Etiket arşivi: sahabi

Cerir İbni Abdullah El Beceli (R.A.) Kimdir?

Yemen aşîretlerinden Becîle kabilesinin reisi olanve yakışıklı, yiğit bir sahabe idi. Hz. Ömer (r.a) onun hakkında: “Cerir İbni Abdullah bu ümmetin Yusuf’udur” derdi.

Bir bineğe bindiği zaman,ayakları neredeyse yerde sürüyecek kadar uzun boylu idi. Ayakkabısının uzunluğu ise 68 cm dir. Cerir bin Abdullah el-beceli tertemiz, pırıl pırıl görkemli ve edeb abidesi olan bir sahabe idi.

Ebu Amr künyesiyle anılan Cerir, yahudi bir tacirle Hazreti Musa ve Tevrat hakkında konuştuktan sonra islam dinine ilgi duymuş ve hicretin 10. yılı Ramazan ayında kavminden 200 kişiyle birlikte Medine’ye gelerek islâm’la şereflenmiştir.

Onun islâm’a gelişini Rasûlullah sallallahu (sav) Bir gün hutbe okurken: “Size şu taraftan hayırlı bir kimse geliyor. Yüzünde melek nişânesi vardır” buyurarak, ashabına önceden haber vermiştir.

Cerir islâm’a girişini şöyle anlatıyor:

Medine’ye gelince devemi çökerttim. Heybemi açıp yeni elbisemi giydim ve Mescide girdim. O sırada Rasûlullah (sav) hutbe okuyordu. Kendisine selâm verdim. Cemaat beni göz ucuyla süzüyordu. Sonra Resûl-i Ekrem (s.a) bana: “Ey Cerir! Ne için geldin?” diye sordu. Ben de;

“-Ya Rasûlallah! Sana bey’at etmeğe geldim. Şartların nedir?” dedim.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) bana hitaben:

–”Ey Cerir! seni Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve benim de Allah’ın resûlü olduğuma şehadete, âhiret gününe, kadere inanmaya, farz olan namazları kılmaya, farz olan zekâtı vermeye, her müslüman için hayırhah olmaya, iyilik düşünmeye, samimi davranmaya kâfir ve müşriklerden uzak durmaya ve başınızdaki idarecilere itaat etmeye davet ediyorum” buyurdu.

Ben de bu şartları kabul ederek Rasûlullah’ın elini tuttum ve bey’at ettim. Yanımdakiler de aynı şartları kabullenerek hep birlikte islâm’la şereflendik.

O, Efendimizle çok az bir zaman beraber olmasına rağmen, tebessümlerine ve iltifatlarına sık sık mazhar oldu.
Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz Cerir’i gördükçe “Zülhalesa ne oldu?” diye sorardı. Cahiliye döneminde burası “Yemen’in Kâbesi” olarak bilinirdi.

Bu tapınağın ayakta durmasına gönlü râzı değildi. Beytullah’a rakip gösterilmesinden daima huzursuzluk duyan Peygamber efendimiz(sav)bu tapınağı yıkmak üzere bir seriyye hazırladı. Cerir’i de seriyye kumandanı olarak görevlendirdi. O da kabilesinden 200 kişiyle bu tapınağı tahrip ederek yıktı.

Sevgili Peygamberimiz (sav) onu görünce: “Yıktın mı onu?” dedi. Cerir de: “Seni hak din ile Peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki, onun üzerinde olanları tutup öldürdük. Zülhalesa’yı da ateşe verip yaktık” dedi.Bunun üzerine Fahr-i Kâinat (s.a) efendimiz Ceriri tebrik etti.

Efendimiz(sav) onu Himyerîlerin emiri Zülkelâ ile yahudi olduğu rivayet edilen Yemen krallarından Zû Amr’ı islâmiyet’e davet etmek üzere gönderdi.

Her ikisiyle de görüşen Cerir (r.a) onların islâm’a gelmelerine vesile oldu. Birlikte Medine’ye doğru yola çıktılar. Fakat yarı yolda Sevgili Peygamberimiz(sav)’in dâr-ı bekâ’ya irtihali haberini aldılar.

O, dört halife devrinde de güzel hizmetlerde bulundu.

Hz. Ebû Bekir (r.a) onu Has’am ve Becile kabilelerinden irtidat edenlerin üzerine gönderdi. İsyanları bastıran Cerir (r.a) yeni emir alıncaya kadar Necran bölgesinde bekledi. Irak’ta yapılan çeşitli harplere katıldı. Sonra Hz. Halid İbni Velid’e yardım etmek üzere Yemame’ye gitti.

Hz. Ömer (r.a) zamanında Celûla savaşlarına katılan Cerir (r.a) oraya yerleşti.

Hz. Osman döneminde Kufe valisi Mugire’ye bağlı olarak bir süre Hemedan valiliği yaptı. Daha sonra Saîd İbni As kumandasında Azerbaycan fetihlerine katıldı. Hz.Osman (r.a) Fırat kenarındaki bir kısım toprakları ona verdi.

“Lailahe illallah” diyenlerle savaşmayacağım diyerek cemel vakasında her iki tarafada katılmamış, Karkisiya şehrinde uzlete çekilmiştir.

Yüze yakın hadis rivayet ettiği söylenen Cerir İbni Abdullah (r.a) 674 tarihinde vefat etti.

Cenâb-ı Hak’tan şefaatlerine nail etsin. Amin

Mutasavvıf – Şair Ahmet Cami, Cerir b Abdullah’ın soyundan gelmektedir.

Çetin KILIÇ / LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:
1 – Diyanet Ansiklopedisi
2 – İbni asakir,muhtasaru tarihi dımaşk,6/35
3 – hadis külliyatı
4 – enfal.com
5 – islaminfo
6 – fikir

Abdullah İbn-i Selam (R.A.) Kimdir?

Abdullah ibn-i Selâm, Yesrîb’deki yahudi alimlerinden birisiydi .

Hz. Yusuf (a.s.) soyundandır, büyük bir âlim olan babası Selâm’dan birçok şeylerle birlikte, Tevrât’ı ve tefsirini öğrenmişti. Adı El-Husayn İbn-i Selâm idi. Abdullah İn-i Selam’ın ismini müslüman olunca bizzat Rasûlüllah (s.a.v.) koymuştur.

Medîne halkı ona saygı gösterirdi. O, halk arasında takva, doğruluk ve dürüstlüğüyle tanınırdı.

Tevrat’ta müjdelenen peygamberin Yesrîb’i kendine hicret yurdu ve ikâmet yeri edineceğini biliyordu.

Allah’tan, bu beklenen peygamberin ortaya çıkışını görmek, onunla karşılaşmak saadetine erinceye ve ona ilk inananlardan oluncaya kadar kendisine uzun ömürler vermesini dilerdi.

Allah(cc)duasını kabul etmiş hakka iman etmek ona nasip olmuştu.

Rasûlüllah’ın [s.a.v.) ortaya çıktığını duyunca; niteliklerini Tevrat’ta yazılı olanları karşılaştırır ve Peygamber olduğuna ve davetinin doğru olduğuna kesin kanaat getir.

Rasûlüllah’ın (s.a.v.} yanına gittiğinde ilk duyduğu şeyler,

Ey insanlar! Selâmı yayınız… Yemek yediriniz. Geceleyin in­sanlar uyurken namaz kılınız ki, Cennet’e selâmetle giresiniz

Yanına varıp Allah’tan başka ilah olmadığına, Hazret-i Muhammed(sav)’in Allah’ın elçisi olduğuna şehâdet getir.

Müslüman olduğunu yahudilerden gizler.

Bir gün, Rasûlüllah’a (s.a.v.) gidip :

Ya Rasûlallah! Yahudiler iftiracı ve batılla uğraşan bir mil­lettir, onladan ileri gelenlerini evine davet et ve beni oda­larından birinde sakla, sonra onlar müslüman olduğumu söylemeden önce onların yanındaki itibarımı sormanı ve daha sonra da on­ları İslâm’a davet et, buyurur. Çünkü onlar müslüman ol­duğumu öğrenirlerse, beni kusurlu bulurlar ve bana yapmadıkları if­tira kalmaz…

Rasûlüllah (s.a.v.) o’nu odalarından birine alır. Yahudi ileri ge­lenlerini de evine davet eder. Onları İslâm’a davet etmeye, imanı sev­dirmeye, kendi kitaplarından bildikleri durumunu onlara anlatır.

Onlar da batıl şeylerle ona karşılık vermeye ve hak ko­nusunda onunla münakaşa etmeye başlar. Ra­sûlüllah (s.a.v.) onların iman etmelerinden ümidini kesince şöyle sor­ar

El-Husayn ibn-i Selâm’ın aranızdaki itibarı nasıldır?»

O , çok efendi bir kimsedir. Alimdir».

-“Eğer o müslüman olursa Siz de müslüman olurmusunuz?»

-“O asla müslüman olmaz.. Allah onu müslü­man olmaktan korusun».derler bunun üzerine Abdullah ibn-i Selâm yanlarına varır ve şöyle der.

Ey yahudîler! Allah’tan korkun. Muhammed’in size getirdiğini kabul edin. Siz onun Allah’ın elçisi olduğunu biliyorsunuz ve onun kitabınız Tevrat’ta adıyla ve sıfatıyla yazılı olduğunu görüyorsunuz ,ben onun Allah’ın elçisi olduğuna şehadet ediyorum» Yahudiler;

– Sen yalan söylüyosun.» dediler

Cennetlik olduğu hadîs-i şerîfte bildirildi.

Abdullah ibn-i Selâm’ın ailesi ve Sa’lebe bin Sa’ye, Üseyd bin Sa’ye, Esed bin Ubeyd ve bazı Yahudiler samimi olarak müslüman oldular.

 Hz. Abdullah bin Selâm (r.a.) Peygamberimizden 25 adet hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir

Peygamber efendimiz, Eshâbı ile sohbet ederken buyurdu ki:

– Şu kapıdan ilk girecek olan, Cennet ehlinden biridir.

Eshâb-ı kirâm merakla kimin gireceğini beklerken, Abdullah bin Selâm’ın girdiğini gördüler.

Yâ Abdullah, bu dereceye hangi amel ile ulaştın?

Ben zayıf bir kimseydim. En kuvvetli ümidim, kalb selâmeti ya’nî kimseye karşı içimde kötülük beslememem ve boş sözleri terk etmemdir. Bundan başka beni kurtaracağından ümitli olduğum bir amel bilmiyorum.

Kendisi zengin olduğu hâlde, ba’zan Medîne çarşısında sırtında yük taşıdığı görülürdü.

Abdullah bin Selâm hazretleri, Hazret-i Osman’ın şehâdeti esnâsında yanında bulunuyordu. İsyâncılara “Gelin bu işten vazgeçin! Yoksa âhirette bunun cezâsını çok şiddetli olarak çekeceksiniz! Ayrıca Hazret-i Osman’ın üzerinizde çok hakkı vardır.” buyurdu.

Fakat âsîler sözünü dinlemediler, ayrıca kendisine hakâret ettiler.

Resûlullah onun hakkında, “O, Cennetlik olan on kişinin onuncusudur” buyurdu.

Birgün Hazret-i Abdullah bin Selâm, Ka’b-ül Ahbâr’a şöyle bir soru sordu:

Âlimler ilmi öğrenip zihinlerine yerleştirdikten sonra, onu oradan söküp atan nedir?

Hazret-i Ka’b dedi ki:

Tama’, hırs ve ihtiyaç peşinden koşmaktır.

Uhud Savaşı’nın bulunduğu bazı savaş ve seferlere katıldı. Hazreti Ömer’in (ra) hilafeti zamanında Kudüs’ün fethine ve Sasanilerle yapılan Nihavend Savaşı’na katıldı. Hazreti Osman’ın (ra) son dönemlerinde, fitnenin durdurulmasına ve Halifenin evinin kuşatılarak şehit edilmesine mani olmaya çalıştı. Hazreti Ali’nin halife olmasından sonra kendisine biat etmemekle beraber, her hangi bir menfi girişimde bulunmadı. Hazreti Ali’nin Irak’a gitmemesi ve Cemel Savaşı’nın engellenebilmesi maksadıyla telkinlerde bulundu. Muaviye’nin halife olduğu dönemde, 664 tarihinde Medine’de vefat etti. Allah rahmetiyle muamele etsin.

Çetin KILIÇ / Lüleburgaz

www.NurNet.Org

Kaynaklar

  1. Hadis külliyatı
  2. Sorularlaislamiyet

Ebû Musa el-Eşari (R.A.) Kimdir?

Ebû Musa el-Eş’ari, Yemenlidir. Asıl adı Abdullah’tır. Ailesi ile birlikte Rasûlullah (asv)’ı görmeden Yemen’deyken iman etmiştir.

Hz. Ali (ra) ile Muâviye (ra) arasındaki savaşta meşhur “hakem olayı“nda hakemlik yapan sahabedir

Rasûlullah (asv) Ebû Musa’ya hayberin fethine katılmadığı halde ganimetten pay vermiştir. Mekke’nin fethine ve Huneyn gazasına katılmıştır.

Güzel sesiyle Kur’an okurken herkesi büyüler, Rasûlullah (asv) onu dinlerdi.

Ebû Musa kendisi için de dua etmesini söylediğinde Rasûlullah (asv), “Ya Rabbi, Abdullah b. Kays’ın kusurlarını affet ve onu kıyamet günü güzellikle kabul buyur“diye dua etmiştir.

Rasûlullah (asv), Ebû Musa (ra)’ı Muaz b. Cebel ile birlikte Yemen’e tebliğe gönderdi. Onları yollarken şöyle dedi:

Kolaylaştırınız güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Sarhoşluk veren herşey haramdır; içkiden menediniz.

Muaz: “Ya Abdullah, Kur’an’ı nasıl okuyorsun?diye sorduğunda” Ebû Musa: “Gece ve gündüz azar azar okuyorum. Yani Kur’ân’dan okumak istediğimi bir hamlede okumuyorum. “diye cevap vermiştir.

Vedâ Haccı’na katıldıktan sonra Medine’de yerleşti. Yemen’de ortaya çıkan Esvedu’l-Ansı adlı yalancı peygamber yüzünden oraya geri dönmemiştir.

Hz. Ömer (ra) devrinde Hadramut’a gitti. Orada emirlik yaptı, ancak Irak’ın fethine çıkan İslâm ordusuna katılmak için emirliği bırakıp, orduya katıldı. Nusaybin’in fethiyle görevlendirildi ve burayı fethetti.

Hz. Ömer (ra) onu Basra valiliğine tâyin etti. Valiliğinin ilk döneminde Menâzır ve Susi illerini fethetti, İslâm devletine karşı isyan eden Hürmüzan’ı yendi.

Hz. Ömer (ra)Ebû Musa’yı Kûfe’ye tâyin etmişti. Kûfelilerin ondan şikâyeti üzerine tekrar Basra valiliğine getirildi. Kûfelilerin Ebû Musa’yı Hz. Ömer’e şu şekilde şikayet ettikleri zikredilmektedir:

Harp esirlerini karşılıksız tahliye etmektedir. Devlet ve hükümet işlerini Ziyad b. Ebih’e vermiştir. Hâtie adlı şâire binlerce dirhem dağıtmıştır. Evinde Ukayle adlı kadını en mükemmel yemeklerle beslemekte, ona halkın yediğini yedirmeyerek büyük masraf yapmaktadır.”

Bunları soruşturan Hz. Ömer (ra), hiçbirinin doğru olmadığını öğrenince Ebû Musa’yı görevine iâde etti.

Basra’nın susuzluğunu gidermek için ‘Ebû Musa Kanalı’ diye bir kanal yaptırarak şehrin su problemini halletti.

Hz. Osman (ra) zamanında altı yıl daha Basra valiliği yaptı.

Daha sonra H. 34 yılında Kûfe’ye tayin edildi. Kûfe çok karışık bir şehirdi, fitne ve fesadla doluydu. Ebû Musa burada halkı Rasûlullah (asv)’ın sünnetine dâvet etmesine rağmen, Hz. Osman (ra) şehid edildikten sonra fitneler büyüyünce Müslümanlar iki kampa ayrılmışlardı.

Ebû Musa Hasan’a şöyle dedi: “Rasûlullah’tan duydum:

Öyle bir fitne kopacak ki, o zaman oturan ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden hayırlıdır’ diyordu.”

Ebû Musa söyle buyurmuştur;

Ey insanlar, fitne çok fena birşeydir. Fitne karnı aç, haris ve obur bir canavardır. Ben size emrediyorum. Kılıçlarınızı kınlarına sokunuz. Evlerinize çekiliniz. Biliniz ki, ben sizin iyiliğinizi istiyorum; siz de benim iyiliğimi isteyiniz. Ben sizi aldatmıyorum; siz de beni âldatmayınız. Bana itaat ediniz, dininizi de dünyanızı da kurtarırsınız. Bu fitnenin ateşinde onu, o ateşi yakanlar yanar.

Fakat kimse onu dinlemedi. Ardından Cemel ve Sıffîn’de Müslümanlar arasında kanlı çarpışmalar yaşandı ve hakem olayı meydana geldi.

Çatışmaların dışında kaldığı için Hz. Ali (ra)’nin temsilcisi olarak tayin edildi.

Ebû Musa (ra)’ın savunduğu görüş, fitnede iki tarafın da haksızlığı ve Hz. Osman (ra)’ın mazlum olarak katledildiği idi.

Ebû Musa, Abdullah b. Ömer’in devlet başkanlığına getirilmesini önerdi. Ancak Muâviye’nin hakemi Amr b. el-Âs bunu kabul etmedi. Ebû Musa, hilâfetin şûra ile, yani halkın seçimine bırakılması ile olmasını istediği zaman iki taraf da bu teklifi kabul etti. Ali ile Muâviye’yi görevden azleden Ebû Musa, halkın serbest iradesiyle halifeliğe yeni birinin seçileceğini sanıyordu.

Ebû Musa (asv)’ın hakem olayında sonuna kadar ümmetin çıkarı doğrultusunda hareket ettiği görülmektedir. Amr b. Âs (ra), Ebû Musa’nın kararına uymamış, onu aldatarak fitneyi tekrar körüklemiştir. Ebû Musa (ra) bu olaydan sonra Mekke’ye dönerek inzivâya çekilmiştir.

(islam alemini ızdıraplara atacak hadiselerin teferruatına girmeyeceğiz,ashab hakında hürmet ve hüsnü zanna halel verecek münakaşalarada yer vermeyeceğiz.Kaderi ilahinin bir cilvesi olarak katıldıkları siyasi ihtilafla her biri islamın menfaatini kendi nazarının galebesinde görerek ihlasla ısrarla samimiyetle üzerine düşeni yapmıştır. (Allah onlardan razı olsun)

Ebû Musa (ra) bir rivâyete göre Mekke’de, diğer bir rivâyete göre Kûfe’de vefât etti. Hicrî 42 veya 44, senelerinde vefât ettiği zikredilir. (Tezkiretü’l-Huffâz, I, 21). Hastalığı sırasında feryad eden zevcesine Rasûlullah (ra)’ın bağırıp çağırarak ağlamayı yasakladığını hatırlatmıştır

Vasiyeti şöyledir:

Cenazemi süratle götürünüz. Peşimden kimse gelmesin, mezarımda vücudumla toprak arasına birşey konmasın. Kabrimin üstüne bir türbe yapmayınız. Kadınlar içinde saçını-başını yolarak ağlayanları uzaklaştırınız. Bunu Rasûli Ekrem’den naklediyorum.

Ebû Musa (ra)daima fakirlik içinde yaşamıştır, ilmin yayılmasına ve değer kazanmasına özellikle önem vermiştir.

Rasûlullah (asv) zamanında fetvâ vermek için icâzet aldığı söylenir.

Üç yüz altmış civarında hadis rivâyet etmiştir. Buhâri ve Müslim elli hadisini müşterek nakleder.

Takvâya son derece önem veren Ebû Musa, hayâ ve temizliğe bilhassa düşkündü.

Ebû Musa (ra) şöyle buyurdu”Rasûlullah (asv)’dan şöyle dediğini duydum: ‘İki Müslüman kılıçları ile karşılaşacak olurlar da biri diğerini katlederse ikisi de cehennemlik olur.”

Çetin KILIÇ /LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar;

Kütüb-ü Sitte

Sorularla islamiyet

Enfal

Resulullah.org

İkinci Halife: Hz. Ömer

Kureyş kabilesinin Adîoğulları sülalesine mensuptur. Hz. Peygamber’den 13 yıl sonra Miladi 584 yılında doğmuştur. Hayatını Hicazlı her Arap gibi deve çobanlığı ve ticaretle kazanmış, iyi kılıç kullanması, ata binmesi ve pehlivanlığı ile meşhur olmuştur. İslâm öncesi dönemde onun ailesi Beni Adî’in, Mekke’nin dış ilişkiler sorumluluğunu üstlenmesi sebebiyle kendisi de zaman zaman kabilesi adına Mekke elçisi olarak görev yapmıştır.

Hz. Ömer 27 yaşında iken Müslüman olmuştur. Hz. Peygamber’i öldürmek amacıyla yanına giderken, kız kardeşi Fatıma ve eniştesi Said b. Zeyd’in Müslüman olduklarını haber alınca onların evine yönelmiş, evde Kur’ân okunduğunu anladığında hakaret ederek kendilerine saldırmıştır. Daha sonra da yaptıklarından pişmanlık duymuş, merhamete gelerek onlardan okuduklarını kendisine de duyurmalarını istemiştir. Okunan ayetlerden son derece müteessir olan Hz. Ömer derhal Hz. Peygamber’in huzuruna giderek Müslüman olduğunu ilan etmiştir. Onun İslâm’a girişi diğer mazlum Müslümanlara büyük güç ve cesaret vermiştir. Zira bu andan itibaren Müslümanlar Kâbe’de açıktan ibadet etmeye başlayabilmişlerdir.

Hz. Ömer, Hz. Peygamber’den (sav) önce Medine’ye hicret etmiştir. Burada Allah Rasûlü (sav) onu Utban b. Malik ile kardeş saymıştır. Hz. Ömer hicretten sonra Hz. Peygamber’in bütün siyasî ve askerî faaliyetlerinde yer almıştır. O, gerek Bedir, gerekse Uhud Savaşında Hz. Peygamber’in en yakınında savaşmış, özellikle Uhud’taki çatışmalarda Allah Rasûlü (sav)’nü zor şartlarda koruyanlar arasında bulunmuş, savaşın sonunda Mekkelilerin galibiyetini ilan eden Ebû Süfyan’a Medineliler adına cevap vermiştir. Hz. Ömer Hendek savaşı esnasında kendisine verilen bölgeyi korumuş ve müşrik askerlerinin hendeğin Medine tarafına geçmelerine müsaade etmemiştir. Hudeybiye Müsalahası öncesinde Allah Rasûlü (sav), onu Müslümanların elçisi olarak Mekke’ye göndermek istemişse de, Hz. Ömer orada kendisini koruyacak kimsenin olmaması sebebiyle can güvenliğinden endişe ettiğini bildirince, yerine Ebû Süfyan’ın yakın akrabası olan Hz. Osman görevlendirilmiştir. Mekke’nin fethinde aktif görev alan Hz. Ömer, fetih sonrasında Hz. Peygamber’in (sav) emriyle kadınlardan biat alma görevini yerine getirmiştir. Nihayet o, fethin hemen akabinde gerçekleştirilen Huneyn gazvesinin başlangıcında Müslüman ordunun bozguna uğradığı sıradaki kargaşa ortamında Allah Rasûlü (sav)’nü en yakından koruyan sayılı şahıslar arasında da yerini almıştır.

Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in vefatından sonra da Müslümanların siyasî ve askerî ve idarî faaliyetlerinde etkin rol almıştır. Nitekim Hz. Peygamber’den sonra Müslüman toplumun en önemli dâhili krizini oluşturan hilafet meselesinde gösterdiği üstün gayretle Müslümanların bölünmesinin ve toplumun siyasî kaosa sürüklenmesinin önünü kesmiş, Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesinde ve ardında onun Müslümanların tamamından biat almasında özel gayret göstermiştir. İlk halife dönemindeki idarî faaliyetlerde de etkin rol oynayan Hz. Ömer devlet başkanı yardımcısı gibi görev yaparak o dönemin politikalarında söz sahibi olmuştur. Hz. Ömer, selefi Hz. Ebû Bekir zamanında başlatılmış olan fetih hareketlerini daha da ileri noktaya taşımıştır. O kadar ki, onun halifeliği döneminde Müslümanlar bir taraftan Irak topraklarında Sasani İmparatorluğu ile, diğer taraftan da Suriye ve Mısır bölgelerinde Bizans İmparatorluğu ile aynı anda savaşma cesaret ve gücünü göstermişlerdir. Bunun sonucunda sırasıyla Kadisiye ve Nihavend savaşlarıyla asırlardan beri devam eden Sasani İmparatorluğu tarih sahnesinden silinmiştir. Diğer taraftan Yermük savaşıyla Bizans’ın Orta doğu hâkimiyetine son verilmiş, ardından Kuzey Afrika sınırına kadar Mısır toprakları Müslümanların yönetimine girmiştir. Yapılan fetihler sonucunda Medain, Nihavend, şam, Kudüs ve İskenderiye gibi büyük şehirler Müslüman merkezleri haline gelmişlerdir. Özetle İslâm’ın yayılışındaki kilit ehemmiyete sahip olan fetihlerin Hz. Ömer zamanında gerçekleştirilmiş olduğunu söylemek mümkündür.

İslâm tarihinin başlangıç döneminde çok parlak faaliyetlere imza atan Hz. Ömer H. 23 Zilhicce ayının 27. günü (M. 4 Kasım644) Ebu Lülü isimli bir kölenin namaz esnasında gerçekleştirdiği suikast sonucunda şehit olmuştur.

Hz. Ebû Bekir’den sonra Müslümanların ikinci halifesi olmasının yanında Hz. Ömer’in en önemli özelliği İslâm toplumuna devlet olma kimliğini kazandırmasıdır. Zira toplumu devlet haline getiren en önemli kurumlar onun zamanında teşekkül ettirilmiştir. Hz. Ömer, devletin resmî kayıtlarının tutulduğu, gelir-gider hesaplarının muhafaza edildiği, devlet adına hizmet gören asker-sivil hak sahibi insanların gelirlerinin ve devletin yardıma muhtaç olan vatandaşlarına sunduğu maddî imkânların kaydedildiği divan teşkilatını ilk kuran kişidir. Bundan başka adaletin işlemesi için en önemli müessese olan kaza (adliye) teşkilatının kurumsallaşması onun zamanında başlamış, daha önce valiler tarafından yürütülen adalet hizmetleri, müstakil kadılar tayin edilerek validen bağımsız bir şekilde faaliyet görmüştür. Posta teşkilatının sistemleşmesi Hz. Ömer zamanına tesadüf eder. Halife bundan başka Müslümanların ekonomik bağımsızlığının simgesi olan para basımını da ilk kez gerçekleştirmiştir. Müslümanlar tarafından fethedilen toprakların gazilere dağıtılmayıp bütün Müslümanların mülkiyetine verme ve toprakların işlenmesini haraç karşılığında eski sahiplerine bırakma uygulaması da onun en önemli icraatlarındandır. Bu sayede fethedilen topraklar daha verimli olarak işletilmiş, ziraatı bilmeyen fatih Arapların toprakla uğraşmak zorunda kalmaları problemi ortadan kaldırılmıştır. Böylece Araplar askerlik faaliyetlerini sürdürüp yeni fetih hareketlerine devam ederlerken, eski toprak sahipleri de ziraî faaliyetlerini güvenlik içinde sürdürmüşlerdir. Kendilerine bu şekilde sağlanan imkânın yanında elde ettikleri hürriyetlerden de istifade eden gayr-i Müslimler Müslümanların yönetiminden son derece memnun olmuşlardır. Bu şartlarda tabiî olarak İslamlaşma faaliyeti de büyük ivme kazanmış, sonuçta pek çok insan Müslümanlığı seçmiştir.

İdareci seçme, görevlendirmede denetleme konusunda dahi sayılabilecek özellikler sahip olan Hz. Ömer, döneminin en büyük siyaset adamlarını devlet organizasyonunda değerlendirerek onların hizmetlerinden istifade etmiştir. Onun bu yönünü Hz. Aişe “Allah’a yemin olsun ki, Ömer işleri çok güzel yürüten ve eşi benzeri olmayan bir kimseydi. İşleri ehil insanlara tevdi ederdi” sözleriyle dile getirir.

İslâm tarihinde ilk vakıf kurucusu Hz. Ömer’dir. O, Hz. Peygamber (sav) zamanında Hayber ganimetlerinden şahsına düşen hissesini Müslümanların hizmetine sunarak vakfetmiştir. Hz. Ömer ayrıca bilhassa Yemâme savaşında pek çok hafızın şehit olması üzerine, Kur’an’ın kaybolacağından endişe ederek Hz. Ebû Bekir’e yaptığı ısrarlı tavsiyeleriyle Kur’ân’ın toplanmasını sağlamıştır. Halife ayrıca H.21 yılında Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicretini takvim başlangıcı olarak kabul etmiştir. Hz. Ömer İslâm tarihindeki idareciler arasında yüksek sorumluluk bilincine sahip yöneticilerin başında gelir. Nitekim o, Fırat kıyısında kaybolan veya ölen deveden kendisini sorumlu tutacak kadar halkın can ve mal güvenliği konusunda hassasiyet göstermiştir. Bunun içindir ki, kıyafet değiştirerek geceleri halkın arasında dolaşmış ve onların sıkıntılarını dinleyerek bizzat kendisi çözüm yolları bulmaya çalışmıştır. Halkın rahat ve huzurunun sağlanması ve adaletsizlik yapılmaması konusunda Hz. Ömer’in gerçekleştirdiği uygulamalardan birisi de emri altında çalışan idarecileri sıkı bir şekilde denetlemesidir. Halife, Muhammed b. Mesleme başkanlığında oluşturduğu teftiş heyeti marifetiyle haberli-habersiz olarak pek çok idarecisini kontrole tabi tutmuştur. Bu kurulun faaliyetleriyle iktifa etmeyen halife, valilerine her yıl hacca iştirak etmeyi zorunlu kılmış, burada onları halkın huzurunda hesaba çekmiş, şikâyet konusu olan ve görev kusurları tespit edilen valileri de cezalandırmıştır. Bu cezalar kınamaktan başlayıp valinin malının yarısını veya tamamını müsadere etmeye, hatta onu görevden almaya kadar ulaşmıştır. Yöneticiliğin tahakküm aracı değil, halka hizmet faaliyeti olduğunu düşünen halife görev verdiği idarecilerine şu tavsiyelerde bulunmuştur: “Sizi saltanat sürmek için, tahakküm kurmanız, insanları zorlamanız için göndermedim. Siz hidayet rehberi olacaksınız, böylece herkes size uyacaktır. Müslümanların hukukunu koruyunuz. Onları dövmeyiniz, onları zillete düşürmeyiniz. Onları haksız yere de övmeyiniz ki, şımarıklığa düşmesinler. Devlet kapılarını onlara kapatmayınız. Böyle yaparsanız kuvvetliler zayıfları ezerler. Kendinizi Müslümanların üzerinde de görmeyiniz.”

İdareci seçme, görevlendirmede denetleme konusunda dahi sayılabilecek özellikler sahip olan Hz. Ömer, döneminin en büyük siyaset adamlarını devlet organizasyonunda değerlendirerek onların hizmetlerinden istifade etmiştir. Onun bu yönünü Hz. Aişe “Allah’a yemin olsun ki, Ömer işleri çok güzel yürüten ve eşi benzeri olmayan bir kimseydi. İşleri ehil insanlara tevdi ederdi” sözleriyle dile getirir. Hz. Ömer, göreve getirmede şan, şöhret, güçlü kabileye mensup olma, hatta İslam’a girmede öncelik sahibi olma hususiyetlerinden ziyade ehliyete önem vermiştir. Bu hususta “Emanetleri ehline veriniz” âyeti ve “Emanetler ehline verilmedikçe kıyameti bekleyin” hadis-i şerifini kendisine prensip edinen halife, ilk Müslümanlardan pek çok kişi dururken, İslâm’a çok sonra dâhil olan, buna karşılık işinin gerçekten ehli kişileri, Muaviye b. Ebû Süfyan, Amr b. el-Âs, Muğire b. Şube ve Ziyad b. Ebih gibi şahısları devletin en önemli makamlarına getirmiştir. Bu kabiliyetli insanlar sayesinde pek çok başarılı fetih hareketi gerçekleştirilmiş ve İslam üç kıtada yayılma imkânı bulmuştur.

Hz. Ömer devlet yönetiminde gerek dinî, gerekse dünyevî konularda şûrâ (istişare=danışma) sistemini faaliyete geçiren örnek yöneticilerden birisidir. Müslüman ileri gelenlerinin tabiî üye olduğu bu şûrâda Müslümanlar için hayatî önemi olan meseleler serbest ortamda görüşülmüş ve mühim kararlar alınmıştır. Hz. Ömer, İslâm’a ve Müslümanlara hizmetleriyle gerek Hz. Peygamber’in gerekse diğer Müslümanların takdirini kazanmıştır. Nitekim Allah Rasûlü (sav)daha Müslüman olmadan önce onun hakkında “Allah’ım dini Ömer ile aziz kıl” şeklinde duada bulunmuştur. Ashabdan Abdullah b. Mes’ud ise onun hakkında şöyle demiştir: “Ömer’in Müslüman olması bir fetih, onun hicreti bir yardım, idareciliği ise bir rahmettir. Biz o Müslüman oluncaya kadar açıktan namaz kılamıyorduk. O Müslüman oldu müşriklerle mücadele etti, onlar da bizim namaz kılmamıza müdahale edemediler”

Prof. Dr. Adem Apak

Sonpeygamber.info

Cami Kuşu Salebe.. (Şiir)

Tüm namazlarını camide kılardı

cami kuşu, Medine’li Salabe

”zengin olursam yardım edeceğim yoksullara,

benim için dua et Rabbine” dedi, Peygambere

”şükrünü yaptığın az mal, şükrünü yapamayacağın

çok maldan hayırlıdır” demişti ona, Peygamber

O’nun duasını geri çevirir miydi hiç Yüce Allah?

kabul etti , zengin oldu Medineli Salabe

o şimdi çölde, sürülerinin peşinde

fakat yeri boş kaldı o günden sonra camide…..

zekat ayeti indi, inananlara bir gün

buldular zekat memurları onu, çölde

”malının kırkta birini zekat olarak fakirlere

vereceksin” dediler ey Salabe !

”bu kızgın çölde çalış çabala, bir de zekat ver

olacak şey mi bu” diye yan çizdi, zengin Salabe

fakirken mümindi, şimdi oldu zengin bir münafık

akrabaları uyarınca onu, tekrar geldi Peygambere

vermek istese de, almadı zekatını

Allah(C.C) menetti diye….

 

Halife Ebu Bekir, Ömer ve Osman da sırayla

Peygamberin izinde

almadılar ondan, hiç zekâtlık mal

Yazık oldu Salabe’ye…..

cami kuşuydu o da, bir zamanlar

şimdi çölde, zengin bir münafık…..

mal hırsından işte niceleri

ne yazık ki böyle oldular sonunda helak….

Dr. Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org