Etiket arşivi: peygamberimizin arkadaşları

Abdullah İbn Ömer (ra)

Hazreti Ömer’in (ra) büyük oğlu ve Peygamber Efendimizin (sav) hanımı Hz. Hafsa’nın kardeşi olan Abdullah, 613 yılında Mekke’de doğdu. Annesi Zeynep bnt. Maz’un el-Cümeyhî’dir. Künyesi Ebu Abdurrahman’dır. Babasıyla birlikte Müslüman olmuştur.

Bedir ve Uhud savaşlarına katılmak istedi fakat Peygamberimiz(sav) tarafından küçük olduğundan dolayı izin verilmedi. Hendek Savaşına on beş yaşında katıldı.

 Hayber seferi, Mekke’nin fethi, Huneyn seferi, Suriye ve Irak’ın fethi, Yermük Savaşı, Nihavend Savaşı, Mısır’ın fethi ve Hz. Eyyüb el-Ensari’nin de aralarında bulunduğu İstanbul seferine katıldı. Yezid’in ölümünden sonra, halifeliğe aday gösterilmiş ancak, kendisi bu teklifleri kabul etmemiştir. Suffe Ashabı”nın da ileri gelenlerindendir. Abdullah ibn Ömer Ebu Hureyre’den sonra en çok hadis rivayet eden sahabedir, 2630 hadisi şerif rivayet etmiştir.

Bilmediği konularda asla fetva vermemiştir. İslam tarihinde müstesna bir yeri olan Hz. Abdullah, her hal ve hareketinde Peygamber Efendimizi (asm) örnek almıştır. Gece namazlarını ömrünün sonuna kadar terk etmemiştir. Hz. Peygamberin (sav) vefatından sonra Ona olan aşırı sevgisinden dolayı, yürüdüğü yollarda yürümüş, altında gölgelendiği ağacın altında oturmuş, o ağaçların kurumaması için sürekli sulamıştır. Servet bakımından sahabelerin ileri gelenlerinden olup yoksullara daima yardım etmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i nur adlı eserinde Abdullah ibn Ömer’in iktisat-israf özelliğinden şöyle bahsetmiştir.

“Sahabenin Abâdile-i Seb’a-i meşhuresinden olan Abdullah ibni Ömer Hazretleri ki, Halife-i Resulullah olan Faruk-u Âzam Hazret-i Ömer’in (r.a.) en mühim ve büyük mahdumu ve Sahabe âlimlerinin içinde en mümtazlarından olan o zât-ı mübarek çarşı içinde, alışverişte, kırk paralık bir meseleden, iktisat için ve ticaretin medarı olan emniyet ve istikameti muhafaza için şiddetli münakaşa etmiş. Bir Sahabe ona bakmış. Rû-yi zeminin halife-i zîşânı olan Hazret-i Ömer’in mahdumunun kırk para için münakaşasını acip bir hısset tevehhüm ederek, o imamın arkasına düşüp, ahvâlini anlamak ister.

Baktı ki, Hazret-i Abdullah hane-i mübarekine girdi. Kapıda bir fakir adam gördü. Bir parça eğlendi, ayrıldı, gitti. Sonra hanesinin ikinci kapısından çıktı, diğer bir fakiri orada da gördü. Onun yanında da bir parça eğlendi, ayrıldı, gitti.

Uzaktan bakan o sahabe merak etti. Gitti, o fakirlere sordu: “İmam sizin yanınızda durdu, ne yaptı?”

Herbirisi dedi: “Bana bir altın verdi.”

O Sahabe dedi: “Fesübhânallah! Çarşı içinde kırk para için böyle münakaşa etsin de, sonra hanesinde iki yüz kuruşu kimseye sezdirmeden, kemâl-i rıza-yı nefisle versin!” diye düşündü. Gitti, Hazret-i Abdullah ibni Ömer’i gördü, dedi:

Ya imam, bu müşkülümü hallet. Sen çarşıda böyle yaptın, hanende de şöyle yapmışsın.”

Ona cevaben dedi ki: “Çarşıdaki vaziyet iktisattan ve kemal-i akıldan ve alışverişin esası ve ruhu olan emniyetin, sadakatin muhafazasından gelmiş bir hâlettir, hısset değildir. Hanemdeki vaziyet, kalbin şefkatinden ve ruhun kemalinden gelmiş bir hâlettir. Ne o hissettir ve ne de bu israftır”

 Müslüman olan bütün kölelerini azat etmiştir. Sırf azat olmak için Müslüman olunduğu söylentilerine karşılık, “Bizi Allah ile aldatmak isteyenlere aldanmaya razıyız”  karşılığını vermiştir.

İmam Nâfi, Hz. Abdullah için: “Her zaman dualarında belirttiği gibi bin köle âzad ettikten sonra vefat etti” buyurmuştur.

Abdullah b. Ömer’in evinde misafir eksik olmazdı. Aksam yemeklerini yalnız yediği nadirdir. Mutlaka misafiri olur, olmazsa arar bulurdu. Kendisi de dostlarının evinde üç günden fazla misafir kalmazdı. Cuma’dan önce mutlaka yıkanır, abdest alır, güzel kokular sürünürdü. Her namaz için abdest alırdı.

  Abdullah b. Ömer musikiyi sevmezdi, Teganni ve saz seslerine kulaklarını tıkardı.

İbn Ömer sekil ve şemali hususunda babası Ömer’e çok benzerdi. Uzun boylu ve esmerdi

 Resûlullah(sav) efendimiz ona çok iltifat edip, Kıyamet günü herkesin beratı her işi ölçüldükten sonra verilir. Abdullah’ın beratı ise, dünyada verilmiştir buyurarak onu medh ve sena etmiştir

Abdullah b. Ömer – “Yâ Rabbi, bana cennet vacip olmadan canımı alma” diye dua etmiştir.

  İbn-i Ömer Hazretlerine Irak halkından biri:

-“İhramlı kimse sinek öldürse ne lâzım gelir?” deyince sert bir tavırla:

-“Rasûlüllah’ın sevgili torunu Hz. Hüseyin’i katlettiniz de, şimdi sineğin katlini mi soruyorsunuz?” diye sitem etmiştir.

Hac mevsiminde adamın biri ucu zehirli bir mızrak ile Abdullah b. Ömer’i ayağından yaraladı. Vücudu zehirlendi. Bu zehirlenme vefatına sebep oldu. 692 yılında Medine-i Münevvere’de vefat etmiştir.

Çetin KILIÇ /Lüleburgaz

Kaynaklar:

Hadis külliyatı, Risale-i Nur, Ehli Sünnet Büyükleri.

Abdullah İbn Abbâs (ra) Kimdir?

Abdullah ibn Abbas 619 yılında Mekke’de doğmuştur. Babası, Hz. Peygamberimizin (sav) amcası Hz. Abbas; annesi ise Hz. Hatice’den hemen sonra Müslüman olan Ümmü’l-Fazl Lübabe’dir. Müminlerin annesi Meymune’nin kız kardeşidir. Aynı zamanda Halid ibnu Velid’in teyzesinin oğludur. Abdullah’ın adını Peygamber Efendimiz(sav) koyarak, kendi terbiyelerinde yetiştirmişlerdir.

Babası Hz. Abbas, Abdullah doğar doğmaz onu Hz. Peygambere götürmüş, Rasûlullah (sav) de onu kucağına alarak: “Allahım! Onu dinde fakih kıl. Kitabının açıklamasını ona öğret” diye dua etmiştir.

Gençliğinde de Peygamber efendimiz tarafından birkaç kez başı okşanarak: “Allah’ım! Bütün ilim ve hikmeti bu başa ver, ona tevil ve tefsir’i öğret. Allah’ım! İnsanoğluna verdiğin her ilim ve hikmeti bunun göğsünde topla diye dua etmiştir.

Yaşının küçük olmasından dolayı Rasûlullah’ın evine ve özellikle teyzesi olan Hz. Meymune’nin hücresine rahatça girip çıkardı. O naklettiği hadis, tefsir ve fıkıh ilmine vukufu ile tanınır. Abdullah İbn Mes’ud, Onun için: “O, Kur’ân-ı Kerim’in tercümanıdır, müfessirlerin sultanıdır” demiştir.

 Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur Külliyatının Mektubat adlı eserinde, Abdullah ibn Abbas (ra)’dan dan şöyle bahseder;

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hz. Abbas ve dört oğlunu (Abdullah, Ubeydullah, Fazl, Kusem) bir perde (mülâet) altına alarak; “Ya Rabbi! Bu benim amcam ve babamın öz kardeşidir. Bunlar da onun çocuklarıdır. Onları bu perdeyle örttüğüm gibi, sen de onları Cehennemden öylece koru.” deyip dua etti. Birden, evin damı ve kapısı ve duvarları “Âmin, âmin” diyerek duaya iştirak ettiler. Yine aynı eserde Bediüzzaman, “Hz. Peygamberin duası öyle makbul olmuş ki, İbni Abbas ‘tercümanü’l-Kur’ân’ ünvan-ı zîşânını ve ‘habrü’l-ümme,’ yani ‘allâme-i ümmet’ rütbe-i âlisini kazanmış. Hattâ çok gençken, Hazret-i Ömer onu ulema ve kudema-yı Sahabe meclisine alıyordu” diyerek, Hz. Abdullah’ın duayı nebevi ile kazandığı makamları ifade etmektedir.

Abdullah ibn Abbas Yaşının küçüklüğüne rağmen yaşlı sahabelerle bir arada bulunmuştur. Yaşlı sahabelerin Nasr suresinin tefsiri konusunda herhangi bir düşünceleri olmayınca Hz. Ömer ;Yaşının küçük oluşu konuşmana engel olmasın diye buyurunca, Abdullah İbn Abbas bu surede Rasûlullah (sav)’ın ecelinin yaklaştığını işaret eden ifadelerin olduğunu söylemiş ve Hz. Ömer de onu tasdik etmiştir.

İbn Abbas’ın son derece disiplinli ve muntazam çalışma sistemi vardı. İşlerini titizlikle belli bir plan dâhilinde düzenlerdi. Bu planına önce kendi aynen uyardı. Haftanın belirli günlerinde geniş halk kitlesine dini ilimlerle ilgili dersler, dini ilimler dışında Arap dili, şiiri ve edebiyatı üzerinde etraflı konuşmalar yapardı.

 Afrika’daki Bizans genel valisi Georgios ve adamlarıyla ilmî tartışmalar yapmıştır. Georgios ve etrafındakiler O’nun akıl, zekâ, fikir kuvvetini ve ilim kudretini görerek: “Bu insan Arapların en derin âlimidir.” sonucuna varmışlardır.

Müşkilü’l-Kur’ân (Kur’ân-ı Kerim’in derinliklerine inme, bulma, çözme ve güçlükleri giderme) konusunu da ilk ele alan yine İbn Abbas’tır.

Birçok sahabeden ders ve bilgi almış, Hz. Osman’ın şahsına çok bağlı olup onun zamanında devlet kademelerinde görev almıştır, Hz. Osman’ın şehâdetinden önce evinin etrafında nöbet bekleyen büyük sahabelerin çocuklarıyla birlikte bulunmuş ve Halife’yi isyancılara karşı korumaya çalışmıştı. Cemel ve Sıff’ın savaşlarında Hz. Ali’nin yanında yer almıştır. Basra Valiliğinde bulunmuş valiliği sırasında kendisine atılan bir iftiraya dayanamayıp görevinden ayrılarak Mekke’ye gitmiş ve ömrünün sonuna kadar burada ilimle uğraşmıştır.

 Hz. Hüseyin’in Küfe’ye gitmek üzere yola çıkıp Kerbelâ’da şehit edilmesi Abdullah b. Abbas’ı bir hayli üzdü ve üzüntüsünden gözlerini kaybetmiştir.

İçki bütün fuhuşları doğurur. Günahların en büyüğüdür.”

Allah bir kulu sevdiğinde, mescide kayyum eder. Sevmezse hamama hizmetçi eder.”

Her hadisi herkese söylemeyin, aklı alacak adama söyleyin.”

Çocuklarınızın ilk sözü “Lâ ilâhe illallah” olsun gibi 1660 hadis rivayet eden,  en çok hadis rivayet eden yedi kişiden beşincisi âdeta zamanın bir ansiklopedisi olan Abdullah ibn Abbas, 687 yılında Taif’te yetmiş yaşındayken teslim-i ruh etti. Cenaze namazı Hazret-i Ali’nin oğlu Muhammed ibn-i El-Hânefiyye tarafından eda olundu. Kabrine indirilirken, Muhammed ibnül-Hanefiyye:”Kasem ederim ki, hatifin sesi bu dakikada İbn-i Abbas’ın ruhuna: “Ey içi yakın ve itminan ile dolu olan ruh, sen Rabbinden hoşnut, Rabbin senden hoşnut olduğu halde onun nezdine dön!’ demektedir.” dedi.

 Allah kendisinden razı olsun. Âmin.

Çetin KILIÇ/Lüleburgaz

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

Hadis Ansiklopedisi, sevde’de, Risale-i Nur Külliyatı, islamiyet. gen.

Sa’d Bin Muaz (Radıyallahü Anh) Kimdir?

590 senesinde, Medine’de doğdu. Müslüman olmadan önce, Medine’deki Evs kabilesinin reisiydi.  Babası Muaz bin Numan, Annesi Kebşe binti Râfi’, hanım sahabelerdendir.  Künyesi Ebu Amr, lâkabı Seyyid-ül-Evs’dir.

çölde hurma ağacıMus’ab bin Umeyr Faaliyetlerini yürütmek üzere Sa’d bin Muaz’ın teyzesinin oğlu olan Es’ad bin Zürare’nin evinde yerleşmişti. Sa’d bin Muaz  Es’ad bin Zürare’nin evinde ne yaptıklarını öğrenmesi için Üseyd bin Hudayr’ı, gönderdi.

Üseyd bin Hudayr, Mus’ab bin Umeyr’in bulunduğu eve gitti.  Kur’an-ı Kerim okuyorlardı, Kur’ân-ı Kerim ayetlerini dinleyince, kendinden geçip, “Bu ne güzel şey!” dedi. Sonra da “bu dine girmek için ne yapmak lâzımdır?” dedi. Anlattılar ve Üseyd bin Hudayr, kelime-i şehâdet söyleyerek Müslüman oldu.

 Doğruca Sa’d bin Muaz’ın yanına vardı. Sa’d bin Muaz O’nu görünce “Ne yaptın yâ Üseyd?” diye sordu. “Mus’ab bin Umeyr ile konuştum, onların bir fenalığını görmedim.” dedi.

Sa’d bin Muaz, Üseyd bin Hudayr’ın bu sözleri üzerine Es’ad bin Zürare’nin yanına kendisi gitti son derece huzur ve sükûn içerisinde oturup, sohbet ediyorlardı bir kenara oturarak onları dinlemeye başladı. Mus’ab bin Umeyr, Sa’d bin Muaz’a önce İslâmiyeti anlattı. İslâmiyet’in esaslarını açıkladı. Sonra tatlı ve güzel sesiyle Kur’ân-ı Kerîmden bir miktar okudu. O okudukça Sa’d bin Muaz’ın hâli değişiyor, kendinden geçiyordu. Kur’ân-ı Kerîmin eşsiz belagatı karşısında kalbi yumuşadı ve büyük bir tesir altında kaldı. Kendini tutamayıp, “Siz bu dine girmek için ne yapıyorsunuz?” dedi. Mus’ab bin Umeyr hemen O’na kelime-i şehâdeti öğretti. O da, “Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlûh”diyerek müslüman oldu.

 Evine gidip öğrendiği gibi gusül abdesti aldı. Sonra da kavminin toplanmasını istedi “Ey Benî Abd-ül-Eşhel, siz beni nasıl tanırsınız?” dedi. Onlar da hep bir ağızdan, “Sen bizim reisimiz ve büyüğümüzsün, biz sana tâbiyiz.” dediler. Sa’d bin Muaz, onların bu sözleri üzerine, “O hâlde hepinize haber veriyorum. Ben Müslüman olmakla şereflendim. Sizin de Allahü teâlâya ve O’nun Resul’üne iman etmenizi istiyorum. Eğer iman etmezseniz sizin hiçbirinizle konuşmayacağım, görüşmeyeceğim…” dedi.

Beni Abd-ül-Eşheloğulları, reisleri Sa’d bin Muaz’ın Müslüman olduğunu ve kendilerini de İslâm’a davet ettiğini duyar duymaz hep birlikte Müslüman oldular. O gün akşama kadar Medine semalarını kelime-i şehâdet ve tekbir sedalarıyla çınlattılar. Bu hâdiseden kısa bir müddet sonra bütün Medine halkı, Evs ve Hazrec kabileleri İslâmiyeti kabul edip, iman ettiler. Her ev İslâm nuruyla aydınlandı. Sa’d bin Muaz ve Üseyd bin Hudayr, kabilelerine ait bütün putları kırdılar. Bu durum sevgili Peygamberimize (s.a.v.) bildirildiğinde çok memnun oldu. Mekkeli müslümanlar sevince gark oldular. Bu sebeple O seneye (m. 621) sevinç yılı denildi.

Sa’d bin Muaz (r.a.), ikinci Akabe bîatında bulunup, Resûlullah’a (s.a.v.) bîat etti. Peygamberimiz (s.a.v.) Medine-i Münevvere’ye hicret edince Sa’d bin Muaz’ı (r.a.), Sa’d İbn-i Ebî Vakkas (r.a.) ile kardeş yaptı.

 Sa’d bin Muaz Bedir Savaşı’na katılarak, Bedir Eshâbından olmakla da şereflendi. Bedir Savaşı’ndan sonra Uhud Savaşı’na da katılan Sa’d bin Muaz (r.a.) gösterdiği cesaret ve kahramanlıkla Eshâb-ı kirâm arasında çok sevildi. Bu savaşta oğlu Amr bin Sa’d şehîd oldu. Sa’d bin Muaz müşriklerle yapılan Hendek Savaşı’na da katıldı.Savaş sırasında İbni Araka adlı bir müşrikin attığı ok ile kolundan yaralandı. Ok atardamara isabet edip, çok kan kaybına sebep oldu. Hz. Sa’d yaralı bir halde etrafındakilerin kanı durdurmak için uğraştıklarını görerek, durumunun ciddi olduğunu anladı ve “Yâ Rabbi, Kureyş harbe devam edecekse bana ömür ihsan eyle. Eğer aramızdaki harp sona eriyorsa beni şehîdlik mertebesine yükselt.” diye dua etti.

Peygamberimiz (s.a.v.) mescide bir çadır kurdurarak Sa’d bin Muaz’ı oraya yatırttı. Benî Kureyza yahudileri Peygamberimizle (s.a.v.) anlaşma yaptıkları halde Hendek Savaşı’nın en kritik anında, müşrikler tarafına geçmişler, Müslümanları arkadan vurmaya kalkmışlardı Bu sebeple Hendek Savaşı’ndan hemen sonra Benî Kureyza yahudileri muhasara altına alındı, kuşatma bir ay sürdü. Sonunda teslim oldular. Haklarında verilecek hüküm için Sa’d bin Muaz’ı hakem olarak istediler.  Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.), Sa’d bin Muaz’ı (r.a.) yattığı çadırından getirtti.

O yahudilere “Ne hüküm verirsem râzı mısınız?” dedi. “Evet, razıyız.” dediler. Bunun üzerine Sa’d bin Muaz, Benî Kureyza erkeklerinin boynunun vurulmasına hükmetti. Bu hüküm gereğince erkeklerin boynu vuruldu. Kadınlar ve çocuklar esir alınıp, mallarına el konuldu. Benî Kureyza’dan bazı erkekler ise Müslüman olup, kurtuldular.

 Sa’d bin Muaz bu hükmü verince Peygamberimiz (s.a.v.) “Onlar hakkında Allah’ın ve Resûl’ünün hükmüyle hükmettin.” buyurdu.  Hükmü verdikten sonra tekrar çadırına götürüldü. Yarası ağırlaşıp, durumu şiddetlenmişti. Peygamber efendimiz (s.a.v.) yanına gelip onu kucakladı ve “Allah’ım; Sa’d, senin rızan için senin yolunda cihad etti. Resûl’ünü de tasdik etti. Ona kolaylık ihsan eyle…” buyurarak duâ etti.

Sa’d bin Müaz’ın yakınları onu kaldığı çadırdan Abd’ül-Eşheloğullarının evine götürdüler. O gece durumu çok ağırlaşmıştı. Cebrail aleyhisselâm Peygamber efendimize (s.a.v.) gelip “Yâ Resûlallah! Bu gece senin ümmetinden vefât edip de vefâtı melekler arasında müjdelenen kimdir?” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) hemen Sa’d bin Muaz’ın halini sordu. Evine götürüldüğünü söylediler. Peygamberimiz (s.a.v.) yanında Eshâb-ı kirâm’dan bazıları olduğu halde süratle Sa’d bin Muaz’ın yanına gitti. Yolda süratli gitmeleri sebebiyle Eshâb-ı kirâm “yorulduk Yâ Resûlallah” dediler. “Melekler Hanzala’nın cenazesinde bizden önce bulundukları gibi Sa’d’ın da cenazesinde bizden önce bulunacaklar biz önce yetişemeyeceğiz.” buyurarak hızlı gitmelerinin sebebini açıkladı. Peygamberimiz (s.a.v.) Sa’d bin Muaz’ın yanına gelince Onu vefât etmiş olarak buldu. Başucuna durup; Sa’d bin Muaz’ın künyesini söyleyerek “Ey Ebû Amr sen reislerin en iyisi idin. Allah sana se’âdet, bereket ve en hayırlı mükâfatı versin. Allaha verdiğin sözü yerine getirdin. Allah da sana va’d ettiğini verecektir.” buyurdu. Onun vefâtı Resûlullah (s.a.v.) ve Eshâb-ı kirâm’ı çok üzdü, gözyaşı döküp ağladılar. Peygamberimiz (s.a.v.) cenaze namazını kıldırdı, cenazesini taşıdı

Eshâb-ı kirâm, Sa’d bin Muaz’ın (r.a.) cenazesini taşırken, “Yâ Resûlallah (s.a.v.) biz böyle kolay taşınan cenaze görmedik” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) “melekler indi onu taşıyorlar” buyurdu. Cenazesi giderken münafıklar da kötülemek için ne kadar da hafif dediklerinde, Peygamberimiz (s.a.v.) “Sa’d’ın cenazesine yetmişbin melek indi. Şimdiye kadar yeryüzüne bu kadar kalabalık halde inmemişlerdi.” buyurdu.

 Ebû Said’il Hudrî dedesinin şöyle dediğini nakletmiştir: “Sa’d bin Muaz’ın (r.a.) kabrini kazanlardan biri de bendim. Ona kabir kazmaya başlayınca biz kazdıkça etrafa kabirden misk kokusu yayıldı.” Şurahbil bin Hasene de şöyle demiştir “Sa’d bin Muaz defn edilirken birisi kabrinden bir avuç toprak almıştı. Sonra onu evine götürünce o toprak misk oldu.”

Cenazesi kabre indirilirken Peygamberimiz (s.a.v.) kabri başında oturup, mübârek gözleri yaşardı ve mübârek sakalını eliyle tutup çok üzüldü. Hadîs-i şerîfte “Sa’d İbn-i Muaz’ın ölümünden dolayı arş titredi.” buyuruldu.  Ebû Bekir ve Hz.Ömer’de O’nun için ağladı Sa’d bin Muaz ancak beş sene kadar Resûlullah (s.a.v.) ile beraber bulunup, daima cihad etti.. 37 yaşında olduğu halde genç olarak şehit oldu ve rahmete kavuştu.

 Sa’d bin Muaz hazretleri; “Ben üç şeyde kuvvetli olduğum kadar, hiçbir şeyde kuvvetli olmadım. Birincisi namazdadır. Müslüman olduğumdan beri başladığım hiç bir namazda, bir an önce bitirsem diye hatırıma bir şey gelmedi. İkincisi; bir cenazeye yardıma çıktığımda cenaze defin edilinceye kadar, ölümden başka hatırımdan hiç bir şey geçmezdi. Üçüncüsü; Resûlullah’ın (s.a.v.) her buyurduğunu kabul ettim, bunda hiç tereddüt etmedim.”

Allah onlardan razı olsun!

İslâm dünyasında doğmuş öyle insanlar vardır ki, Müslüman olmuş ancak iki adım dahi ilerleyememişlerdir. Bu insanları görünce Sa’d b. Muaz’ hazretlerini dahi iyi anlıyoruz.

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

Kaynaklar:

1- Hadis ansiklopedisi,

2-resulullah.org,

3- sadbinmuaz.com,

Huzeyfe Bin Yeman (r.a.) Kimdir?

Huzeyfe(ra) Medine’de doğdu. Babası Hisl bin Cabir, annesi de Rebab bint Ka’b’dır. Ensardandır. Künyesi, Ebu Abdullah Huzeyfe bin Hisl (Huseyl) bin Cabir şeklindedir. Baba-oğul Bedir Savaşı’ndan önce Müslüman oldular. Bedir Savaşı’na katılamadılar. Çünkü savaşa katılmak üzere yola çıkarken Müşrikler tarafından yakalandılar. Huzeyfe(ra), Bedir Savaşı dışında kalan diğerlerinin hemen hepsine katıldı. Babası yaşlı olmasından dolayı ordu ile birlikte gitmedi ancak, Allah yolunda cihada katılmak arzusu ve Uhud’dan gelen haberlerin de etkisiyle daha fazla dayanamayarak savaş meydanına hareket etti. Savaşa katıldıktan sonra hiç farkına varmadan Müşriklerin arasına karıştı. Akabinde yanlışlıkla müşrik zannedilerek Müslümanlar tarafından öldürüldü ve şehit oldu.

Huzeyfe(ra), gerek savaşlarda gösterdiği kahramanlık ve gerekse sair zamanlardaki örnek davranışlarıyla gönüllerde taht kurdu.  Hz. Ömer(ra)’in “Ben, Allah’tan Ebu Ubeyde, Muaz bin Cebel ve Huzeyfe bin Yeman gibi mücahitler isterim” buyurmuştur.

 Huzeyfe(ra), Peygamber Efendimizin (sav) kâtipliğini de yaptı. Üstün meziyetleriyle her zaman güven verdi. Peygamber Efendimiz, bir defasında, “Benden sonra size bir şahsı halife tayin edebilirim, fakat siz ona itaat etmezseniz azaba çarpılırsınız. Ancak, Huzeyfe ne söylerse onu tasdik edin, söylediklerini kabul edin“buyurdu.

Resulullah (sav)’ efendimizin sır arkadaşıydı .“Kıyamet gününe kadar olmuş olacak şeyleri Resulullah(sav) bana haber verdi.” diyordu Hz. Ömer, işte bu özelliklerinden dolayı Huzeyfe(ra)’yi yakından takip etti. Fitneler ve münafıklar konusunda sürekli düşüncelerine başvurdu. Özellikle cenaze namazlarında onun olup olmadığına dikkat etti. Gittiği cenaze namazında eğer Huzeyfe(ra) yoksa o da namaza katılmadı.

Risale-i Nur’da kendisinden “mühim zat ve sahabenin büyüklerinden” şeklinde söz edilmektedir.

Huzeyfe, Şakk-ı Kamer mucizesine şahit olan ve bu mucizeyi nakleden sahabelerden biriydi.

Hz. Ömer halife seçildikten sonra, Huzeyfe’yi Selmân-ı Fârisî’den boşalan Medayin valiliğine tayin etti. Huzeyfe de tayin edildikten sonra, Medain şehrine merkebinin sırtında girdi maaş olarakta sadece kendisi için doyacak kadar yiyecek ve merkebi için de yem istedi.

Şehrin imarına çalıştı, Nihavend Savaşına katıldı, Hemedan, Rey ve Dinever şehirlerini fethetti. Huzeyfe(ra) İrminiye seferi sırasında Iraklı ve Suriyeli askerlerin Kur’an-ı Kerim’i farklı kıraatlerde okuduklarını gördü.(haşiye). Bu durumun ileride karışıklığa sebebiyet vereceğini düşünerek, Hz. Ebubekir (ra) zamanında toplatılan nüshaların çoğaltılmasını ve İslam beldelerine gönderilmesini istedi.

Fitnenin evvela hak kisvesine büründüğünü, cahil kimselerin bunu hak zannettikleri ve akabinde insanları önüne katıp götürdüğünü belirtti.

Kendisine fitnenin çok olduğu yerlerin nereler olduğu sorulduğunda “İdarecilerin kapılarıdır.”buyurdu.

Huzeyfe(ra), çevresinde bulunan birine, insanların en kötüsünü öldürmesi halinde, bu duruma sevinip sevinmeyeceğini sordu. “Sevinirim,” karşılığını aldıktan sonra ona, “o zaman öldürdüğün kişiden daha kötü olmuş olursun,” şeklinde ikazda bulundu.

Allah korkusu ve Resulullah(sav)’a olan hasreti Hz. Huzeyfe’ye o kadar tesir ediyordu ki, bilhassa son zamanlarında, yani ahiret yurduna yaklaştığını anladığı sırada bu durumu iyice hissediyordu. Zaman zaman da ağlıyordu. Sordular: “Ey Peygamber dostu, neden ağlıyorsun?” Cevap verdi: “Ben dünyadan ayrı kalacağıma üzülmüyorum, aksine ölüm benim için daha sevimlidir! Lakin Rabbimin rızasına uygun olarak yaşayıp yaşamadığımı kesin olarak bilmiş değilim…”

Fâni âlemden ayrılacağı sırada ise şöyle dua ediyordu:

“İşte bugün dünyadaki son, ahretteki ilk günümdür. Allah’ım, Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun; Sana kavuşmayı benim için hayırlı ve mübarek kıl, benim hakkımda iyi muamele et.”

Huzeyfe(ra), Hz. Ali’nin halife seçilmesinden kısa bir süre sonra 656 yılında Medain’de Hakk’ın rahmetine kavuştu. Allah ondan razı olsun.

(haşiye):Allah Resulü (sav) Efendimiz ”Cebrail (asm) Kur’an-ı bana tek lehçede okudu. O’ndan diğer lehçelerle okunmasını istedim ısrar edince başka lehçelerle de okudu. Ben daha fazla lehçede okunmasını istedim yedi harf-lehçeye kadar okudu”

Sahabe efendilerimiz çeşitli vesilelerle Kur’an-ı birbirinden farklı okuduklarını anlayınca Allah Resulu (sav),onlara bunu açık bir şekilde izah etti. Sahabeler kuranın yedi lehçelerde okumalarını sorun etmediler.

İslam coğrafyası genişledikçe Kur’an-ın daha çabuk ve kolay ezberlenmesi ve anlaşılması için yedi lehçede indiği konusu insanlara yeterince anlatılamadı. Farklı lehçelerde kuran okuyanlar zaman zaman tartışıyorlardı. Bir süre sonra kendi okuyuşlarının doğru diğerlerinin yanlış olduğunu söylemeye başladılar. Huzeyfe (ra) Halife Hz Osman (ra) gelerek; Ey müminlerin emri bu ümmetinde Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi kitap konusunda anlaşmazlığa düşmeden yetişip sorunu çöz” buyurdu.

Bunun üzerine Hz Osman(ra)  Kur’an’ı en güzel okuyan Zeyd bin Sabit(ra) ve en güzel konuşan Said bin As(ra)’ı görevlendirdi. Daha başka sahabelerde heyete katılarak uzun bir çalışma sonunda Kureyş lehçesine göre yedi Kur’an-ı Kerim yazıldı bunlar, Basra, Küfe, Şam gibi merkezlere gönderildi.

 Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar: Hadis külliyatı, Resulullah org, Risale-i Nur külliyatı, Çocuk sahabeler, Risaleinurenstitüsü.

Hz. Ali (R.A) Kimdir? (598-661)

Hazreti Ali (ra) 598 yılında Mekke’de Kabe’nin içinde doğmuştur. Peygamberimiz (sav)’in amcası Ebu Talibin oğlu olan Ali’yi doğduğunda kucağına alıp bizzat evine kadar götürmüştür. O yıllarda Peygamber(sav) efendimizde Ebu Talib’in evinde kalıyordu. Hazreti Ali'(ra)ye “Ali” isminide Hazreti Muhammed(sav) vermiştir. Annesi Fatıma Binti Esed, Peygamberimiz(sav)’in dedesinin kardeşinin kızıdır. Peygamberimiz(sav)de kendisine “anneciğim” diye hitab ederdi.

Babası Peygamberimiz(sav)i yetim ve öksüz kaldığında yanına alıp 43 yıl himayesinde bulunduran amcası Ebu Talib’tir. Mekke’de kuraklık baş gösterip Ebu Talib’in çocuklarını bakamaz hale getirince Peygamberimiz(sav)in diğer amcalarından Abbas, Ali’nin kardeşi Cafer’i Hazreti Muhammed(sav) de Ali’yi büyütmek üzere yanlarına aldılar.

Hazreti Ali(ra) o günleri şöyle anlatır;

“Çocuktum henüz, o beni bağrına basar, yatağına alırdı, beni koklardı, lokmayı çiğner, ağzıma verir yedirirdi… Ben de her an, devenin yavrusu, nasıl anasının ardından giderse, onun ardından giderdim; o her gün bana huylarından birini öğretir ve ona uymamı buyururdu. Her yıl Hira Dağı’na çekilir, kulluğa koyulurdu. Onu ben görürdüm, başkası görmezdi. Beni omuzuna alır Mekke’nin dağlarında, vadilerinde, sokaklarında dolaştırırdı.

Hazreti Ali(ra) Hatice validemizden sonra Müslüman olan ikinci kişidir.

Peygamberimiz(sav)’i Hazreti Hatice ile namaz kıldıklarını görünce, “Bu ne?” dedi.

Peygamberimiz(sav)de;

-Ya Ali bu Allah’ın seçtiği beğendiği dinidir, ben seni bir olan Alllah’a inanmaya davet ediyorum, dedi

Ali;

“Ben bu hususta babama danışayım” deyince Peygamber(sav) “Ya Ali sana söylediğimi yaparsan yap yapmayacak olursan gördüğünü kimseye söyleme” dedi.

Bütün gece uyuyamayan Ali sabah vaktinde Hazreti Muhammed(sav)in yanına varır. Dünkü davetini kabul etim şahadet getirip namaz kılmak istiyorum” der Hazreti Muhammed(sav);

-Babana danıştın mı? diye sorar.

Hz. Ali;

-Hayır Allah beni yaratırken babama danışmadı, ben Allah’a inanmak için niçin babama sorup danışayım? diye cevap veren10 yaşlarındaki bu çocuk Nur çocuk islam defterinin bir numarası olmuştur.

İlmin kapısı olan Hazreti Ali(ra);

Yemin ederimki ben Kur’an-ı Kerim’den inen her ayetin nerede indiğini neye ve kime dair olduğunu bilirim” diyerek ilminin erişilmezliğini ortaya koymuştur.

Gayb alemi açılsa her şeyi görsem yakinim artmayacak diyebilecek kadarda iman yüklü idi.

Peygamberimiz(sav) kendisine çok güvenirdi Hazreti Ali(ra)’yle kabeye gizlice girip putları yere düşürüp kırmışlardır.

Peygamberimiz(sav) kendisini çok küçük yaşta olmasına rağmen Yemen’e kadı olarak göndermiştir. Gitmekte tereddüt eden Hazreti Ali’ye Allah senin kalbine doğruyu gösterecek dilini doğurlukta sabit kılacak davalılar önünda oturduklarında her ikisinide dinlemeden hüküm verme diye nasihatta bulunmuştur.

Hazreti Ali(ra) “Vallahi bundan sonra hiç tereddüde düşmedim.”diyor.

Peygamber(sav) efendimiz hicret ettiği gece canını ortaya koyup O’nun yatağına yatmış ve bu fedakarlığından dolayı “İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını arayıp kazanmak amacıyla canını satar.” (Bakara/207)ayeti kerimesi nazil olmuştur.

Peygamberimiz(sav) emniyetli bir şekilde Mekke’den uzaklaşınca, İslâm Peygamberi(sav)’ne emanet edilen çeşitli emanetleri sahiplerine iade ederek annesini, Resul-ü Ekrem’in kızı Fatma’yı başka iki kadınla birlikte alıp Medine’ye doğru hareket etmiştir. 450 km lik sarp yolları zorluklarla aşarak Medine’ye vardıklarında Hazreti Muhammed(sav) kendilerini karşıladı, hallerini görünce boynuna sarıldı, ağladı, bağrına bastı.

Hayber’de yetmiş kişinin yerden zorla kaldırabildiği kapıyı omuzlayıp kar makinası gibi yolları açarak zaferin kazanılmasında önemli rol oynamıştır.

Hazreti Ali namazı öyle kılardı ki vücuduna batan bir oku namaz kılma esnasında çıkarmışlar hiç acı duymamıştır. Canın yanmadı mı? diye soranlarada “Kuşu kafesten salıverdikten sonra kafesi parçalayacak olsanız kuşun bundan haberi olurmu?“diye cevap vermiştir.

Orta boylu, buğday renkli, ak ve uzun sık sakallı idi, yüzü çok güzeldi, gözleri genişti, göğsü enli, başı saçsız idi.

Son derece kuvvetli bir hatipti, her nutku belagat şaheseridir.

Nahiv ilminin esasları hazreti Ali tarafından vaz olunmuştur. Halife olmadan önce nasıl yaşıyorsa halife olduktan sonrada öyle yaşamıştır.

Servet sahibi bir adam olmamakla beraber son derece kerim idi.

Harb ederken dahi düşmanlarına acır, haddi tecavüz etmezdi. Hazreti Ali reyinin isabeti ile meşhurdur.

Gecenin karanlığında mihraba gelir, ibadet eder, düşünürdü. Dünya onu hiç aldatmadı.

Hazreti Osman(ra)’ın evi muhasara altına alınınca oğulları ile yardıma koşmuş Hazreti Osman(ra) şehit olduğundada oğulları Hasan(ra) ile Hüseyin(ra)’e fena halde hakaret etmiş, Talha(ra)nın oğlu Muhammed ve Zübeyr(ra)’in oğlu Abdullah’a ağır sözler söylemiş “siz yaşarken onun şehit düşmesine nasıl imkan bıraktınız” demiştir

25 yıl birlikte kaldığı Allah Resulü(sav) efendimizden 586 adet Hadisi şerif rivayet etmiştir.

Hazreti Fatıma ev işlerinde çok yoruluyordu, birlikte Peygamberimiz(sav)’e gidip bir hizmetçi istemişlerdi. Peygamberimiz(sav)’de kendilerine yatarken 33 Allahuekber ,33 Elhamdülillah, 33 Sübhanallah demeniz hizmetçiden daha faydalıdır deyip geri göndermiştir.

Peygamberimiz(sav) Medine’de tüm müslümanları birbirleriyle kardeş yapmış Hazreti Ali(ra)’yide kendine kardeş etmiştir, kızı Fatıma’yıda Hazreti Ali’ye nikahlamış onu damadı yapmıştır.

Tebük seferi hariç Efendimiz(sav) katıldığı tüm seferlere katılmıştır. Bedir savaşında tek başına 20 Uhud’da 9 kişiyi öldürecek kadar kuvvetli ve savaşçı idi Cebrail(as)’da Hazreti Ali’nin yiğit ve fedai olduğunu söylemiştir.

Hendek savaşında Amr Bin Abduved’i öldürerek zaferde önemli bir yeri olmuştur.

Hazreti Ali(ra) Sıffin’de zırhını düşürmüştü. Savaştan sonra bir Hıristiyan’da görünce, “Bu zırh benimdir!” diye dava etmiştir Hıristiyan inkâr edince Kûfe Kadısı Hazreti Şureyh Hazreti Ali (ra)’den şahit istemiştir. Şahitlerden biri oğlu Hasan olunca Kadı, “Evladın babası lehine şahitliği şer’an makbul değildir.” diyerek yeni bir şahit talep etmiştir. Hazreti Ali’nin Hazreti Ali’ den başka şahidi yoktur deyince dava düşmüştür. Kadı Şureyh’in hassasiyeti Hazreti Ali(ra)’nin hoşuna gitmiştir. Davalı ise hayretler içinde kalmıştır Zırhı aldıktan sonra birkaç adım ilerleyip durmuş, sonra geri dönüp, “Bu mahkemenin verdiği hüküm ancak Peygamber’in hükmü olabilir!” diyerek Müslüman olmuş, zırhın Hazreti Ali(ra)’ye ait olduğunu söyleyerek geri vermiştir Hazreti Ali(ra) bu manzara karşısında zırhı geri almayıp bu yeni Müslüman kardeşine bağışlamış, ona bir de at hediye etmiştir .

Hazreti Muhammed(sav)’in vefatında 33 yaşında olan Hazreti Ali Peygamberimiz(sav)’in yıkanması ve kefenlenmesi işlemini bizzat kendisi yapmıştır.

Hazreti Ali yüzünü hiç puta dönmeden islamla şereflendiği için “kerremellahu veche” ünvanını almıştır.

Hazreti Muhammed(sav)’in hem damadı hem de amcasının oğlu olan Hazreti Ali(ra) fitnenin bir kasırga halinden her tarafı kasıp kavurduğu bir ortamda halife oldu. Hazreti Ali(ra)’nin halife oluş şartları tek kelimeyle yürek parçalayıcıydı, gerçekten ilginç bir durum vardı. Bir taraftan kimsenin haksız yere burnunun bile kanamasını istemeyen yeni yönetim; öbür tarafta Müslümanların emiri, Hazreti Peygamber(sav)’in damadı, dünyada iken cennetle müjdelenmiş bir cennet insanı. Hazreti Peygamber(sav)in bile haya ve edebine saygı duyduğu, aynı saygıyı meleklerin bile duyduğunu ifade ettiği bir halifenin yerde duran kanlı cenazesi…

Hazret Ali(ra), 4 yıl 9 ay süren hilafet’i müddetinde Peygamber(sav)’in siretine uyup, hilafet’e inkılap ve kıyam ruhu verdi. Toplumda çeşitli ıslahlara baş vurdu.

Hazreti Ali(ra) çıkan karışıklıkları yatıştırmak için Basra yakınlarında Ayşe, Talha ve Zübeyr gibi İslamiyetin tanınmış simaları ile karşılaştı bu olay Cemel Vakası adıyla bilinmektedir.

“Cemel Vakası Hazreti Ali(ra) ile Hazreti Talha(ra), Hazreti Zübeyr(ra) ve Hazreti Aişe-i Sıddika(ra) arasında olan muharebe; adalet-i mahza ile adalet-i izafiyenin mücadelesidir:

Bu olayları Bediüzzaman Hazretleri şöyle değerlendiriyor:

“Hazreti Ali(ra), adalet-i mahzayı esas edip,Hazreti Ebubekir(ra)ve Hazreti Ömer(ra) zamanındaki gibi o esas üzerine gitmek için içtihad etmiş. Muarızları ise Hazreti Ebubekir(ra), Hazreti Ömer(ra) zamanındaki islamın gücü adalet-i mahzaya müsait idi. Fakat,zamanın ilerlemesiyle İslamiyetleri zayıf muhtelif akvam, hayat-ı içtimaiyeye girdikleri için, adalet-i mahzanın tatbikatı çok müşkül olduğundan, “ehvenü’ş-şerri ihtiyar” denilen adalet-i nisbiye esası üzerine içtihad ettiler. Münakaşa-i içtihadiye siyasete girdiği için muharebeyi intaç etmiştir. Madem sırf “Lillah” için ve İslamiyetin menafii için içtihat edilmiş ve içtihattan muharebe tevellüt etmiş; elbette hem katil, hem maktul ikisi de ehl-i cennettir… İkisi de ehl-i sevabdır diyebiliriz. Her ne kadar Hazreti Ali(ra)’nin içtihadı isabetli ve mukabilindekilerin hata ise de, yine azaba müstahak değiller. Çünkü, içtihat eden hakkı bulsa, iki sevap var. Bulmazsa, bir nevi ibadet olan içtihat sevabı alarak bir sevap alır. Hatasından mazurdur.

Bediüzzaman Hazretleri, Hazreti Ali(ra)’nin başına gelenleri ise şöyle yorumluyordu.

“O mübarek zat, siyaset ve saltanattan ziyade, daha çok mühim başka vazifelere layık idi. Eğer tam muvaffakiyeti siyasiye ve tamamen saltanat olsaydı. “Şah-ı Velayet” unvan-ı manidarını bihakkın kazanamayacaktır. Halbuki zahiri ve siyasi hilafetin pek çok fevkinde manevi bir saltanat kazandı ve Üstad-ı küll hükmüne geçti; hatta kıyamete kadar saltanat-ı manevisi baki kaldı.

Peygamberimiz(sav)’e Cebrail (as) tarafından vahiy yoluyla getirilmiş olan ve Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin düzenli okuduğu virdlerden biri olan tüm tazeliğiyle günümüze kadar ulaşan ilim hazinesi,mahlukat ilimlerinin içinde toplandığı “celceletüye” Hazreti Ali(ra)’nin manzumei kasidesidir.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur’da Celcelutiye hakkında bazı malumatlar vermiştir. Yazımızda onlarada yer vermeyi uygun bulduk.

“Celcelutiye’nin esası ve ruhu olan, ‘El-Kasemü’l-Cami ve Ed-Da’vetü’ş-Şerife ve El-İsmü’l-Azam (dır.)’ İmam-ı Ali Radıyallahü Anh’ın en mühim ve en müdakkik Üveysî bir şakirdi ve İslâmiyet’in en meşhur ve parlak bir hücceti olan Hüccet-ül İslâm İmam-ı Gazalî (ra) diyor ki: ‘Onlar vahy ile Peygamber(sav)’e nâzil olduğu vakit Hareti Ali(ra)’ye emretti: Yaz. O da yazdı. Sonra nazmetti.’ İmam-ı Gazalî (ra) diyor: “…Şüphesiz o, dünya ve ahret hazinelerinden bir hazinedir.”

Celcelutiye’nin aslı vahiydir ve esrarlıdır ve gelecek zamana bakıyor ve gelecekteki işlerden haber veriyor.

Hazreti Ali(ra)’ın en meşhur Kaside-i Celcelutiyesi, baştan nihayete kadar bir nevi hesab-ı ebcedî ve cifir ile te’lif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmış.”

“Celcelutiye, Süryanice bedi’ demektir ve bedi’ manasındadır.

Hazreti Ali, Nehrevan Savaşı’nda rakiplerini ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu savaştan sonra, Hariciler’den üç kişi Mekke’de Müslümanların siyasi durumları hakkında bazı müzakereler yaptıktan sonra Ali, Muaviye ve Amr bin As’ı öldürmeyi kararlaştırdılar. Bu üç kişiden Abdurrahman bin Mulcem, Ali’yi öldürmeyi üstlendi ve Kufe’ye hareket etti. Ramazan ayının 19. günü şafak vakti namaz kılarken zehirli kılıcıyla Hazreti Ali’yi yaralamıştır.

İbni Mülcem yakalanıp huzuruna getirildiğinde, bunun yemeğini yedirip, istirahatini temin edin. Yaşayacak olursam cezalandırır ya da affederim. Ölürsem cezasını verin, fakat sakın haddi aşıp Müslümanların kanına girmeyin. Zira Allah haddi aşanları sevmez!” buyurmuştur

Hazreti Ali(ra), Abdurrahman bin Mulcem’in kılıç darbesinden sonra şöyle dedi: Kabe’nin Rabbine andolsun ki, kurtuluşa erdim!.

ölümüm aç iken gelsin” diyen Hazreti Ali(ra), oğullarına “Allah’a kulluktan ayrılmayın dünya size gelsede siz ondan kaçın daima hakkı söyleyin her işiniz Allah için olsun” diye vasiyet etmiştir.

İki gün evinde yattıktan sonra, 661 yılında 63 yaşında iken Küfe’de Ramazan ayında âyeti kerimeler okuyarak âhiret sınırına yaklaşmış, sonunda “Lâ İlâhe illallah Muhammedun Rasûlullah” diyerek bu dünyadan çekilmiş cennet yurduna adımını atmıştır. Hazreti Ali(ra)’yi oğulları Hasan ve Hüseyin yıkamışlar namazını Hasan kıldırmış Kabri Irak’ın Necef şehrindedir

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

1)Hadis Ansiklopedisi

2)Sevgi Kutupları

3)Hayatüs Sahabe

4)Risale-i Nur Külliyatı

Not: Ümmetin Yıldızları  ve En Güzel Örnekleri Olan Sahabelerin Hayatları İçin Tıklayınız