Etiket arşivi: said özdemir

M. Said ÖZDEMİR Ağabeyden Leyle-i Kadir Mesajı

RİSALE-İ NURDA LEYLE-İ KADİR HAKİKATİ

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Bu parça hem Lâhika’ya, hem İ’caz-ı Kur’an’ın âhirine yazılacak. Birkaç gün sonra ehemmiyetli bir parçayı da göndereceğiz.

Mübarek Ramazan’ın Leyle-i Kadir sırrıyla, seksenüç sene bir ömr-ü manevî kazandırması sırr-ı hikmetiyle ve Risale-i Nur’un şakirdlerindeki sırr-ı ihlasla tesanüd ve iştirak-i a’mal-i uhrevî düsturuyla herbir sadık şakird, o fevkalâde manevî kazancı elde edeceğine gayet kuvvetli bir delili budur ki: Bu daire içinde kırkbin, belki yüzbin hâlis, hakikî mü’minlerin içinde hakikat-ı Leyle-i Kadr’i elde edecek bir-iki, on-yirmi değil, belki yüzlerin elde etmesi ihtimali kavîdir.

Sırr-ı ihlasla ve iştirak-i a’mal-i uhrevî düsturunun sırrıyla biz ve siz bu hakikata müteveccihen, bu Ramazan-ı Şerif’te herbirimiz umumun hesabına ve umum arkadaşları içinde kendini farzedip, nun-u mütekellim-i maalgayr, yani daima
gibi kelimelerde  içinde umum kardeşlerini niyet etmektir. Ve bilhâssa en zaîf olan bu kardeşinizi, ağır vazifesinde o hususî niyetle yardım etmektir.Kastamonu lahikası

Râbian: Şu mübarek Şehr-i Ramazan, Leyle-i Kadr’i ihata ettiği için, kendisi de ömür içinde bir leyle-i kadirdir ki, muvaffak olanın ömrüne bin ömür katar. Dakikası bir gündür. Saati iki ay, günü birkaç sene hükmünde bir ömr-ü bâkidir. Barla lahikasından

Altıncı Nükte: Ramazan-ı Şerifin sıyamı, Kur’an-ı Hakîm’in nüzulüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif, Kur’an-ı Hakîm’in en mühim zaman-ı nüzulü olduğu cihetindeki çok hikmetlerinden birisi şudur ki: Kur’an-ı Hakîm, madem Şehr-i Ramazan’da nüzul etmiş; o Kur’anın zaman-ı nüzulünü istihzar ile o semavî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı Şerifte nefsin hacat-ı süfliyesinden ve malayaniyat hâlattan tecerrüd ve ekl ü şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur’anı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitabat-ı İlahiyeyi güya geldiği ân-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekrem (A.S.M.)dan işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrail’den, belki Mütekellim-i Ezelî’den dinliyor gibi bir kudsî halete mazhar olur. Ve kendisi tercümanlık edip başkasına dinlettirmek ve Kur’anın hikmet-i nüzulünü bir derece göstermektir.

Evet Ramazan-ı Şerifte güya âlem-i İslâm bir mescid hükmüne geçiyor; öyle bir mescid ki, milyonlarla hâfızlar, o mescid-i ekberin kûşelerinde o Kur’anı, o hitab-ı semavîyi Arzlılara işittiriyorlar. Her Ramazan   âyetini, nuranî parlak bir tarzda gösteriyor.

Ramazan, Kur’an ayı olduğunu isbat ediyor. O cemaat-ı uzmanın sair efradları, bazıları huşu’ ile o hâfızları dinlerler. Diğerleri, kendi kendine okurlar. Şöyle bir vaziyetteki bir mescid-i mukaddeste, nefs-i süflînin hevesatına tâbi’ olup, yemek içmek ile o vaziyet-i nuranîden çıkmak ne kadar çirkin ise ve o mesciddeki cemaatın manevî nefretine ne kadar hedef ise; öyle de Ramazan-ı Şerifte ehl-i sıyama muhalefet edenler de, o derece umum o âlem-i İslâmın manevî nefretine ve tahkirine hedeftir.

Yedinci Nükte: Ramazanın sıyamı, dünyada âhiret için ziraat ve ticaret etmeğe gelen nev’-i insanın kazancına baktığı cihetteki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Ramazan-ı Şerifte sevab-ı a’mal, bire bindir. Kur’an-ı Hakîm’in nass-ı hadîs ile herbir harfinin on sevabı var; on hasene sayılır, on meyve-i Cennet getirir. Ramazan-ı Şerifte herbir harfin, on değil bin ve Âyet-ül Kürsî gibi âyetlerin herbir harfi binler ve Ramazan-ı Şerifin Cum’alarında daha ziyadedir. Ve Leyle-i Kadir’de otuzbin hasene sayılır. Evet herbir harfi otuzbin bâki meyveler veren Kur’an-ı Hakîm, öyle bir nuranî şecere-i tûbâ hükmüne geçiyor ki; milyonlarla o bâki meyveleri, Ramazan-ı Şerif’te mü’minlere kazandırır. İşte gel, bu kudsî, ebedî, kârlı ticarete bak, seyret ve düşün ki: Bu hurufatın kıymetini takdir etmeyenler ne derece hadsiz bir hasarette olduğunu anla!

İşte Ramazan-ı Şerif âdeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır. Ve uhrevî hasılât için, gayet münbit bir zemindir. Ve neşvünema-i a’mal için, bahardaki mâh-i Nisandır. Saltanat-ı rububiyet-i İlahiyeye karşı ubudiyet-i beşeriyenin resm-i geçit yapmasına en parlak, kudsî bir bayram hükmündedir. Ve öyle olduğundan, yemek-içmek gibi nefsin gafletle hayvanî hacatına ve malayani ve hevaperestane müştehiyata girmemek için oruçla mükellef olmuş. Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut âhiret ticaretine girdiği için, dünyevî hacatını muvakkaten bırakmakla, uhrevî bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh vaziyetine girerek; savmı ile, Samediyete bir nevi âyinedarlık etmektir.

Evet Ramazan-ı Şerif; bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır.

Evet birtek Ramazan, seksen sene bir ömür semeratını kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise, nass-ı Kur’an ile bin aydan daha hayırlı olduğu bu sırra bir hüccet-i katıadır.

Evet nasılki bir padişah, müddet-i saltanatında belki her senede, ya cülûs-u hümayûn namıyla veyahut başka bir şaşaalı cilve-i saltanatına mazhar bazı günleri bayram yapar. Raiyetini, o günde umumî kanunlar dairesinde değil; belki hususî ihsanatına ve perdesiz huzuruna ve has iltifatına ve fevkalâde icraatına ve doğrudan doğruya lâyık ve sadık milletini, has teveccühüne mazhar eder. Öyle de: Ezel ve Ebed Sultanı olan yirmisekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelal’i; o yirmisekiz bin âleme bakan, teveccüh eden ferman-ı âlîşanı olan Kur’an-ı Hakîm’i Ramazan-ı Şerifte inzal eylemiş.

Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlahî ve bir meşher-i Rabbanî ve bir meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir. Madem Ramazan o bayramdır; elbette bir derece, süflî ve hayvanî meşagılden insanları çekmek için oruca emredilecek.

Ve o orucun ekmeli ise: Mide gibi bütün duyguları; gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır. Yani: Muharremattan, malayaniyattan çekmek ve her birisine mahsus ubudiyete sevketmektir.

Meselâ: Dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak. Ve o lisanı, tilavet-i Kur’an ve zikir ve tesbih ve salavat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek…

Meselâ: Gözünü nâmahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men’edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur’an dinlemeğe sarfetmek gibi sair cihazata da bir nevi oruç tutturmaktır. Zâten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruç ile ona ta’til-i eşgal ettirilse, başka küçük tezgâhlar kolayca ona ittiba ettirilebilir. Mektubat

 

                          Birinci Sualiniz: Mü’minin mü’mine en iyi duası nasıl olmalıdır?

Elcevab: Esbab-ı kabul dairesinde olmalı. Çünki bazı şerait dâhilinde dua makbul olur. Şerait-i kabulün içtimaı nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir. Ezcümle: Dua edileceği vakit, istiğfar ile manevî temizlenmeli, sonra makbul bir dua olan salavat-ı şerifeyi şefaatçı gibi zikretmeli ve âhirde yine salavat getirmeli. Çünki iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur. Hem  yani “gıyaben ona dua etmek”; hem hadîste ve Kur’anda gelen me’sur dualarla dua etmek. Meselâ

gibi câmi’ dualarla dua etmek; hem hulûs ve huşu’ ve huzur-u kalb ile dua etmek; hem namazın sonunda, bilhâssa sabah namazından sonra; hem mevâki’-i mübarekede, hususan mescidlerde; hem Cum’ada, hususan saat-ı icabede; hem şuhur-u selâsede, hususan leyali-i meşhurede; hem ramazanda, hususan leyle-i kadirde dua etmek kabule karin olması rahmet-i İlahiyeden kaviyyen me’muldür. O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür veyahut dua olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek aynı maksad yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez; belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir. Mektubat

Hem meselâ: İnsafsız ehl-i ilhadın mübalağa zannettikleri hattâ muhal bir mübalağa ve mücazefe tevehhüm ettikleri biri de, amellerin sevabına dair ve bazı surelerin faziletleri hakkında gelen rivayetlerdir. Meselâ: “Fatiha’nın Kur’an kadar sevabı vardır.” “Sure-i İhlas sülüs-ü Kur’an”, “Sure-i İza Zülziletil-ardu, rubu’” “Sure-i Kul ya eyyühel-kâfirûn rubu’”, “Sure-i Yâsin on defa Kur’an kadar” olduğuna rivayet vardır. İşte insafsız ve dikkatsiz insanlar demişler ki: “Şu muhaldir. Çünki Kur’an içinde Yâsin ve öteki faziletli olanlar da vardır. Onun için manasız olur.”

Elcevab: Hakikatı şudur ki: Kur’an-ı Hakîm’in herbir harfinin bir sevabı var, bir hasenedir. Fazl-ı İlahîden o harflerin sevabı sünbüllenir, bazan on tane verir, bazan yetmiş, bazan yediyüz (Âyet-ül Kürsî harfleri gibi), bazan binbeşyüz (Sure-i İhlas’ın harfleri gibi), bazan onbin (Leyle-i Berat’ta okunan âyetler ve makbul vakitlere tesadüf edenler gibi) ve bazan otuzbin (meselâ haşhaş tohumunun kesreti misillü, Leyle-i Kadir’de okunan âyetler gibi). Ve o gece bin aya mukabil işaretiyle, bir harfinin o gecede otuzbin sevabı olur anlaşılır.

İşte Kur’an-ı Hakîm, tezauf-u sevabıyla beraber elbette müvazeneye gelmez ve gelemiyor. Belki asıl sevab ile bazı surelerle müvazeneye gelebilir. Meselâ: İçinde mısır ekilmiş bir tarla farzedelim ki, bin tane ekilmiş. Bazı habbeleri yedi sünbül vermiş farzetsek, herbir sünbülde yüzer tane olmuş ise, o vakit tek bir habbe bütün tarlanın iki sülüsüne mukabil oluyor. Meselâ: Birisi de on sünbül vermiş, herbirinde ikiyüz tane vermiş, o vakit birtek habbe asıl tarladaki habbelerin iki misli kadardır. Ve hâkeza kıyas et.

Şimdi Kur’an-ı Hakîm’i nuranî, mukaddes bir mezraa-i semaviye tasavvur ediyoruz. İşte herbir harfi asıl sevabıyla birer habbe hükmündedir. Onların sünbülleri nazara alınmayacak. Sure-i Yâsin, İhlas, Fatiha, Kul ya eyyühel-kâfirûn, İza zülziletil-ardu gibi sair faziletlerine dair rivayet edilen sure ve âyetlerle müvazene edilebilir. Meselâ: Kur’an-ı Hakîm’in üçyüzbin altıyüzyirmi harfi olduğundan, Sure-i İhlas besmele ile beraber altmış dokuzdur. Üç defa altmışdokuz, ikiyüzyedi harftir. Demek Sure-i İhlas’ın herbir harfinin haseneleri, binbeşyüze yakındır. İşte Sure-i Yâsin’in hurufatı hesab edilse, Kur’an-ı Hakîm’in mecmu-u hurufatına nisbet edilse ve on defa muzaaf olması nazara alınsa şöyle bir netice çıkar ki: Yâsin-i Şerif’in herbir harfi takriben beşyüze yakın sevabı vardır. Yani o kadar hasene sayılabilir. İşte buna kıyasen başkalarını dahi tatbik etsen, ne kadar latif ve güzel ve doğru ve mücazefesiz bir hakikat olduğunu anlarsın. Sözler

                                Leyle-i Kadir’de ihtar edilen bir mes’ele-i mühimme

    Evvelâ: Leyle-i Kadir’de kalbe gelen pek uzun ve geniş bir hakikata pek kısaca bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:

Nev’-i beşer bu son harb-i umumînin eşedd-i zulüm ve istibdad ile ve merhametsiz tahribat ile ve bir düşmanın yüzünden yüzer masumu perişan etmesiyle ve mağlubların dehşetli me’yusiyetleriyle ve galiblerin dehşetli telaş ve hâkimiyetlerini muhafaza ve büyük tahribatlarını tamir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azablarıyla ve dünya hayatının bütün bütün fâni ve muvakkat olması ve medeniyet fantaziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olması umuma görünmesiyle ve fıtrat-ı beşeriyedeki yüksek istidadatın, mahiyet-i insaniyesinin umumî bir surette dehşetli yaralanmasıyla ve ebedperest hissiyat-ı bâkiye ve fıtrî aşk-ı insaniyenin heyecan içinde uyanmasıyla, ve gaflet ve dalaletin, en sert, sağır olan tabiatın, Kur’anın elmas kılıncı altında parçalanmasıyla ve gaflet ve dalaletin en boğucu, aldatıcı en geniş perdesi olan siyasetin rûy-i zeminde pek çirkin, pek gaddarane hakikî sureti görünmesiyle elbette ve elbette hiçbir şübhe yok ki: Şimalde, garbda, Amerika’da emareleri göründüğüne binaen nev’-i beşerin maşuk-u mecazîsi olan hayat-ı dünyeviye böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtraten beşerin hakikî sevdiği ve aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak.

Ve elbette hiç şübhe yok ki: Bin üçyüzaltmış senede, her asırda üçyüzelli milyon şakirdi bulunan ve her hükmüne ve davasına milyonlar ehl-i hakikat tasdik ile imza basan ve her dakikada milyonlar hâfızların kalbinde kudsiyet ile bulunup lisanlarıyla beşere ders veren ve hiç bir kitabda emsali bulunmayan bir tarzda, beşer için hayat-ı bâkiyeyi ve saadet-i ebediyeyi müjde verip bütün beşerin yaralarını tedavi eden Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtıyla, belki sarihan ve işareten onbinler defa dava edip haber verip sarsılmaz kat’î delillerle, şübhe getirmez hadsiz hüccetlerle hayat-ı bâkiyeyi kat’iyyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi ders vermesi, elbette nev’-i beşer, bütün bütün aklını kaybetmezse ve maddî ve manevî bir kıyamet başlarında kopmazsa; İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’anın kabulüne çalışan meşhur hatibleri ve din-i hakkı arayan Amerika’nın çok ehemmiyetli cem’iyeti gibi rûy-i zeminin kıt’aları ve hükûmetleri Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar.

Çünki bu hakikat noktasında kat’iyyen Kur’anın misli yoktur ve olamaz ve hiçbir şey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.

Sâniyen: Madem Risale-i Nur o mu’cize-i kübranın elinde bir elmas kılınç hükmünde hizmetini göstermiş ve en muannid düşmanları teslime mecbur etmiş. Hem kalbi, hem ruhu, hattâ hissiyatı tam tenvir edecek ve ilâçlarını verecek bir tarzda hazine-i Kur’aniyenin dellâllığını yapan ve ondan başka me’haz ve mercii olmayan bir mu’cize-i maneviyesi bulunan Risale-i Nur o vazifeyi yapıyor ve aleyhinde dehşetli propagandalara ve gayet muannid zındıklara tam galebe çalmış ve dalaletin en sert ve kuvvetli kal’ası olan tabiatı, “Tabiat risalesi”yle parça parça etmiş ve gafletin en kalın ve boğucu ve geniş daire-i âfâkında ve fennin en geniş perdelerinde Asâ-yı Musa’daki Meyve’nin Altıncı Mes’elesi ve Birinci, İkinci, Üçüncü ve Sekizinci Hüccetleriyle gayet parlak bir tarzda gafleti dağıtıp nur-u tevhidi göstermiş.

Elbette bizlere lâzım ve millete elzemdir ki; şimdi resmen izin verilen din tedrisatı için hususî dershaneler açılmasına ve izin verilmesine binaen, Nur şakirdleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük dershane-i Nuriye açmak lâzımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes herbir mes’elesini tam anlamaz. Hem iman hakikatlarının izahı olduğu için; hem ilim, (Haşiye) hem marifet, hem ibadettir.

Eski medreselerde beş-on seneye mukabil, inşâallah Nur medreseleri beş-on haftada aynı neticeyi temin edecek ve yirmi senedir ediyor. Ve hem hükûmet ve millet ve vatan, hem hayat-ı dünyeviyesine ve siyasiyesine ve uhreviyesine pek çok faidesi bulunan bu Kur’an lemaatlarına ve dellâlı bulunan Risale-i Nur’a değil ilişmek, tamamıyla terviç ve neşrine çalışmaları elzemdir ki; geçen dehşetli günahlara keffaret ve gelecek müdhiş belalara ve anarşistliğe bir sed olabilsin.
Sikke-i tasdik-i gaybi

                                                       Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelâ: Yarın gece Leyle-i Kadir olmak ihtimali çok kuvvetli olmasından bir kısım müçtehidler o geceye Leyle-i Kadr’i tahsis etmişler. Hakikî olmasa da, madem ümmet o geceye o nazarla bakıyor, inşâallah hakikî hükmünde kabule mazhar olur…Şualar   

Selam ve dua ile

Bediüzzaman Said Nursi Talebesi

M. Said ÖZDEMİR

Kaynak: Nur.Gen.Tr

www.NurNet.org

Berat gecesi vesilesiyle M. Said Özdemir’in Nur camiasına tebriknâmesi

Berat gecesi vesilesiyle M. Said Özdemir’in Nur camiasına tebriknâmesi 

Aziz, sıddık, fedakar, kahraman kardaşlarımız;
Evvela binler selam ile gelen Leyle-i Beratınızı ve gelecek Ramazan-ı Şerifinizi bütün ruh-u cânımızla tebrik ederiz.

Risale-i Nurlara kavuşmakla dünyanın en bahtiyar insanlarısınız, Risale-i Nurlar herkese nasib olmaz. Risale-i Nurlar kime verilmişse ona en büyük bir hayır en büyük mükafat verilmiştir. Risale-i Nur bu dalaletli ve sefahatli asırda Kur’ân-ı Azimüşşanın hârika mücizelerle dolu bir hazinesi, bir eczanesidir. “Bu asırdaki bütün manevi hastalıkların devası, ilacı Risale-i Nura konmuştur.” diye olan bu kelam Üstad tarafından söylenmiştir.
Risale-i Nurları okuyarak ve okutarak insanların dünyevi ve uhrevi saadetlerine vesile oluyoruz yinede Üstad Risale-i Nur hakkında şöyle demiştir.
Mâdem biz böyle sarsılmaz ve en yüksek ve en büyük ve en ehemmiyetli ve fiat takdir edilmez derecede kıymetdar ve bütün dünyası ve canı ve cânânı pahasına verilse yine ucuz düşen bir hakîkatın uğrunda ve yolunda çalışıyoruz; elbette bütün musîbetlere ve sıkıntılara ve düşmanlara kemâl-i metanetle mukabele etmemiz gerektir. (Denizli Lahikası)
Ve mâdem biz, hakkalyakîn derecesinde yakînî bir kat’i kanaatımız var ki, biz öyle bir hakîkata hayatımızı vakfetmişiz ki, Güneşten daha parlak ve Cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirindir. (Denizli Hayatı)

Risale-i Nurla meşgul olmanın, okumanın, okutmanın ve yazmanın faidelerini Üstad Hazretleri Emirdağ Lahikasında şöyle beyan etmiştir.

Beş türlü ibâdet
1— En mühim bir mücahede olan ehl-i dalâlete karşı ma’nen mücahede etmektir.
2— Üstadına neşr-i hakîkat cihetinde yardım sûretiyle hizmet etmektir.
3— Müslümanlara îman cihetinde hizmet etmektir.
4— Kalemle ilmi tahsil etmektir.
5— Ba’zan bir saati bir sene ibâdet hükmüne geçen, tefekkürî olan bir ibâdeti yapmaktır.

Beş türlü de dünyevî faidesi var
1— Rızıkta bereket.
2— Kalbde rahat ve sürur.
3— Maişette sühulet.
4— İşlerinde muvaffakıyet.
5— Talebelik faziletini almakla, bütün Risâle-i Nur talebelerinin has dualarına hissedar olmaktır.

KALEMLE NURLARA HİZMET VE SADAKATLE TALEBESİ OLMANIN İKİ MÜHİM NETİCESİ VARDIR:
1— Âyât-ı Kur’âniyenin işâretiyle, îmanla kabre girmektir.
2— Bütün şâkirdlerin ma’nevî kazançlarına, Nur dâiresindeki şirket-i ma’nevîye sırriyle, umum onların hasenatlarına hissedar olmaktır.
Hem bu talebesizlik zamanında, melâikelerin hürmetine mazhar olan talebe-i ulûm-u diniye sınıfına dahil olup âlem-i berzahta -talii varsa, tam muvaffak olmuşsa- Hâfız Ali ve “Meyve”de bahsi geçen meşhur talebe gibi; şüheda hayatına mazhar olmaktır.
Allah-u Teala’nın bu kadar ikram ve ihsanı karşısında Risale-i Nurları bütün dünya insanlarına duyurmak, okumak ve okutmak suretiyle insanların dünya ve ahiret saadetlerine vesile olmak bizim en büyük gayemiz, arzumuz ve emelimizdir.
İşte bu mübarek Berat gecesinde bize verilen ilahi nimetlere karşı bu mübarek geceyi ibadetle, zikirle, namazla, Kur’anla ihya etmek suretiyle hamd ve şükrümüzü ifa etmeliyiz.

Bu gecede iki berat bize ihsan edilecek inşallah.
Birincisi: Risale-i Nurları çok okumak ve okutmak suretiyle iman diploması olan cennete girme beraatını almak.
İkincisi: Takva ve haramlardan kaçmak suretiyle cehennemden kurtuluş beraatını almaktır.

Şuanda yaşadığımız bu pek azgın olan bu dinsizlik devri, Risâle-i Nurun umûmîyet kesbeden neşriyatiyle yıkılmış; ehl-i Îmanın ma’nevî ve maddî (bilhassa ma’nevî) hayatına tatbik edilen istibdat zincirleri parçalanmıştır. Risâle-i Nur, dinsizliğin belini kırmış ve temel taşlarını târumar etmiştir.
Risâle-i Nurdan tahkikî îman dersi alan ve gittikçe ziyâdeleşen Nur Talebelerinin îmanları inkişaf etmiş, îmanî bir şehamet ve İslâmî bir cesarete sâhib olmuşlardır. Nasılki, cesur bir kumandan yüzlerce askere lîsan-ı hâliyle cesaret verir ve nokta-i istinâd olursa; aynen öyle de Risâle-i Nur şahs-ı ma’nevîsinin mümessili olan Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri başda olarak, tahkikî îman dersleriyle îmanları kuvvetlenen yüz binlerce, şimdi milyonlarca Nur Talebeleri, ehl-i îmana bir nokta-i istinâd ve bir hüsn-ü misâl olmuşlardır. Nur Talebelerinin bu îman kuvvetleri ve dinsizliğe karşı kahramanca mücadeleleri, halkın üzerinde çok te’sir yapmış ve bir intibah (uyanıklık) husule getirmiştir. Böylelikle, milletin içindeki korku ve evhamları da Risâle-i Nurla izale etmişler, vatan ve millete umûmî bir cesaret, ümid ve ferahlık husule getirip müslümanları yeisden kurtarmışlardır.

Risâle-i Nuru gaye-i hayat edinen bir Nur Talebesi, yüz adam kuvvetinde olduğu ve yüz nâsih kadar îman ve İslâmiyete hizmet ettiği, ehl-i hakîkatça müsellem ve musaddakdır. Nur talebeleri; dinsizliğin şa’şaalı taarruzlarına, tantanalı yaygaralarına, zulümlerine, hapislerine; üstadları gibi, kıymet vermeden, korkmadan, lüzumunda canlarını, mallarını, evlâd ve iyâllerini dahi çekinmeden Risâle-i Nurla îman ve İslâmiyete hizmet uğrunda feda etmişlerdir. Nur Talebeleri, tek bir şeyi gaye edinmiştir: “Îmanlarını kurtarmak niyetiyle Risâle-i Nuru okumak ve Rızâ-yı İlâhî için îman ve İslâmiyete Risâle-i Nurla hizmet etmek.” Bu gayelerinde muvaffak olmak için, her şeylerini bu hizmete hizmetkâr yapmışlardır.
Evet; Nur Talebeleri, Ümmet-i Muhammediyeyi sahil-i selâmete çıkaran bir sefine-i Rabbânîyenin hademeleri olduklarına inanmışlardır. Hayatta en büyük gayeleri, Kur’ân ve îmana hizmet ederek, Ümmet-i Muhammedin refah ve saadet içinde yaşamasına vesîle olmakdır. (Barla Hayatı)

Son olarak Üstadımızı Emirdağı’ndaki ziyaretimizde vedalaşacağımız anda;
– Said, sana son vasiyetimi söylüyorum. Hizmeti düşünmeyiniz. Cenab-ı Hak kudretiyle, kuvvetiyle bu Hizmet-i Kur’âniyeyi bütün dünyaya yayacaktır. Hatta en muhaliflere dahi bilerek veya bilmeyerek yaptıracaktır.
– Sizin yegane düşüneceğiniz şey;
*Uhuvvet
*Muhabbet
*İttihad
*Tesanüd.

Size dua eden ve duanızı isteyen
aciz kardeşiniz M. Said Özdemir

 

* * *

Aziz, sıddık kardeşlerim, bu Medrese-i Yusufiye’de ders arkadaşlarım!Bu gelen gece olan Leyle-i Berat, bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin proğramı nev’inden olması cihetiyle Leyle-i Kadr’in kudsiyetindedir. Herbir hasenenin Leyle-i Kadir’de otuzbin olduğu gibi, bu Leyle-i Berat’ta herbir amel-i sâlihin ve herbir harf-i Kur’anın sevabı yirmibine çıkar. Sair vakitte on ise, şuhur-u selâsede yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyali-i meşhurede onbinler, yirmibin veya otuzbinlere çıkar. Bu geceler, elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için elden geldiği kadar Kur’anla ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır.
Said Nursî
* * *بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا سَلَّمَكُمُ اللّهُ فِى الدَّارَيْنِ

Elli senelik bir manevî ibadet ömrünü ehl-i imana kazandırabilen Leyle-i Beratınızı ruh u canımızla tebrik ederiz. Herbiriniz, şirket-i maneviye sırrıyla ve tesanüd-ü manevî feyziyle kırk bin lisanla tesbih eden bazı melekler gibi; herbir hâlis, muhlis Nur şakirdlerini kırkbin dil ile istiğfar ve ibadet etmiş gibi rahmet-i İlahiyeden kanaat-ı tâmme ile ümid ediyoruz.

Kaynak: Nur.gen.tr
www.NurNet.Org

M. Said ÖZDEMİR Ağabeyimizin Mirac Tebriki

Aziz fedakar hâlis kardaşlarımız.

             Evvela binler selam ile gelen Leyle-i Mirac’ınızı ve üç gün sonra gelecek olan Şaban-ı Şerifinizi bütün ruh-u cânımızla tebrik ediyoruz. Ve bu mübarek gecede gece ve ayda yapacağınız hizmetlerin, okumaların, kıraatların indi ilahide kabulünü Cenab-ı Erhamurrahiminden niyaz ediyoruz.

Bu Leyley-i  Mirac hürmetine, rü’yet-i Cemalullaha yani nihayetsiz bir muhabbete layık ve nihayetsiz rü’yete ve nihayetsiz bir iştiyaka elyak bir Zât-ı Zülcelâl vel kemalin saadet-i edebiyede rü’yetine muvaffak olmamızı ve Resul-u Ekrem Aleyhisselatı Vesselamın şefaatine ve cennette sohbetine mazhar olmamızı Mevlay-ı Rahimden niyaz ediyoruz.

  Bu gecenin feyzinden ve bereketinden ve nurundan istifade etmek için Resulullah aleyhisselatı vesselamın bu asırda bir vekili, Kur’an-ı Kerimin hâdimi, müfessiri, mübelliği milyonlarca insanların Risale-i Nurlarla hidayet ve saadetine vesile olan Bediüzzaman hazretlerinin sözlerine, mektublarına müracaat ediyoruz.

            Cenab-ı Mevla bu mübarek gece vesilesiyle

üstadın bu nurlu, feyizli mektub ve sözlerinden

âzami surette istifadeyi nasib buyursun.

Âmin

Dua eden ve dualarınızı rica eden

Kardeşiniz M. Said Özdemir

 

_________________________

Tarihçe-i Hayat (Kastamonu Hayatından)

Azîz Sıddık, Kardeşlerim!

Ben, pek kat’i bir sûrette ve bine yakın tecrübelerim neticesinde kat’i kanaatım gelmiş ve ekser günlerde hissediyorum ki; Risâle-i Nurun hizmetinde bulunduğum günde -hizmetin derecesine göre- kalbimde, bedenimde, dimağımda, maişetimde bir inkişaf, inbisat, ferahlık, bereket görüyorum. Ve çokları itiraf ediyor, “Biz de hissediyoruz” derler. Hatta, size geçen sene yazdığım gibi, benim pek az gıda ile yaşadığımın sırrı, o bereket imiş.

Hem mâdem İmâm-ı Şâfî’den rivayet var ki : “Hâlis   talebe-i ulûmun rızkına ben kefalet edebilirim” demiş. Çünkü rızıklarında vüs’at ve bereket olur. Mâdem hakîkat budur ve mâdem hâlis talebe-i ulûm ünvanına şimdi Nur Şâkirdleri bu zamanda tam liyâkat göstermişler; elbette şimdi yeni açlık ve kahta mukabil, Risâle-i Nur hizmetini bırakmak ve zaruret-i maişet özrüyle maişet peşinde koşmak yerine en iyi çâre, şükür ve kanaat ve Risâle-i Nur talebeliğine tam sarılmaktır.

SAİD NURSÎ

***

Evet, Risâle-i Nurun o kadar dehşetli muannidlere karşı gâlibane mukavemeti, sırr-ı ihlâsdan; hiçbir şeye âlet edilmemesinden ve doğrudan doğruya saadet-i ebediyeye bakmasından ve hizmet-i îmaniyeden başka bir maksad tâkib etmemesinden ve ba’zı ehl-i tarikatın ehemmiyet verdikleri keşf ve kerâmet-i şahsiyeye ehemmiyet vermemesindendir. Ve velâyet-i kübra ashabları olan Sahabîler gibi, veraset-i Nübüvvet sırriyle, yalnız îman nurlarını neşretmek ve ehl-i îmanın îmanlarını kurtarmaktır. Evet, Risâle-i Nurun bu dehşetli zamanda kazandırdığı iki netice-i muhakkakası, herşeyin fevkındedir; başka şeylere ve makamlara ihtiyaç bırakmıyor..

Birinci Neticesi : Sadakat ve kanaatla Risâle-i Nur dâiresine girenler, îmanla kabre gireceğine gâyet kuvvetli emâreler var.

İkincisi : Risâle-i Nur dâiresinde, ihtiyarımız olmadan takarrur ve tahakkuk eden şirket-i ma’nevîye-i uhreviye cihetiyle, herbir hakîki sâdık şâkirdi; binler dillerle, kalblerle duâ etmek, istiğfar etmek, ibâdet etmek ve ba’zı melâike gibi kırk bin lîsan ile tesbih etmektir. Ve Ramazan-ı Şerif’teki hakîkat-ı Leyle-i Kadir gibi kudsî, ulvî hakîkatları, yüz bin el ile aramaktır.

İşte bu gibi netice içindir ki; Risâle-i Nur şâkirdleri, hizmet-i Nuriyeyi velâyet makamına tercih eder; keşf ve keramâtı aramaz, ve Âhiret meyvelerini dünyada koparmaya çalışmaz. Vazîfe-i İlâhîye olan muvaffakıyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstahak oldukları şân ü şeref ve ezvak ve inâyetlere mazhar etmek gibi kendi vazîfelerinin hâricinde bulunan şeylere karışmazlar ve harekâtını, onlara bina etmezler. Hâlisen, muhlisen çalışırlar, “Vazîfemiz hizmettir, o yeter.” derler.

SAİD NURSÎ

 

İki-üç gün evvel, Yirmi İkinci Söz tashih edilirken dinledim, gördüm ki: İçinde hem küllî zikir, hem geniş fikir, hem kesretli tehlil, hem kuvvetli îmanî ders, hem gafletsiz huzur, hem kudsî hikmet, hem yüksek bir ibâdet-i tefekküriye gibi nurlar var. Bir kısım şâkirtlerin ibâdet niyetiyle risâleleri ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğinin hikmetini bildim. Bârekâllah dedim; hak verdim.

SAİD NURSÎ

* * *

ISPARTAYA  GÖNDERİLEN  BİR  FIKRADIR

 

Risâle-i Nur, kendi sâdık ve sebatkâr şâkirdlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymetdar neticeye mukabil; fiat olarak, o şâkirdlerden tam ve hâlis bir sadakat ve dâimî sarsılmaz bir sebat ister. Evet Risâle-i Nur, on beş senede medresede kazanılan kuvvetli îman-ı tahkikîyi, on beş haftada ve ba’zılara on beş günde kazandırdığına, yirmi bin zât, tecrübeleriyle şehadet ederler.

 

Hem “İştirâk-i a’mâl-i uhreviye” düstûriyle, herbir şâkirdinin her bir günde binler hâlis lîsanlariyle edilen makbul duâları ve binler ehl-i salâhatin işledikleri a’mâl-i salihanın misil sevablarını kazandırıp herbir hakîki sâdık ve sebatkâr şâkirdlerini, amelce, binler adam hükmüne getirdiğine delil, kerâmetkârane ve takdirkârane İmâm-ı Ali’nin üç ihbarı ve kerâmet-i gaybiye-i Gavs-ı Âzam’daki tahsinkârane ve teşvikkârane beşareti ve Kur’ân-ı Mu’cizül-Beyân’ın kuvvetli işâretleri, o hâlis şâkirdlerin ehl-i saadet ve ehl-i Cennet olacaklarını pek kat’i isbat ederler.

Elbette böyle bir kazanç, öyle fiat ister. Mâdem hakîkat budur, Risâle-i Nur dâiresinin yakınında bulunan ehl-i ilim ve ehl-i tarikat ve sofî-meşreb zâtlar, onun cereyanına girmek ve ilim ve tarikattan gelen sermayeleriyle ona kuvvet vermek ve genişlemesine  çalışmak ve şâkirdlerini  teşvik  etmek ve bir buz parçası olan enâniyetini, tam bir havuz kazanmak için, o dâiredeki âb-ı hayat havuzuna atıp eritmek gerektir.

 

Yoksa başka bir çığır açmakla hem o zarar eder, hem bu müstakîm ve metin cadde-i Kur’âniyeye bilmiyerek zarar verir ;

 

M.Said Özdemir’in Regaib Kandili ve Üç Aylar Tebrik Mektubudur

BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN TALEBELERİNDEN
M.SAİD ÖZDEMİR’İN REGAİB KANDİLİ VE ÜÇ AYLAR TEBRİK MEKTUBUDUR.

   Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü!

           Aziz sıddık halis Hizmet-i Kur’anda hakikatli fedakâr kardeşlerimiz.

           Evvela binler selam ve muhabbetlerimi takdim ederim Allah-ü Teala’nın lütuf ve ikramı ile bir bayram-ı ilâhi olan, bire binler kazandıran, uhrevi bir ticaret pazarı cennet ve ebedi saadet müjdeleri getiren, mübarek şuhur-u selâseye (üç aylara) bugün girmiş bulunuyoruz. Her bir dakikasının uhrevi değeri baha biçilmez pırlanta ve elmas kıymetinde olan bu mübârek üç ayları gafletle boşa giden dünyevi uğraşmalarla değil de, rıza-i ilahiyi ve şefaat-i peygamberiyi kazandıracak ihlâslı ameller, ibâdetler, kıraatler, hizmetler, makbul oruçlarla geçirmeyi cümle kardeşlerimize cenâb-ı hak nasib buyursun âmin.
         Bu gece, Allah indinde çok makbul bir gecedir. Bu gecede Resul-i Ekrem (A.S.M) çok büyük ni’metlere, feyizlere, tecelliyat-ı cemaliyeye ve kemaliyeye mazhar olmuşlardır. Mü’minlerde bu gecede Cenâb-ı Hakk’ın ikram ve ihsanat-ı ilâhiyesine, mârifet ve muhabbet nurlarına mazhar olacakları bir gecedir.
          Bu geceyi uyku ile gafletle geçirmemek lazım. Bediüzzaman hazretleri bu gecelerde yanındaki talebelerini uyutmazdı. Bu gecenin gündüzünü oruçla gecesini de sabaha kadar Kur’anla, namazla, zikirle, Hizbu’l- Hakaik okumakla ihya etmek lazımdır.
          Bu mübârek aylarda kalb ve ruhu harekete geçirmeli, çokca kur’an-ı kerim okumalı. Kur’an-ı Kerim’in bu aylarda  her bir harfinin  iki yüz, üç yüz ve binler sevabı var. Ne mutlu her gün cevşen, Delailinnur, Evrâd-ı kudsiyye, Münacatü’l-Kur’an, Tahmidiye okuyana.
          Bu mübarek  aylarda Cep boy veya orta boy Risâle-i Nur kitaplarını alıp okumıyanlara, alamıyanlara  on günlüğüne verip, alıp başkasına vermek suretiyle nurları okutmak, en büyük bir sadakadır.Sadaka belayı def eder ömrü uzatır. Malın, paranın, zekatını Ramazanda vermek bin katlı sevabı var. Geceleri teheccüd namazı kılmak, mârifet ve muhabbet-i ilâhiyyeye medardır. Bu arada her gün 15-20 sahife Risale-i Nur okumayı kat’iyyen ihmal etmemeli. Çünkü Risale-i Nur’u okumak hem ilimdir, hem marifettir, hem tefekkürdür, hem zikirdir, hem ibadettir.
          Bu dünya bir misafirhanedir, ebedi yolculuğa ne zaman çıkacağımız belli olmaz.Cenâb-ı Hak size ve bize uzun bir hizmet ömrü ihsan buyursun. Sanki yolculuk çok yakınmış gibi, bire binler kâr veren bu mübarek aylarda aşk ve şevkle ibadet ve takvaya sarılalım, hayırlı ve nurlu kur’an hizmetlerine nefes nefese koşalım. Nurları dünyanın dört bir bucağına ulaştıralım. Yeryüzünün hiçbir köşe ve bucağında Kur’an nurlarını duymadık bir kimse kalmasın Milyonlar insanların ebedi saadetlerine inşa-allah vesile olalım Rıza-i ilâhiye ve şefaat-ı peygamberiye inşaallah mazhar olalım.
          Cenab-ı Hak sizleri ve bizleri âhir nefesimize kadar Risale-i Nurdan ayırmasın, hakiki nur talebesi etsin. Bu mübarek üç ayları rıza-ı ilahiye muvafık olarak hakkı ile değerlendirmeyi nasib etsin, üstad hazretlerine komşu etsin, şefaat-i peygamberiye mazhar kılsın âmin,âmin,âmin…

           Hususan  dualarınızı rica eden  ağabeyiniz.

 M.Said Özdemir

www.Nur.Gen.Tr ‘den iktibastır!

www.NurNet.Org

Bediüzzaman Talebelerinden Risale-i Nur Teşekkürü

TEBRİK TEŞEKKÜR
 
Kur’an-ı Hakim hakiki ilimlere havi bir kitab-ı mukaddestir ve bütün asırlarda insanların umum tabakalarına hitap eden ezeli bir hutbedir. 
 
Risale-i Nur ise; Kur’an-ı Mu’cizül beyanın bu asırda yüksek ve parlak bir tefsiridir. 
 
Bütün insanlığa mal olan iman ve Kur’an hizmetini tesis ve temin ile imani, ahlaki ve edebi değerlerimizi yaşatmaya vesile olan Risale-i Nurların, asliyetini muhafaza edip neşriyatına kanuni hüviyet kazandırarak; milletimizin, memleketimizin ve bütün insanlığın takdirine mazhar olan, başta…
 
Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN’ı, Sayın Başbakanımız Prof. Dr. Ahmet DAVUTOĞLU’nu Bakanlar Kurulunun Değerli Üyelerini, 
 
Bunlarla beraber bütün hayırlı hizmetlerde emeği geçen kurum, kuruluş ve şahısları tebrik eder, teşekkürlerimizi arz ederiz. 
 
Üstadımız Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin talebelerinden Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayram, Said Özdemir 
Kaynak: RisaleHaber