Etiket arşivi: üç aylar

Berat Kandiliniz Mübarek Olsun

Berat Gecesinin Mahiyeti ve Önemi

Yıllık bir program çerçevesinde yürütülen ticari faaliyetler yıl sonunda o program esaslarına göre kontrol) ve teftiş edilir. Kâr zarar hesapları yapılır. Kesin hesabın tespitinden sonra da gelecek yılın programı hazırlanarak şeklini alır.
Her yıl tekrar edilen bu kontrol ve tespit işlemleri sayesinde ekonomik hayatta istikrarlı ve sağlam bir ilerlemenin temini mümkün olur.
Bu misalin ışığında manevi hayatımıza ve faaliyetlerimize bakalım. Dünya, âhiret hayatının kazanılması için yaratılmış bir manevi ticaret yeri olduğuna göre, o ticaretle ilgili faaliyetlerin de yıllık muhasebeye tabi olması gayet tabiidir.
Bu muhasebenin vakti üç ayların içindedir. Berat Kandili ile başlayıp Kadir Gecesiyle biten devreye rastlar. Duhan Sûresinin 2., 3. ve 4. âyetlerinin Berat Gecesinden bahsettiği bildirilmektedir. Âyetlerin meali şöyle:

O apaçık kitaba and olsun ki, biz onu gerçekten mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız. Bütün hikmetli işler o gecede tefrik olunur.

Bu âyetler hakkında iki görüş vardır. Çoğu tefsir bilginlerinin görüşüne göre, bu mübarek gece Kadir Gecesidir. İkrime bin Ebi Cehil’in de dahil olduğu bir grup alim ise; bu gecenin Berat Gecesi olduğunu söylemişlerdir. Her iki tefsiri birleştiren diğer bir görüşe göre de, hikmetli işlerin ayırımının yapılmasına Berat Gecesinde başlanmakta ve bu işlem Kadir Gecesine kadar devam etmektedir. Bu hikmetli işler nelerdir ve âyetin mânası nedir?

Yıllık Kader Programı

İbni Abbas’tan rivayet edildiğine göre, hikmetli işlerin birbirinden ayırd edilmesi şu şekilde cereyan etmektedir:
Bu seneden gelecek seneye kadar meydana gelecek olayların hepsi ayrı ayrı melekler tarafından defterlere yazılır. Rızıklar, eceller, zenginlik, fakirlik, ölümler, doğumlar hep bu esnada kaydedilir. O yılki hacıların sayısı bile bu devrede takdir olunur. Herkesin ve her-şeyin o sene içindeki mukadderatı kaydedilir.

Rızıkla alakalı defterler Mikail Aleyhisselâma verilir.

Savaşlarla ilgili defterler Cebrail Aleyhissalama verilir.

Ameller nüshası dünya semasında görevli melek olan İsrafil’e verilir ki bu büyük bir melektir.

Ölüm ve musibetlerle ilgili defter de Azrail Aleyhisselâma teslim edilir.

Fahreddin er-Râzî”nin açıklamasına göre bu defterlerin düzenlenmesi Berat Gecesinde başlar, Kadir Gecesinde tamamlanarak her defter sahibine teslim edilir.1

Berat Kandilinin “bütün senede bir kudsi çekirdek hükmünde ve beşer mukadderatının programı nev’inden olması cihetiyle Leyle-i Kadrin kudsiyetinde” olması bu manalara dayanmaktadır.2

Kur’ân’ın bu gecede indirilmesi meselesine ise şöyle bir açıklama getirilmektedir:

Berat gecesi, Kuran-ı Kerimin Levh-i Mahfuzdan dünya semasına toptan indirildiği gecedir. Buna inzal denir. Kadir gecesinde ise Peygamberimize ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da tenzil denir.

Berat Gecesinin Özellikleri

Tefsirlerde bu gece ile ilgili olarak şu şekilde izahlar yer almaktadır: Vergi ödendiği zaman nasıl ki vergi borçlusuna borcundan kurtulduğunu gösteren bir belge veriliyorsa, Allah Azze ve Celle de Berat Gecesinde mü’min kullarına berat yazar. Zaten bu gecenin dört adı vardır: “Mübarek Gece”, “Berae Gecesi”, “Sakk Gecesi. Belge ve senet. (Allah Teala bu gece mü’min kullarına beraet yazar)”, “Rahmet Gecesi.”

“Berat, beraet” kelimesi “el-berâe” kelimesinin Türkçedeki kullanılış şeklidir. Beri olmak, aklanmak, temiz ve suçsuz çıkmak demektir.
“Berâet” iki şey arasında ilişki olmaması, kişinin bir yükümlülükten kurtulması veya yükümlülüğünün bulunmaması anlamına gelmektedir. Mü’minlerin bu gece günah yüklerinden kurtulup İlâhî bağışa ermeleri umulduğu için de Berat Gecesi denmiştir.

Bir kısım âlimlerin, kıblenin Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’dan Mekke’deki Kabe istikametine çevrilmesinin Hicretin ikinci yılında Berat Gecesinde gerçekleştiğini kabul etmeleri de geceye ayrı bir önem kazandırmaktadır.3

Berat Gecesinin beş ayrı özelliği vardır.
1. Bütün hikmetli işlerin ayırımına başlanması.
2. Bu gecede yapılacak ibadetlerin diğer vakitlere nispetle kat kat sevaplı olması.
3. İlâhi rahmetin bütün âlemi kuşatması.
4. Allah’ın af ve bağışlamasının coşması.
5. Peygamberimize tam bir şefaat yetkisinin verilmiş olması.

Bir rivayette bildirildiğine göre Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam Şâban’ın onüçüncü gecesi ümmeti hakkında şefaat niyaz etti, üçte biri verildi. Ondördüncü gecesi niyaz etti üçte ikisi verildi. Onbeşinci gecesi niyaz etti, hepsi verildi. Ancak Allah’tan devenin kaçması gibi kaçanlar başka…

Zemzem kuyusunun bu gecede açık bir şekilde coşup çoğalması da bu manaları kuvvetlendiren kutsal bir işaret olarak yorumlanmaktadır.4

Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde Berat Gecesinin feyiz ve bereketini çeşitli şekillerde nazara vermektedir.

“Şâban’ın 15. gecesi geldiğinde geceyi uyanık ibadetle, gündüzü de oruçlu olarak geçirin. O gece güneş battıktan sonra Allah rahmetiyle dünya semasına tecelli eder ve şöyle seslenir:

İstiğfar eden yok mu, affedeyim ve bağışlayayım. “Rızık isteyen yok mu, hemen rızık vereyim.
“Başına bir musibet gelen yok mu, hemen sağlık ve afiyet vereyim.
“Böylece tan yerinin ağarmasına kadar bu şekilde devam eder
.”
5

Çünkü o gece İlâhi rahmet coşmuştur. Berat Gecesi beşer mukadderatının programı çizilirken insanlara verilen eşsiz bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendirip günahlarını affettirebilen, gönlünden geçirdiklerini bütün samimiyetiyle Cenab-ı Hakka iletip isteklerini Ondan talep eden ve belalardan Ona sığınan bir insan ne kadar bahtiyardır. Buna karşılık, her tarafı kuşatan rahmet tecellisinden istifade edemeyen bir insan ne kadar bedbahttır.

Bu Gece Af Dışı Kalanlar

Peygamber Efendimiz bu gecede af dışı kalanları şu hadisleri ile bildirmektedir:

“Muhakkak ki, Allah Azze ve Celle Şâban’ın onbeşinci gecesinde rahmetiyle yetişip herşeyi kuşatır. Bütün mahlukatına mağfiret eder. Yalnızca müşrikler ve kalbleri düşmanlık hissiyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka bir şey düşünmeyenler müstesna.”6 “Yüce Allah bu gece bütün Müslümanlara mağfiret buyurur, ancak kâhin, sihirbaz yahut müşahin (çok kin güden) veya içkiye düşkün olan veya ana babasını inciten yahut zinaya ısrarla devam eden müstesna.”7
“Allah Teâlâ Şâban’ın onbeşinci gecesi tecelli eder ve ana-babasına asi olanlarla Allah’a ortak koşanlar dışında kalan bütün kullarını bağışlar.”8

Üç aylara ayrı bir ruh ve mâna içinde giren Peygamber Efendimiz özellikle Şaban ayına özel bir özen gösterir, başka zamanlarda görülmemiş bir derecede ibadete ve âhiret işlerine yönelirdi. Bu ayın çoğu günlerini oruçlu geçirirken, geceleri de diğer gecelerden çok farklı bir şekilde ihya ederdi.

Bir Berat Gecesinde uyanıp da Resulullah Aleyhissalâtü Vesselamı yanında bulamayan Hz. Âişe kalkarak Efendimizi aramaya başladı. Sonunda Peygamberimizi Cennetü’1-Bakî mezarlığında başını semaya kaldırmış halde buldu.
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam mübarek hanımına Berat Gecesinin faziletini şöyle anlattı:

Muhakkak ki, Allah Teâlâ Şâban’ın onbeşinci gecesinde dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve Benî Kelb Kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca insanları mağfiret eder.”9

İşlenen sevaplı amellerin değeri başka zamanlarda on ise, Berat Kandilinde yirmi bindir. Meselâ başka zamanlarda okuduğumuz bir tek Kur’ân harfine on sevap veriliyorsa, bu gecede her bir harfine yirmi bin sevap verilmektedir.

Bu bakımdan tam bir ihlâsla çalışıp ihyasına gayret gösterebildiğimiz takdirde Berat Kandili elli bin senelik bir ibadet hayatının sevabını bir gece içinde bize kazandırabilir. “Onun için elden geldiği kadar Kur’ân ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır.”10

Tek kişinin çalışma ve kazanma gücü maddi hayatta olduğu gibi manevi hayatta da sınırlıdır diyorsak, bunun çaresi vardır. Aynı gayeyi paylaşan ve dünyada aynı maksatla yaşayan mü’min kardeşlerimizle birlikte teşkil ettiğimiz manevi şirket; bize hesabından âciz kalacağımız sonsuz bir manevi serveti kazandırabilir. Üstelik maddi kazançlarda kâr, ortaklar arasında bölünerek küçüldüğü halde mânevi kârda böyle bir şey kesinlikle söz konusu değildir. Çünkü manevi faaliyetler nurludur. Nur ise maddi eşya gibi küçülmez ve bölünmez.

Berat Gecesi ibadeti

Gecenin manevi değeri dolayısıyla namaz, Kur’ân tilaveti, zikir, tesbih ve istiğfarla geçirilmesi, bu gece vesilesiyle muhtaçlara yardım ve benzeri hayırlı amellere özel bir önem verilmesi müstehaptır.

İmam-ı Gazali Hazretleri el-İhyâ’da, Berat Gecesinde yüz rekât namaz kılınması hakkında bir rivayete yer verse de, hadis âlimleri bu namazın sünnette yerinin olmadığını, böyle bir namazın Hicretten 400 sene sonra Kudüs’te kılınmış olduğu tesbitinde bulunurlar. Hatta İmam Nevevi böyle bir namazın sünnette bulunmadığı için bid’at bile olduğunu ifade eder.

Bunun yerine kaza namazının kılınması daha isabetli olacaktır. Bununla beraber kılındığı takdirde de sevabının olmadığı anlamına gelmez.
Çünkü ibadet alışkanlıklarının iyice azaldığı zamanımızda insanların bu vesileyle namaza yönelmelerini hoşgörü ile karşılamak faydalı olacaktır.

Berat Gecesi Duası

Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bu gece Rabbine şöyle dua etmiştir:
Allahım, azabından affına, gazabından rızana sığınırım, Senden yine Sana iltica ederim. Sana gereği gibi hamd etmekten âcizim. Sen Kendini sena ettiğin gibi yücesin.“11

Berat Duası

Bazı mâna büyüklerinin de şöyle bir duası vardır:

Allahım, şayet ismimi saîdler defterine yazdıysan, orada sabit kıl. Şayet ismimi şakiler defterine yazdıysan oradan sil. Çünkü Sen buyurdun ki, ‘Allah dilediğini siler yok eder, dilediğini de sabit bırakır, Levh-i Mahfuz Onun katındadır.”12

Bu idrak ve şuur içinde ihya edeceğimiz Berat Gecesinin hepimiz için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Haktan niyaz edelim.

Sorularla İslamiyet

Kaynaklar
1 Hülâsâtü’l-Beyân. 13:5251.
2 Şualar, s,426.
3 TDİ.”Berat” maddesi.
4 Hak Dini Kur an Dili, 5:4295
5 İbni Mâce, İkame, 191.
7 et-Tergîb ve’t-Terhib, 2:118.
8 İbni Mace, İkametü’s-Salât, 191; Tirmizî, Savm, 38.
9 Tirmizî, Savm:39.
10 Şualar, s.426.
11 et-Tergib ve’t-Terhîb, 2:.119, 120.
12 Ra’d Suresi, 39; Mecmuatü’l-Ahzab, 1:597.

Ramazan’a Hazırlanıyor muyuz?

Diyeceksiniz ki, daha Ramazan’a üç hafta var. Haklısınız. Ama unutmayın ki, üç hafta göz açıp kapayıncaya kadar gelir geçer. Geç kalmamak için şimdiden Ramazana maddî ve manevî bir hazırlığa başlamak gerekir.

Ramazan, bir ay süren maddî ve manevî bir bayramdır. Bu ay, sahuruyla, orucuyla, iftarıyla, teravihiyle, davuluyla, topuyla muhteşem bir şölendir.

Bu şölenden hakkıyla yararlanmak için öncelikle Ramazan ayının nasıl değerlendirileceği konusunda ailede fikir birliği oluşturmalıyız. Bunun için Ramazan’dan birkaç gün önce ailece bir toplantı yapmalıyız. Eğer bunu ihmal etmişsek, bu ayın ilk günlerinde böyle bir toplantıyı yapabiliriz.

Toplantıda, öncelikle Ramazan’ın fazileti, ehemmiyeti, yapılabilecek ibadetlerin çeşitleri ele alınmalı. Konuyla ilgili ayet ve hadisler okunmalı, bu hususta yazılmış eserlerden bölümler aktarılmalı.

Çünkü, bu ayın değerini bilmeden verimli bir program yapmanız imkansızdır. Ne yazık ki, bu kadar anlatılmasına rağmen bu mübarek ayın kıymeti hakkıyla bilinmiyor. Söz gelişi, Ramazan’da her yapılan ibadete bin kat sevap veriliyor. Kadir Gecesinde ise, bir ibadete veya bir Kur’an harfine 30 bin kat sevap ihsan ediliyor. Bunu hakkıyla anlasak bu ayı ve bu geceyi boş geçirir miyiz?

Bir markette ürünler yarı fiyatına satılsa, insanlar tüm birikimlerini elden çıkarıp, sabahlara kadar oradan alış veriş ederler.

Rabbimiz, 30 binde bir fiyatına Cennetten köşkler ihsan ediyor, maalesef yeteri kadar kadr ü kıymetini bilmiyoruz.

Acaba kıymeti tam bilinse, bütün zamanı ibadetle mi geçirmek gerekir, diye düşünebilirsiniz.

Önemli olan, bu aydan hissemizin ailece çok olması. Bunun ölçüsü, kişilere göre değişir. İş yoğunluğu, ailedeki konum ve görevlere göre dengeli bir seviye belirlenmeli. Ama ailenin bütün fertleri gücü oranında mutlaka bir program izlemelidir.

Bu ay mümkün oldukça, oruç, namaz, Kur’an, istiğfar, salavat ve zikirle değerlendirilmelidir. Bunların bir kısmı zaten farz ve kesinlikle yapılmalı. Bir kısmı ise duruma ve isteğe bağlı. Ama, hiç değilse bir hatim yapılmalı, teravihler kesinlikle ihmal edilmemeli. Çünkü, günde 20 rekat teravihe, 20 bin rekat kılmış gibi sevap veriliyor. Kimileri, nasıl olsa sünnet diye düşünüyor. Ama o sünnete, ahirette namazımız hesaplanırken o kadar çok muhtaç olacağız ki… Bunu bir bilsek, hastalık, yorgunluk demez, teravihi kılarız.

Başta Kadir Gecesi olmak üzere Cuma geceleri diğer günlerden biraz daha fazla ibadetle geçirilmelidir. Kur’an bilmeyenler olabilir. İşte fırsat. Bu ayda öğrenebilirsiniz. Bazıları çok yavaş okuduğu için hatime başlamaz. Kardeşim, başla bitiremezsen yarım kalsın. Hiç okumamaktansa 5-10 cüz oku. Israrla okumayı sürdürürsen, bir gün gelir daha kolay okumayı öğrenirsin.

Maalesef toplumumuzda Kadir Gecesinin de tam değeri bilinmiyor. Bu yıl Kadir, Cumayı Cumartesiye bağlayan geceye rastlıyor. Ertesi gün dinlenme imkânı olduğu için sabaha kadar ibadet etmek gerekir. Sırf bu gecenin faziletini anlatan bir sure var. Rabbimiz, Kadir Gecesinin, bin aydan daha hayırlı olduğunu belirtiyor. Sabaha kadar rahmet yağıyor ve melekler iniyor. Bir arkadaş grubuyla veya ailece ihya etmek gerekir.

Ramazan ayı, aile içi iletişimde veya mevcut problemleri gidermek için de büyük bir fırsattır.

Zaten birçok aile sorununun sebebi, bir araya gelip ortak faaliyetler yapamamak ve konuşamamaktır. Ramazan ise, müşterek ibadet ve etkinliklerle uygun bir ortam hazırlar. İftar, sahur ve diğer ibadetlerde bir araya gelen aile fertleri hem konuşur hem de mutlu bir ortama kavuşurlar. Bu da birçok sorunun çözümüne katkı sağlar.

İftar yemeklerine aile saadeti açısından baktığımızda adeta bir mutluluk fotoğrafı görürüz.

İftar anı, oruçlunun iki sevincinden birisidir. Allah’ın nimetlerinin değerinin tam anlaşıldığı çok mutlu ve zevkli anlardır. Böyle bir fırsatı ailece değerlendirmek, sofranın hazırlanmasındaki tatlı heyecanı birlikte yaşamak Ramazan’ın en büyük nimetlerinden birisidir. Ayrıca yemek anındaki lezzetin insanların mutluluğuna ve hoşgörüsüne katkısı vardır. Bu yüzden ailece iftar yapmak aile fertlerinin birbirinin bilinmeyen yönlerini keşfetmelerine sebep olur.

Tabiî iftarları sadece evde yapmakla yetinmemek gerekir. Bulunduğumuz şehrin önemli yerlerinde, mesela İstanbul’un Eyüp, Fatih, Beyazıt, Sultanahmed gibi semtlerinde iftar yapmanın heyecanı bambaşkadır. İlle de lüks bir lokantaya gitmek değil, gerekirse evde hazırlanan yemeklerle buralarda iftar yaparak o mutluluk ve heyecanı yakalamak gerekir.

İftara gitmek veya dostlarımıza iftar vermek konusu da ailemiz açısından çok önemlidir.

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) oruçluya iftar vermenin fazileti hakkında çok müjdeler veriyor. Bu yüzden maddî imkanımız ne olursa olsun dost, akraba ve komşulara iftar vermeye çalışmak, hem sevaptır, hem güzel ilişkilerin gelişmesine vesile olur. İftarın zenginliğini, ekonomik durumumuza göre ayarlamalıyız. Çağrıldığımız iftara da mutlaka gitmeliyiz. Çünkü, davete icabet sünnettir. Bu hususta yapılan bir yanlış, varlıklı kimselerin birbirini ağırlamasıdır. Mümkün mertebe fakirlere öncelik vermek, bunu yaparken de onların izzetini rencide etmemek gerekir.

Şu hususun da altını çizmek gerekir: Ramazan bir eğlence ayı değildir. Kadınlı kızlı eğlenceler zaten her zaman günahtır. Ramazan’da ise tam bir felakettir. Meşru eğlencelerde bile sınırı aşmamak gerekir. Çünkü Ramazan eğlenmek için değil, ibadet etmek içindir. Zaten kendisi baştan başa bir eğlencedir. Oruç, iftar, sahur, teravih başlı başına bir eğlencedir. Ama bilhassa çocuklarımızı, meşru eğlencelere götürüp, tadımlık bir mutluluk yaşatabiliriz.

Cemil Tokpınar / Moralhaber

Şa’bân Ayının Faziletine Dair

Resûlullah (s.a.v.) Hz. Âişe’ye (r.anhâ) “Şa’bân ayındaki oruç bana en sevimli olandır.” buyurduktan sonra, “Yâ Âişe! O öyle bir aydır ki, sene içinde rûhu kabz olunacakların (öleceklerin) isimleri ölüm meleğine verilir. Ben de ismimin, ben oruçlu iken verilmesini isterim.

Ümmü Seleme (r.anhâ) vâlidemiz: “Resûlullah (s.a.v.), Ramazan ayından sonra hiçbir ayda Şa’bân ayındaki kadar oruç tutmamıştır.” buyurdular.

Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Receb; Allâhü Teâlâ’nın ayı, Şa’bân; benim ayım, Ramazan; ümmetimin ayıdır. Şa’bân günahlara keffâret (mağfiretine sebep) olan aydır, Ramazan ise günahları temizleyen aydır.

Bu ay, hayır kapılarının açılacağı, bereketin indirileceği, hataların terk edileceği, günahların bağışlanacağı ve yaratılmışların en hayırlısı olan Resûlullah’a (s.a.v.) çokça salavâtın getirileceği bir aydır. Böyle olunca, müminlerin bu ayda gafletten uyanmaları, günahlardan temizlenip geçmişte işledikleri günahlardan dolayı tevbe ederek Ramazan ayına hazırlanmaları gerekir. Bu ayda Allâh’a yalvarıp yakarmalı, ayın sahibi olan Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) vesîle kılarak Allâh’a yaklaşmaya çalışmalıdır.

Bunları sonra yaparım diyerek tehir etmemeli, geciktirmemelidir. Zirâ dünya üç günden ibârettir. Biri, dündür, geçmiştir; ibret alınacak gündür. Diğeri bugündür, amel etme günüdür; ganimettir. Diğeri de, yarındır ki, emeldir; tehlikelidir. Ona çıkıp çıkamayacağını bilemezsin. Aylar da böyledir. Receb geçmiştir, tekrar dönmez. Ramazan gelecektir, fakat ona kavuşup kavuşamayacağını bilemezsin. Şa’bân ise iki ay arasında bir vâsıtadır. O ayda ibâdetle meşgul olmayı ganimet bilmek îcâb eder.

Miraç Geceniz Mübarek Olsun!

Resulüllah (S.A.V.)’ın Miraç Mucizesi

İsrâ ve Miraç hadisesi; nübüvvetin 12. Yılında, 621 yılı başlarında, Hicretten bir veya bir buçuk yıl önce (bu konuda çeşitli ihtilaflar vardır), Recep ayının 27. gecesinde Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz’in Mescid-i Haram’dan başlayıp Mescid-i Aksâ’ya, oradan da Sidretü’l-Münteha’ya ve huzur-u Rabbil Âlemin’e kadar devam eden bin bir hikmet ve sırlarla dolu olan yolculuğudur.

Kuran-ı Kerim’de Allah-u Teâlâ (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

“Kulu Muhammed’i geceleyin, Mescid-i Haram’dan kendisine bazı ayetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören O’dur.” (İsra suresi:1)

Miraç, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz’in en büyük koruyucusu olan amcası Ebû Tâlib ile maddeten ve mânen her zaman yanında bulunan zevce-i tâhiresi Hz. Hatîcet-ül Kübra validemizin vefat etmeleriyle sıkılan ve üzüntü içinde bulunan Peygamberimiz (s.a.v.)’in “HÜZÜN YILI” olarak bilinen bu zamanda huzur-u İlâhîye çıkmasıdır.

Mekkeli müşriklerin ablukasının da devam ettiği bu dönemde Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz’in Miraç hadisesiyle rahatlaması, bunlara gösterilen sabrın mükâfatlandırılmasıdır.

Cenabı Allah, lütuf ve keremiyle şereflendireceği kullarını (Peygamber de olsa) çeşitli imtihanlardan geçirir. En büyük mükâfatlara nail olan peygamberler de herkesten daha çok meşakkatlerle karşılaşmışlardır. Tabi ki en büyüğüyle de, Efendimiz maruz kalmıştır. Allah (c.c.), tebliğ esnasında karşılaştığı her sıkıntıya göğüs geren ve İslâm’ın yayılması uğrunda her fedakârlığa katlanan Sevgili Kulunu ve Habibini bu Miraç hadisesiyle mükâfatlandırmıştır.

Miraç hadisesi, gerek Rasulüllah(s.a.v.) ve gerekse sahabeler için, o hüzün döneminde büyük bir sevinç ve teselli kaynağı olmuştur.

Miraç kelimesi, Arapçada merdiven, yukarı çıkmak, yükselmek anlamlarını dile getirir. İslam’da ise Hz. Muhammed (s.a.s)’ in göğe yükselerek Allah’ın huzuruna kabul edilmesi olayıdır. Bu da, bu yolculuğun ardından, Resulüllah’ın yüksek gök tabakalarına çıkması, sonra insan, cin, melek ve diğer mahlûkatın bilgilerinin tükendiği sınıra ulaştırılması anlamında kullanılmaktadır.

Bu büyük mucizeyi anlatan olayın iki aşaması vardır:

1- Hz. Muhammed (s.a.v.) Mescidül Haram’dan Beyt-ül Makdis’e (Küdüs) götürülür. Kuran’ın andığı bu aşama, gece yürüyüşü anlamında İSRA adını alır.

2- Miracın ikinci merhalesi de Mescid-i Aksa’dan başlayarak semanın bütün tabakalarından geçip tâ İlâhi huzura varmasıdır. Buna da MİRAÇ denilir. Bu safha da Necm Suresinde şöyle’ anlatılır: “O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O’nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi O’nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâda gördü. Ki, onun yanında Me’vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin ayetlerinden en büyüklerini gördü.” (Necm Suresi, 7-18.)

İslam Bilginlerinin büyük çoğunluğuna göre Miraç olayı, uyanıkken hem ruh, hem de bedenle gerçekleşmiştir.

Hadislerden alınan bilgilere göre, Hz. Muhammed (s.a.s), Kâbe’de Hatim’de ya da amcasının kızı Ümmühani Binti Ebi Talib’in evinde yatarken Cebrail (a.s.) gelip göğsünü yarıyor, kalbini Zemzem suyu ile yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet dolduruyor. “Burak” adlı bineğe bindirilerek Beyt’ül-Makdis (Küdüs)’e getiriliyor. Burada Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve diğer bazı peygamberler tarafından karşılanıyor. Hz. Muhammed (s.a.v) imam olarak diğer peygamberlere namaz kıldırıyor.

Hz. Muhammed (s.a.v.), Küdüs’te Cebrail (a.s.) ile beraber göğe yükseliyor. Göğün ;

1. katında Hz. Adem,

2. katında Hz. İsa ve Hz. Yahya,

3. katında Hz. Yusuf,

4. katında Hz. İdris,

5. katında Hz. Harun,

6. katında Hz. Musa ve

7. katında Hz. İbrahim ile görüşüyor.

Cebrail (a.s.) ile beraber yükselişi Sidretü’l-Münteha’ya kadar sürüyor. Cebrail (a.s.): “Buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam yanarım” diyerek Sidretü’l Münteha’da kalıyor. Hz. Muhammed (s.a.v) buradan itibaren “Refref” adlı başka bir binekle yükselişine devam ediyor. Bu yükseliş sırasında Cennet ve nimetlerini, Cehennem ve azabını müşahede ediyor. Sonunda Allah (c.c.)’nün huzuruna kabul ediliyor.

Burada Cenab-ı Allah (c.c.) tarafından Kendisine, ümmetinden Allah’a şirk koşmayanların Cennet’e gireceği müjdelendi, Bakara suresinin son ayetleri verildi ve beş vakit namaz farz kılındı. Yeniden Refref ile Sidretü’l-Münteha’ya, oradan Burak’la Kudüs’e, oradan da Mekke’ye döndürüldü.

Hz. Peygamber (s.a.v) ertesi günü Miraç olayını anlattı. Olayı duyan müşrikler yoğun bir kampanya başlatarak Hz. Peygamber (s.a.v)’i suçlamaya, alaya almaya başladılar. Bu kampanya bazı Müslümanları da etkileyerek şüpheye düşürdü. Olayın gerçek olup olmadığını araştırmak isteyenler Beytü’l-Makdis’e ve Mekke’ye gelmekte olan bir kervana ilişkin sorular sorarak Hz. Peygamber (s.a.v)’i sınadılar. Hz. Peygamber (s.a.v)’in verdiği bilgilerin doğruluğu Müslümanları şüpheden kurtardıysa da müşriklerin inatlarını kırmaya yetmedi. Miraç olayı inatlarını ve düşmanlıklarını artırarak onlar için bir fitne nedeni oldu. Bu olay karşısındaki tutumu nedeniyle Hz. Ebu Bekir, Hz. Peygamber (s.a.v)’e “Sıddik” lakabıyla onurlandırıldı. Hz. Ebu Bekir olayı kendisine anlatarak hala inanmaya devam edip etmeyeceğini soran müşriklere “O söylüyorsa şüphesiz doğrudur” cevabını vermişti.

Miraç olayının gerçekleştiği gece, Müslümanlarca kadir gecesinden sonra en kutsal gece sayılmış ve bu gecenin ibadetle ihyası gelenekleşmiştir.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri de, Peygamberimizin Miracı konusunda 31. Sözde şöyle açıklamada bulunmaktadır:

“Mi’rac-ı Nebeviyyeye dairdir (A.S.M.)

İHTAR: Mi’rac mes’elesi, erkân-ı îmâniyenin usûlünden sonra terettüb eden bir neticedir. Ve Erkân-ı îmâniyenin nurlarından medet alan bir nurdur. Erkân-ı îmâniyeyi kabul etmeyen dinsiz mülhidlere karşı elbette bizzat isbat edilmez. Çünkü: Allahı bilmeyen, Peygamberi tanımayan ve melâikeyi kabûl etmeyen veya semâvatın vücudunu inkâr eden adamlara Mi’racdan bahsedilmez. Evvelâ o erkânı isbat etmek lâzım geliyor. Öyle ise biz, Mi’racda istib’ad ile vesveseye düşen bir mü’mini muhatap ittihaz ederek, ona karşı beyan edeceğiz. Ara-sıra makam-ı istimâda olan mülhidi nazara alıp serd-i kelâm edeceğiz. Bazı sözlerde hakikat-ı Mi’racın bir kısım lem’aları zikredilmişti. İhvanlarımın ısrarı ile ayrı ayrı o lem’aları hakikatın aslıyla birleştirmek ve Kemalât-ı Ahmediyenin (A.S.M.) cemâline birden bir âyine yapmak için, inâyeti Allah’dan istedik.

…Bir abdini bir seyahatta huzuruna dâvet edip, bir vazife ile tavzif etmek için, Mescid-i Haram’dan mecma-ı Enbiya olan Mescid-i Aksâya gönderip, enbiyalarla görüştürüp, bütün Enbiyaların usûl-ü dinlerine vâris-i mutlak olduğunu gösterdikten sonra, tâ Sidret-ül Müntehâ’ya, tâ Kab-ı Kavseyn’e kadar mülk ve melekûtunda gezdirdi.

İşte çendan, o bir abddir ve o seyahat, bir mi’rac-ı cüz’îdir. Fakat bu abdin, bütün kâinata taallûk eden bir emanet beraberindedir. Hem şu kâinatın rengini değiştirecek bir nur beraberdir. Hem saadet-i ebediyenin kapısını açacak bir anahtar beraber olduğu için, Cenâb-ı Hak kendini, «bütün eşyayı işitir ve görür» sıfatıyla tavsif eder. Tâ o emânet, o nur, o anahtarın cihan-şümul ve muhît ve umum kâinata âmm ve bütün mahlûkata şâmil hikmetlerini göstersin.”

 

Mi’racın netice ve faydaları:

Hadsiz fayda ve neticelerinden en mühim beş tanesi şunlardır:

1- Gaybî olarak inandığımız Allah, melekler, cennet ve cehennem gibi bütün iman esaslarının hak ve gerçek olduğunu insan nev’ini temsilen insanların en yücesi görüp gelmiştir.

2- Başta beş vakit namaz olarak İslâmiyet’in esaslarını, cinlere ve insanlara hediye getirmiştir.

3- Vaat olunan ebedî ahiret saadetini bizzat görmüş ve ebedî saadetin varlığının hak olduğu müjdesini cin ve inse hediye etmiştir.

4- Allah’ın cemalini görmek meyvesini kendi aldığı gibi, o meyvenin her mümine dahi mümkün olduğunu, cin ve inse hediye getirmiştir.

5- İnsan, kâinat ağacının en kıymetli meyvesi olduğu ve Allah’ın en sevgili kulları oldukları, Mi’rac ile anlaşılmıştır.

Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Kudüs ve etrafı; Mübarek, mukaddes topraklardır.

Kudüs, Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’den sonra üçüncü kutsal şehirdir. Kâbe, yüce Allah (c.c.) tarafından kıble olarak tayin edilmeden önce Müslümanlar namazlarını Mescid-i Aksa’ya yönelerek kılarlardı. Mescid-i Aksa, hem Müslümanlar, hem de Yahudi ve Hıristiyanlarca da mukaddes beldelerden sayılır. Kudüs ve çevresi, mübarek kılınmıştır. Yüce Allah (c.c.) bu mıntıkayı dini ve manevi bakımdan şereflendirmiş, maddî yönden de bağlar, bahçeler ve nehirlerle bereketlendirmiştir.

Cenab-ı Allah (c.c.), bütün Müslümanlara birlik ve beraberlik nasip eylesin. Onlara şuur versin. Yüce Rabbimiz, O Miraç sahibinin hürmetine, kendisine ulaştıracak manevi miraçları bizlere ihsan eylesin. Amin…

***** MİRAÇ KANDİLİNİZ MÜBAREK OLSUN *****

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Hazret-i Muhammed’in (S.A.V.) Beş Duyusunun Zaferi: Mi’rac

Peygamberimizin miracı onun yerinde kullanılmış bir zekâsının ve buna bağlı olarak beş duyusunun zaferidir. Ayette göze vurgu yapılır, Allah göstermek için böyle bir seyahati peygamberi için ihtiyar etmiştir.

Âyetlerimizden bir kısmını O ‘na g ö s t e r m e k için bir gece Mescid-i Haram’dan alıp çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya ziyaret ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyle i ş i t e n ve hakkıyla g ö r e n d i r (İsra).

İLAHİ DA’VET

Ayetlerimizden bir kısmını derken tamamını Habibine göstermemiştir. “Min ayatihi “ derken ayetlerimizden, buradaki min bir kısmını, baziyeti gösterir. Demek Allah Habibini çağırırken bir programa göre çağırmış ve o programın dışına da çıkmamıştır. Her şeyi göstermek istese teklifin boyutu karışabilir. Bu yüzden sınırlamıştır, âyetlerimizden diyor.

Bediüzzaman da bu büyük seyahati anlatırken sanatı ilahiyenin acaiplerine dikkat çekmiş, göze ve kulağa ve seyre vurgu yapmıştır.

MAHŞER-İ ACAİP BİR SEYAHAT

“ Bu seyahat-ı cüz’iyede bir seyr-i umumi bir uruc-ı külli var ki ta Sidret-ül Müntehaya ta Kab-ı Kavseyn’e kadar meratib-i külliye-i esmaiyede g ö z ü n e, k u l a ğ ı n a tesadüf eden ayat-ı Rabbaniyeyi ve acaib-i sanat-ı İlahiyeyi i ş i t m i ş, g ör m ü ş t ü r, der. O küçük cüzi seyahati hem külli, hem mahşer-i acaip bir seyahatin anahtarı hükmünde gösteriyor” (Sözler 31)

Miraç Allah tarafından hazırlanmış, peygamberine has ,özel bir seyahattır. Seyir kelimesi , seyahat kelimesi, bakmak ve görmek ve işitmek bu seyahatın özetini ortaya koyar.

Mahşer kelimesini Bediüzzaman dünyadaki görülenler için kullanır ama buradaki mahşer-i acaiptir, çok farklı ve şaşırtıcı bir mahşerdir. Dünyada Allah’ın esması tecelli eder, ama burada meratib-i külliye-i esmaiye tecelli eder. Esmanın külli mertebeleri!

BÜTÜN PEYGAMBERLERİN MUTLAK VARİSİ

Çok farklı bir seyir olduğu için önceden peygamberimiz Cebraille beraber hazırlanır. Çünkü göreceği acaiplere ve külli esma tecellilerine dayanan bir beden , ruh ve beş duyu lazımdır. Başka bir yönden izahında yine davet, gönderme, görüştürme , gezdirme, görme , işitme fiilleri anlatıma hakimdir.”Bir abdini bir seyahatte huzuruna d a v e t edip, bir vazife ile tavzif etmek için , Mescid-i Haramdan mecma-ı enbiya olan Mescid-i Aksaya g ö n d e r i p , enbiyalarla g ö r ü ş t ü r ü p bütün enbiyaların usül-i dinlerine varis-i mutlak olduğunu g ö s t e r d i k t e n sonra ta Sidret ül Müntehaya , ta Kab-ı kavseyne kadar mülk ve melekutunda g e z d i r d i . (Sözler 31)

Davet bir seyir davetidir, mülkünün görünmeyen görünen yerlerini, dış yönünü iç yönünü, hepsine hâkim noktada olduğu peygamberlerini göstermek, onun kutsal mekânlarını göstermek ve azamet ve haşmeti onun gözünde oluştuktan sonra, bu kadar büyük ve azametli bir ülkesi olan Allah’ın elbette kullarından istekleri ve onlara da hediyeleri olacaktır. Seyahatın sonunda bu istekler ve hediyeler belirlenecek ve geldiği yere gönderilecektir. Mülkünü bilmediği, azamet ve haşmetinin zihninde oluşmadığı bir ilahın vezirliğini, peygamberliğini elbette yapamazdı.

Miraç bir seyir ve görevlendirmedir.

Seyreden göz, ve tebligat ve sorumluluğu duyan kulaktır. Peygamber böyle bir şeye layık olacak şekilde yaşamıştır, o göz ve kulak onları görecek ve duyacak ve yorumlayacak bir fevkaladeliğe sahiptir.

Bir hakikata vakaya farklı noktalardan, farklı zihinsel ve görsel vecihlerden bakmak Bediüzzaman’ın en önemli özelliğidir. Miraç tarih boyunca tek perspektiften izah edilmiş, doğmayan, üretmeyen bir yapıda verilmiştir. Miraç Bediüzzaman’ın yorumunda, değişik bir perspektiften k o n u ş m a k tır, mükalemedir.

“Saltanat-ı uzma unvanıyla ve hilafet-i Kübra namıyla ve hakimiyet-i amme haysiyetiyle ve evamirini etrafa neşir ve teşhir maksadıyla , o işlerle alakadar bir elçisiyle veya o evamirle münasebettar bir büyük memuruyla k o n u ş m a k t ı r , s o h b e t etmektir ve haşmetini izhar eden ulvi bir fermanla bir m ü k a l e m e d ir (Sözler 31).

Büyük bir saltanatı olan, büyük bir hilafeti olan, umuma hâkim olan bir ilah elbette hükmettiği, hilafet sürdüğü ülkede mekânlarda emirlerinin bilinmesini isteyecektir. Elçisini huzuruna çağırıp onunla konuşup emirlerini yaymak ve göstermesi için ona bu emirlere vermek göndermek ilahlığının şe’nidir. Görme, hazzetme, azameti göz ve kulağında yaşama olayın estetik boyutu ise, emir ve tebliğleri getirme de risalet ve elçilik gereğidir.

Miraç olayını daha çarpıcı bir noktadan tezahür ve t e c e l l i kelimeleri ile izah eder Bediüzzaman.

Mİ’RAC-I AHMEDİ’NİN SIRRI VE HAKİKATI

Tecelli İslam tasavvufunun en büyülü kelimesidir, insan ve Allah’ın birbirine mukabil duruşu gereği lüzumu zaruri bir eylem ve durumdur. Yunus Emre,

Tecelliden nasib erdi kimine
Kiminin maksudu andan içeri

Derken herkese tecelliden bir yansıma bir nasip olduğunu, ama kimilerinin bundan öte isteklerinin varlığını söyler.

Bediüzzaman yine farklı bir noktadan bakarak Miraç hadisesini t e c e l l i kelimesinin etrafında dokur.

“İnsanın camiiyyeti ve şecere-i kâinatın en münevver meyvesi olduğundan bütün kâinatta t ez a h ü r eden esma-yı hüsnayı birden ayine-i ruhunda gösterebilmesi cihetiyle Cenab-ı hak, t e c e l l i –i Zatiyle ve esma-yı hüsnanın azami mertebede, nev-i insanın manen en azam bir ferdine t e c e l l i – i azam tezahür eder ki, bu t e z a h ü r ve t e c e l l i Mirac-ı Ahmedi sırrıdır. “(Sözler 31)

Cümlede tezahür ve tecelli kelimeleri ve manalarla bahsi kurarlar.

KÂİNATIN EN MÜMTAZ SEÇKİN MEYVESİ PEYGAMBERİMİZ

İnsan kâinatın en münevver meyvesi, meyve ağacın ve kâinatının özeti olduğundan bütün kâinatta görünen tezahür eden güzel isimler onda tecelli eder, onda görünür, ona yansır. Burada farklı bir tecelli tarzı var, Allah Zatı’nın tecellisi ile ve isimlerinin en ileri boyutta tecellisi, azami mertebede, insan türünün en büyük ferdine büyük bir tecelli ile tezahür eder. Peygamberimiz en mümtaz, seçkin meyve olduğu için ağacın sahibi bütün güzel esmasını ona tecelli ettirir, bir de zatının tecellisini ona yansıtır. Peygamber onun esma ve zatının tecellisi yansımasıdır. Bu olay ancak Miraç gibi bir davetten sonra onu yanına çağırması ile mümkündür.

Tasavvufta tecelli Allah’ın isim ve sıfatlarıyla sufinin kalbine tezahür etmesi demektir. Bu hal sofinin nefsini arındırmasından sonra gerçekleşir.( Dini Kavramlar Sözlüğü 640)Peygamberimizin “velayeti risaletine mebde olur” sözünden anlaşıldığı gibi velayeti ile ruhen arınınca Allah da ona esma ve zatiyle tecelli eder. Bu arınma bütün hayatı boyunca miraçta geldiği noktada sağlanmıştır. Peygamberimiz “ kurbiyet meratibinde sulükten “ sonra tezahür ve tecelliye mazhar olur.

Ayine-i ruh, ruh aynası, tecelli ve tezahür kelimelerinden anlıyoruz ki

Allah kendisine ayna olacak seçkin bir ferdi bütün hayatı boyunca bütün kirli ve kötü ahvalden korumuştur. Aynasını temiz tutmuş ve onda esma ve zatıyla tecelli ve tezahür etmiştir. Miracın bir ifade ediliş tarzı da budur.

Görme,
görünme,
seyir,
tecelli,
tezahür
kelimeleri bahsi götürmektedir.

Seyahat sanatkârane bir seyahattir. Bediüzzaman bu manaya yoğunluk verir.”Bir sema tabakasında gösterdiği asar-ı rububiyeti birer birer o abd-i mahsusa göstermekle “En mükemmel göz onun olduğuna göre, en mükemmel sanat özelliği olan eserlerini ona gösterecektir. Bu gözün zaferidir.

Yine sanatla ilgili seyir kelimesini kullanır.

“Berk gibi semavatı seyrettirip”, sonra sıra temaşaya gelir, o da yine sanat kelimesidir. “Daireden daireye rububiyet-i ilahiyeyi temaşa ettirip” bütün harikaları, sanatları seyrettikten sonra bu sefer bunların kaynağını görmüştür.

Bediüzzaman burada daha seçilmiş bir kelime ile ifade eder. “ rüyetine mazhar kılmıştır” Gezdirmek ve göstermek kelimeleri de esirgenmez. “ istediği bir zatı bütün o dairelerde gezdirip, her daireye mahsus saltanat-ı şahanesini ve evamir-i hakimanesini gösterip” Peygamberler de bu görmek ve görüşmeğe dâhildir.

“Elbette o dairelerde makam sahibi olan enbiyalarla görüşmek ve umum tabakattan geçmek hakikat-ı miracı iktiza ediyor. “ O gezerken hem görür hem de görülür. “ Ta daire-i azamına kadar birer birer gezdirecek ta görsün, görülsün”

Bediüzzaman gerekçeleriyle , inanmakta zorlanan bir adamın mantığı ile olayları yorumlar, bahsin kelam felsefesini yapar.

Mevdudi , vakanın safahatını anlatır.

” Cebrail Resulullaha binmesi için beyaz, boyu merkepten büyük ve katırdan biraz küçük bir hayvan getirdi. Bu hayvan yıldırım gibi koşuyordu ve her adımı bir görüş mesafesi kadardı. Bu sebeple bunun adı Burak idi. Geçmişteki peygamberler de yolculuklarını bununla yaparlardı. Resulullah ona binerken hayvan irkildi. Cebrail Burak’a şöyle dedi” Hey ne yapıyorsun, Muhammed gibi bir büyük şahsiyet şimdiye kadar senin üstüne binmemiştir.” Dedi ve okşadı. Burak da utançtan terledi.

Önce Resulullah daha sonra Cebrail ona bindiler, yola koyuldular.

İlk durak Medine idi. Burada Resulullah hayvandan inip namaz kıldı. Cebrail dedi ki “ Siz hicret edip buraya geleceksiniz?

İkinci durak Tur Dağı’ydı ki burada Hz. Musa Allah ile konuşmuştu.

Üçüncü durak Hazreti İsa’nın doğduğu Bey tül Lahm idi.

Dördüncü durak Kudüs ‘tü ki Burak ‘ın uçuşu burada son buldu.

Kudüs’e vardıktan sonra Resulullah Burak’tan indi, ipini diğer peygamberlerin bağladıkları yere bağladı. Hz. Süleyman’ın ibadethanesine girdi. Burası o sıralarda harabe halindeydi ,ama izleri mevcuttu ve Bizans imparatoru Jüstinianus buraya bir kilise inşa ettirmişti. Resulullah orada dünyanın kuruluşundan kendi zamanına kadar görevlendirilmiş peygamberleri gördü. Resulullah varır varmaz bu peygamberler namaz için saf düzenleyip ve kendilerine imamet edecek birini beklediler. Cebrail Hz. Peygamberin elinden tutarak öne götürdü. Bütün peygamberlere imamlık yaptı. Sonra O’na bir merdiven takdim edildi. Ve Cebrail bununla O’nu semaya götürdü.

BİRİNCİ KAT SEMA’DA MUHTEŞEM KARŞILAMA

Resulullah ilk semaya varınca kapısının kapalı olduğunu gördü. Nöbetçi melekler “ kim geliyor “ diye sordular. Cebrail kendi ismini söyledi. Melekler “Seninle beraber olan kimdir ?” diye sordular. Cebrail “Muhammed “ Dedi. Kendisinin çağrılıp çağrılmadığını sordular. Cebrail “ evet” Dedi. Bunun üzerine kapı açıldı ve Hz. Muhammed muhteşem şekilde karşılandı. Burada Resulullah, melekler, insanların ruhları ve o sırada orada hazır bulunan büyük şahsiyetlerle tanıştırıldı. Bu zat boyu, posu ve vücut yapısı ile eksiksiz bir insandı. Cebrail kendisinin Hz. Âdem olduğunu söyledi.

ALLAH YOLUNDA CİHAD EDENLER

Bundan sonra, Resulullaha her şeyi ayrıntılı bir biçimde inceleme imkânı verildi. Resulullah bir yerde çiftçilerin tarlalarla çalıştığını gördü, bu çiftçiler ne kadar mahsul devşiriyorlar idiyse mahsul o kadar büyüyordu. Resulullah bunların kim olduğunu Cebrail’e sordu. Dediler ki “ Bunlar Allah yolunda cihat edenlerdir. “

Resulullah bazı kimselerin başlarının ezilmekte olduğunu gördü. Bunların kim olduğunu sordu , Cebrail’e “ dediler ki “ Bunlar namaz için ağır hareket ediyorlardı, ve namaz için başlarını kaldırmıyorlardı.

“ Resulullah , yamalı elbiseler giymiş olan bazı kimseleri gördü. Bunlar hayvanlar gibi ot yiyorlardı. Resulullah , bunların da kim olduğunu sordu, Cebrail’e “ Bunlar mallarından sadaka veya zekat vermiyorlardı”

EMANET VE MESULİYET YÜKÜ

Hz. Peygamber bir kişinin ağaç ve tahtalar toplamakta olduğunu ve bunları kaldırmakta güçlük çektiği zaman bunlara daha çok tahta eklenmekte olduğunu gördü. Resulullah bu kişinin kim olduğunu sordu. “ Bu adam zaten emanet ve mesuliyetin yükünü taşıyamıyordu, fakat bunları azaltmak yerine daha da artırıyordu.

Hz. Peygamber bazı kimselerin dil ve dudaklarının makaslarla kesilmekte olduklarına tanık oldu, bunların kim olduğunu sordu. Dediler ki bunlar “Dedikoduculardır ki serbestçe konuşuyor ve fitne üretiyorlardı.

Bir başka yerde adamlar hep kendi vücutlarının etlerini kesip yiyorlardı. Bunları da sordu. “ Bunlar başkalarına dil uzatıyor ve onlarla alay ediyorlardı.

Bu adamların yanında bazı diğer kimseler vardı, bunların tırnakları bakırdandı. Ve ağız ve göğüslerini dövüyorlardı. Bunları sordu” Bunlar insanların arkasından konuşuyor ve namuslarına leke sürmek istiyorlardı.

Bazı kimseler vardı ki dudakları develer gibiydi.

Bunlar ateş yiyordu. Resulullah sordu” Dediler ki bunlar yetimlerin mallarını yiyorlardı” Bir süre sonra Resulullah karınları şişmiş ve yılanlarla dolu kişileri gördü. Gelip geçenler onları eziyorlardı. Fakat yerlerinden kıpırdayamıyorlardı. Resulullah bunların kimler olduğunu sordu. “Bunlar faiz ve haram yiyenlerdir”

Bundan sonra gördükleri, bu adamların bir tarafında gayet güzel ve temiz et vardı, ama diğer tarafta çürümüş ve kokuşmuş et vardı, bu adamlar iyi eti bırakıp kötü eti yiyorlardı. “Efendimiz bunlar kimlerdir” dedi . Bunlar kendilerine helal olan koca ve karılarını bırakıp zina yapan ve haram olanlarla nefislerini tatmin eden erkek ve kadınlardır.

O göğüsleriyle asılı kadınları gördü. Resulullah bunların kim olduğunu sordu. Dediler ki “Bunlar kocalarına onlardan olmayan çocukları musallat eden kadınlardır”

Bu gözlemler sırasında Resulullah bir melekle buluştu, bu melek Resulullaha çok soğuk davrandı. Resulullah Cebrail’e sordu” Şimdiye kadar görüştüğüm bütün melekler güler yüzlü ve nazikti, ama bu melek çok sert ve kaba davranıyor. Bunun sebebi nedir? Cebrail” Bu gülmez ki , cehennemin bekçisidir. “Bundan sonra Resulullah cehennemi görmek istedi. Cebrail Aleyhisselam derhal Efendimiz’in gözünün perdesini çekti , Cehennem bütün dehşeti ile gözünün önüne geldi.

HAZRET-İ YAHYA VE İSA ALEYHİSSELAMLAR

Buradan ikinci semaya vardı, burada tanıştırılan ileri gelen ve mümtaz şahsiyetler arasında iki genç vardı. Hz Yahya ve İsa Aleyhimesselam, üçüncü semada , öyle bir şahsiyetle tanıştırıldı ki , kendisi yakışıklılığı bakımından yıldız gibi olan diğer insanların yanında bir dolunay gibi idi. Kendisinin Hz .Yusuf Aleyhisselam olduğunu öğrendi.

Dördüncü semada,

Hz. İdris , beşinci semada Hz. Harun , altıncı semada Hz . Musa ile tanıştı.
Yedinci semada muhteşem ve göz kamaştırıcı bir saray gördü , bu saraya melekler girip çıkıyorlardı. Burada Resulullah kendisine çok benzeyen muhterem bir zat ile müşerref oldu, onun Hz. İbrahim olduğunu öğrendi.

Resulullah daha çok yükseldi Sidret ül Münteha’ya vardı.

Burası yüce Allah’ın divanı ile mahlûklar âlemi arasındaki sınırdır. Bu sınıra gelince bütün yaratıkların bilgisi tükeniyor, bunun ötesinde ne varsa gariptir ki buna Cenab-ı Allah’tan başkası bilmez. Ne bir peygamber ne bir melek. Bu mevkide Resulullah’a cennet gösterildi , kendisi hiçbir gözün göremediği , hiçbir kulağın duyamadığı ve hiçbir zihnin tasavvur edemediği nimet ve imkanların Allah’ın Salih kullarına temin edildiğini gördü.

Cebrail Sidret ül Münteha’da kaldı. Resulullah sınırın ötesine geçti. Cenab-ı Allah’ı bütün celal ve cemaliyle gördü,aralarında geçen konuşmada Cenab-ı Allah tarafından şu emirler verildi.

Bir günde elli vakit namaz kılınması farz olundu
Bakara suresinin son iki ayeti vahiy olundu
Şirk hariç bütün günahların affedileceği bildirildi

Bir kişinin iyi amele niyetlendiği zaman hesabına iyi amel yazıldığı , bu ameli fiilen işlediği zaman da hesabına on iyi amel yazıldığı fakat kötü amele niyetlendiği zaman hesabına hiçbir şey yazılmadığı ve bunu fiilen işlediği zaman da hesabına sadece bir kötü amel yazıldığı ifade olundu.

CENNETİ, ÂHİRETİ HATTA ZAT-I ZULCELALİ GÖZ İLE GÖRMEK

Bediüzzaman miraç ile ilgili risalesinin dördüncü kısmında yine soru cümlesi ile “ Mirac’ın semeratı ve faydası nedir?” diyerek bahsi tahkik eder. Bediüzzaman burada da yine göz ile ilgili bir cümle kullanır. “ Erkan-ı imaniyetin hakaikını göz ile görüp , melaikeyi , cenneti , ahireti hatta Zat-ı Zülcelal’i göz ile müşahade etmek kainata ve beşere öyle bir hazine ve nur-ı ezeli ve ebedi bir hediyedir ki “ (Sözler 31)

İki kere yöne göz ile ilgili cümle var. G ö z i l e g ö r m e k , g ö z i l e m ü ş a h a d e e t m e k . Yine hiç kimsenin görmediği hakikatleri, mekânları hakikatlerin sağlaylarını onun gözü görmüştür. Bu onun gözünün zaferidir. İmanın erkânlarının hakikatlerini göz ile görmek ne demek?

Allah’a, mülküne ve melekûtuna, fiziki âlemle, onun arka planı, fiziki âleme canlılığını veren maverayı, melekleri, cennet ve cehennemi, amellerin yansımalarını, günah ve sevabın orada kazandığı mahiyeti, kâinatın önemli mekânlarını, Sidre ‘yi, kab-ı kavseyni daha birçok onun görmesi ve ümmeti adına müşahede etmesi gereken şeylerin hakikat olduğunu bu seyahatta gördükleri doğrulamıştır.

EBEDİ SAADETİN DEFİNESİ VE ANAHTARI

Daha önemlisi ebedi bir saadet ve nasıl elde edileceği, Allah’ın rızası ve nasıl elde edileceği bütün bu seyahatte görülen şeylerden hareketle ortaya çıkmıştır. Ebedi saadeti şöyle anlatır” Saadet-i ebediyenin definesini görüp anahtarını alıp getirmiş, cin ve inse hediye etmiştir. “ Ebedi saadet bir definedir, define dünyevi anlamın ötesinde bir şeydir burada. Define insana mutluluk ve kazanç yüklü bir kelimedir, ama orada definenin anlamı çok farklıdır.

Bir meyve de namazdır.

Bediüzzaman bunlara m a r z i y a t der. Yani insanın Allah’ın rızasını teminini sağlayan sorumluluklar.

Hz. İsanın dini tahrif edildikten, Peygamberimiz gelinceye kadar insanlar bir ilahın var olduğunu bilseler de onu nasıl memnun edeceklerini, nasıl bir ritüel takib edeceklerini bilememişler, işte namaz bu ibadetin icmali ifadesidir.

Bu zorunluluğu Bediüzzaman anlatır. “ O marziyatı anlamak o kadar merak aver ve saadet averdir ki tarif edilmez. Çünkü herkes büyükçe bir veli-i nimet, yahut muhsin bir padişahının uzaktan arzularını anlamağa ne kadar arzukeş ve anlasa, ne kadar memnun olur. Temenni eder ki “Keşki bir vasıta-i muhabere olsaydı , doğrudan doğruya o zat ile konuşsa idim, benden ne istiyor anlasa idim, benden onun hoşuna gideni bilse idim”(Sözler 31)

Peygamberimizin gelmesinin arifesinde birçok aziz ve keşiş ve ruhbanlar, Varaka ibn-i Nevfel ve benzeri şahıslar böyle ıstıraplar duymuşlar, Allah’ın kendilerinden nasıl bir ibadet şekli taleb etmesini düşünmüşler ama bir anlam çıkaramamışlardır. Bu yüzden Bediüzzaman bu zihinsel fırtınaları bildiği için merak aver ve saadet aver kelimesini söyler. Bediüzzaman’ın tahlilleri arkasında birçok vakaya ve psikolojik çıkmaza çare vardır. O onları farklı bir şekilde öne sürer.

Mevdudi , namaz konusunda

Hz. Peygamber ile Hz. Musa arasındaki diyalogu da anlatır. “Hz. Peygamber aşağıya inince Hz Musa ile karşılaştı. Hz. Musa O’nun macerasını dinledikten sonra dedi ki “ Ben İsrail oğullarından acı bir tecrübe edindim. Bana öyle geliyor ki ümmetiniz elli vakit namaza tahammül edemeyecektir. Gidin namaz sayısının azaltılmasına ricada bulunun. Sürekli huzura gidip azaltmak taleb eden peygamberimiz, bunu beş vakte kadar indirdi, hz . Musa buna da itiraz ederse de, o artık bir daha huzura çıkmaya iltifat etmez. Bu beş vakit namaz elli vakit namaza eşit bulunmuştur.(Mevdudi)

Bu kadar ısrar ve rica ile zayıflığımıza ve gafletimize bakarak namazın azaltılması karşısında ona da nazlanmak ve dünyevi mazeretler bulmak, aklın kârı değildir.

“Acaba yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarfedip ,o uzun ebedi hayata bir saati sarfetmeyen ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder” der Bediüzzaman.

ÇOK CİDDİ GAYRETLER VE Mİ’RAC

Miraç risalesi çok doğurgan anlamları olan bir eserdir, hiçbir eserinde olmayan bir karmaşık geometrisi vardır, Mirac’ın. Mesela Haşrin otuz üç bahsi , farklıdır, ama Miraç da o kadar çok birbiri içinde ama muntazam bahis vardır ki insanın onları okuyup bir çekirdek miraç metni edinmesi çok ciddi gayretler ile teemmül ve tefennün ile mümkündür.

Miraç kendisine devamlı dönülecek bir manevi madendir. Unutmayalım ki Bediüzzaman talebe için bir şart koşar: ”Sözleri kendi eseri ve telifi bilmek” yani kendi yazmış gibi. Her bahsin mana ve bahis boyutları zihinde bir yer edinmezse sadece kitabı okumakla bu iş olmaz. Kitabı bıraktığında zihinde bir hareket noktası yoksa olmaz.

Prof. Dr. Himmet Uç