jeopolitik konum gibi sebeplerle başı boş bırakmazlar ki siz de bunun farkındasınız. Bir şey nerede kaybolursa orada aranır. Gemi nerede battı ise batık oradan çıkartılır. Alem-i islamın başı, tahtı bu ülkedeydi ve tekrar bu ilkeden bu ittihad u ittifak çıkacak biiznillah lakin bu sadece siyasi faaliyetlerle olamaz. İslami ülkeler arasında istişare sistemini geliştirmek, alimler arasında istişare sitemini geliştirmek ve teknolojik ve ekonomik manada da birliktelikle mümkün olabilir. Unutmayın ki “Türkiye, İslâm dünyasının garbî kalesidir. Türkiye’siz ittihad-ı İslâm mümkün değildir.[10] ” sizler de “CEMAHİR-İ MÜTEFERRİKA-İ İSLAMİYE”yi tesis etmekle mükellefsiniz. Bu saik ile meşgul olmayı ihmal etmeyin. Alem-i islamın yek sada olması da sizin gayretinizle doğru orantılıdır. ” şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm’ın sadâsı olacaktır!” [11]

AB’nin parçalanmaya yüz tutması gibi ve “Za’f-ı dine sebeb olan Avrupa medeniyet-i sefihanesi yırtılmaya yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyet-i Kur’anın zaman-ı zuhuru geldiği bir anda, lâkaydane ve ihmalkârane müsbet bir iş görülmez. Menfice tahribkârane iş ise, bu kadar rahnelere maruz kalan İslâm, zaten muhtaç değildir.[12]” Müsbet manada hadim-ül islam olmanın yolu müsbet ve ciddi hareket ile olabilir başka olamaz.

“Acaba, dine ve dünyaya zarar olan ihmâl ve feraizin terkine ne bahane bulunabilir? Hamiyet nasıl müsaade eder? Bahusus, bu mücahidîn kumandanlar ve büyük meclis taklid edilir. Kusurlarını, millet ya taklid veya tenkid edecek. İkisi de zarardır. Demek onlarda hukukullah, hukuk-u ibadı da tazammun ediyor.

Sırr-ı tevatür ve icmaı tazammun eden hadsiz ihbaratı ve delâili dinlemiyen ve safsata-i nefs ve vesvese-i şeytandan gelen bir vehmi kabul eden adamlarla, hakikî ve ciddî iş görülmez. Şu inkılâb-ı azimin temel taşları sağlam gerek… [13]” yol arkadaşlarınızı iyi seçiniz ki sağlam ve ciddi manada hizmetlere imza atasınız ve milletçe destek göresiniz.

Parlamentomuz ise Şu meclisin şahsiyet-i maneviyesi, sahip olduğu kuvvet cihetiyle, manâ-yı saltanatı deruhde etmiştir. Eğer şeair-i İslâmiyeyi bizzat imtisâl etmek ve ettirmekle manâ-yı hilâfeti dahi vekâleten deruhde etmezse, hayat için dört şeye muhtaç; fakat an’ane-i müstemirre ile günde lâakal beş defa dine muhtaç olan, şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniye ile ihtiyacat-ı ruhiyesini unutmayan milletin hâcât-ı diniyesini Meclis tatmin etmezse; bilmecburiye, mânâ-yı hilâfeti tamamen kabul ettiğiniz isme ve resme ve lâfza verecek; ve o mânâyı idame etmek için, kuvveti dahi verecek. Halbuki Meclis elinde bulunmayan ve Meclis tarikiyle olmayan öyle bir kuvvet, inşikak-ı asâya sebebiyet verecektir. İnşikak-ı asâ ise,  وَ اعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَمِيعًا Âyetine zıddır. [14]” Hilafetin ilgası ile o vazife meclisimize geçmiştir ve halen de  öyledir. Bu sebeple meclis eliyle İslami faaliyetlere ve STK’lere destek verilmelidir ki mecliste rahat etsin.

Şu zamanda hilafet şahs-ı manevi konumundadır şahıs değildir. Ama bu şahs-ı manevinin de bir mücessem mümessili vardır. Alem-i İslamın teveccühüne mazhar olan reis-i cumhurumuz bir mümessil gibidir. Zaten “Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatin ruhu olan şahs-ı manevî daha metindir ve tenfiz-i ahkâm-ı şer’iyyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî, ancak ona istinad ile vezâifini deruhde edebilir. Cemaatin ruhu olan şahs-ı manevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur.[15]” Bu sebeple bir vazife alan kimse daha ziyade teyakkuz halinde olmalıdır. Ve bir iş hassaten islami hususlarda olacak ise mutlak surette enaz bir istişare heyeti şarttır. ve bir şahs-ı manevi teşkil ettirip yapmak en istikametlisidir.

“Bilirsiniz ki; ebedî düşmanlarınız ve zıdlarınız ve hasımlarınız, İslâmın şeâirini tahrip ediyorlar. Öyle ise zarurî vazifeniz, şeairi ihya ve muhafaza etmektir. Yoksa şuursuz olarak, şuurlu düşmana yardımdır. Şeairde tehavün, za’f-ı milliyeti gösterir. Za’f ise, düşmanı tevkif etmez, teşçi eder.[16]”

Risale-i Nurdan burayı okurken dedim burası halen güncel bir yer o sebeple bu tarz-ı nazarla tekrar edilmeli diye düşündüm bu yazıyı kaleme aldım.

Ülkemizi idarede eden hal-i hazırdaki hükümetimiz, hayırlı hizmetlerinizin tezyid edilmesi ve bu hususta muvaffakiyetinize dua ederiz ve Risale-i Nur külliyatının tamamının Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından neşredilip hutbeler ve vaazlarla ümmete ders verilip okullarda ders olarak okutulmasını niyaz ederiz.

Biz nur talebeleri olarak beklentimiz budur sizden.

Muhammed Numan özel

 


[1] Tarihçe-i Hayat ( 139 )

[2] Tarihçe-i Hayat ( 139 )

[3] Tarihçe-i Hayat ( 139 )

[4] Tarihçe-i Hayat ( 140 )

[5] Tarihçe-i Hayat ( 140 )

[6] Tarihçe-i Hayat ( 143 )

[7] Tarihçe-i Hayat ( 140 )

[8] Tarihçe-i Hayat ( 140 )

[9] Tarihçe-i Hayat ( 140 )

[10] Tarihçe-i Hayat ( 720 )

[11] Tarihçe-i Hayat ( 133 )

[12] Tarihçe-i Hayat ( 141 )

[13] Tarihçe-i Hayat ( 141 )

[14] Tarihçe-i Hayat ( 142 )

[15] Tarihçe-i Hayat ( 142 )

[16] Tarihçe-i Hayat ( 142 )

 

www.NurNet.Org

Nur’un Erkan ve Saff-ı Evveleri

“Cenab-ı Hakk’a nâzır ve ona vâsıl olan yollar, kapılar; âlemin tabakaları, sahifeleri, mürekkebatı nisbetinde bir yekûn teşkil etmektedir.” [1] Bu tariklerden birisi ve ahirzamanda en te’sirlisi ise kanaat-ı kat’iyye ile Risale-i Nur Hizmet dairesidir. Hal böyle olunca Risale-i Nur’un hizmet ve te’sir sahası genişlemektedir. Muhtelif mizaç ve istidad sahipleri dairenin içerisine girmekte ve kendilerini bu hizmetin rengi ile boyamakta “Sıbgatullah(*) bunun zahiri göstergesi ise hâl u kâl ile görünmektedir. Bir de bu daireye girmiş ve kendisini hizmete değilde hizmeti kendi sistemine uydurmaya çalışanlar da görülmektedir.

Bu kimseler umumi hukuka da yer yer saldırmaktadır. Sözde nura sadakat kılıfıyla nurun sistematiğini baltalıyorlar. Bu davranışlarıyla “Ey “sadık ahmak” ıtlakına mâsadak bîçare ülema-üs sû’ veya meczub, akılsız, cahil sofiler!” [2] gibi hitapları hak ediyorlar. Çünkü bunu yapanlar üç sınıftır. Ya Nurculuğa zarar vermesi için içeri sokulmuş ya bu sokulanlara aldanmış veya aldananlara aldanmıştır. (*)  Bunu yapanlar hangi sınıfa dahil olursa olsun neticesi değişmemektedir.

Hizmeti kendisine uydurmak isteyenler daima her yerde her meşrebde sıkıntı çıkartmışlardır. Bu tipler hassaten cerbeze sahibidirler aynı zamanda. Yani hakkı batıl, batılı hak gösterecek bir zeka sahibidirler. (*)

Risale-i Nura zarar vermek ya direkt olarak hücum ederler veya içeri adam sokup o hem içerden hem dışardan destekle Risale-i Nurun esasatını ders veren, istikameti gösteren, istikametli hizmetle cemaati kaim eden kimselere hücum ederler. Buna kılıf olarak da “biz kitap üzere hizmet ederiz, bizim için şahsın ehemmiyeti yoktur” vs.. gibi şeyler mırıldanırlar. Mesela üstadımızın varisi ve mutlak vekilleri hakkında naseza sözler söyleyerek cemaat nazarında itibarını kırmaya çalışırlar bu ağabeyleri kıymetsiz göstermeye çalışırlar.

Nurculuk tarihçesine baktığımızda Zübeyir ağabey, Tahiri ağabey, Bayram ağabey, Mehmet Feyzi ağabey, Said Özdemir ağabey, Mustafa Sungur ağabey ve ismini sayamadığım nice ağabeyler nurcular içine yuvalanmış olan bu komite tarafından çamur atılarak itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır. Ve şimdi de Hüsnü Bayramoğlu ağabey bu iftira şebekesinin hedefine girdi. Çünkü Nurculukta istikamet göstergeliğini yapıyor. Yok “onlar bu işten ne anlar, Üstadın çamaşırını yıkamışlar, basit bir şey olan şöförlüğünü yapmış” gibi lakırdılarla Üstadımızın seçtiği varislerden milleti kopartıp kendi etrafında toplamaya çalışıyorlar. Ve bunu yaparkende zeytinyağı gibi üste çıkmaya ve kendilerine itiraz edenleri de sözde kendisince Külliyattan bulduğu mehazlerle cevap vermeye çalışır.

Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin Varisliğini de anlamak için bu varislik tabirini ikiye ayırmak gerekmektedir.

a)Üstadına neşr-i hakikatta yardım etmek. [3]

b)Hizmet-i Nuriyenin nazırlığı ciheti..

Bu b maddesinin erkanları kimlerdir buna dair:

·”Şimdi bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört-beş adamı mutlak vekil yapıyorum. Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler… Şimdilik Tahiri, Sungur, Ceylan, Hüsnü ve bir-iki adam daha mutlak vekilim olarak vasiyet ediyorum. Said Nursi” [4]

·”Kardeşim Abdülmecit, Zübeyir, Mustafa Sungur, Ceylan, Mehmet Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüştü, Abdullah, Ahmet Aytimur, Atıf, Tillolu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Salih…” [5]

·”Şimdi manevi evlatlarım, fedakar hizmetkarlarım olan Zübeyir, Ceylan, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafa gibi ve has ve halis Nur’un kahramanları olan Hüsrev ve Nazif, Tahiri, Mustafa Gül gibi zatların nezaretinde o düsturumun muhafaza edilmesini vasiyet ediyorum. Said Nursi” [6]

Bu mehazlara baktığımızda demek ki Varislik sadece neşr-i hakikatte değil bir de varis-i şahsiye olarak yani mücessem şahıs var. Kendisini nur talebesi/nurcu olarak addeden herbir kimse neşr-i hakikat cihetiyle üstadımızın varisidir. Amma şahsi olarak üstadımızın isimle tayin ettiği kimseler harici varisi, vekili, mutlak vekili, naşiri değildir.

Bu cihetle bu isimlerden başka fert olasun cemaat olsun Risale-i Nur Külliyatı neşriyatı yapamaz. Hangi fert hangi cemaat olursa olsun bu böyledir.

Nurculuk içine sızıp bir tabaka topladıktan sonra yeni bir şey açmaya kalkmak ise hainlikten öte bir şey değildir. Elbette bunu yapanlar er geç cezasını görüp tokadını yiyecektir. Zecirkarane.

“Başka bir çığır açmakla hem o zarar eder, hem bu müstakim ve metin cadde-i Kur’aniyeye bilmeyerek zarar verir; belki zındıkaya bilmiyerek bir nevi yardım hesabına geçer.” [7]

Meşreplere yani cemaatlere, gruplara, şubelere ayrılmak meselesi ise birbirisine kin, adavet, öfke, intikam beslememek şartıyla bir sorun teşkil etmemelidir. Aksi taktirde “Meşreblerin ihtilafıyla, zahir meşrebine muhalif olana karşı muavenet ihtiyacını tam hissetmiyor, ittifaka ihtiyacını göremiyor. Belki hodgâmlık ve enaniyet varsa, kendini haklı ve muhalifini haksız tevehhüm ederek; ittifak ve muhabbet yerine, ihtilaf ve rekabet ortaya girer. İhlası kaçırır, vazifesi zîr ü zeber olur.” [8] bu durum ise İslamiyete hizmet dava eden cemaatler için kuvvet-i sukuta yani kuvvetsizleşmeye ve saldırılmaya cesarete sebeptir. “İhlastan sonra en büyük kuvvetimiz tesanüdde bulunduğundan ve meşreblerin ihtilafıyla -hapiste olduğu gibi- bir derece tesanüd kuvveti sarsılmasıyla, hizmet-i Nuriyeye büyük bir zarar..” [9] hizmeti kendisine tabi etmeye çalışanların zararı çoktur ama en mühimmi kendi aleminin rengiyle umumu boyamaya çalışırlar. Böyle kimselere ne yapmalı dersek  “Risale-i Nur’un zararına ve şakirdlerinin salabet ve metanetlerine ilişecek bir tarzda daireniz içine sokmayınız. Öyleler niyet-i hâlise ile girmezse, belki fütur verirler.

Eğer enaniyetli ve hodfüruş ise, Risale-i Nur şakirdlerinin metanetlerini kırarlar; nazarlarını, Risale-i Nur’un haricine çekip dağıtırlar. Şimdi çok dikkat ve metanet ve ihtiyat lâzımdır.” [10] insanların şevkini kırarak hizmette pasifize etmeleri bu tiplerin adeta bir şablon olmuştur.

Risale-i Nur Hizmeti ve hizmet tarzı “Asrımızın efkârının anlayışına ve idrakine hitab edici mahiyeti ve Kur’an-ı Hakîm’in bu zamanın fehmine bir dersi olması noktasından Nur Risaleleri, bilhâssa bu memlekette büyük ehemmiyet kazanmıştır. Asırlarca Kur’an’a bayraktarlık yapan ve dünyayı diyanetiyle ışıklandıran bu necib millet, yine dünyaya örnek, ahlâk ve fazilette üstad olarak insanlığın geçirdiği müdhiş buhranlardan halas için çare-i necatı göstermektedir. Beşeriyeti dehşetli sadmelere uğratan, tehdid eden anarşiliğin, ifsad ve tahribin yegâne çaresi ancak ve ancak İlahî, semavî bir dinin ezelî ve ebedî hakikatlarıdır, hakikat-ı İslâmiyettir. Risale-i Nur, hakikat-ı İslâmiye ve Kur’aniyeyi müsbet ve müdellel bir şekilde insanlığın nazar-ı tahkikine arz ve ifade etmektedir.” [11] Hal böyle olunca bu koca hizmeti hiç boş bırakırlar mı? Bunlar karşısında anladığımız ders şudur ki; “Ey insanlar adaveti bırakınız, Kur’an dersini dinleyip birleşiniz..” diye beyanıyla bu zamanın şartları ve îcabları karşısında tarz-ı hizmeti yine Kur’anın nuruyla göstererek hakîmane irşadın ve tevfik-i İlahiyeye muvafık hareketle isabetli hizmetin îfası gibi noktalardan Risale-i Nur’un lüzum ve ehemmiyetini tebarüz ettiriyor.” [12] “İşte Lâhika Mektubları bu gibi hususlara da işaret ediyor. Değişen dünya hâdiseleri, geniş ve küllî mes’eleler ve şartlar altında isabetli hizmet-i Kur’aniyenin esaslarını ders veriyor.” [13] o halde hizmetin düsturlarını Risale-i Nur külliyatının içinden bulup tatbik edilmelidir. Bunu bize gösteren şahıslar da Risale-i Nur’un esasatıyla tatbik ettikleri için bizim nazarımızda kıymetlidir.

“Efendiler! Otuz-kırk seneden beri ecnebi hesabına ve küfür ve ilhad namına bu milleti ifsad ve bu vatanı parçalamak fikriyle, Kur’an hakikatına ve iman hakikatlarına her vesile ile hücum eden ve çok şekillere giren bir gizli ifsad komitesine karşı, bu mes’elemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsiz memurlara ve bu mahkemeyi şaşırtan onların Müslüman kisvesindeki propagandacılarına hitaben, fakat sizin huzurunuzda zahiren sizin ile birkaç söz konuşacağıma müsaade ediniz.” [14]  “Burada dehşetli bir propaganda ile istimal ediyorlar. Fakat siz hiç telaş etmeyiniz. İnayet-i Rabbaniye devam eder. Gittikçe fütuhat-ı Nuriye tevessü’ ediyor.” [15] “Çok emarelerle ve bazı hâdiselerle kat’iyyen tahakkuk etmiş ki, Nur’un has talebelerinden bazılarının bir zaîf damarını bulup hizmet-i Nuriyeden vazgeçirmek veya zaîfleştirmek için Nur’un ve Nur talebelerinin düşmanlarının çok plânları var.” [16] Bir tesbih tanesinden tesbih, bir çiçekten bahçe, bir un’dan ekmek, bir sayfa yazıdan kitap olmayacağı herkesçe malumdur. Bu tesbihlerin dizilmemesi için zınkıda komitesi var gücüyle çalışmaktadır. Çok entrikalar çeviriyorlar. Zaten entrikaların çok olması sebebiyle ahirzaman denilmiyor mu bu asra?

Din düşmanları bir zamanlar bu İslami meslek ve meşreb zenginliğini birer ayrışma, kavga sebebi göstermek içindelerken halen aynı çaba içindeler. Halende din düşmanları bu metot ve usul farkını körükleyerek Müslümanları tesanüdünü engellemek ve ittifak edip bir vücudun azaları gibi komprime ve bütünsellik içerisinde olmasını engellemek emelini gütmekteler. Ta Adem (as)’a secde etmeyen iblisten beri bu böyle olup kıyamete dek süreceği muhakkaktır. Çünkü Müslümanların birlik olması demek din düşmanların işine gelmeyecektir. Aslında İslamiyet düşmanları “hurdebînî bir mikrobdan korkar; ecram-ı ulviyeden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar.” [17] vaziyettedir. Sebebi ise ahiret inancı olmaması ve/veya var yok arasında şüphelerle karık gidip gelmeler içinde olmalarıdır. “Heyet-i içtimaiyenin kemaline ve terakkisine ilk ve en birinci basamaklar, uhuvvet ile muhabbettir.[18] Bizler ise meslek ve meşreblerimizde fark olsa da hepimiz islamiyetten birer cüz’üz. Küll olmak için ise maksadda ittifak ve ittihad edip tarz ve usulde farklılık arzderken gayede birlik olmamızdan geçmektedir.

Muhammed Numan ÖZEL

Haşiye – Mehaz:
[1] Lem’alar ( 89 )

(*)Sıbgatullah صبغة الله : Cenab‑ı Hakk’ın dile­diği tarz, manevî renk, biçim ve şekilde ya­ratması. İslâmî ahlâk ve karakteri halketmesi. *Allah’ın dini.

[2] Mektubat ( 439 )

(*) Bkz: Tarihçe-i Hayat ( 691 )

(*) Cerbezeye Dair: “büyük işlerde yalnız kusurları gören cerbezelik ile aldanır veya aldatır. Cerbezenin şe’ni, bir seyyieyi sünbüllendirerek hasenata galib etmektir.

Meselâ şu aşiretin herbir ferdi, bir günde attığı balgamı, cerbeze ile vehmen tayy-ı mekân ederek birden bir şahısta tahayyül edip başka efradı ona kıyas ederek, o nazar ile baksa.. veyahut bir sene zarfında birisinden gelen rayiha-i keriheyi, cerbeze ile tayy-ı zaman tevehhümüyle, birden dakika-i vâhidede, o şahıstan sudûrunu tasavvur etse; acaba ne derece evvelki adam müstakzer, ikinci adam müteaffin olur? Hattâ hayal gözünü kapasa, vehim dahi burnunu tutsa mağaralarından kaçsalar, hakları var. Akıl onları tevbih etmeyecektir.

Münazarat ( 34 )”

[3] Şualar ( 435 ), Lem’alar ( 167 ), Barla L. ( 296 ), Emirdağ L. 1 ( 190 )

[4] Emirdağ Lahikası-2 ( 233 )

[5] Emirdağ Lahikası-1 ( 236 )

[6] Emirdağ Lahikası-2 (217)

[7] Tarihçe-i Hayat ( 323 )

[8] Lem’alar ( 150 )

[9] Emirdağ Lahikası-2 (14 )

[10] Kastamonu Lahikası ( 202 )

[11] Barla  Lahikası ( 8 )

[12] Barla  Lahikası ( 8 )

[13] Emirdağ Lahikası-1 ( 8 )

[14] Tarihçe-i Hayat ( 418 ) / Şualar ( 268 )

[15] Emirdağ Lahikası-1 ( 147 )

[16] Emirdağ Lahikası-2 ( 155 )

[17] Lem’alar ( 7 )

[18] İşarat-ül İ’caz ( 84 )