Etiket arşivi: tabut

Tabut (Şiir)

Ormandan kesip almışlar
İçini güzel oymuşlar
Bir bedeni koymak için
Adını “Tabut” koymuşlar

Kim girecek bu tabuta
İçinde uzanıp yata
Her gün onu taşıyoruz
Kim hatırlar kim unuta

Her kes giriyor sırayla
Satın alınmaz parayla
Hakiki müminler için
Değiştirilmez sarayla

Bu tabut yol aracıdır
Gerçektir fakat acıdır
Bütün yolculuk boyunca
Müminlere duacıdır

Beşikten tabuta kadar
Yürüyoruz azar azar
Sonumuz ölüm değil mi?
Padişah olsan ne yazar

Tabut diyor ki: “Ey filan
Bilirsin bende yok yalan
Şimdi gideceğin yerde
Doludur akrep ve yılan

Yolculuğa hazır mısın?
Ameline nazır mısın?
Sana gelen sorulara
Cevap verebilir misin?”

Tanyeri’yim korkuyorum
Kendimi sorguluyorum
Acaba bu cevapları
Verir miyim? Bilmiyorum

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Cenaze ve Vıdı Vıdı

Musallâ saltanattır; başrole koyarlar seni orada. Telaşların ve koşuşturmaların ılık kucağına buzdan bir öpücük olup düşersin ölümün saçağından.

Sensiz zamanların habercisi olursun sevdiklerine. Hesapsız sanılan günlerin hesabını koyuverirsin sığlaşmış ceplere. Eşkâlini belirlersin cesedinle, faili meçhul, sinsi ve sessiz tükenişlerin. Senden arta kalan sessizlik çığlığa dönüşür gül yangınlarının eteğinde… Senden taşan sensizlik ilmek ilmek hasret sarar geniş zamanların göğsüne. Susarsın musallâda; sustuğun için konuşturursun sarhoş sözlerin dillendiremediği haykırışları. Durursun musallâda ve durduğun için dolaşırsın unutuşlara terk edilmiş köşeleri.. Kapatırsın gözlerini musallâda, görmezsin ve görmediğin için gösterirsin ışıkların gösteremediği ıssız sızıları. Yüzünü sakınırsın sevdiklerinden musallâda ve yüzünü sakındığın için kırılgan bir aynada yeniden lûtfedersin gerçeğin yüzünü onlara.

Bu yüzden, işte bu yüzden, anlatamadığım, anlayamadığım, anlatsam da anlayamayacağın nice suskun ve sözsüz gerekçe yüzünden, önünde durduğun cenaze “nesne” değildir! “Özne”dir cenaze; sana konuşur, seni “nesne” eyler. “Sessiz bir dil”dir. “Sözsüz bir çağıltı”dır musallâdan gelip geçenler. Ölümü unutmuş, varlığın farkına varamamışlar için ayağa kalkmış bir nutuktur. Hızla akıp, hazla sığlaşan hayatın teninde bin kılıç yarasıdır; kanatır, acıtır… Son sözünü söyleyen “adam”dır aramızda, son ve en gerçek sözü söyleyen beliğ bir hatiptir. Hayatı pahasına konuşan eşsiz bir kahramandır o. O konuştuğu için susmalısın, sesini iptal etmelisin. Hem de sadece dilini damağını çekmekle kalmamalısın riya bulaşığı sözlerden, kalbini de yumalısın kirli hayâllerden, hırslarının diline de kelepçe vurmalısın.

Gelip geçilecek yer değildir musallânın önü. Oradan suskunca gelip geçen her ceset, senin de eksile eksile oraya gelişini hatırlatır. O gider, sana gelir sıra. O bir daha ölmeyecektir artık; sensin ölecek olan, sensin ölüyor olan, sensin ölümü örülüyor olan.

Sus orada. Sus ve ömrünü gül yaprağı gibi bardağın suyunu bile taşırmayan incecik bir söze dönüştürmüş olanı dinle. Dur orada. Dur ve dilini aklından sürgün eden sloganları unut ve bir daha söyleme. Bekle. Bekle ve sesini kalbine dokundurmayan taraftarlıkları yık ve bir daha ayağa kaldırma.

Durma vaktidir cenazeler. Durulma fırsatıdır. Hızla akıp giden hayatın sahte örtüsünü, sığ örgüsünü yırtıp atma, söküp savurma demidir. “Azıcık yavaşla!” der sana cenaze. “Ağzının gürültüsünde kaybetme kendini.” “Dünyalık kaygıların eteğine dolama ayaklarını.” “Dilini bağla…” “Elini bağla…”

Sen sen ol; kendini fail sayma cenazede. Ölümün ellerinde yıkanmaya hazırlan. Yükünü yık da gel cami avlusuna. Omuzlarından dünyayı at da gel cenazenin karşısına. Sözünü unut da gel. Bu yalnızlık senfonisini dinlemeye gel. Serkeş avuçlarını boş acılarla yeniden kanatma. Ruhunun teknesinde alevden kitreler” kar ki; ebrûlansın felek, ateşten çiçeklere dursun an.

Yık düzenini. Karıştır sahte düzeneğini hayatın. İncecik bir kader tüyüdür alnına değen cenazede. Uyan! Tenlere sarılıp da unuttuğun, sevdalara kanıp da uyuttuğun varoluş kırılganlığını yeniden keşfetmek için kapılar aralar sana o suskun hatip.

Sen; kendini bilmez, cenazenin suskunluğunu kullanamazsın. Ölenin üzerinden ölümü yeniden unutturan yeni sloganlar üretemezsin. Nefretleri susturmuş, kinleri soğutmuş o suskun dilin söylediklerine kulak tıkayıp; yeni kinleri, yeni nefretleri uyandıramazsın.

Öyle edersen, bir defa ölenin yanında bin haysiyetsiz ölümü daha ayağa kaldırırsın. Biricik dirilme fırsatını ayağınla tepersin. Öyle sığ, öyle aldırışsız gelip geçersen cami avlusundan, bir ölünün üzerinden bin cinayeti kurgularsın. Kalbini ayağa kaldırmak üzere uzanan elleri geri itersin.

O suskunluk sana hükmeder. Sen o suskunluğa hükmedemezsin. O hâl seni etkiler. Sen o hâl üzre sulta kuramazsın.

Orada o tabut öylece sessiz akıp giderken ellerin üzerinden senin için varlığın perçemlerinden sıyrılma vakti gelmiştir. O sessiz gemi öylece yüzüp giderken gafletli sloganların arasından, yakanı puslu bedenin hazlarından kurtarma anı gelip çatmıştır.

Ruhun alındığı, suretin bırakıldığı o dem, bedenine üflenen ruhunu yeniden hatırlama zamanıdır. Ölümün konuştuğu yerde vıdı vıdı edenler ruhlarını dünyanın kirli toprağına gömmeye ne kadar da hevesliler. Saygısız, duyarsız bedenlerini, kirli bulaşık sloganlarını, yitirdikleri ruhlarına çirkin bir mezar taşı edip dikiyorlar. Bir Fatiha’yı bile çok görüyorlar dillerine.

Senai Demirci

Bu Tabut

Bu Tabut (Zübeyir Gündüzalp)

Bu Tabut: Hissiyatı ruh kuvvetine çıkmış bir zâtın tabutudur.

Bu Tabut: Fenafillâh makamına çıkan ve sünnet-i seniyyenin en ince teferruatına müraat eden bir zâtın tabutudur.

Bu Tabut: Sıddıkıyet mertebesinin şahikasına çıkan bir zâtın tabutudur.

Bu Tabut: Adaleti, asaleti, salâhati şahsında cem eden bir zâtın tabutudur.

Bu Tabut: Kur’an-ı Hakîmden tereşşuh eden hakikatleri, katre katre massedip dem ve damarlarına yerleþtiren bir zâtın tabutudur.

Bu Tabut: Azamî ihlâs, azamî sadakat, azamî iktisat, azamî takva düsturlarına müraat edip huzur-u İlâhîye mazhar olan bir kahramanın tabutudur.

Bu Tabut: Kur’an düsturlarına azamî ittiba edip, şûra âyet-i kerimesinin ulviyetini, kudsiyetini anlatıp lisan-ı kal ve hâliyle yaşayan bir mücahidin tabutudur.

Bu Tabut: Şecaati, celâdeti, cesareti, feragati şahsında yaşayan bir zâtın tabutudur.

Bu Tabut: Tesis-i İslâmiyette peder valide, evlâd ü iyal, mal mülk gibi fâni âlemin mânilerini aşan Ashab-ı Kiramın ahfadının tabutudur.

Bu Tabut: Risale-i Nur’la nurlanıp bir güneş gibi parlayan bir fedaînin tabutudur.

Bu Tabut: Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin hayatın da yaşamış olduğu düsturlara, metotlara, gayelere uymak için bütün zerrat-ı vücuduyla çalışan, bu uğurda bütün mânileri bertaraf eden ve arzularını kuvveden fiile çıkaran bir zâtın tabutudur.

Bu Tabut: Risale-i Nur esaretine düşen bir esir, esaret zincirinden kurtulmak istemeyen bir esirdir.” diyen bir zâtın tabutudur.

Bu Tabut: “Her yediğim lokma haram olsun, fakat hizmete çalıştığım an müstesna.” gibi ifadelerle hissiyat-ı insaniyeyi uyandırıp hizmete sevk eden bir Kur’an hizmetkârının tabutudur.

Bu Tabut:Seyyidü’l-kavmi hadimühum.” hadisinin manasını yayıp yaşatan bir zâtın tabutudur.

Bu Tabut:Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” âyet-i kerimesinin meal-i âlisine ittiba eden bir şehit tabutudur.

Bu Tabut: Kalemle tavsif edilemeyen bir tabuttur.

Bu Tabut: Ashab-ı Suffa mesleğini Üstadından aldığı dersle yirminci asırda hayatıyla ve mematıyla yaşayan bir iman abidesinin tabutudur.

Bu Tabut: Sultan Fatih’ten kalkarak, Mihmandar-ı Nebevî Eba Eyyûbe’l-Ensarî’nin sinesine giden bir hakikat mücahidinin tabutudur.

( Kamil Yürür 13 Nisan 1971 İttihad Gazetesi) / Van Asya Nur