Etiket arşivi: peygamberimizin arkadaşları

Cerir İbni Abdullah El Beceli (R.A.) Kimdir?

Yemen aşîretlerinden Becîle kabilesinin reisi olanve yakışıklı, yiğit bir sahabe idi. Hz. Ömer (r.a) onun hakkında: “Cerir İbni Abdullah bu ümmetin Yusuf’udur” derdi.

Bir bineğe bindiği zaman,ayakları neredeyse yerde sürüyecek kadar uzun boylu idi. Ayakkabısının uzunluğu ise 68 cm dir. Cerir bin Abdullah el-beceli tertemiz, pırıl pırıl görkemli ve edeb abidesi olan bir sahabe idi.

Ebu Amr künyesiyle anılan Cerir, yahudi bir tacirle Hazreti Musa ve Tevrat hakkında konuştuktan sonra islam dinine ilgi duymuş ve hicretin 10. yılı Ramazan ayında kavminden 200 kişiyle birlikte Medine’ye gelerek islâm’la şereflenmiştir.

Onun islâm’a gelişini Rasûlullah sallallahu (sav) Bir gün hutbe okurken: “Size şu taraftan hayırlı bir kimse geliyor. Yüzünde melek nişânesi vardır” buyurarak, ashabına önceden haber vermiştir.

Cerir islâm’a girişini şöyle anlatıyor:

Medine’ye gelince devemi çökerttim. Heybemi açıp yeni elbisemi giydim ve Mescide girdim. O sırada Rasûlullah (sav) hutbe okuyordu. Kendisine selâm verdim. Cemaat beni göz ucuyla süzüyordu. Sonra Resûl-i Ekrem (s.a) bana: “Ey Cerir! Ne için geldin?” diye sordu. Ben de;

“-Ya Rasûlallah! Sana bey’at etmeğe geldim. Şartların nedir?” dedim.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) bana hitaben:

–”Ey Cerir! seni Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve benim de Allah’ın resûlü olduğuma şehadete, âhiret gününe, kadere inanmaya, farz olan namazları kılmaya, farz olan zekâtı vermeye, her müslüman için hayırhah olmaya, iyilik düşünmeye, samimi davranmaya kâfir ve müşriklerden uzak durmaya ve başınızdaki idarecilere itaat etmeye davet ediyorum” buyurdu.

Ben de bu şartları kabul ederek Rasûlullah’ın elini tuttum ve bey’at ettim. Yanımdakiler de aynı şartları kabullenerek hep birlikte islâm’la şereflendik.

O, Efendimizle çok az bir zaman beraber olmasına rağmen, tebessümlerine ve iltifatlarına sık sık mazhar oldu.
Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz Cerir’i gördükçe “Zülhalesa ne oldu?” diye sorardı. Cahiliye döneminde burası “Yemen’in Kâbesi” olarak bilinirdi.

Bu tapınağın ayakta durmasına gönlü râzı değildi. Beytullah’a rakip gösterilmesinden daima huzursuzluk duyan Peygamber efendimiz(sav)bu tapınağı yıkmak üzere bir seriyye hazırladı. Cerir’i de seriyye kumandanı olarak görevlendirdi. O da kabilesinden 200 kişiyle bu tapınağı tahrip ederek yıktı.

Sevgili Peygamberimiz (sav) onu görünce: “Yıktın mı onu?” dedi. Cerir de: “Seni hak din ile Peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki, onun üzerinde olanları tutup öldürdük. Zülhalesa’yı da ateşe verip yaktık” dedi.Bunun üzerine Fahr-i Kâinat (s.a) efendimiz Ceriri tebrik etti.

Efendimiz(sav) onu Himyerîlerin emiri Zülkelâ ile yahudi olduğu rivayet edilen Yemen krallarından Zû Amr’ı islâmiyet’e davet etmek üzere gönderdi.

Her ikisiyle de görüşen Cerir (r.a) onların islâm’a gelmelerine vesile oldu. Birlikte Medine’ye doğru yola çıktılar. Fakat yarı yolda Sevgili Peygamberimiz(sav)’in dâr-ı bekâ’ya irtihali haberini aldılar.

O, dört halife devrinde de güzel hizmetlerde bulundu.

Hz. Ebû Bekir (r.a) onu Has’am ve Becile kabilelerinden irtidat edenlerin üzerine gönderdi. İsyanları bastıran Cerir (r.a) yeni emir alıncaya kadar Necran bölgesinde bekledi. Irak’ta yapılan çeşitli harplere katıldı. Sonra Hz. Halid İbni Velid’e yardım etmek üzere Yemame’ye gitti.

Hz. Ömer (r.a) zamanında Celûla savaşlarına katılan Cerir (r.a) oraya yerleşti.

Hz. Osman döneminde Kufe valisi Mugire’ye bağlı olarak bir süre Hemedan valiliği yaptı. Daha sonra Saîd İbni As kumandasında Azerbaycan fetihlerine katıldı. Hz.Osman (r.a) Fırat kenarındaki bir kısım toprakları ona verdi.

“Lailahe illallah” diyenlerle savaşmayacağım diyerek cemel vakasında her iki tarafada katılmamış, Karkisiya şehrinde uzlete çekilmiştir.

Yüze yakın hadis rivayet ettiği söylenen Cerir İbni Abdullah (r.a) 674 tarihinde vefat etti.

Cenâb-ı Hak’tan şefaatlerine nail etsin. Amin

Mutasavvıf – Şair Ahmet Cami, Cerir b Abdullah’ın soyundan gelmektedir.

Çetin KILIÇ / LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:
1 – Diyanet Ansiklopedisi
2 – İbni asakir,muhtasaru tarihi dımaşk,6/35
3 – hadis külliyatı
4 – enfal.com
5 – islaminfo
6 – fikir

İkinci Halife: Hz. Ömer

Kureyş kabilesinin Adîoğulları sülalesine mensuptur. Hz. Peygamber’den 13 yıl sonra Miladi 584 yılında doğmuştur. Hayatını Hicazlı her Arap gibi deve çobanlığı ve ticaretle kazanmış, iyi kılıç kullanması, ata binmesi ve pehlivanlığı ile meşhur olmuştur. İslâm öncesi dönemde onun ailesi Beni Adî’in, Mekke’nin dış ilişkiler sorumluluğunu üstlenmesi sebebiyle kendisi de zaman zaman kabilesi adına Mekke elçisi olarak görev yapmıştır.

Hz. Ömer 27 yaşında iken Müslüman olmuştur. Hz. Peygamber’i öldürmek amacıyla yanına giderken, kız kardeşi Fatıma ve eniştesi Said b. Zeyd’in Müslüman olduklarını haber alınca onların evine yönelmiş, evde Kur’ân okunduğunu anladığında hakaret ederek kendilerine saldırmıştır. Daha sonra da yaptıklarından pişmanlık duymuş, merhamete gelerek onlardan okuduklarını kendisine de duyurmalarını istemiştir. Okunan ayetlerden son derece müteessir olan Hz. Ömer derhal Hz. Peygamber’in huzuruna giderek Müslüman olduğunu ilan etmiştir. Onun İslâm’a girişi diğer mazlum Müslümanlara büyük güç ve cesaret vermiştir. Zira bu andan itibaren Müslümanlar Kâbe’de açıktan ibadet etmeye başlayabilmişlerdir.

Hz. Ömer, Hz. Peygamber’den (sav) önce Medine’ye hicret etmiştir. Burada Allah Rasûlü (sav) onu Utban b. Malik ile kardeş saymıştır. Hz. Ömer hicretten sonra Hz. Peygamber’in bütün siyasî ve askerî faaliyetlerinde yer almıştır. O, gerek Bedir, gerekse Uhud Savaşında Hz. Peygamber’in en yakınında savaşmış, özellikle Uhud’taki çatışmalarda Allah Rasûlü (sav)’nü zor şartlarda koruyanlar arasında bulunmuş, savaşın sonunda Mekkelilerin galibiyetini ilan eden Ebû Süfyan’a Medineliler adına cevap vermiştir. Hz. Ömer Hendek savaşı esnasında kendisine verilen bölgeyi korumuş ve müşrik askerlerinin hendeğin Medine tarafına geçmelerine müsaade etmemiştir. Hudeybiye Müsalahası öncesinde Allah Rasûlü (sav), onu Müslümanların elçisi olarak Mekke’ye göndermek istemişse de, Hz. Ömer orada kendisini koruyacak kimsenin olmaması sebebiyle can güvenliğinden endişe ettiğini bildirince, yerine Ebû Süfyan’ın yakın akrabası olan Hz. Osman görevlendirilmiştir. Mekke’nin fethinde aktif görev alan Hz. Ömer, fetih sonrasında Hz. Peygamber’in (sav) emriyle kadınlardan biat alma görevini yerine getirmiştir. Nihayet o, fethin hemen akabinde gerçekleştirilen Huneyn gazvesinin başlangıcında Müslüman ordunun bozguna uğradığı sıradaki kargaşa ortamında Allah Rasûlü (sav)’nü en yakından koruyan sayılı şahıslar arasında da yerini almıştır.

Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in vefatından sonra da Müslümanların siyasî ve askerî ve idarî faaliyetlerinde etkin rol almıştır. Nitekim Hz. Peygamber’den sonra Müslüman toplumun en önemli dâhili krizini oluşturan hilafet meselesinde gösterdiği üstün gayretle Müslümanların bölünmesinin ve toplumun siyasî kaosa sürüklenmesinin önünü kesmiş, Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesinde ve ardında onun Müslümanların tamamından biat almasında özel gayret göstermiştir. İlk halife dönemindeki idarî faaliyetlerde de etkin rol oynayan Hz. Ömer devlet başkanı yardımcısı gibi görev yaparak o dönemin politikalarında söz sahibi olmuştur. Hz. Ömer, selefi Hz. Ebû Bekir zamanında başlatılmış olan fetih hareketlerini daha da ileri noktaya taşımıştır. O kadar ki, onun halifeliği döneminde Müslümanlar bir taraftan Irak topraklarında Sasani İmparatorluğu ile, diğer taraftan da Suriye ve Mısır bölgelerinde Bizans İmparatorluğu ile aynı anda savaşma cesaret ve gücünü göstermişlerdir. Bunun sonucunda sırasıyla Kadisiye ve Nihavend savaşlarıyla asırlardan beri devam eden Sasani İmparatorluğu tarih sahnesinden silinmiştir. Diğer taraftan Yermük savaşıyla Bizans’ın Orta doğu hâkimiyetine son verilmiş, ardından Kuzey Afrika sınırına kadar Mısır toprakları Müslümanların yönetimine girmiştir. Yapılan fetihler sonucunda Medain, Nihavend, şam, Kudüs ve İskenderiye gibi büyük şehirler Müslüman merkezleri haline gelmişlerdir. Özetle İslâm’ın yayılışındaki kilit ehemmiyete sahip olan fetihlerin Hz. Ömer zamanında gerçekleştirilmiş olduğunu söylemek mümkündür.

İslâm tarihinin başlangıç döneminde çok parlak faaliyetlere imza atan Hz. Ömer H. 23 Zilhicce ayının 27. günü (M. 4 Kasım644) Ebu Lülü isimli bir kölenin namaz esnasında gerçekleştirdiği suikast sonucunda şehit olmuştur.

Hz. Ebû Bekir’den sonra Müslümanların ikinci halifesi olmasının yanında Hz. Ömer’in en önemli özelliği İslâm toplumuna devlet olma kimliğini kazandırmasıdır. Zira toplumu devlet haline getiren en önemli kurumlar onun zamanında teşekkül ettirilmiştir. Hz. Ömer, devletin resmî kayıtlarının tutulduğu, gelir-gider hesaplarının muhafaza edildiği, devlet adına hizmet gören asker-sivil hak sahibi insanların gelirlerinin ve devletin yardıma muhtaç olan vatandaşlarına sunduğu maddî imkânların kaydedildiği divan teşkilatını ilk kuran kişidir. Bundan başka adaletin işlemesi için en önemli müessese olan kaza (adliye) teşkilatının kurumsallaşması onun zamanında başlamış, daha önce valiler tarafından yürütülen adalet hizmetleri, müstakil kadılar tayin edilerek validen bağımsız bir şekilde faaliyet görmüştür. Posta teşkilatının sistemleşmesi Hz. Ömer zamanına tesadüf eder. Halife bundan başka Müslümanların ekonomik bağımsızlığının simgesi olan para basımını da ilk kez gerçekleştirmiştir. Müslümanlar tarafından fethedilen toprakların gazilere dağıtılmayıp bütün Müslümanların mülkiyetine verme ve toprakların işlenmesini haraç karşılığında eski sahiplerine bırakma uygulaması da onun en önemli icraatlarındandır. Bu sayede fethedilen topraklar daha verimli olarak işletilmiş, ziraatı bilmeyen fatih Arapların toprakla uğraşmak zorunda kalmaları problemi ortadan kaldırılmıştır. Böylece Araplar askerlik faaliyetlerini sürdürüp yeni fetih hareketlerine devam ederlerken, eski toprak sahipleri de ziraî faaliyetlerini güvenlik içinde sürdürmüşlerdir. Kendilerine bu şekilde sağlanan imkânın yanında elde ettikleri hürriyetlerden de istifade eden gayr-i Müslimler Müslümanların yönetiminden son derece memnun olmuşlardır. Bu şartlarda tabiî olarak İslamlaşma faaliyeti de büyük ivme kazanmış, sonuçta pek çok insan Müslümanlığı seçmiştir.

İdareci seçme, görevlendirmede denetleme konusunda dahi sayılabilecek özellikler sahip olan Hz. Ömer, döneminin en büyük siyaset adamlarını devlet organizasyonunda değerlendirerek onların hizmetlerinden istifade etmiştir. Onun bu yönünü Hz. Aişe “Allah’a yemin olsun ki, Ömer işleri çok güzel yürüten ve eşi benzeri olmayan bir kimseydi. İşleri ehil insanlara tevdi ederdi” sözleriyle dile getirir.

İslâm tarihinde ilk vakıf kurucusu Hz. Ömer’dir. O, Hz. Peygamber (sav) zamanında Hayber ganimetlerinden şahsına düşen hissesini Müslümanların hizmetine sunarak vakfetmiştir. Hz. Ömer ayrıca bilhassa Yemâme savaşında pek çok hafızın şehit olması üzerine, Kur’an’ın kaybolacağından endişe ederek Hz. Ebû Bekir’e yaptığı ısrarlı tavsiyeleriyle Kur’ân’ın toplanmasını sağlamıştır. Halife ayrıca H.21 yılında Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicretini takvim başlangıcı olarak kabul etmiştir. Hz. Ömer İslâm tarihindeki idareciler arasında yüksek sorumluluk bilincine sahip yöneticilerin başında gelir. Nitekim o, Fırat kıyısında kaybolan veya ölen deveden kendisini sorumlu tutacak kadar halkın can ve mal güvenliği konusunda hassasiyet göstermiştir. Bunun içindir ki, kıyafet değiştirerek geceleri halkın arasında dolaşmış ve onların sıkıntılarını dinleyerek bizzat kendisi çözüm yolları bulmaya çalışmıştır. Halkın rahat ve huzurunun sağlanması ve adaletsizlik yapılmaması konusunda Hz. Ömer’in gerçekleştirdiği uygulamalardan birisi de emri altında çalışan idarecileri sıkı bir şekilde denetlemesidir. Halife, Muhammed b. Mesleme başkanlığında oluşturduğu teftiş heyeti marifetiyle haberli-habersiz olarak pek çok idarecisini kontrole tabi tutmuştur. Bu kurulun faaliyetleriyle iktifa etmeyen halife, valilerine her yıl hacca iştirak etmeyi zorunlu kılmış, burada onları halkın huzurunda hesaba çekmiş, şikâyet konusu olan ve görev kusurları tespit edilen valileri de cezalandırmıştır. Bu cezalar kınamaktan başlayıp valinin malının yarısını veya tamamını müsadere etmeye, hatta onu görevden almaya kadar ulaşmıştır. Yöneticiliğin tahakküm aracı değil, halka hizmet faaliyeti olduğunu düşünen halife görev verdiği idarecilerine şu tavsiyelerde bulunmuştur: “Sizi saltanat sürmek için, tahakküm kurmanız, insanları zorlamanız için göndermedim. Siz hidayet rehberi olacaksınız, böylece herkes size uyacaktır. Müslümanların hukukunu koruyunuz. Onları dövmeyiniz, onları zillete düşürmeyiniz. Onları haksız yere de övmeyiniz ki, şımarıklığa düşmesinler. Devlet kapılarını onlara kapatmayınız. Böyle yaparsanız kuvvetliler zayıfları ezerler. Kendinizi Müslümanların üzerinde de görmeyiniz.”

İdareci seçme, görevlendirmede denetleme konusunda dahi sayılabilecek özellikler sahip olan Hz. Ömer, döneminin en büyük siyaset adamlarını devlet organizasyonunda değerlendirerek onların hizmetlerinden istifade etmiştir. Onun bu yönünü Hz. Aişe “Allah’a yemin olsun ki, Ömer işleri çok güzel yürüten ve eşi benzeri olmayan bir kimseydi. İşleri ehil insanlara tevdi ederdi” sözleriyle dile getirir. Hz. Ömer, göreve getirmede şan, şöhret, güçlü kabileye mensup olma, hatta İslam’a girmede öncelik sahibi olma hususiyetlerinden ziyade ehliyete önem vermiştir. Bu hususta “Emanetleri ehline veriniz” âyeti ve “Emanetler ehline verilmedikçe kıyameti bekleyin” hadis-i şerifini kendisine prensip edinen halife, ilk Müslümanlardan pek çok kişi dururken, İslâm’a çok sonra dâhil olan, buna karşılık işinin gerçekten ehli kişileri, Muaviye b. Ebû Süfyan, Amr b. el-Âs, Muğire b. Şube ve Ziyad b. Ebih gibi şahısları devletin en önemli makamlarına getirmiştir. Bu kabiliyetli insanlar sayesinde pek çok başarılı fetih hareketi gerçekleştirilmiş ve İslam üç kıtada yayılma imkânı bulmuştur.

Hz. Ömer devlet yönetiminde gerek dinî, gerekse dünyevî konularda şûrâ (istişare=danışma) sistemini faaliyete geçiren örnek yöneticilerden birisidir. Müslüman ileri gelenlerinin tabiî üye olduğu bu şûrâda Müslümanlar için hayatî önemi olan meseleler serbest ortamda görüşülmüş ve mühim kararlar alınmıştır. Hz. Ömer, İslâm’a ve Müslümanlara hizmetleriyle gerek Hz. Peygamber’in gerekse diğer Müslümanların takdirini kazanmıştır. Nitekim Allah Rasûlü (sav)daha Müslüman olmadan önce onun hakkında “Allah’ım dini Ömer ile aziz kıl” şeklinde duada bulunmuştur. Ashabdan Abdullah b. Mes’ud ise onun hakkında şöyle demiştir: “Ömer’in Müslüman olması bir fetih, onun hicreti bir yardım, idareciliği ise bir rahmettir. Biz o Müslüman oluncaya kadar açıktan namaz kılamıyorduk. O Müslüman oldu müşriklerle mücadele etti, onlar da bizim namaz kılmamıza müdahale edemediler”

Prof. Dr. Adem Apak

Sonpeygamber.info

Selman-ı Farisi (R.A.) Kimdir?

İran’ın Ramahürmüz veya İsfahan’ın Cey şehrindendir.

Bir ateş tapınağında hizmetçilik yaptığı, bazı Hristiyanlarla karşılaşınca Hristiyan olduğu dinini öğrenmek için Şam’a geldip Musul, Ammuriye şehirlerinde manastırlarda kalmıştır. Yanında ilim öğrendiği rahip ölürken ‘Hz. İbrahim’in Haniflik dini üzere hurmalıklı bir yerden Peygamber çıkacağını ve O’nu bulması’ tavsiyeleri ile Vâdil Kura’ya gelmiş, fakat onu getiren kervan tarafından köle olarak satılmıştır. Kendisini Beni Kureyza’dan bir Yahudi satın almıştır. 

Sonrasında ise, Yahudilerin konuşmasından Peygamber Efendimiz(sav)’in Medine’ye geldiğini  işitince hurma ağacından düştüğü hatta Yahudi efendisinin “Bu işler seni ne ilgilendirir?” deyip dayak attığı, Efendimizin sadaka hurma yemeyip, hediye hurmadan yediğini görünce ‘İşte peygamberlik alâmeti’ dediği ve son olarak Efendimizin sırtındaki peygamberlik mührünü bir cenazede görünce tam teslimiyetle Müslüman olduğu ifade edilmektedir.

Müslüman olmadan önceki ismi, Mabah b. Buzahşan’dır Ona nesebi sorulduğu zaman; “Ben; Selman b. İslam’ım” demiştir

Ayrıca Hz. Selman’ Bedir ve  Uhud savaşları sırasında köle olduğu için katılamamıştır, kölelikten kurtulmak için üç yüz hurma fidanını bizzat Hz. Peygamber(sav)efendimiz dikmiştir, bütün fidanlar tutmuş. Bugün Acve-Peygamber hurması fidanları o ürünlerdir.

Hendek savaşından itibaren bütün gazalara katıldı.

Bütün müşriklerin birleşerek hücum ettiği bu savaşta Selman-ı Farisi, Resulullah(sav)’a hendek kazmak suretiyle savunma yapmayı söyledi. Onun bu teklifi kabul edilip, hendek kazıldı. Bu sebeple bu savaşa, Hendek Savaşı denildi. Kendisi güçlü ve kuvvetli bir zat idi. Hendek kazma işinde gayet mahir ve becerikli idi. Yalnız başına on kişinin kazdığı yeri kazardı. Cabir bin Abdullah: “Selman’ın kendisine ayrılan beş arşın uzunluğunda, beş arşın derinliğinde yeri vaktinde kazıp bitirdiğini gördüm” buyurmuştur.

Hendek savaşındaki gayret ve hizmetinden dolayı ona Peygamber efendimiz(sav) “Selman-ül Hayr”  buyurdu.

Selman-ı Farisi hazretleri dünyaya hiç rağbet etmezdi. Kendisine gelen bütün dünya malını Allah rızası için dağıtırdı. Ayakta duramayacak hale gelinceye kadar namaz kılar, sonra bedeni yorulunca oturur dili ile zikir ederdi. Dili yorulduğu zaman da Allahü teâlânın yarattığı şeylerdeki hikmetleri düşünür tefekkür ederdi.

Selman-ı Farisi hazretleri Eshab-ı Suffe denilen ve Peygamber(sav) efendimizin bizatihi kendilerini ilim öğrenmekle vazifeli kıldıkları ve Peygamberimizden hazarda ve seferde bir an ayrılmayan kimselerdendi. Bazı geceler Resulullahın huzurunda bulunarak başbaşa saatlerce sohbetinde kalırdı.

Elinde mal bulundurmazdı. Kinde kabilesinden bir hanım ile evlenmişti ,kadının evine girdiği zaman duvarlarına süs eşyalarının asılmış olduğunu gördü.

Ziynetli, süs örtülerin Kâbe-i Muazzama ya yakışacağını söyledi ve eve girmedi. Kapının örtüsü hariç bütün örtüler kaldırıldı.

Ehli Suffe içerisinde Resulullah(sav) efendimize en yakın olan Selman-ı Farisi hazretleri idi.

Peygamber(sav)efendimiz “Allahü teâlânın bana sevdiğini bildirdiği, benim de sevmemi emrettiği dört kişiden biri Selman’dır“buyurdu.

Yine Kâinatın Efendisi onun için buyuracaktır: “Cennet üç kişiye müştaktır ,Aliyyu’l-Mürteza, Ammar bin Yasir, Selman-ı Farisi.”

90 yaşlarında Müslüman olduğu, 130 yaşlarında vefat ettiği, ilim-fazilet-takva bakımından ashaba örnek olduğu, Hz. Ali Efendimizin onun hakkında “Öncekilerin ve sonrakilerin ilmi ona verilmiştir.” “O, bizim aramızda Lokman Hekim gibidir. İlk ve son kitabı okumuştur. Sonu olmayan deniz gibidir.” Buyurmuştur

Yine Fahr-ı âlem (sav), buyurur:

Dört kişi fazilette öne geçmiştir. Ben Arapları geçtim. Süheyb Rumları, Bilal Habeşileri, Selman Farsları geçmiştir.

Hz. Selman  Bu gün en çok okunan sure Fatiha-ı şerifte “Ya Rabbi, bizi sırat-ı müstakime hidayet et, nimet verdiğin kimselere kavuştur.” duasını adeta fiili olarak hep yapmıştır.

Hazret-i Ebu Bekir devrinde Medine’den ve Hazret-i Ebu Bekir’in sohbetinden bir an ayrılmayan Hazret-i Selman, Hazret-i Ömer zamanında İran fethine katılmıştır, İslam ordusunun büyük zaferlere kavuştuğu bu seferlerde çok büyük hizmetleri olmuştur,

İranlıları kendi lisanlarıyla dine davet ediyor, onlara İslamiyet’i anlatıyordu. İranlılar savaşlarında fil kullanıyorlardı. Müslümanlar o zamana kadar fil görmedikleri için çok şaşırdılar. Hazret-i Selman fillerle nasıl çarpışılacağını ve nasıl öldürüleceğini İslam askerlerine gösterdi. İran’ın Medayin şehri alınınca onu Hazret-i Ömer şehre vali tayin etti. İlmi, basireti vazifesindeki adaleti ve nezaketi ile Medayin halkı tarafından çok sevilip sayıldı. Böylece İslamiyet orada süratle yayıldı.

Selman-ı Farisi hazretleri Hazret-i Ömer zamanında Medayin valisi iken otuz bin kişiye hutbe okuduğu zaman yanında da iki parçadan müteşekkil bir hırka vardı. Hırkasının bir parçasını namazlık olarak serer namaz kılar, diğer parçasını da giyerdi. Ondan başka hiçbir elbisesi yoktu. Maaşının hepsini fakirlere dağıtırdı Topraktan tabak çanak yapar kendi emeğiyle geçinirdi

Selman-ı Farisi hazretleri, Hazret-i Osman devrinde hastalandı Sa’d bin Ebi Vakkas’a artık dünyadan ayrılacağım ve bütün servetinin bir kase (tas), bir leğen, bir kilim ve bir hasırdan ibaret olduğunu söyledi. Bu hastalığı neticesinde Hicri 36 yılında Medain’de vefat etmiştir

Hanımı anlatır:

Vefatına yakın bana: “Evde biraz misk olacak, onu suya koy ve başımın etrafına saç, insan ve cin olmayan kimseler (melekler) yanıma geleceklerdir” dedi. Söylediği gibi yaptım. Dışarı çıktım. Odadan, “Esselamü aleyke, ey Allah’ın velisi ve Resulullahın arkadaşı” diyen bir ses duydum, içeri girdiğimde ruhunu teslim etmişti. Yatağında uyuyor gibiydi.

Çok âlim yetiştirmiştir. Medine’de Fukaha-i Seb’a denilen, yedi büyük âlimden biri olan, Kasım bin Muhammed de Selman-ı Farisi’nin talebelerindendir.  Muhacirlerle Ensar arasında, Muhacirlerden mi yoksa Ensardan mı meselesinde ihtilaf çıkınca Peygamber (sav)efendimiz, “Selman bizdendir, ehl-i beyttendir”buyurdu.

Selman-ı Farisi hazretleri “İlim çoktur fakat ömür kısadır. O halde önce dinde zaruri lazım olan ilimleri öğren!”

“Müminin ölüm zamanında alnının terlemesi, gözleri yaşarıp, burun deliklerinin kabarması, Allahü teâlânın rahmetine nail olduğunun alametidir.”

Buyurmuştur.

Gayet az yerdi. Bir sofrada kendisine daha ziyade yemesi için ısrar edilince, Peygamber efendimizin kendisine; “İnsanların ahirette çok açlık çekecek olanları, dünyada doyuncaya kadar yemek yiyenlerdir” buyurduğunu haber verdi.

Selman-ı Farisi hazretleri ölüm döşeğine yattığı vakit ağladı. Sebebini soranlara “Dünyadan ayrıldığım için ağlamıyorum. Ancak Resul-i Ekrem Efendimiz; “Dünyadan ayrılırken sermayeniz bir yolcunun yol azığından fazla olmasın” buyurmuştu, işte buna ağlıyorum” dedi.

Bir gün yanında misafiri olduğu halde Medayin’den çıkıp bir yere gidiyorlardı. Yolda karınları acıktı, yiyecek bir şeyleri de yoktu. Orada geyikler ve kuşlar vardı. Selman-ı Farisi hazretleri bir geyik ile bir kuşu yanına çağırdı, ikisi de yanlarına geldi. Onlara “Bu kimse benim misafirimdir. Sizi ona ikram etmek istiyorum” dedi. Geyik ve kuş hiç itiraz etmediler. Onları kesip yediler.

O zat bu işe çok hayret etti ve “Ey efendim, geyik ve kuşu çağırdınız hiç kaçmadan yanınıza geldiler, ben buna hayret ettim” dedi.

Hazret-i Selman buyurdu ki: “Bunda hayret edilecek bir şey yok. Bir kimse Allahü teâlâya itaat eder ve Ona hiç günah işlemezse, her şey ona itaat eder “

Selman (r.a)’ın mezarı, Bağdad’ın 30 km doğusunda Medain harabeleri civarından akan Deyale ırmağının kenarındadır. Onun bulunduğu yer Selman-ı Pak (temiz Selman) olarak isimlendirilmiştir. Onun mezarının içinde bulunduğu cami IV. Murad tarafından tamir ettirilmiştir.

Rabbim Onun ihlâsından içtenliğinden bizlerede lütfeylesin. Amin

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

1)Hadis ansiklopedisi

2)Dinimizislam

3)gülzarihacegan dergisi

4)sorularlaislamiyet

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan “Sahabelerin Hayatları” İçin Tıklayınız

Ebu Talha El Ensari (R.A.) Kimdir?

Medine’de doğdu.  Esas adı Zeyd olup, “Ebû Talha” künyesi ile meşhûr olmuştur. Babası Sehl, annesi de Ebâde binti Mâlik’tir. Hanımı, Hazreti Enes bin Mâlik’in annesi Ümmü Süleym binti Milhân’dır. Hazreti Ebû Talha, Peygamberimizin İslâmiyeti tebliğ etmeye başladığı sırada kabilesinin reîsi bulunuyordu.

Eşinden dul kalan Ümmü Süleym, kendisi ile evlenmek isteyen Ebû Talha’ya ( radıyallahü anh ): “Benim de seninle evlenmek arzum yok değil! Senin bu arzunu red etmek istemezdim. Fakat ben, İslâmiyeti kabûl edip müslüman oldum. Sen ise, henüz müşriksin. Dînime göre, müslüman bir kadının, kâfir olan bir erkek ile evlenmesi caiz olmayıp, yasaktır. Eğer müslüman olursan, seninle evlenirim ve müslümanlığından başka bir şey de istemem.” dedi. Ebû Talha da, Onun bu talebini kabûl edip, müslüman oldu ve onunla evlendi. Hazreti Ümmü Süleym’den Abdullah ve Ebû Ümeyr adında iki oğlu olmuştur.

Başka bir rivâyette de, Hazreti Ebû Talha’nın, İslâmiyeti kabûl edişi Hazreti Mus’ab, Medine halkına İslâmiyeti anlatırken, bir gün Ebû Talha ( radıyallahü anh ) ile görüşüp, Onu da bu dîne girmeye davet etmişti. Hazreti Ebû Talha İslâmiyeti kabûl etti.

Resûlullahın çok sevdikleri i Eshâbından oldu. Eshâb-ı kiramın meşhûr okçularındandır.

Ebu Talha dışarıda iken, oğlu hastalanarak öldü. Karısı onun öldüğünü görünce, evin kenarında bir yer hazırladı ve üzerini örttü. Evdekilere;

“Siz Ebu Talha geldiğinde durumu anlatıncaya kadar kendisine bir şey anlatmayın.” Dedi. Ebu Talha eve gelince;

Çocuk nasıl oldu?” diye sordu. “gayet sakin” dedi.

Ümmü Süleym radıyallahu anha ona, mükellef bir sofra hazırladı, yedi içti. Ondan sonra güzelce süslenip püslenerek, Ebu Talha’ya güzel göründü. Ebu Talha yedikten, içtikten ve hanımıyla cinsel temasta bulunduktan sonra; hanımı ona;

Birisi sana bir şey emanet verirse, sonra onu senden almak istese onu vermemek gibi bir hakkın var mıdır?” dedi.

 O da; “hayır” dedi.

Sabret, karşılığını Allah’tan bekle, Allah da sana emanet olarak verdiği oğlun Ebu Umeyr’i şimdi aldı.”

Hazreti Ebû Talha, malı mülkü, çoluk ve çocuklarıyla birlikte hayatını Resûlullah’a hizmetle geçirmiştir Bedir’de ve diğer bütün muharebelerde Resûlullah’tan hiç ayrılmamıştı. Uhud harbinde çok büyük fedâkârlıkları görülmüştür.” Ben ölmedikçe size bir şey olmaz” diyerek Resûlullah’ı kendi nefsine tercih ederdi.

Peygamber efendimiz, “Asker içinde Ebû Talha’nın sesi, yüz kişiden hayırlıdır” buyurdu.

Ebu Talha radıyallahu anh, güçlü, gür sesli, orta boylu, esmer tenli idi.

Hendek harbinde Bir ara müslümanlardan bazıları merkep eti yemek için ateş yakmışlar, bu etleri pişirmeye başlamışlardı. Müslümanların bu halinden haberdâr olan Resûlullah efendimiz, Hazreti Ebû Talha’yı gönderip, ehli eşek etini yemenin haram edildiğini bildirmesini istedi. Askerlerin karargâhına varan Ebû Talha ( radıyallahü anh ), hepsine bu emri tebliğ etmiş, ocakların üstünde pişen tenceredeki etler hemen dökülmüştü.

Huneyn harbinde ise çok büyük fedâkârlıklar göstermiş  yalnız kendisi yirmi müşrik (puta tapan) askerini öldürmüştür.

Resûlullah efendimizin 92 hadîs-i şerîf bildirmiştir.

Sadece çocuklarına yedirecek yemeği varken misafirine ikram edip kendileri geceyi aç geçirince Resulullah efendimiz.Ebu Talha’ya

Dün gece misafirinize olan davranışınız sebebiyle Allah Teala hazretleri taaccüp etti ve şu ayeti kerime nazil oldu mealen:.. ve kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları kendi nefislerine tercih ederler” buyurmuştur

Resûl-i Ekrem ( aleyhisselâm ) vefât ettiği zaman, kabr-i şeriflerini, Medine halkının âdetine uygun olarak kazmak şerefine de nail olmuştur.

Hazreti Ebû Talha, Hazreti Ebû Bekr-i Sıddîk ve Hazreti Ömer’ül-Farûk’un halifelik zamanlarında yapılan harplerin de çoğuna katılmıştır.

Resûlullah’ın âhirete irtihalinden sonra  Hazreti Ebû Talha da, ayrılık üzüntüsü sebebiyle Şam’a gitti. Hazreti Ömer’in şehîd edilmesine yakın Medine’ye döndü

Hazreti Ebû Talha, Hazreti Osman ve Hazreti Ali zamanlarında meydana çıkan karışıklıklara, fitnelere karışmamış, Medine’de bir köşeye çekilerek ibâdetle meşgûl olmuştur.

 70 yaşında (Tevbe) sûresini okurken 41.: “Ey mü’minler gerek hafif (süvari) gerek ağırlıklı (piyade) olarak seferber olun ve mallarınızla canlarınızla Allah yolunda muharebe edin! Eğer bilirseniz, bu sizin için pek hayırlıdır” âyet-i kerîmesi gelince,

 Çabuk beni harp için techîz ediniz ve yolculuk için lâzım olacak şeyleri hazırlayınız. Harbe gideyim!” dedi. bir deniz harbi için hazırlanan orduya katıldı, fakat gemiye bindikten ve denize açıldıktan bir müddet sonra 655 senesinde vefât etmiştir. Vefâtından sonra yedi gün kara parçası bulunamadığı için defn edilememiş, bu kadar uzun süre dışarıda kalmasına rağmen sanki hayatta imiş gibi mübârek cesedinin bozulmadığı görülmüştür. Gemi sahile yanaşınca karada bir yere defnedilmiştir. Vefât târihi ve yeri hakkındaki rivâyetler değişiktir. Medine’de iken vefât ettiği, cenâze namazını Hazreti Osman’ın kıldırdığı da bildirilmektedir.

Hazreti Ebû Talha’nın, Resûlullah’ın vefâtından sonra tam 40 yıl oruç tuttuğunu Hazreti Enes bin Mâlik rivâyet etmektedir.

Hazreti Ebû Talha, Medine’deki Sahâbîlerin en zenginlerindendi  Kur’ân-ı kerîmden Âl-i İmrân 92., “Sevdiğiniz mallarınızdan infak etmedikçe, hayra nail olamazsınız” âyet-i kerîmesi nâzil oldu. Bu âyet-i kerîmeyi işiten Hazreti Ebû Talha, hemen Resûlullah’a (aleyhisselâm) başvurarak, mallarının hepsini kendisine bağışlayıp istediği gibi kullanmasını teklif etti. Resûlullah efendimiz de bu malları akrabasına dağıtmasını isteyince emir buyurduğu şekilde, bütün mallarını akrabalarına sadaka olarak dağıttı. Bundan önce de, birçok defa mallarının hepsini Resûlullah’a bağışlamıştır.

Rabbimiz bizleri onların ruhaniyetinden istifade ettirip şefaatlerine nail eylesin. Amin.

                                                                             Çetin KILIÇ /Lüleburgaz

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

1)Kütüb-i sitte

2)Ehli sünnet büyükleri

3)Kuran ve hadis

Übey Bin Ka’b (R.A.) Kimdir?

Sahabe-i kiramın büyüklerinden biri olup Rasûlüllah (s.a.s)’in vahiy kâtiplerindendir. Übey (r.a)’in babasının adı Ka’b, annesinin ismi Suheyle’dir. Medineli olup Hazrec kabilesinin Neccâr oğulları kolundandır.

Übey b. Ka’b’ın Müslümanlığı kabul etmesi Rasulüllah(s.a.s)’in Medine’ye hicret etmesinden önce, Akabe biatlerinde olmuştur. Übey b. Ka’b İkinci Akabe biatinde Rasûlüllah (s.a.s)’e biat eden yetmiş kişi içerisinde idi.

Übey, Rasûl-i Ekrem ile Bedir, Uhud, Hendek ve diğer bütün muharebelere katıldı. Uhud muharebesinde kendisine bir ok İsabet etmiş, Rasûlüllah (s.a.s) ona bir tabip göndermiş, tabip okun girdiği yerdeki damarı keserek üzerini dağlamıştı.

Übey b. Ka’b cahiliyye döneminde de okuma yazma bilen az sayıdaki kimselerden biri idi. Rasulüllah(s.a.s) Medine’ye hicret edince, orada, ensar içerisinde yazılarını İlk yazan Übey b. Ka’b olmuştur. Yazdığı yazıların sonuna “filan oğlu filan yazdı” diyenlerin de İlki idi.

Peygamber Efendimiz (s.a.s) ilahi vahyi Cebrail (a.s)’dan aldığı zaman, Übey b. Ka’b onu daha yazının ıslaklığı üzerinde iken ezberler, Rasûlüllah (s.a.s)e okurdu.

Übey ashabın en âlimlerindendi. Übey b. Ka’b, Kur’an-i Kerîm’i en iyi okuyan sahabelerden idi. Peygamber Efendimiz (s.a.s) “Ümmetimin en iyi okuyanı Übey’dir.” buyurmuştur.

Bu sebeple Seyyidü’l-Kurra (okuyucuların efendisi) lakabıyla tanınmıştı. Kur’an-i Kerîm’i sekiz gecede hatmederdi. Rasulüllah(s.a.s)’in zamanında Kur’an’i cem’ ederek ona arz eden sayılı sahabelerden biri idi.

Rasûlüllah (s.a.s) Übey b. Ka’b’i, Kur’an-i Kerim’i iyi bilen bir sahabe olması sebebiyle öğretmen olarak tayin etmişti. O, Kur’an-i Kerîm’i öğretmesi karşılığında her hangi bir maddi şey de almazdı. Nitekim ondan söyle rivayet edilmiştir: “Muhacirlerden birine Kur’an öğretmiştim. Bu zat bana bir yay hediye etti. Ben bunu Rasûlüllah (s.a.s)’e anlatınca: “Onu alırsan ateşten bir yay almış olursun” buyurdu. Ben de yayı sahibine geri verdim”

Rasulüllah (s.a.s) Übey b. Ka’b’n: “Allah bana Lemyekünillezîne keferfi suresini sana okumamı emretti” buyurdu. Übey “Allah benim adımı da andı mı?” dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.s) “Evet” deyince Übey b. Ka’b sevincinden ağladı.

Übey b. Ka’b aynı zamanda Rasûlüllah (s.a.v) zamanında fetva veren az sayıda sahabeden biridir.

Übey b. Ka’b da Hz. Ebu Bekir’in danışma meclisi üyelerinden idi. Bu dönemde onun Kur’an’ın cem’i için kurulan komisyonda görev aldığını da görüyoruz. Übey b. Ka’b, İkinci halife Hz. Ömer’in de teveccühünü kazanmıştır. Hz. Ömer, Übey b. Ka’b’a çok hürmet eder, ondan yararlanır ve ona Seyyidü’l-Müslimin (Müslümanların ulusu) derdi

Hz. Ömer zamanında teravihi cemaatle İlk kıldıran da Übey b. Ka’b olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v) zamanında, onun vefatından sonra İlk halife Hz. Ebû Bekr, daha sonra kısmen de Hz. Ömer zamanında teravih namazı cemaatle değil, münferit olarak kılınmıştır. Bir defa Hz. Ömer mescide gidince halkın dağınık bir şekilde teravih namazı kıldıklarını gördü. Kimi tek başına kılıyor, kimi küçük bir cemaat oluşturmuş kılıyorlardı. Hz. Ömer bütün halkı bir tek İmamın arkasında toplamayı düşündü ve ertesi gün Übey b. Ka’b’i teravih İmamı tayin edip cemaati onun arkasına topladı. Böylece teravih namazı cemaatle kılınmaya başlandı. Übey b. Ka’b, Hz. Ebû Bekir döneminde olduğu gibi Hz. Ömer döneminde de danışma meclisi üyesi idi.

“Âdemoğlunun bir vadi dolusu mali olsa, bir İkincisini İster. İki vadi dolusu mali olsa, bir üçüncüsünü de İster. Âdemoğlunun içerisini topraktan baksa bir şey doldurmaz. Allah Teâlâ ise tövbe edenin tövbesini kabul eder”hadisi şerifini ve daha birçoklarını bize nakleden Übey b. Ka’b(ra)Hz. Osman’ın hilafeti döneminde hicri 30’da vefat etmiştir. Allah Übey b. Ka’b,Hz’lerine rahmet etsin bizleri onun şefaatine nail etsin.Amin..

Çetin KILIÇ /LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org