Etiket arşivi: Mustafa Nutku

The Longest ‘LETTER’ from the Most ‘BELOVED’

The little child that seemed to be about five years old looked at the senior people around him in turn who were reading a book silently. After a time, he became meditative and burst into tears all of a sudden, asking this question:

Why can I not read?

His seniors tried to console him affectionately.

As a matter of fact, no mention could be made of any fault or neglect either of him or of his seniors as to that matter, for children generally learn how to read and write in the first year of the elementary school, which they start when they are seven. On the other hand, men who have not attended school become literate while they are doing their military service and women at literacy courses.

Nevertheless, that the little child’s sobbing asking:

Why can I not read?” affected everyone and, meanwhile, gave a message.

They say a village primary school teacher would ever give the following advice to his students in order to inculcate in them the ability to read and write:

Read whatever writing you find and fill with your writing whatever blank paper you find…”

Many know that the first Order of Islam is “Read!”: “Read: In (and to) the Name of your Lord Who creates.”[Surah Al-Alaq (Chapter of Blood-clot), Ayah (Verse) 96/1]. As there is no object of the Command ‘Read’ in the mentioned verse, it is also inclusive of all the readings that are in accordance to His Consent. On the other hand, one may not thereby conclude that one’s reading whatever writing he/she finds is included the Decree of Allah the Most High: “Read!” However, this advice might help with the elimination of the resistance against literacy and the reluctance of village children therein.

All the possessions, influences, acts, etc. belong to Allah the Most High. The sole thing in one’s hand, whereby one is tested throughout one’s worldly life, is: “To Choose” (through inclination, with one’s free will). One is not to read everything. Reading is filling the stomach of the mind. Needless to mention, one must not fill his stomach with junk food at random. In truth, one is to be selective in nutrition, for although the things wherewith the stomach is filled are foods, some of them might be toxic, some difficult to digest while, again, some might cause obesity.

The written text that one is most willing to read is: “The Letter from the Beloved One”. If one is literate, this letter is read with the fast heartbeat, as if sipping water or as if breathing, whereby smelling it, kissing it and holding it in high esteem. Consider the utter joy of an illiterate mother when she has received the letter posted by her beloved son from the army or from a distant place: She holds it, kisses it, smells it, looks across the lines and immediately goes and finds someone to read it to her and thereafter listens to it in tears of love. It is true that a great number of elderly mothers go to literacy courses in order that they can read by themselves the letters coming from their beloved ones.

Yes,  the  beauty,  bounty,  and  perfection  in  beings,  which   excite  love,  are  generally  signs  of  the  Truly  Enduring  One’s  beauty  and  bounty  and  perfections, and  passing  through  many  veils,  are  pale  shadows  of  them;  indeed,  they are  the  shadows  of  the  shadows  of  the  manifestations  of  His  most  beautiful    names.        (Risale-i Nur Collections, Third Flash)

Now if we ponder over the matter, is it not great contradiction, injustice, disloyalty, hardheartedness and incivility that we love the Mathiwah (those things other than Allah the Most Great), which in fact are the shadows of the shadows of the Beauty, Perfection and Favours of Allah the Most High, for the figurative and minute reflections thereof; and that we neglect to love Allah the Most High, Who possesses the Origins of those Attributes, which are the real Reasons for Love, at the highest degree and that we are indifferent towards the Glorious Qur’an, which is the Long Letter of the ‘True Beloved One’, which He has revealed to us?

By the way…

Have you read of the Noble Qur’an today?

Prof Dr. Mustafa NUTKU

www.NurNet.Org

Cola’nın Rengi!

Coca Cola adlı gazozun renginin, ezilip kaynatılarak bir böcekten elde edildiğine dair e-posta şimdiye kadar değişik çok sayıdaki kişiden yıllardır bana gönderilmekte devam ediyordu. Bu e-posta birkaç gün önce bana bir kere daha gelince, helal gıda hatıraları mevzuunda bir şeyler daha yazmak için masaya oturduğumda başka konuları bir kenara bırakıp, çok mühim olmasa da, bu mevzuu ele alarak Coca Cola’nın renginden bahsetmeye karar verdim.

Yıllardır internette Coca Cola markalı meşhur gazozun renginin Cochineal adlı bir böcekten elde edilen bir boya olduğu, o böceğin dişisinin ve erkeğinin resimlerinin, o böcekten boya elde edilişine ait renkli fotoğrafların, altına da büyük harflerle “Paylaşalım!” yazısının konulmuş olduğu bir dosya halinde yayılmasının ve gönderildiği tarihe kadar o dosyayı paylaşanların sayısının da ayni e-postada bildirilmesinin üzerinde durulabilecek yönü ne olabilir?

Konuyla ilgili hiçbir kimya bilgisi olmayanın bile, o internet dosyasında gönderilen renkli resimlerde açıkça görülen Cochineal böceğinden elde edilmiş kazandaki kıpkırmızı boya rengiyle Coca Cola ve diğer tüm cola’lı gazozların rengi olan koyu kahverengi arasındaki renk farklılığına bakarak, bu iddianın yanlışlığına kolayca hükmedebilmesi mümkündür. Bu farka dikkat edilmemesine ve Coca Cola’nın renginin de sadece Coca Cola’da değil tüm cola’lı gazozlardaki renkle ayni ve koyu kahverengi olmasına rağmen, gazoz rengiyle ilgili o asılsız iddiada niçin yalnız Coca Cola’nın hedef alındığına –şimdiye kadar internetten bana kaç defa gönderildiğini sayamadığım- o dosyanın internetten bana her gelişinde bir kere daha hayret ediyordum.

Bu mevzuda hayret etmemin ötesinde, bazen de;

“-Acaba bu iddiayı Coca Cola firması mı yıllardır kendisi yaymağa çalışmaktadır?

diye düşünmekten de kendimi alamıyordum. Çünkü, reklamcılıkta alışılmış ve yaygın şekliyle, ekseriya ürünün medhiyesi yapılmakla beraber, bazen de bir ürün ile ilgili “haklı olumsuz tepkiler” varsa, bir reklamcılık taktiği olarak o tepkileri “hedef saptırarak yok etmek” için, o ürün hakkında asılsızlığı kolayca ispatlanabilecek gerçek dışı olumsuz iddialarda da bulunulabilir.

Bilhassa internet medyasında, ilk kaynağı belirsiz olarak yoğun şekilde, “asılsızlığı kolayca ispatlanabilecek gerçek dışı olumsuz iddialar” yayılırsa, muhatap kitle o ürün ile ilgili olumsuz özelliğin sadece internette yoğun şekilde yayılan o asılsız iddialar olduğuna şartlandırılmış olur ve şartlandırıldıkları o asılsız iddiaların gerçek dışı olduğunu anladıklarında da, o ürün onların nazarında sanki tamamen aklanmış olur ve ekseriya hakkında başka olumsuzluk aramazlar.

Coca Cola firması gibi, dünyanın en pahalı markasının yöneticilerinin müşterilerindeki marka itibarını korumak için böyle bir reklamcılık taktiğini gerçekten kullanıp kullanmadığını bilmek ve iddia etmek benim için tabii ki mümkün değil; fakat böyle bir reklamcılık taktiğini kullanan ve ürünü hakkında aksi çok kolayca ispatlanabilecek olumsuz bir iddianın asıl kaynağı ve ilk yayıcısı kendileri olmasa bile, bu halden rahatsız olmak değil; tam aksine memnun olacakları da söylenebilir.

Yıllardır internette Coca Cola gazozunun rengiyle Cochineal böceğinden çıkarılan boya ilişkisinin yayılmasına karşı bu firmanın yöneticilerinin sessiz kalışının bu iddiayı ehemmiyetsiz görüp cevap vermeye lüzum görmemekten başka bir sebebi belki, bu asılsız iddianın Coca Cola satışlarına menfi değil; müsbet etkisinin olacağını bilmeleriyle de ilgili olabilir.

İstanbul Üniversitesindeki kimya tahsilimde, ilk yıl okutulan derslerden biri olan Organik Kimya dersinde “Boyar maddeler Kimyası” adlı bir bölüm de vardı. İlk defa o derste, Organik Kmya profesörü hocamız Muvaffak Seyhan’dan Cochineal adlı böcekten Carmine isimli kırmızı boyanın elde edilişini teferruatı ile dinlemiştim. Avrupa Birliğinin kullanılmasını kabul ettiği ve E-120 kod numarası verdiği bu boyanın, çekirge hariç tüm böcekler ve böcek ürünlerinin yenilmesini yasaklayan Hanefî fıkhına göre gıdalarla alınmaması gerektiği halde, Şafiî fıkhında bunun gıdalarla alınmasına mani bulunmamaktadır. Carmine boyası sucuk, salam gibi et ürünlerini cazip göstermek ve kozmetikte de bilhassa rujlara kırmızı rengini vermek için kullanılmaktadır.

Böcekten elde edilen bu boyaya tepki gösterenlerin ve tepkilerini yanlış mecralarda tüketip bu mevzuda sadece Coca Cola gazozunu hedef alanların, aslında kırmızı renginin cazibesine kapılıp tereddütsüz aldıkları et ürünlerindeki o rengin Cochineal adlı bu böcekten elde edilmiş gıda boyası olup olmadığını merak etmeleri daha isabetli olacaktır. Bunu da ancak, o et ürünü markasının güvenilir bir helal gıda sertifikalandırma kuruluşundan “Helal” sertifikalı olup olmadığına bakarak kontrol edebilirler.

Merkezi ve fabrikası Anadolu’da bulunan bir et ürünleri firmasının sahibinin oğlu ve İstanbul satış temsilcisi, kendisiyle bizzat tanışıyor olmamız sebebiyle, bir defasında beni tenha bir köşeye çekip, cebinden çıkardığı küçük bir şeffaf poşet içindeki kırmızı tozu göstererek;

“-Bu, Cochineal adlı böcekten elde edilen E-120 kodlu gıda boyası Carmine’dir. Çok az bir miktarı ile et ürünlerimize müşteriyi celb edici cazip bir kırmızı rengi veriyoruz. Bunu kullanmazsak, bunu kullanan rakip firmalar kadar et ürünlerimizi satamıyoruz. Bu durumda ne yapmamız lâzım?

diye bana sormuştu.

Ben de, bu sorusunun bir fetva konusu olduğunu, benden ziyade fıkıh âlimlerini ilgilendirdiğini, fakat alışverişle ilgili genel bir dinî bilgi olarak satılan malın özelliklerini ve varsa kusurunu gizlemeden söylemek gerektiği göz önüne alınacak olursa, böcekten elde edildiği için Hanefilerin gıdalarıyla almamaları gereken bu gıda boyasını et ürünlerinde mutlaka kullanmakta devam edeceklerse, ürünlerinde bu boyayı kullandıklarını tüketicilerin anlayacağı şekilde etiketlerine yazmalarının doğru olabileceğini; ürünlerinin etiketindeki o yazıya ve güvenilir bir helal sertifikası almamış olmasına bakarak tüketicilerin onu satın almakla ilgili kararlarını verebileceklerini söylemiştim.

Coca Cola ve diğer kolalı gazozların koyu kahverenginin Cochineal’ adlı böcekten değil, “karamel” adlı gıda boyasından kaynaklandığını, karamel’in de şekerin (çay şekeri=sakkaroz) yavaşça uzun müddet ısıtılması neticesinde suyunu kaybettikten sonra 170’C sıcaklıkta moleküllerinin oksitlenmesi ve teşekkül eden bazı uçucu maddelerin uzaklaşması sonucu kahverengi bir renk almasıyla meydana geldiğini uzun zamandır biliyor ve bunu yeri geldikçe söylüyordum.

16 Temmuz 2013 tarihli Yeni Şafak gazetesinde “Kolada kanser bilmecesi” başlıklı bir haberde Kaliforniya mahkemesinin Coca Cola içindeki kanserojen karamel boyası miktarını düşürdüğünden bahsederken, ayni zamanda Coca Cola’nın rengini verenin de Cochineal böceğinden elde edilen Carmine adlı boya değil, karamel boyası olduğunu da bu vesileyle açıklamış oluyordu.

Gazozlarla ilgili 4080 No.lu Türk Standardı’nda da KOLA (COLA) sınıfı gazozların spesifik maddelerinin, kola ekstraktı, karamel ve kafein olduğu belirtilmektedir.

Coca Cola ve diğer kola sınıfı gazozların koyu rengini veren karamel adlı gıda boyasının kanserojen etki göstermemesi için, bu içeceklerdeki miktarının düşürülmesi gerektiğiyle ilgili son tartışmalardan önce, ABD Başkanı Obama’nın 2009 yılında, ülkesindeki çeşitli hastalıklara ve ekonomiye zarara sebeb olan obezite (çok fazla kilolu) oranının düşürülmesi için kolalı içeceklere “günah vergisi” adı altında özel bir vergi uygulanabileceğini açıklaması da çok dikkat çekici olmuştu.

Bu haberin, 10.4.2009 tarihli Vatan gazetesinde veriliş şekli şöyleydi:

“Ülke çapında obezite oranlarının düşürülmesi için

Obezitenin önüne geçmek ve eyalet bütçelerini düzeltmek için kolalı içeceklere yüzde 18 vergi getirmeyi planlayan Obama’ya büyük gıda şirketleri baskıya hazırlanıyor. ABD Başkanı Barack Obama, ülke çapında obezite oranlarının düşürülmesi için kolalı içeceklere “günah vergisi” adı altında özel bir vergi uygulanabileceğini açıkladı. Ülkenin en çok satan sağlık dergilerinden Men’s Health’e kapak olan Obama, New York eyalet Valisi David Paterson’ın Eylül’de verdiği ancak hararetli tartışmaların ardından geri çekmek zorunda kaldığı kolalı içeceklere eyalet çapında yüzde 18 vergi uygulanması teklifini ulusal sağlık paketine alabileceğini söyledi. ABD’nin gelmiş geçmiş en fit başkanlarından biri olan Obama kendi çocuklarının da bu içecekleri tüketmesine izin vermediğini söyledi ve “Bence bu öneriyi masaya yatırmalıyız. Çocukların aşırı miktarda kolalı içecek tükettiği şüphe götürmez bir gerçek. Şimdiye kadar yürütülen tüm bilimsel araştırmalar da bu içeceklerin obezite riskini önemli oranda artırdığını ortaya koydu” dedi. Ancak “günah vergileri” yüzünden maddi kayba uğrayabilecek olan büyük gıda şirketleri, kabul edilmemesi için hükümete baskı uygulayabilir. ABD’deki Kamu Yararı İçin Bilim Merkezi tarafından yürütülen bir çalışma ise “günah vergileri”nin eyaletlerdeki bütçe açıklarını kapatabileceğini belirledi. Ülkedeki 25 eyalette kolalı içeceklere özel, ayrı bir vergi uygulanıyor. (Vatan , 10.04.2009)”

Dinî Kavramlar Sözlüğü’ne göre “Günah” Farsça bir kelimedir ve sözlükteki manâsı: “Suç”tur. Dinî bir kavram olarak, ilâhî emir ve yasaklara aykırı fiil ve davranış manasında kullanılmaktadır. Kur’an’da ve hadislerde günah kavramını ifade eden birçok kelime vardır.

Kolalı içecekler günah mıdır ki, Obama onlarla ilgili vergiye böyle bir isim vermektedir? Haberin metni okunduğunda; tüm dünyada aşırı şişmanlık (obezite) en yaygın ülkenin Amerika olması, ABD’nin sağlık sistemi zaten bozuk iken, sadece obezite kaynaklı hastalıkların bile sağlık harcamalarının yüzde onunu meydana getirmesi, Amerikalıların üçte ikisinin ya fazla kilolu veya obez olması ile Obama’nın kolalı içeceklere karşı bu olumsuz bu tavrı ve onlara koymak istediği vergi ismi arasında belki ilişki kurulabilir.

2008 Yılında Antalya’da bir mahkemede açılan dava sebebiyle Coca Cola firmasının mahkemeye resmen verdiği cevapta, o gazozun bileşiminde yüzde on kadar şeker ihtiva ettiği bildirilmişti; o kolalı gazozun taklitleri ve emsallerinde de şeker muhtevasının bundan pek farklı olmadığı söylenebilir. Herhalde, yüzde on kadar şeker ihtiva eden kolalı içeceklerin bağımlılık da meydana getirip su gibi çok tüketilmesinin sebeb olduğu obeziteyi frenlemek ve daha az tüketimlerini sağlayabilmek, ayni zamanda da bozuk ABD ekonomisinin vergi gelirini biraz daha arttırıp ona katkı sağlayabilmek için, Obama böyle bir vergiyi yasallaştırmak istemiş ve muhtemelen, bu mevzuda haklılığına delil gibi çarpıcı bir tesir yapması için, ona “Günah Vergisi” ismini vermeyi uygun görmüş olabilir.

Kola sınıfı gazozlardan biri olan Coca Cola’nın rengi ve obeziteyle ilişkisinden başka, kamuoyunun yıllardır merak ettiği diğer bir özelliği de, bu gazoz sınıfı ile ilgili standartta kısaca “kola ekstraktı” olarak bahsedilenin hangi maddelerin karışımı olduğudur. Bunun ticarî bir sır olması sebebiyle firma tarafından tam olarak açıklaması yapılmamakta, Amerika gibi gayriislâmî bir ülkede hazırlanmış gizli bir formül olması da bazı Müslümanların “şüpheliden sakınmak” Nebevî tavsiyesiyle ona karşı tavır almasına sebeb olmaktadır.

Bir asırdan fazla geçmişi olan, yaptığı reklamlarla bütün dünyaya yayılmış ve bir Amerikan sembolü haline gelmiş olan Coca Cola hakkında şimdiye kadar çok sayıda kitap da yazılmıştır. Onunla ilgili en son yazılmış kitaplardan biri de Mark Pendergrast adlı bir Amerikalı tarafından yazılmış ve 1983’te yayınlanmıştır. Kitabın ismi de şöyledir: “Tanrı, Ülkem ve Coca Cola İçin” (“For God, Country and Coca Cola”, Mark Pendergrast, Charles Scriber’s Sons, Mac Millan Publishing Company, 866 Third Avenue, New York NY 10022).

Harvard Üniversitesi mezunu olan Pendergrast Coca Cola şirketinin tarihçesini yazmak için bu şirketin arşivlerinde yıllar süren araştırmalar yapmış ve kitabının son bölümünde firmanın kendi arşivlerinde bulduğu Coca Cola’nın formülünü de açıklamıştır.

Kitabında anlattığına göre, bir gün Coca Cola’nın Amerika’nın Atlanta şehrindeki merkezinin arşiv görevlisi Phil Mooney ona her zaman olduğu gibi bir deste belge vermiş. Bu belgelerden birinde, baş tarafı X işaretiyle işaretlenmiş bir formül varmış. Pendergrast o zamana kadar yaptığı araştırmalar ve mülakatlara göre bunun Coca Cola’nın orijinal formülü olduğu kanaatine varmış. Daha önce de William Poundstone adlı başka bir yazar 1983’te yayınlanan “Büyük Sırlar” (Big Secrets) adlı bir kitap yazmış ve o kitabında açıkladığı Coca Cola’nın formülü ile Pendergrast’ın Coca Cola arşivindeki belgeler arasında bulduğu formül arasında büyük benzerlik varmış.

“-Kimyasal analiz metotlarıyla Coca Cola’nın içindeki maddelerin neler olduğu öğrenilemez mi?” sorusu, bu mevzuda çok sorulur. Pendergrast’ın Coca Cola’nın psikometri uzmanı Harry Waldrop’tan bu soruya aldığı cevap da; başka rakip firmaların Coca Cola içindeki maddeleri ilmî metotlarla bulabilecekleri halde, hiçbir zaman karışım oranını tam tamına ayarlayamayacakları olmuş.

Pendergrast Coca Cola firmasının bir sözcüsüne, Coca Cola’nın formülünü kitabında yayınlarsa ne olacağını sorduğunda ise, firma sözcüsü ile aralarında şu konuşma olmuş:

“-Mark, diyelim ki sana orijinal formülü ben verdim, onunla ne yaparsın?

-Kitabıma alırım.

-Sonra?

-Birisi Coca Cola ile rekabete girmeye karar verebilir.

-Peki, ürünlerine ne isim verirler?

-Coca Cola diyemezler tabii, çünkü onları mahkemeye verirsiniz. Diyelim ki Yum Yum dediler . Ayni zamanda bunun Coca Cola’nın aynisi olduğunu ima eden reklamlar yaparlar.

-Tamam. Peki sonra onu kaça satacaklar? Nasıl dağıtacaklar? Nasıl reklam yapacaklar? Ne demek istediğimi anlıyor musun?

Biz Coca Cola markasını bugünkü hale getirene kadar 100 yıl ve hesapsız para harcadık. Bizim sürümden sağladığımız kâr ve müthiş pazarlama sistemimiz olmadan, kimse bizim ürünümüzü taklit edemez. Etse de, ayni fiyata satamaz. Hem sonra kim Coca Cola’nın kendisini dünyanın her yanında daha ucuza almak varken, taklidini daha pahalıya almak istesin?”

Pendergrast, Coca Cola firması sözcüsünün bu söylediklerine verecek cevap bulamadığını kitabında yazıyor ve özetle; Coca Cola firması sözcüsünün kendisi tarafından Coca Cola’nın orijinal formülünün bulunmuş olduğunu inkâr etmediğini, fakat orijinal formülünü bilmekle hiç kimsenin Coca Cola ile rekabet edemeyeceğini söylediğini naklediyor.

Mark Pendergrast’ın bahsettiğimiz kitabının sonunda Coca Cola’nın orijinal formülü olarak bildirdiği formül ve bu formüle göre Coca Cola’nın yapılışı şöyledir:

Formül-1 (Ana çözelti): Kafein Sitrat (1 oz), vanilya özütü (1 oz), sıvı Coca özütü (4 oz), sitrik asit (3 oz), limon suyu (1 gt), şeker (30 lbs), su (2,5 galon), karamel (isteğe göre). Bunlara, kaynar suda karıştırıldıktan sonra, “Formül-2 (Tadlandırıcı)”ilave edilir.

Formül-2 (Tadlandırıcı): Tarçın yağı (40 mg), Coriander yağı (20 mg), Neroli yağı (40 mg).

(1 oz: yaklaşık 28 gram, 1 gt (guatr): yaklaşık 1 litre, 1 galon: yaklaşık 3,8 litre, 1 lb (libre): yaklaşık 0,453 gram)

Bu tatlandırıcı karışımındaki maddelerin hepsi, yağ cinsindendir ve suda çözünmezler. Bu karışımı su bazlı ana çözeltide çözünür hale getirebilmek için, hem suyla hem de yağlarla her oranda karışabilen alkolün (etil alkol) 1 guart kadar miktarı üzerlerine ilave edilip, alkolde tamamen çözünmeleri için, bir gün (24 saat) bekletilir.

Daha sonra da, etil alkolde çözünen “tatlandırıcı yağlar karışımı”nın su bazlı ana çözeltiye ilave edilmesi ile, berrak bir çözelti elde edilir. Bahsedilen kitaba göre, Coca Cola markalı meşrubat budur.

Coca Cola’nın Mark Pendergrast’ın kitabında verilmiş bu formülünde ve yapılış şeklinde helal gıda bakımından üzerinde durulabilecek husus, yalnız Coca Cola’ markalı gazozda değil; dünyanın her tarafında çeşitli markalarla sade, meyveli, kola (cola), tonik (acı) aromalı bütün gazoz sınıflarında da yaygın bir özellik olarak, bir damlasının bile vücuda bilerek kasdî olarak ithal ile alınmasının haram olduğu sekerat verici etil alkolün gazoz ana çözeltisine dışarıdan ilave edilerek hazırlanmasıdır.

Helal gıda hatıralarından bahsederken, daha önce de bu mevzu üzerinde durduğum gibi;

Alkol (etil alkol), şarabın ve bütün sarhoşluk verici alkollü içeceklerin sekerat verici maddesidir; pancar küspesinden, patatesten ve daha birçok nişastalı ve şekerli maddeden bol miktarda ve nisbeten ucuz elde edilebilir. Gazozların imalatında “etil alkol” yerine ayni maksatla kullanılabilen ve sekerat verici olmayan “propilen glikol” gibi maddeler de vardır; ancak, maliyete ancak çok cüzî bir artış getirebileceği halde, İslâmî hassasiyeti olmayan gazoz imalatçıları dışarıdan ana çözeltiye ilave ettikleri “etil alkol” yerine bunu kullanmaya lüzum görmez.

Çoğu sarhoş edenin azı da haramdır.” hadisine göre; bilerek, kasıtla, dışarıdan ilave edilmiş etil alkolü ihtiva eden Coca Cola ve emsali kolalı veya diğer cinslerden, etil alkolde çözüldükten sonra ana çözeltiye ilave edilmiş tad ve koku verici esansları ihtiva eden tüm gazozların içilmelerinin helal olup olmadığı, zamanımızın Müslümanları için üzerinde durulması gereken konulardan biridir.

Peki, zamanımızın bazı Müslümanlar niçin bu konuda net bir hükme ve davranışa varmakta zorlanıyorlar?

Bunun sebeblerini, 2008 ve 2009 da İstanbul’da yapılan iki Uluslararası Helal Gıda Konferansı’na sunduğum tebliğlerimde açıklamaya çalışmıştım. 2009’daki tebliğimde, Müslüman tüketiciyle helal gıda arasındaki engelleri, şu beş başlık halinde vermiştim: 1- Şahsî sebebler, 2- İlmî sebebler, 3- İktisadî sebebler, 4- Sosyal sebebler ve 5- Siyasî sebebler.

Burada tekrar ve sadece; “Çoğu sarhoş edenin azı da haramdır.” hadisine verilebilecek manâ ile ilgili kilit hükmünde önemli bir soruyu sorarak akıllara kapı açıp iradelerini onlardan almadan, cevabını düşünmeyi ve hükme varmayı muhatablara bırakacağım:

“- Hadiste bahsedilen “çoğu” kelimesinden, “herhangi belirsiz bir çokluk miktarı” değil; kişinin “bir oturuşta içebileceği en fazla miktardaki içecek” manâsında anlaşılmasının akla uygun olduğu göz önüne alınırsa; bir insan, bir oturuşta ne kadar “etil alkol” almasının kendisini sarhoş edebileceğini (meselâ: 200 gram) tesbit ettikten sonra, “hîle-i şer’iye” yaparak, bir oturuşta içebileceği (Meselâ: 2 litre) içeceği, 2 litresinde 200 gramdan daha az alkol bulunacak şekilde, her türlü alkollü içkiden (rakı, şarap, votka, kanyak, likör, cin, kımız, bira, kefir..vs) sulandırarak hazırlasa; o zaman, bu sulandırdığı içkilerin bir oturuşta içebileceği 2 litre miktarları onu sarhoş etmeyeceği için onları içmek, o “hîle-i şer’iye”yi yapana helal mi olacaktır?”

Bu soru karşısında Müslümanların alacakları tavır, belki de bu dünya imtihanlarındaki nazik sorulardan birine verecekleri cevabı teşkil edecektir.

Böyle bir durum karşısında ise, Coca Cola’nın renginden çok, kendimizin bu konudaki rengimizin ne olduğunu merak etmemiz, üzerinde durmamız ve düşünmemiz daha doğru olmaz mı?

Prof. Dr. Mustafa Nutku

www.NurNet.Org

En “SEVGİLİ”den Gelen En Uzun “MEKTUP!”

Beş yaşında kadar gözüken küçük çocuk, etrafındaki kendi kendine sessizce bir şeyler okuyan büyüklerine sırayla göz gezdirdi. Sonra, bir an durgunlaştı ve aniden boşalıp:

“-Ben niçin okuyamıyorum?” diye hıçkırıklarla ağlamaya başladı.

Büyükleri, şefkatle onu teskine çalıştılar.

Aslında ne kendisinin ne de büyüklerinin, bu mevzuda bir hatasından veya ihmalinden bahsedilemezdi. Genellikle çocuklar okuma-yazmayı, altı yaşını bitirdikten sonra kaydoldukları ilköğretim okulunun birinci sınıfındayken öğrenirlerdi. Okula gidememiş erkekler askerdeyken, kadınlar ise okuma-yazma kurslarında okur-yazar hale gelirlerdi. Fakat gene de, o küçük çocuğun :

-Ben niçin okuyamıyorum?

diye hıçkırarak ağlaması, insana tesir ediyor ve bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.

Bir köy ilkokulu öğretmeni, talebelerini okumaya ve yazmaya alıştırmak için;

“-Bulduğunuz her yazıyı okuyun ve bulduğunuz her boş kağıdı yazıyla doldurun..” tavsiyesini tekrarlarmış.

İslâmın ilk emrinin “Oku!” olduğunu bilen çoktur: “Yaratan Rabb’inin adıyla (ve Rabb’in adına) oku.”(Alak Sûresi, 96/1). Bu âyette, “-Neyi?” sorusunun cevabı olacak bir nesne bulunmadığından, O’nun rızasına uygun olan bütün okumaları da içine almaktadır. Bulduğu her yazılı kağıdı okumanın Allah’ın (c.c.) “Oku!” emrine dahil olduğunu söyleyebilmek, mümkün değildir. Ancak, bu tavsiyenin okuma-yazmaya karşı direnci kırmak ve köy çocuklarının bu mevzudaki atâletini gidermeye faydası olabilir.

Bütün mülk, tesir, fiil, Allah’a (c.c.) aittir. İnsanın elindeki ve onunla dünya hayatı boyunca imtihan olduğu tek şey: “Seçmek”tir (meyelânı ile, irade-i cüz’iyyesi ile). Her şeyi okumamalıdır. Okumak, akıl midesini doldurmaktır. Mideye her şey, rastgele doldurulmaz; seçim yapmak şarttır. Çünkü, doldurulan şeylerin bazısı gıda olsa da; bazısı zehir, bazısının hazmı güç, bazısı da obezite (şişmanlık) yapıcı olabilir.

İnsanın okumaya en fazla istek duyabileceği yazılı metin: “Sevgiliden gelen mektup”tur. Okuma biliniyorsa; bu mektup, kalp atışı hızlanarak, yudum yudum içer veya teneffüs eder gibi okunur, koklanır, öpülür, muhafaza edilir. Okumasını bilmeyen bir ana, sevgili oğlunun askerden veya uzak bir yerden gönderdiği mektubunu alınca ne kadar çok sevinir; eline alır, öper, koklar, satırları üzerinde göz gezdirir ve hemen onu kendisine okuyacak birini bulup, okunanları sevgi gözyaşlarıyla dinler. Sevdiklerinden gelen mektupları bizzat kendisi okuyabilmek için okuma kursuna giden yaşlı analar da çoktur.

Evet, mevcûdatta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsân ve kemâl, Bâki-i Hâkikî’nin hüsün ve ihsân ve kemâlâtının işarâtı ve çok perdelerden geçmiş zaif gölgeleridir; belki cilve-i esmâ-i hüsnânın gölgelerinin gölgeleridir.”(RNK-Sözler).

Düşünecek olursak, Allah’ın (c.c.) mâsivâsını (O’nun haricindekileri); Allah’ın (c.c.) hüsün, kemâl ve ihsânının gölgelerinin gölgesi, mecazî ve çok küçük tecellîleri için sevip, o muhabbet sebebi sıfatların asıllarına en yüksek derecede sahip olan Allah’ı (c.c.) sevmekteki ihmalkârlık ve O “Hakikî Sevgili”nin bize gönderdiği uzun mektubu olan Kur’an’a karşı alâkasızlık; ne kadar tezat, haksızlık, vefasızlık, katı kalplilik ve yabanîlik değil midir?

Bugün Kur’an okudunuz mu?

Prof. Dr. Mustafa NUTKU

www.NurNet.Org

“Helal Gıda”ya dikkat ediyor muyuz?

İnsanın hayatında en fazla dikkat etmesi gereken hususlardan biri de, kendisi ve bakmakla mükellef olduğu kişilerin helal gıda almasıdır. Bununla ilgili âyetler ve hadisler vardır. Helal gıdanın fıkıh kitaplarında açıklandığı gibi, hem liaynihî ve hem de ligayrihî helal olması gerekir. Bu onun, hem kendisinin mahiyeti itibariyle ve hem de elde ediliş yolu itibariyle helal olmasıdır.

Halkının büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede yaşıyor olmak, Müslüman bir ülkede sanki satılan her şey helal cinsten olurmuş gibi yanlış bir zannın da neticesi olarak, liaynihî (mahiyeti itibarıyla) helal olanı araştırmak mevzuunda Müslümanların gayrimüslim bir ülkede yaşamağa nisbeten daha gafil ve kayıtsız davranmalarına sebeb olabilir ve günümüzdeki Müslümanların bir kısmı maalesef bu haldedir. Bunların arasında, kendisini ehl-i ilim sayan ve helal gıda mevzuuna dikkati çekmeğe çalışanları helal gıda sertifikası veren kuruluşlara müşteri ve maddî kazanç sağlamak için vehimleri ve vesveseleri tahrike çalışanlar olarak görerek onlara iftirada bulunanlar ve tepki gösterenler dahi vardır. Son zamanlarda Diyanet İşleri Başkanlığımızın da bu mevzuda çalışmalar yapması, Müslüman halkımızı yanıltıcı ve yanlışa sevk edici bu yanlış tepkilere karşı çok faydalı olmuştur.

Bir ülke halkının büyük çoğunluğu Müslüman olsa bile, bizim ülkemizde olduğu gibi o ülke İslâm kanunları ile idare edilmiyorsa, o ülkede satışta olan her şeyin helal zannedilmesinin yanlışlığı çok açıktır. İslâm’ın âyetle çok kesin olarak yasakladığı şarabın ve domuz etinin bile satışına devlet tarafından yasak konulamadığı ve serbestçe satıldığı ülkemizde, sayısı altmışbeşbin kadar olduğu tahmin edilen ve hergün yenilerinin ilavesiyle sayısı daha da artan endüstriyel (çeşitli maddelerin karışımı halinde fabrikalarda yapılan) gıda maddelerinin tümüne karşı İslâmî hassasiyet ve seçicilikten uzak bir tavır sergilemek bu mevzudaki cehaletin neticesi ise o cehaletin giderilmesi için eğitici faaliyetlerde bulunulması lâzımdır.

Helal gıdanın insan biyolojisi ve davranış psikolojisiyle ilgisi, çok basit olarak şöyle izah edilebilir: Allah insanı rızka, yemeğe ve içmeğe muhtaç olarak yaratmış; fakat yiyecek ve içeceklerini helal ve temiz olanlardan seçmelerini de Kur’an’da âyetle emretmiştir. İnsanın yiyip içtikleri sindirim sisteminden geçtikten sonra kanına karışır ve kılcal damarlar ile birlikte toplam uzunluğu yüzbin km kadar olan kan damarları sistemiyle, ortalama yüz trilyon kadar olan vücud hücrelerine taşınır. Hücrelerde saniyede binlerce biokimya reaksiyonlarıyla bir kısmı enerji verici, bir kısmı da vücudun dokularını yenileyici maddelere dönüştürülür. Ayni cinsten hücrelerin meydana getirdiği dokuların cinsine göre ömürleri de değişiktir ve bu şekilde insan bedeninin hayat müddeti içerisinde defalarca yenilenmesi vuku bulur.

Davranış psikolojisi bakımından, herşeyin benzeriyle ünsiyet etmesi kaidesiyle, bu yenilenmelerle haram gıdalardan inşa edilmiş hale gelen insan bedeni, başka haramlarla da çok kolay ünsiyet eder ve haramlar içinde yaşayışıyla, bir hadiste anlatılan temsille açıkça dikkat çekildiği gibi, duaları da kabul edilmez; ebedî bir helâkete namzet ve müstahak olabilir. Risale-i Nur’un çeşitli yerlerinde helal dairesi içerisinde yaşamanın önemine ve lüzumuna dikkat çekilmektedir. Helal dairesinin keyfe de kâfi olduğu, onun haricinde harama girmeğe hiç lüzum olmadığı ikna edici bir dille anlatılmaktadır.

İnsan, kendisine Allah tarafından verilmiş hayatla, Onun tarafından takdir edilmiş ömür müddeti boyunca, Onun tarafından verilmiş akıl ve cüz’î iradesiyle çok mühim bir dünya imtihanı içinde bulunduğunu ve kendisi için konulmuş haddi aşmaması icab ettiğini asla hatırından çıkarmamalıdır. O haddin kenarına kadar yaklaşması, o haddi aşmak tehlikesini getireceğinden, helal dairesinden çıkmak şüphesi veren şeyler mevzuunda da dikkatli olmalıdır.

Lem’alar adlı eserde, Onyedinci Lem’a, Onüçüncü Nota, Dördüncü Mesele’de, “Ne mutlu o adama ki, kendini bilip haddinden tecavüz etmez” mealindeki, Buharî, Taberanî ve Beyhakî’de yer alan sahih bir hadisten bahsedilmektedir. İnsan, başıboş olarak dilediği gibi yaşamak için bu dünyaya gelmemiş; Mektubat adlı eserde Dokuzuncu Mektup, “Saniyen” başlığında açıklandığı gibi, Allah’ın bir askeri olarak Onun emir ve yasakları içerisinde Ona kulluk vazifesini yapması için gönderilmiştir.

Bu emir ve yasakların çizdiği hudutlar; helal dairesidir ve onun içerisinde de helal gıda mevzuu, çok mühim bir yer tutmaktadır.

Prof.Dr.Mustafa NUTKU

O’nun (s.a.s.) ruhu , aramızda yaşıyor ve bizimle alâkadar..

Hicrî Takvime göre “Mevlid Kandili” günü olarak kutlanan Peygamberimiz’in (s.a.s.) doğum yıldönümü, Güneş Takvimine göre de her yıl 14 Nisan’da kutlanmakta ve o günü takip eden hafta, yıllardır çeşitli ve çok sayıdaki zengin programlarla, “Kutlu Doğum Haftası” olarak idrak edilmektedir. Dinî yaşayımızda da, Ramazan orucunu, Hac zamanını ve dinî bayramlarımızı ayın hareketini esas alan Hicrî takvime göre; günlük namaz vakitlerimizi ise, güneşin hareketlerini esas alan takvime göre nazar-ı itibara alıyoruz. Rahman Sûresinin 5. Âyetinde mealen “Güneş de ay da, bir hesap iledir” denildiğinden, her iki takvimi de bu şekilde kullanışımız geçerlidir ve Peygamberimiz’in (s.a.s.) doğum yıldönümü hem ayın hareketini esas alan Hicrî takvime göre ve hem de güneş’in hareketini esas alan takvime göre ayrı ayrı tarihlerde kutlanabilir.

Peygamberimiz (s.a.s..), İki Cihan Serveri, (Miladî: 571’deki) Kamerî aylardan Rebi-ül Evvel ayının 12. günü olan haftanın günlerinden, Türkçe’deki karşılığı “Pazartesi” olan bir günün (el yevmül’ isneyn) sabahı dünyayı şereflendirdi; ayın hareketini esas alan takvimle altmışüç yaşını doldurduğu (Miladî: 632 ve Hicrî 11’deki) diğer bir Rebi-ül Evvel ayının, doğumunda olduğu gibi gene haftanın günlerinden bir Pazartesi gününe tevafuk eden 12. günü de, dünyadaki cismanî hayatını terk ederek, ruhu Refik-i Âlâ’ya yükseldi.

Haftanın günleri arasında Pazartesi gününün, Peygamberimiz’in hayatında mühim hadiselerin cereyan ettiği özel bir gün olduğu dikkati çekmektedir: Peygamberimiz’in doğumu ile dünyayı teşrifi, kendisine peygamberlik vazifesinin bildirilmesi, Mekke’den hicretle Medine’ye gelişi ve mübarek ruhunun kabzedilmesi, hep haftanın o gününde olmuştur.

Bundaki hikmetin ne olabileceğine belki de gereksiz yere merakımızı sarf etmek yerine, kendimiz için bu çok ince sırlı tevafuktan alabileceğimiz bazı mühim dersleri alabilmeye çalışırsak, daha isabetli hareket etmiş oluruz. Alabileceğimiz en mühim derslerden biri de, belki şu olabilir: Dünyadaki hayatımız bize sanki pek uzunmuş gibi gözükse de ve dünyada ebedî kalacakmışız gibi, ömür sermayemizi değerlendirmekte bazen ihmaller göstersek de; onu sadece -bir Rebi-ül Evvel’in 12. Pazartesi günü gibi- yaşadığımız günden ibaret olarak varsaymamız, hakikî istikbalimiz ve ebedî menfaatlerimizin bizi beklediği âhiretimiz için daha faydalı olabilir. Çünkü, insanın ömrü, birer günlük kısımlara bölünmüştür ve ömrünün birer günlük birimlerini hangi îman, niyet ve gaye ile ve hangi işleri yaparak geçirirse, ömrünü de öyle geçirmiş olmaktadır.

Bir saatin zamanı gösteren kısa ve uzun ibrelerini (akrep ve yelkovanını) veya dijital rakamlarını elimizle geriye döndürebiliriz; fakat, gafletle geçen saatlerimizi ve dakikalarımızı tekrar yaşamak için, ömür müddetimizi -bir filmi seyrederken öncesine gider ve başa alır gibi- geri döndürebilmek imkânımız yoktur. Böyle bir durumda, aklını iyi kullanan bir insan, geri dönmemek üzere geçen zamanının kıymetini düşünür. Onu israf ederek tüketmekten kaçınmağa; çok kârlı bir âhiret ticaretinin sermayesi olabilecek şekilde ebedî ve büyük kârları kazanmak yolunda tam bir şuurla ve dikkatle kullanabilmeğe çalışır. Bunu yapabilmek için de, insanlığın en büyük rehberi olan Resulullah’ın (s.a.s.) sünnet-i seniyyesine tabi olur ve onun ilmî vârisleri olan âlimlerin izinde gider.

Rebi-ül Evvel ayının 12. gününün Peygamberimiz’in doğumunun yıldönümü olduğu Müslümanların büyük ekseriyeti tarafından bilinmesine rağmen, ayni zamanda onun vefatının da yıldönümü olduğunun Müslümanların daha büyük bir ekseriyeti tarafından bilinmemesinin sebebi acaba ne olabilir?”

Bu sualin cevabının, onun cismen aramızda olmasa da, ruhen aramızda ve ümmetiyle çok alâkadar olması hakikatiyle ilgili olarak verilebileceği düşünülebilir. Çünkü, Kur’an iâyetleri de bize bu hakikati böyle açıkça bildirmektedir:

“Habibim, Biz seni âlemlere başka bir şey için değil, ancak rahmet için gönderdik.” (Enbiyâ Sûresi, 21/107)

“Şanım hakkı için size bir Resul geldi ki: kendinizden, gayet izzetli, zorlanmanız ona ağır geliyor, üstünüze hırs ile titriyor, mü’minlere raûf, rahîmdir.” (Tevbe Sûresi, 9/128)

Peygamberimiz’in bu Kur’an âyetleriyle de açıkça bildirilen “rahmet peygamberliği” sıfatı, sadece bu âyetlerin nâzil olduğu zamandaki Müslümanlar için değil; kıyamete kadar gelecek bütün Müslümanlar, bütün insanlar ve bütün âlemler içindir.

Bu âyetlerde bildirildiği gibi, “mü’minlerin zorlanması ona ağır gelen, onların üstüne hırs ile titreyen, mü’minlere raûf ve rahîm olan” Resulullah’ın, altmışüç yaşındayken bir Rebi-ül Evvel ayının 12. Pazartesi günü vefat etmiş olması değil; onun o tarihten altmışüç yıl önceki bir Rebi-ül Evvel’in 12. Pazartesi günü bedenen doğmuş ve daha sonra bedenî hayatını dünyadaki her fanî gibi tamamlamış olsa da ruhen halen hayatta, kendi aralarında ve kendileriyle alâkadar oluşu mü’minlerin âleminde çok daha fazla yer almalıdır.

Rebi-ül Evvel’in 12. günü aynı zamanda onun vefat yıldönümü de olmasına rağmen, belki bu sebeple, o gün yalnız “onun doğum yıldönümü” olarak hatırlanmakta ve İslâm âleminde daima bu manâyı işleyen programların icrasına çalışılmaktadır.

Bu gerçeğin de ışığı altında, şu soruyla nefsimizi tekrar murakabe etmeli ve hesaba çekmeliyiz: “Madem ki onun (s.a.s.) ‘Rahmet Peygamberi’ olarak, zorlanmamız ona ağır gelen, üzerimize hırs ile titreyen, rahîm ve raûf olan ruhu aramızda ve bizimle alâkadar; acaba biz onunla ve Sünnet-i Seniyyesiyle ne kadar alâkadarız, bilhassa Hac ve Umre vesilesiyle kabrini ziyaret ettiğimizde onun ruhunun bizimle alâkadarlığını ne derecede hissedebiliyoruz?”

Her türlü hamd ve övgü, medih ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a (c.c.) mahsustur.

Salât ve selâm, Efendimiz Muhammed (asm) ile, onun Âl ve Ashabı’nın üzerine olsun.

Prof. Dr. Mustafa Nutku

www.NurNet.Org