Etiket arşivi: siyaset

Gıybet ve Kuraklık

Gıybet odur ki: Gıybet edilen adam hâzır olsa idi ve işitse idi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zâten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet, hem iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır. Mektubat (275)

Gıybet, katil gibidir. Demek gıybette öyle bir ferd bulunur ki, katil gibi bir zehr-i katilden daha muzırdır. Sözler ( 347 )

Yağmursuzluk bir musibettir ve cezâ-yı amel bir azabdır. Buna karşı ağlamakla ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazînâne yalvarmakla ve pek ciddî nedâmet ve tövbe ve istiğfar ile karşılamak ve sünnet-i seniye dairesinde, bid’alar karışmadan, şerâitin tâyin ettiği tarzda dergâh-ı İlahiyeye ilticâ etmek ve duâ ve o hâle mahsus ubudiyetle mukâbele etmektir.

Hem böyle umumî musibetler, ekser nâsın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri, -kısm-ı a’zâmı- tövbe ve nedâmet ve istiğfar etmekle def’olur.

Biz Risâle-i Nur şâkirdleri, dünyâya çok ehemmiyet vermediğimizden, dünyâya yalnız Risâle-i Nur için baktığımızdan, bu yağmursuzlukta dahi o noktadan bakıyoruz.Emirdağ Lahikası-1 ( 34 )

Şu anda siyâset âleminde muhtelif karışıklıklar, bulanık sular, dalgalar, girdaplar meydana gelmektedir. Bu hâdiser ise insanın kalb ve ruhunu ve kalbini tesir altına almakla insanların ubudiyet ve ameline ciddi mânâda zarar vermektedir. Geniş daire olarak ya partisi veya meşrebinin aklı ile düşünüp bu konularda çenesini çalıştırmaktadır. Asıl olan âhiret meselesi arka planlara itilerek belki farz olan Namazını aksatmaktadır.

Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk taunuyla çoklar o davasını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşf ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği davanın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi? Asa-yı Musa ( 21 )

Âlem-i Ahvâl-i Türkiyeye baktığımızda ise; bu hâl üzerine her yerde konuşmalar olmaktadır. Yok o bunu yaptı.. bu bunu dedi.. netice ise her yerde Gıybet Sisi Oluşmaktadır!

Bu sem-i katl, toplumda hemen her yere sirâyet etmesi ile orada ervâh-ı hâbise temessül etmektedir. O ortamda ervâh-ı habiseye yemek oluşması sebebi ile ervâh-ı habiseler bu aralar baya göbek büyüttü.

Peki sadece bu kadar mı?

Tabiki değil. Gıybet umumi bir günah oluşturmakta. Bu günah ise Türkiye üzerinde büyük bir sis oluşturmaktadır. ALLAHIN RAHMETİ YERİNE GAZABINI CELBETMEKTE! “Günahımız Neticesi Kuraklık Başladı. Emirdağ Lahikası-1 ( 34 )”

umumî musibetler, ekser nâsın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri, -kısm-ı a’zâmı- tövbe ve nedâmet ve istiğfar etmekle def’olur. Emirdağ Lahikası-1 ( 34 )

Burada üstadım imam Bediüzzaman reçeteyi sunuyor. Bu gıybet eden camiâlar gıybeti bırakmalı. Türkiyede kuraklık var. Rahmet kesildi ne yağmur ne kar.. millet yağmur duasına çıkmakta. Barajlar kurumakta suyu kesilmekte, tarlada tohumlar soğuktan donmakta..  

Risâle-i Nur Külliyâtının Lâhikalarına muvafık hareket edilerek düsturlarına riayet edilerek bu beladan halas olunabilir!

İnşâallah yakında benim de risalelerim iade edilecek, tam serbest ve intişarı küllîleşecek ve rahmet dahi tam olacak. Emirdağ Lahikası-1 ( 34 )

İşte o davayı kazandıracak olan hizmetleri ve yüzde doksanına o davayı kaybettirmeyen hârika bir dava vekilini o işde çalıştıran vazifeleri bırakıp ebedî dünyada kalacak gibi âfâkî malayaniyat ile iştigal etmek tam bir akılsızlık bildiğimizden, biz Risale-i Nur şakirdleri, her birimizin yüz derece aklımız ziyade olsa da ancak bu vazifeye sarfetmek lâzımdır diye kanaatımız var. Asa-yı Musa ( 21 ) 

Ey ehl-i Siyaset ve Ey Ehl-i Dine Hizmet etmek gayesinde olan kimseler! Aranızdaki niza’ı çabuk bertaraf ederek bu umumi gıybet hastalığını kaldırıp uhuvvetinizi temin ediniz!

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

Cemaat – Siyaset!

“Cemaat” kelimesinin aslı, “cem” fiilidir: Toplamak, bir araya getirmek anlamına gelir. 

Fıkıh terimi olarak, “cemaat”, “bir imamın arkasında namaz kılan mü’minler topluluğu”dur…

Daha geniş anlamıyla, bir fikir ve inanç etrafında buluşan insan topluluğunu; en geniş anlamıyla ise, İslâm ümmetini ifade eder.

Dünyadaki bütün Müslümanlar bu anlamda, “cemaat”dırlar. Bu cemaatin temel eksenini, aynı dine, yani Tevhid akidesine mensup olmak oluşturur. 

Bediüzzaman Said Nursi’nin aşağıdaki tarifine dikkat!

“Sath-ı arz (yeryüzü) bir mescid, Mekke bir mihrab, Medine bir minber; o burhan-ı bâhir (apaçık deliller) olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkep bir halka-i zikrin serzâkiri; bütün enbiya hayattar kökleri, bütün evliya tarâvettar (taptaze) semereleri (sonuçları) bir şecere-i nuraniyedir (nur ağacı) ki, herbir dâvâsını, mu’cizatlarına (mucizelerine) istinat eden bütün enbiya ve kerametlerine itimat eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar.” (Sözler, On dokuzuncu Söz).

Geniş anlamıyla “cemaat” bu tarifteki gibidir, tüm iman ehlini kapsar ve kavrar. Zaten, “Topluca Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın” (Âli İmrân) mealindeki âyet de buna işaret buyuruyor.

Keza, “Cemaat rahmettir, tefrika (ayrılık çıkarma) ise azaptır” mealindeki hadisler de aynı noktayı vurgular.

Günümüzde bir “anlam kayması” söz konusu sanırım. Çünkü artık kimse “cemaat” sözcüğünü, kapsayıcı/ kavrayıcı anlamında kullanmıyor. Bu kelime ile daha çok klikler ve gruplar tarif ediliyor.

Ne olursa olsun, bugünün cemaatlerinin de bir tarifi olmalı. Bendeniz “Uhrevi (ahrete yönelik) amaçlarla bir araya gelen özgür bireylerin gönüllü beraberliği” olarak tarif ediyorum…

“Uhrevi amaç”, “gönüllülük” ve “özgürlük” kavramlarının da altını özenle çiziyorum. Çünkü bunlar “olmazsa olmaz” kriterlerdir. Aksi taktirde “cemaat” değil, “cemiyet” ya da “şirket” (ortaklık) olur.

Cemaatin en büyük amacı, “iman-Kur’an hizmeti” olarak özetlenebilir. Her “sivil toplum kuruluşu” gibi güncel olaylara ilişkin görüşleri olmakla birlikte ağırlığını “iman hizmeti”ne verir ve “dünyevî” (dünyaya ilişkin) konuları “tali mesele”sayar.

Bir şekilde dünya belirleyici olur, hangi kılıf içinde gelirse gelsin, “dünyevi” meseleler “hizmet”in önüne geçerse, siyasallaşma ve yozlaşma başlar. Çünkü “cemaat” olmanın birinci şartı (uhrevi amaç) çiğnenmiş olur.

Siyaset de cemaate karışmamalıdır. Bu kavramların iç içe girmesinden sadece “fitne” çıkar. “Fitne” tabiri benim değil, Fatih ve oğlu Bayezid zamanında bugünkü Vefa semtinde faaliyet gösteren Şeyh Ebul Vefa’ya aittir.

Şeyh Efendi, yakın müritlerinden birine, kapıya gelen hasretlisiyle görüşmeyeceğini fısıldamaktadır:

“Gelen ziyaretçimizi lisan-ı münasiple geri gönderin. Şu sıralar mizacım devletlülerle muhabbete müsait değildir.” 

Fatih, Zağanos Paşa’yı alıp bir gün Şeyh’i ziyarete gider, fakat kabul görmez. Padişah üzülürken, Zağanos Paşa öfkelenir, kapıyı zorla açmaya kalkışır.

Onu durduran Fatih’in şu sözü, hepimize ders hükmündedir: “Dur Zağanos, hikmete kuvvetle mukabele edilmez!”

Aynı anda müritleri Şeyh Efendi’ye bunun hikmetini soracaklar, Ebul Vefa şöyle bir cevap verecektir:

“Biz bir birimizi Allah için çok seviyoruz. Bir kez görüşürsek hemen samimi oluruz. Badehu o benim eğitim hizmetlerime, ben onun siyasi işlerine karışmaya başlarız. Osmanlı’ya fitne fesat girer.”

Yavuz Bahadıroğlu

İslam Kardeşliği, Gündem ve Gıybet

abdulkadir.haktanirMuhterem kardeşlerim! İslam dini her zaman “Uhuvveti islamiyeye”  (Din kardeşliğine) çok önem verir. Yani Müslümanlık nedir sorusuna: (Din kardeşliğinin te’sisinden ibarettir) desek hata etmiş olmayız.

“Komşun açken sen tok yatamazsın”

hadisi şerifinden başla, Selam vermek, Cemaat la namaz kılmak, Hacca gitmek, Müslüman’ın hal hatırını sormak, Akrabanın ölüm ve düğününe gitmek, Cenaze namazının farz oluşu, Müslüman müslümana üç günden fazla dargınlık  gibi İslam kardeşliği ile ifadeler ve kardeşliği pekiştiren hadiseler gösteriyor ki: Dinimiz Din kardeşliğini bozmamaya çok önem vermiştir. Biz bundan anlıyoruz ki  dinimiz bizim şefkatimizi o kadar neşvu nemalandırmiş tir ki: Kardeşe karşı düşmanlık şöyle dursun, kardeşin hakkında en ufak bir kötü hasletini ağzına almak “Gıybet” sayılıyor. (kardeşinin ölü etini yemiş gibi bir günah yapmışsındır) sayılır. Bunu da ifade etmeden geçmeyeyim:

Gıybet öyle bir günahtır ki: Büyük günahlardan olan zinayı Allah bağışlayabilir Fakat Gıybeti, gıybet ettiğin kimseden halallık  almadan bağışlamaz. Bir Hadisi şerifinde Peygamberimiz a.s.m.  “(Ahiret) kardeşlerinizi çoğalttın; çünkü kıyamet günü her Mü’minin bir şefaat hakkı vardır ( Sende ona dahil olabilirsin.) (haşiye)

Şimdi  Gelelim Türkiye’nin durumuna:  İslam derdi ile yaşayan her Müslüman, bu günkü idareyi desteklemeli. 80 senelik bir nahoş sistem bizi o hale getirmiş ki: Yanından geçen Müslüman, kardeşine selam veremiyorsun. Çünkü Müslümanlık alameti kendisinde yok ki. Halkımız: Net Kâfirlik alameti olan Fötr ve kasketten kurtulmak için baş açık geziyor. Fakat Ermeni ve Yahudi de baş açık geziyor bu sebepten Müslüman kardeşine rahat bir selam veremiyorsun. Ne zaman onun Müslüman olduğu belli olur? Ne zaman yanındaki hanımını tesettürlü görürsen o zaman Müslüman olduğu belli olur ve rahat selam verebilirsin. 80 senedir baştakilerin herhangisinin hanımını başı kapalı görebildik mi? Yok. Şimdi hem Başbakanımızın hem Cumhurbaşkanımızın hanımları çok şükür baş örtülü. Yani hanımlarının başörtüleri gösteriyor ki: Onların beyleri imanlı kimseler. Başbakanın Annesinin vefatında okuduğu Kur’an’ın hakkında, bazı hocalar diyorlar ki biz onun gibi okuyamayız. İdare şekline gelince Davos’tan başla ve 10 sene küsur idaresinde, hatasını çok az bulabilirsin. Halk partisin de ki lider de bizim memleketimizin adamı, ama. bir A.K.P İstanbul Belediye başkan adayı demişti Halk partisini destekleyen kimseler dini bilgilerden yoksun kimselerdir. Evet onların tüm hareketlerinde onu görebilirsiniz.

 Devlet Bahçeli hakkında Mehmet Akifin Şiiri ile cevap vereyim:

          “Arnavutlu ne demek var mı Şeriatta yeri?

          Küfür olur başka değil kavmini sürmek ileri!

          Arabın Türke, lazın çerkeze, yahot Kürde;

          Acemin Çinliye, ruchanimi varmış? Nerde!

          Müslümanlıkta anasır mı olurmuş? Ne gezer!

          Fikri kavmiyeti tel’in ediyor Peygamber.

          En büyük düşmanıdır ruhu Nebi tefrikanın;

          Adi batsın onu İslam’a sokan kaltabanın!”

Okullarda: Türküm, Doğruyum, Çalışkanım yerine: Müslümanım Doğruyum, Çalışkanım, denilse idi kim itiraz edecekti. Yani menfi Milliyyet başka değil ancak milleti parçalamak için yarar. Kürtlerin dağlarında büyük harflerle ( Ne mutlu türküm diyene) yazarsan tabii ki o yazılar P.K.K. yı doğuracak. Bütün milleti siyaset havasına sokmak, ancak milleti parçalamaya yarar. Siyaseti belli kimseler yürütecek. Halk ise 4-5 senede tek bir gön yani oy verirken siyasi olacak hepsi o kadar. Bizim gün gece duamız millet bölünmeden İmanlı kimseleri lider seçebilmesidir . Bunada unutmayalım: İmansız kimseden iyilik beklemek aptallıktan başka değildir. Çünkü hiç kimse menfaatsız iş yapmaz. ahirette ona verilecek Sevaba, günaha inanmayan. o bu hayatta Nefsini tatmine ve cebinden başka düşünmez. O egoisttir, öz kardeşini de menfaati için sever menfaati bittiği yerde Kardeşine karşı de sevgi biter. Yaşlılara karşı saygı hürmet, gençlere karşı şefkat Ahirete  imandan, sevaba günaha inanmaktan gelir. Milletimizin hayırlı geleceği için, Gece gün yapılan hayır duaların boşa gitmemesine Allah’ımızda temenni ve niyaz ederim.

Abdülkadir HAKTANIR 

www.NurNet.org

(haşiye) Hz.. ibni Naccardan. Kenzül-Ummal a/4 h No:24642 feyzul Kadir 1/500

Bediüzzaman’ın 5 Talebesinden Ortak Açıklama

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin talebeleri Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayramoğlu, Salih Özcan, Mehmet Fırıncı, Abdülkadir Badıllı ağabeyler son günlerdeki tartışmalar üzerine kamuoyuna ortak açıklamada bulundular.

“İman hizmetinin töhmet altında” kaldığının belirtildiği açıklamada, Risale-i Nur talebelerinin siyasete bakışına dair metinler yer aldı.

Açıklamada şöyle denildi:

Risale-i Nur Külliyatının müellifi ve Risale-i Nur hizmetinin müessisi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin hizmetinde bulunmuş ve bu Kur’ân ve iman hizmetinin esaslarını bizzat ondan ders almış talebeleri olarak, aşağıdaki hususları muhterem kamuoyuna duyurmak ihtiyacını hissetmiş bulunuyoruz:

1. Risale-i Nur’un hizmet esasları içinde Bediüzzaman Hazretlerinin en fazla üzerinde durduğu ve büyük bir hassasiyetle riayet etmeyi bize ve bütün Nur talebelerine ders verdiği husus, bu hizmetin sadece ve sadece iman hizmetinden ibaret olduğudur. Pek çok mektuplarda tekrar tekrar zikredilen bu husus, bir Emirdağ mektubunda da şu şekilde ifade edilmiştir:

“Risale-i Nur hiçbir şeye âlet olamadığını ve rızâ-yı İlâhiyeden başka hiçbir maksada vesile olamadığını ve doğrudan doğruya herşeyden evvel iman hakikatlerini ders vermek ve biçare zayıfların ve şüpheye düşenlerin imanlarını kurtarmak olduğunu elbette sizin gibi Nur’un has şakirtleri biliyorlar.”

Bu hakikat muvacehesinde kamuoyuna şunu arz etmek isteriz ki, insanlara hiçbir tarafgirlik gözetmeksizin ve hiçbir menfaat gütmeksizin Risale-i Nur’la iman hizmeti vermek ve muhtaç olanların imanlarını her türlü tehlike, vehim, vesvese ve şüphelerden korumaya çalışmak ve bu hizmetin mukabilinde ne maddî, ne de manevî hiçbir karşılık beklememek, Risale-i Nur mesleğinin olmazsa olmaz esasıdır. Bu esas feda edildiğinde, ortada Risale-i Nur hizmeti de kalmaz.

2. Risale-i Nur hizmetinin gaye ve mahiyeti münhasıran iman hizmetinden ibaret olduğundan, onun dışındaki faaliyetler tarafgirlik mânâsına gelebilecek her türlü davranıştan şiddetle kaçınmak gerekeceği izahtan vareste olmakla beraber, Üstadımız bu hususu müteaddit mektup ve müdafaalarında tekrar tekrar hatırlatmıştır. Bu mektuplardan birinde, “İman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost, düşman derste fark etmez. Halbuki siyaset tarafgirliği bu mânâyı zedeler, ihlâs kırılır. Onun içindir ki, Nurcular emsalsiz işkencelere ve sıkıntılara tahammül edip Nur’u – Risale-i Nur’u – hiç bir şeye âlet etmediler, siyaset topuzuna el atmadılar” denmektedir.

İman hizmetinde bulunanların hariç cereyanlardan niçin uzak durmaları gerektiği, Bediüzzaman Hazretleri’nin şu ifadelerinde de çok net bir şekilde açıklanmıştır:

“Risale-i Nur şakirdlerinin, mümkün olduğu kadar, siyasete ve idare işine ve hükûmetin icraatına karışmamak bir düstur-u esasîleridir. Çünki hâlisane hizmet-i Kur’aniye, onlara her şeye bedel kâfi geliyor. Hem şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiçbir kimse, istiklaliyetini ve ihlâsını muhafaza edemez. Herhalde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dünyevî maksadına âlet edecek, o hizmetin kudsiyetini bozacak… Hem dünya için dinini bırakan veya âlet edenlerin nazarlarında, Kur’anın hiçbir şeye âlet olmayan kudsî hakikatleri bir propaganda-i siyasette âlet olmuş tevehhüm edilecek. Hem milletin her tabakası, muvafıkı ve muhalifi, memuru ve âmisinin o hakikatlarda hisseleri var ve onlara muhtaçtırlar. Risale-i Nur şakirdleri, tam bîtarafane kalmak için siyaseti ve maddî mübarezeyi tam bırakmak ve hiç karışmamak lâzım gelmiş.”

Siyaset yoluyla vatana, millete, İslâmiyete hizmet de elbette ki ihmal edilecek bir mesele değildir. Ancak herkese eşit şekilde hizmet sunması gereken bir iman cereyanının mahiyeti, siyaset yoluyla hizmetten bütün bütün farklıdır. Onun içindir ki, cemaat adına siyasî faaliyette bulunmak, siyasî partilerle pazarlıklar içine girmek, devlet içinde kadrolaşmak, iktidara ortak olmaya çalışmak gibi faaliyetlerin tamamı Risale-i Nur’un iman ve Kur’ân hizmetiyle tam bir tezat teşkil etmektedir. Risale-i Nur talebeleri böyle faaliyetlerde bulunmayı Üstadlarından miras aldıkları kudsî hizmetin kudsiyetini bozmak olarak görürler ve bundan şiddetle kaçınırlar. Aynı şekilde, milletin reyiyle iş başına gelen meşrû iktidarı muhafaza etmek ve memlekette asayişi ihlâl etme istidadı taşıyan hareketlerden şiddetle kaçınmak da Risale-i Nur talebelerinin Üstadlarından ders aldığı en mühim esaslar ve düsturlardır; ancak onlar bunu hiçbir zaman bir menfaate âlet etmezler, bir tarafgirlik haline getirmezler.

Nitekim Umum Nur talebelerine Üstad Bediüzzaman’ın vefatından önce vermiş olduğu en son derste:

“Aziz kardeşlerim, bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet İmân hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz” denilerek, asıl yapmaları gereken şey ifade edilmiştir.

3. İman hizmetinin mahiyeti kadar metodları da menfi siyasetin icabı telâkki edilen âdet ve uygulamalardan uzaktır. İmanın esası olan doğruluk, iman hizmetinin de en mühim esasıdır; yalan, iftira, iki yüzlülük, hile gibi fiil ve metodlar hiçbir zaman iman hizmetine yanaşamaz. Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri, yol, sıdk ve doğruluk üzere olmaktır, der:

Sual: Herşeyden evvel bize lâzım olan nedir?

Cevap: Doğruluk.

Sual: Daha?

Cevap: Yalan söylememek.

Sual: Sonra?

Cevap: Sıdk, ihlâs, sadâkat, sebat, tesanüd.

Sual: Yalnız…

Cevap: Evet…

Sual: Neden?

Cevap: Küfrün mahiyeti yalandır. İmanın mahiyeti sıdktır. Şu burhan kâfi değil midir ki, hayatımızın bekası, imanın ve sıdkın ve tesanüdün devamıyladır?

Bir müdafaasında da “Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı cemiyet ve komitelerle münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmeyiz” demek suretiyle, Risale-i Nur hizmeti ile diğer faaliyetler arasındaki bu temel metod farkını ayrıca teyid ve tasrih etmiştir.

4. Siyasî tarafgirliğin en dehşetli neticesini, Bediüzzaman Hazretleri bir hatırasında şöyle anlatır:

“İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyeye dair bir kanun-u esasîsi dahi, bu hadis-i şerifin, “(Mü’minin mü’mine bağlılığı, parçaları birbirini sımsıkı tutan bir bina gibidir)” hakikatidir. Yani, hariçteki düşmanların tecavüzlerine karşı, dahildeki adâveti unutmak ve tam tesanüd etmektir. Hattâ en bedevî tâifeler dahi bu kanun-u esasînin menfaatini anlamışlar ki, hariçte bir düşman çıktığı vakit, o taife birbirinin babasını, kardeşini öldürdükleri halde, o dahildeki düşmanlığı unutup, hariçteki düşman def oluncaya kadar tesanüd ettikleri halde; binler teessüflerle deriz ki, benlikten, hodfuruşluktan, gururdan ve gaddar siyasetten gelen dahildeki tarafgirane fikriyle, kendi tarafına şeytan yardım etse rahmet okutacak, muhalifine melek yardım etse lânet edecek gibi hâdisâtlar görünüyor. Hattâ, bir sâlih âlim, fikr-i siyasîsine muhalif bir büyük sâlih âlimi tekfir derecesinde gıybet ettiği; ve İslâmiyet aleyhinde bir zındığı, onun fikrine uygun ve taraftar olduğu için hararetle senâ ettiğini gördüm. Ve şeytandan kaçar gibi, otuz beş seneden beri siyaseti terk ettim.”

İşte bu sebepten, tıpkı Bediüzzaman Said Nursî gibi, onun talebeleri de siyasî tarafgirliklerden uzak durmakta ve bu iman ve Kur’ân hizmetine hiçbir siyasî tarafgirlik gölgesi düşmemesi için azamî itina göstermektedirler.

5. Biz Risale-i Nur talebeleri, hizmetimizin prensiplerini kaynağı Kur’an ve Hadisten ibaret olan Risale-i Nur’dan ve onun müellifi olan Bediüzzaman Said Nursî’den alırız. Mevkii, maddî veya manevî makamı, şöhreti, ünvanı ne olursa olsun, hiç kimsenin indî tevilleri Risale-i Nur talebeleri için bir ölçü teşkil etmez. Risale-i Nur memleketimizin ve dünyanın en buhranlı dönemlerinden geçerek bugünkü muzaffer konumuna ulaşmışsa, Bediüzzaman Hazretlerinin büyük bir hassasiyetle muhafazasına çalıştığı “hizmet düsturları” sayesinde bu mümkün olabilmiştir. Yoksa, zamanın ve zeminin şartlarına göre hizmet tarzında birtakım değişiklik ve ayarlamalar yapılsaydı, şimdi Risale-i Nur hizmeti diye bir şey kalmazdı.

6. Son zamanlarda cereyan eden ve hepimizi üzen bazı gelişmeler, siyasî mahiyet taşıyan ve Nur’un safî hizmet telâkkisinden çok uzak düşen bazı hareketlerin Risale-i Nur ile karıştırılmasını ve bu menfî hareketler sebebiyle bu iman hizmetinin töhmet altında kalmasını netice verdiğinden, biz Risale-i Nur talebelerinin böyle hareket ve faaliyetlerle hiçbir surette alâkamızın bulunmadığını ve bu tür sakat anlayışların asla Risale-i Nur’dan kaynaklanmadığını açıklamak zorunda kalmış bulunuyoruz.

Aziz milletimize saygı ile duyurulur.

ABDULLAH YEĞİN, HÜSNÜ BAYRAMOĞLU, SALİH ÖZCAN, MEHMET FIRINCI, ABDÜLKADİR BADILLI

Haber7

Nurculukta Takvâ ve Siyâset

Hem takvâ içinde bir nevi amel-i sâlih var. Çünki bir haramın terki vâcibdir. Bir vâcibi işlemek, çok sünnetlere mukâbil sevâbı var. Takvâ, böyle zamanlarda, binler günâhın tehâcümünde bir tek içtinâb, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor.Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle, takvâ nâmıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî ibâdetten gelen ehemmiyetli a’mâl-i sâlihâdır.

Risâle-i Nur şâkirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribâta ve günahlara karşı takvâyı esas tutup davranmak gerektir. Kastamonu Lahikası(148)

Takvâ:Bütün günahlardan kendini korumak. Dinin yasak ettiğinden veyâ haram olduğunda şüphesi olan şeylerden çekinmek. Mânâsına gelmekmektedir. Bu Takvâ meselesinde mesleki esaslara müvâzene edecek olursak Risâle-i Nur Esaslarına Muhalif bir mesele veyâ şüpheli görülen kerih görünen bir mesela varsa ve olursa ihtiyaten uzak durmak gerekmektedir.

Bizlere üstadımız, imamımız siyâsete yanaşmamamız, takib etmememiz, alakadar olmamamız, partizan olmamamız gibi dersler vermiştir.Lâhikalarla tarz-ı hareket etmemiz için Sikke-i Tastik-i Gaybi, Tarihçe-i Hayat, Barla, Katamonu, Emirdağ Lahikalarını teşkil etmiş ve Mehdiyetin sistemi de bu 5 eserle tarz-ı harekâtını Kıyamete dek belirlemiştir. Bizlere ise bu 5 tarz-ı hareket eseri ile boyalanmak sıbga-i nuriyeye bürünmek elzemdir. Eğer kendimize Nurcu, Nur Talebesi ünvânına dâhil ediyorsak.

«Hem şimdi hükmeden öyle kuvvetli ce­reyân­lar içinde siyâ­sete girenlerden hiçbir kimse, istiklâliye­tini ve ihlâsını muhafaza ede­mez. Her­halde bir cereyan onun hareke­tini kendi hesabına alacak, dün­yevî mak­sa­dına âlet edecek, o hiz­metin kudsiyetini bozacak.»Şualar (362)

Eğer siyâsete yanaşırsak hizmetimizin kudsiyeti kaybolacak, ulviyetini kaybedecektir. Bir tarafa meylederek onun gevezesi olur.

Evet, bu zamanda siyâset; kalbleri ifsad eder ve asabî ruhları azab içinde bırakır. Selâmet-ikalb ve istirahât-ı ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı. Kastamonu Lahikası ( 123 )

Nur Talebesi İçin Siyâset de Takvâyı Kıran Esbabdandır! Tâkib etmediğimiz hâlde de çevremizdekiler ahvâl-i âlemden siyâsi haberleri getirmekte. Tâbir-i Caiz ise, Kerih pis kokulardan kaçtığın hâlde sana bu kokuları getiriyorlar. Bazıları da bu pis kokuları esans yapmış dem ve damarlarına karışmış. “nura yakın olan rayiha-i tayyibe dahi onların bir nevi gıdalarıdır ki, ondan hoşlanıyorlar. Sözler ( 353 )” Bunun aks-i maksad-ı ile ervah-ı habise de sana gelecek onlardan sirayet edecektir. Allah bizleri Lâhikalarla hareket eden bahtiyarlardan etsin!

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org