Etiket arşivi: Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Çocuğunuz Sizden Aldığı Güven İle Yaşama Cesaretli Adım Atsın

9 yaşındaki oğlumun okulda bir problemi yok fakat içinde bir korku var, gündüz evde yalnız iken bütün ışıkları yakacak seviyede bu korkusu. Ben normalde agresif birisiyim ama evde sakin olmaya çalışıyorum, tır şoförüyüm eve iki üç ayda bir giderim bugüne kadar sadece çok da şiddetli olmayan bir tokat attım, hiç dövmedim. Sizce oğlumun korkusu neden kaynaklanıyor olabilir?

Siz diyorsunuz ki iki üç ayda eve geliyorum birazda agresifim ve bir kerede tokat attım, evde de sinirimi belli etmemeye çalışıyorum, sakin olmaya çalışıyorum. Şimdi eğer çocuk babasını sinirli, agresif birisi olarak tanımladıysa, her ne kadar siz çocuğunuzun yanında sakin de olsanız, kendinizi çok da sinirli olarak göstermemeye çalışsanız da çocuk sizden kaygı kapar, kaygılanır.

Şöyle düşünün; siz bir mafya babası ya da bir katille aynı ortamdasınız. Şunu biliyorsunuz ki; adam tepesi attığı zaman silahını çıkartıyor pat diye kurşunu sıkıveriyor. Yahut da diyor ki yanındaki adamlara; ‘‘Tamam bunun icabına bakın..’’ Sizi dövdürüp vücudunuza zarar verdirebiliyor. Şimdi böylesine birisinin var olduğu sırada adam her ne kadar da tebessüm ediyor, gülüyor olmuş olsa siz biliyorsunuz ki; bunun eğer kalbini kırarsam, canını yakarsam, üzersem bu adam bana karşı yine şiddette bulunabilir endişesinden dolayı sinmez misiniz? Böylesi bir kişinin karşısında endişeye kapılmaz mısınız?

Adam da ‘‘Ben şu anda sinirli değilim, bak sinirlerimi de bastırıyorum, Benden artık niye korkuyorsun?’’ dese bu gerçekçi bir şey olur mu? Olmaz…

Yani sizin önce ben agresif birisiyim kısmını mutlaka çözmeniz lazım. Niye agresif olacaksınız ki?

Tamam evden uzaksınız… Tamam yaşam biraz zor…

Ama sinirli olunca daha mı işler yolunda gidiyor sizce? Bakın dışarı seyredin şu anda. Dışarıdaki insanları şöyle bir seyredin. Koca bir dünya var paylaşamıyorlar dünyayı.. Herkes birbirini yiyip duruyor. Siz niye kendi kendinizi yiyiyorsunuz? İnsanlar bu dünyayı paylaşamadıkları için birbirlerine zarar veriyorlar. Sizde yanınızdaki 9 yaşındaki çocuğa zarar veriyorsunuz şu anda. Dersleri zayıf olabilir ama siz üç ayda bir gördüğünüz çocuğunuzu niye sinirli bir haliyle bastırmaya çalıştığınız bir baba olarak karşısına çıkacaksınız ki?

Hayır… İlk önce yapacağınız şey şu olması lazım. Çocuğunuzla sakince bir konuşun… ‘‘Oğlum kusura bakma, bazen sinirli davrandım gördüm ki oğlum, yaşam öyle çokta uzun değilmiş senin 9 senelik yaşamının da sana bazen kızdım. Bir keresinde de sana tokat attım. Bu halimle de kendimden utanıyorum. Hakkını helal et oğlum’’ diyerek oğlunuzu şöyle bir rahatlatıcı, rahat bir nefes alıcı vaziyete soksanız… Üç ayda bir gördüğünüz çocuğun sizi her gördüğünde bastırmış, sinirlenmiş, yorgun argın, bir baba olarak tanımasını mı istersiniz?

Hayır, siz önce kendinizi toparlayın ki; çocuğunuzun içerisinde korkuların kaynağı ne olursa olsun… İster karanlık korkusu, ister böcek korkusu isterse başka korku olsun… Böylesi bir babalık modeli ile karşısında olmayın.

Güzel, sizi neşelendirecek içinizi dolduracak, doyuracak müzikler dinleyin… Güzel bir türkü açın… Kendi kendinize ağıtlar yakmayın, sizi karamsarlığa itecek müzikler dinlemeyin. Kendi kendinizi içeride ritim tutturacak, toparlayacak ,tebessüm ettirecek bir müzikle içinizdeki bu bıkkınlığı agresifliği aşın ve çocuğunuzun karşısına öyle çıkın ki çocuğunuzda sizden aldığı cesaret ile yaşama cesaretli adım atsın…

Çocuk Deyip Geçmeyin Bölüm 235/ Kısım 4

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Çocuklara dini eğitim hal dili ile verilir

10 yaşındaki oğlumu ibadetler konusunda zorlamak istemiyorum. Özellikle namaz ibadetini ara ara gündeme getiriyor, gerekliliğinden söz ediyorum. Sonrada onu namaza davet ediyorum. Fakat çoğu zaman erteliyor. Namaz ibadetinin alışkanlığa dönüşmesi için neler yapabiliriz?

Çocuklara namaz ve ibadetin neşvesi, neşesi zihinsel bir eğitimle çocuğa akıl vererek, gerekliliği anlatılarak öğretilmesinden öte şu var. Öncelikle çocuğun namazın keyfini, namazın huşusunu, namazın hissiyatını duyabilecek kıvama gelmesi lazım… Yani örneğin bir dindar çocuk yetiştirmek istiyorsanız, evin içerisinde bir sekine, bir sükunet hali olması lazım. Arka taraftan hafifçe bir Kuran sesi gelmeli. Evin içerisinde bağırtı, gürültü olmamalı. Kendisine hakim olan bir anne, kendisine hakim olan bir baba olması lazım… Evin içerisinde cemaatle namaz kılınıyor olması gerekir. Yani çocuk dini duyguları duyabileceği bir zemin üzerinde olması lazım. Anne açıp bir tarafta Kuran okurken gözleri hafif hafif yaşlandığında, içerisinde Allah’ı duyumsamaya başladığı sırada gözlerinden hafif hafif yaş geldiğinde gözlerini böylece silmesi lazım. Oğlu yanına geldiğinde, ‘‘Anne niye ağlıyorsun?’’ diye sorduğunda oğluna da sarılıp ağlaması lazım.

namaz ve çocuk‘‘Allah’ı içimde duyduğumda içimde bir şey oluyor, ne olduğunu bilmiyorum. Peygamber Efendimizi(s.a.v) içimde duyduğumda bilemiyorum içimde büyük bir iştiyak oluyor, özlem oluyor, oğlum O’nu hatırladığım sırada O’na karşı duygularım birden bire coşuyor. O’nun yaşamı, müminleri ne kadar sevdiği aklıma geldiğinde, onu namaz kılarken hayal ettiğimde gözlerim doluyor oğlum’’ diyerek çocuğun önce duygu zeminini oluşturmuş ise, kendi hissiyatınızdan dolayı çocuğa da bir his kopyalaması yaptığınızda, işte çocuk o zaman seccadeye kapandığında siz şaşırır kalırsınız. ‘‘Allah Allah! Bu çocuk secdede uyudu kaldı mı?’’ diye düşünürken, çocuğunuz gözlerini kaldırdığında sizin gözyaşlarınızı onun gözünde görürsünüz… Ve çocuğunuza sorduğunuzda; ‘‘Oğlum niye ağlıyorsun?’’

‘‘Bilmiyorum anne bilemiyorum, içimde bir şeyler oluyor anne’’ diyerek, içindeki coşkuyu ve Allah sevgisini ifade eder.

Yani çocuklara dini eğitim zihinsel olarak değil, ondan önce duygu dünyasının hazır edilmesiyle birlikte verilmesi lazım…

‘‘Hocam günlük koşturmalarımız, evin içerisindeki telaşımız, çırpınışlarımız bizi de dinden uzak tutuyor. Biz de böyle çok duyumsayarak namaz kılamıyoruz, ibadet yapamıyoruz.’’

O zaman çocuğunuzun karşısına duyan birisini çıkartın… Çocuk ancak duyan birisiyle birlikteyken duyar. Siz aslında duyamaz halinizle mi anlatıyorsunuz? O zaman çocuğunuz da duymaz. Siz ibadeti bedeni olarak ve zorlana zorlana mı yapıyorsunuz? Aslında ibadetin neşesini ve coşkusunu içinizde duyamadan, eve geldiniz bir an önce namaz kılayım bir an önce şu işleri de aradan çıkartayım diye mi yapıyorsunuz? Allah kabul etsin bütün ibadetlerinizi ama çocuğu da karşınızda o şekliyle ibadete ve dini değerlere doğru götürmeyin. Duyan birisiyle tanıştırın, duyan birisiyle otursun, duyan birisiyle kalksın. Bu kişi çocuğun dayısı olabilir, amcası, yengesi olabilir. Falanca mahalledeki bir abisi olabilir. Çok değil, haftada 1-2 görsün sadece. Onu ibadet ederken, Kuran okurken, namaz kılarken görsün, o hali kendisine hal olarak benimsesin. İşte o zaman göreceksiniz çocuk nasıl namaz kılıyormuş. Yoksa anne babalar; ‘‘Oğlum namaz kıl, oğlum ezan okundu, oğlum abdest aldın mı? Namazını kıldın mı?’’ Yahu bu sesle çocuğa namaz söylenmez ki… Çocuğa yapmadığınız şeyleri hep hatırlatıyorsunuz. ‘‘Oğlum kalk namaz kıl, ibadet et, bak ibadet iyi bir şeydir, namaz kılmak, dini değerlere bağlı olmak iyi bir şeydir.’’ Duymuyorsun ki sen! Duymadan çocuğa dini bilgiler verilmesi yanlış olur.

Çocuk Deyip Geçmeyin Bölüm 235/ Kısım 5

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Hiçbir Çocuk Yalan Söylemez

Önceki yıllarda, radyodaki canlı yayına bağlanan bir baba,

-“Hocam, siz çocuklara kızmayın, onları dövmeyin diye anlatıyorsunuz. Tamam, bunlar güzel laflar ama anlattığınız şeyler bizim çocuk için geçerli değil. İnanın, bizimki ancak baskıdan anlıyor, iyilik yapmaya gelmiyor” diye söze başladı.

Şaşırdım:

-Neden… Nesi var ki sizin çocuğunuzun?

Adam devam etti:

-Nesi yok ki? Yalancının teki. İki lafından biri yalan. Annesi de ben de artık şaşırdık kaldık. Dövdük olmadı, sövdük olmadı, nasihat ettik hiç olmadı. Bir gün elimde kalacak diye korkuyorum, o bana mısın demiyor.

-Kaç yaşında çocuğunuz?

-Daha, 10 yaşında. Yalanları öyle sıradan yalan değil hani. Tam bir profesyonel. Bakın ben size en son olayı anlatayım da siz bana hak verin. Geçende karnelerini aldılar. Akşam bekledim ki karnesini getirsin, göstersin. Ne gelen var ne giden.

‘Oğlum karneni almadın mı?’ diye sordum,

‘Baba artık karneler elle yazılarak doldurulmuyormuş. Millî Eğitim Bakanlığı karnelerin bilgisayar sistemi ile doldurulmasını mecbur tutmuş’ dedi.

Ben de ‘Olsun bilgisayarla doldurulmuş karneni getir o zaman’ dedim.

Oğlan hiç tereddüt etmeden ‘İyi de baba, bilgisayar sistemi çökmüş, okulda bazılarının karnelerini veremediler’ dedi.

Ben de ne yapayım, ‘İyi o zaman, aldığın zaman getirirsin’ dedim.

Ertesi gün işe gittim, içime bir kurt düştü. ‘Ya yalan söyledi de beni kandırdıysa?’ diye içim içimi yedi.

Eşimi aradım, ‘Çocuğun öğretmenini arayıp bir sor, bu çocuk yine yalan söylemiş olmasın’ dedim. Eşim öğretmenini aramış. Herkesin karnesini eksiksiz teslim ettiğini söylemiş öğretmen.

Sinirden, akşamı zor ettim. Eve geldim ‘Lan sen manyak mısın, beni katil mi edeceksin! Bu kaçıncı yalan! Öğretmenin karneni verdiğini söylüyor. Nerede karnen?’ diye baskı yapınca ağlamaya başladı.

‘Baba, karneler dağıtıldığında arkadaşım karneme bakmak için elimden çekti, ben de vermek istemeyince yırtıldı. Sen kızarsın diye söyleyemedim’ dedi.

Ben de ona ‘Oğlum yeter ki doğruyu söyle kızmam’ dedim ve yumruklarımı sıka sıka kendime hâkim oldum, bir şey yapmadım.

Ertesi gün iş yerinde yine krizlere girdim ‘Ya yine yalan söylediyse’ diye.

Annesini aradım, ‘Çocuğun karnesini yırtan o çocuk kimmiş, bir öğren. Sonra çocuğun annesine telefon et, sor bakalım öyle bir şey olmuş mu, anlattıkları doğru mu?’ dedim.

Akşam eve geldiğimde öğrendim ki bu anlattığı da yalanmış. Hatta eşimin telefon ettiği çocuğun annesi de kendini suçlu hissetmiş. Bu sefer patladım. Ne yalan söyleyeyim, güzelce dövdüm. Korkudan titremeye başladı, ağladı.

‘Tamam, baba vurma getireceğim karnemi’ dedi. Gitti, içeriye sakladığı karnesini getirdi. Bir de ne göreyim, tam 7 tane zayıf. Zaten altı üstü 7-8 dersi var, anlayacağınız hepsi zayıf.

Telefondaki öfke dolu bir sesle anlatmaya devam ediyordu:

-Siz şimdi radyoda güzel güzel konuşuyorsunuz. Çocuklara iyi davranın, kızmayın, onları sevin okşayın. Ben öyle davransam var ya, bu çocuk hepten yoldan çıkar. Bu kadar baskı yapmama rağmen yalan söylüyorsa, baskıyı kaldırsam ne olur düşünemiyorum bile.

Ne diyeceğimi, söze nereden başlayacağımı şaşırdım.Vicdanımla birlikte sordum:

-Sizin, kendiniz gibi bir babanız olsaydı… 7 tane de zayıfınız olsaydı… O karnenizi babanıza gösterebilir miydiniz?

Radyodaki kişi biraz durdu, sessizleşti.

-Bilmem… Galiba döver diye korkardım, gösteremezdim herhâlde. dedi.

Eğer bir çocuk anne babasına karnesindeki kırık notları göstermeye çekiniyorsa, bu utanç, çocuğa değil, ebeveynin bizzat kendisine aittir. Zira anne babalık, çocuğun eksik ve zayıf yanlarını deşeleyip onun yüzüne vurma, onu utandırıp mahcup etme işi değil, kırılmış bir çocuk kalbine tesellici olabilme becerisi geliştirmektir.

Ebeveyn, çocuğun zarar vericisi değil, tesellicisidir.

Daha da ötesinde, çocukların karnelerindeki başarı da başarısızlıklar da sadece çocukların kendisine ait değildir. O başarıda öğretmenin payının olduğu gibi, başarısızlıkta da öğretmen yetersizliğini hesaba katmadan, eğitim sistemindeki karmaşayı düşünmeden, bir ebeveyn olarak çocuğunuza yeterince rehberlik edip edemediğinizi sorgulamadan, “suçu” çocuğa yüklemek ne kadar zayıf bir pedagojik bakış açısıdır.

Pedagoji der ki hiçbir çocuk yalan söylemez.

Yalan, insan fıtratının değil, korkunun ürünüdür.

Ve bir çocuk yalan söylüyorsa, çocuğun kendisinin değil, çocuğa tesir eden yetişkinlerin tedaviye ihtiyacı vardır.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Değersizlik Hissi

Aidiyetin kırılmasındaki en önemli faktör değersizlik hissidir. Çocuğa ya da insana yapılabilecek en büyük kötülük, onun varlığını görmezden gelmek ve ona kendini değersiz hissettirmektir. Bu iki unsur kişilik kaybı, davranış bozuklukları ve aidiyet yoksunluklarını da beraberinde getirir.

Değersizlik hissi ya da değer hissinin yitirilme sebebi çocukla kurulan iletişimdir. Değer-değersizlik kişiden kişiye sözlü ve sözsüz iletişimle geçer. Eğer ebeveyn çocuğa insan olmaktan kaynaklanan sevgi, saygı ve değeri vermiyorsa, çocuğun hissedeceği şey değersizliktir.

Aidiyetin oluşumuna sadece değerlilik ve değersizlik hissi üzerinden de bakılabilir. Çünkü tek tek ifade etmeye çalıştığımız başlıkların her birinde değersizliğin kırıntıları vardır muhakkak.

Kalabalıklar içinde bir kişiye değer vermek, onun kendini değerli hissetmesini sağlamaz her zaman. Değerlilik hissi birebirdir, çok defa baş başadır, koşulsuzdur, belli bir amaca dönük değildir. Sadece “Senden dolayı bu halim. Sana duyduğum ilgiden, sana duyduğum sevgiden ve benim için değerli olmandandır.” demektir.

Değerlilik hissi eğer sunileşmeye başlarsa (aşırı yükleme) değersizlik algısı ortaya çıkar. Çünkü değerlilik hissinin içindeki en önemli faktör doğallıktır. Doğallık bozulduğunda değerlilik duygusunun algısı değişir, çocuk insan olmaktan kaynaklanan kıymeti göremez. Bu da değersizlik hissini çağrıştırır kişide.

Mesela, çocuğu lunaparka götürmek, aslında aracı kullanarak, “Seni çok önemsiyorum.” duygusunun ispatıdır. “Seninle birlikte olmaktan keyif alıyorum.”un göstergesidir. Kişiye özel bir hitaptır. Ve tüm bunların yöneliş yeri çocuğun duygularıdır.

Fakat ebeveyn lunaparktaki eğlenceye katılmaz, elindeki telefonla ya da başka işlerle uğraşır, çocuğunun heyecansız halini görüp, “Getirdik ya eğlensene.” derse; burada çocuk değerlilik değil, değersizlik hisseder. Çünkü ebeveyn fiziken orada olsa da ruhen yoktur. Sadece çocuğunun isteklerini yerine getirerek onu oyalamaya çalışır.

Oysa eğlence merkezleri, dışarıda yemek yeme, piknik yapma, deniz kenarında yürüyüş… Bunların her biri aracı unsurlardır. Ebeveyn bu araçların kullanıldığı anı derinleştiremez veya duygusal yakınlığa dönüştüremezse, değerlilik hissi oluşmaz çocukta. Çünkü aracılar duyguya erişmek içindir, üzerinde yoğunlaşmak için değil.

Çocuklarıyla vakit geçiren ebeveynler, “Acaba şu anda onunla değerlilik hissiyle mi irtibat halindeyim? Davranışlarımın içinde çocuğuma hissettirdiğim bir değersizlik var mı?” diye denetlemelidir kendini.

Şunu da belirtmekte fayda var: Çocuğa değerliliğini hissettirmek için illa aracı kullanmaya da gerek yoktur. Çocuk bazen ebeveyniyle oturup beş dakika sohbet ettiğinde de değerliliğini hissedebilir.

Bazen vicdan azabı çeken, çocuklarına iyi anne- baba olamadığını düşünen ebeveynler, “Seni alışveriş merkezine götüreyim mi?”, “Sana istediğin bilgisayar oyununu alayım mı?”, “Çok sevdiğin arkadaşlarını bize çağıralım mı?” diye sürekli aracılar kullanarak çocuğuna değer verdiğini göstermeye çalışır. Çocuk böyle durumlarda mutlu olsa da oradan değer kazanmaz. Değer, ancak ebeveynle çocuk arasında duygusal temas aracılığıyla geçişkenlik sağlandığında ortaya çıkar.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Çocuklardaki menfaatçilik durumu

2 ve 4 yaşında çocuklarım var, bu yaştaki ispiyonculuk, menfaatçilik durumlarında ne yapmalıyız? Ciddiye almalı mıyız?

Tabi ki ciddiye almalıyız. İspiyonculuk belki birazcık kenarda durabilir; ancak menfaatçilik üzerinde konuşulması gerekir.

Menfaatçilik, anne babanın alarmının çalmasını gerektiren önemli bir konu. Kardeşler ilişkilerini menfaat üzerine kurmuşlar ise;

Örneğin abla, ”Eğer sen bana oyuncağını verirsen o zaman ben seninle oynayacağım” diyorsa anne oturduğu yerden içtiği suyu püskürterek hemen ayağa kalkmalı ve o konuda tedbir alması lazım. Çünkü pazarlık usulü yürüyen ilişkilerde yetişen çocuklar hayatının geri kalan kısmını götürmekte zorluk çekiyorlar. Hayata hep menfaat açısından bakıyorlar. Halbuki hayat bir başkasından menfaat elde etme sanatı, kurnazlığı veya akıllılığıyla gidecek bir şey değil; sosyal irtibatların sağlamlığıyla oluşmuş olan bir yöntem, bir yaşam tarzıdır. Çocuk sosyal çevre ile yardımlaşma üzerine bir ilişki içinde oluyorsa, o çocuk sosyal çevrenin içerisinde sağlıklı bir ruh haliyle yaşamına devam eder. Ama çocukluk döneminden itibaren menfaatçiliği, kurnazlığı öğrenmiş olan çocuk kardeşiyle bile samimi bir bağ kuramaz. Bu durum bazen anne babaların çok hoşuna gidiyor; 3 yaşındaki çocuk bir kurnazlık yapıyor, kardeşini aldatıyor, anne gülerek babasına anlatıyor. Baba da ”Koçum benim, ne kadar da kurnazsın, zekisin!” diyor. Çocuğun içerisine zehir döktünüz, zehir… Çocuğu öylesi bir durumda teşvik etmek saçını okşamak, aferin oğlum demek; çocuğun yarın size yapacağı kurnazlık ve akıl oyunlarına karşı onu yetiştirmek demek olur. Aman yapmayın…

Bir anne-babanın mücadele edebileceği en önemli şeylerden bir tanesidir; çocuğun menfaat hissiyle yetişiyor olması… Hayır, çocuk menfaat duygusuyla değil; yardımlaşma duygusuyla yetişiyor olması lazım. Bazen anne-baba da bunu yapıyor.

”Kızım dersini bitirirsen seni parka götürürüm.” diyerek pazarlık yapmasını öğretiyorsunuz aslında. Ders yaptırmıyorsunuz çocuğa, yarın o da sizinle pazarlık yapacak. ”Anne sen şunu yaparsan ben de bunu yaparım.” diyecek… Kazanılmaya çalışılan davranış ile bir başka davranış bütünleştirilmemesi lazım.

Yanlış yapılan ve menfaatçiliğe davetiye çıkaran önemli bir konu da şudur; kumbara kültürü… Çocuklar para biriktirilmeye teşvik ediliyor. Siz çocuğa kumbara alıyorsunuz, ”Oğlum-kızım biriktir paranı, oyuncağını kendin al.” diyorsunuz. Çocuğun kendisi adına para biriktiriyor olması, çocuğun içerisinde sinsi bir menfaatçilik ve pazarlık oluşturur. Nasıl oluşturur? Annesinden 2 lira alabilmek, babasından 5 lira alabilmek için çocuk taklalar atacaktır, hırçınlıklar yapacaktır ve kumbarasını dolduracaktır. Kumbarasını kimin için dolduracaktır? Kendisi için… Aylarca süren bir birikimin sonunda çocuk kumbarayı açtığında, içinden çıkan paralar karşısında kendisi için sevinç çığlığı atacaktır.

”Oğlum bizim elimiz biraz para yönünden sıkıştı, senin kumbarandan 100 lira çıktı. Bunun 50’sini bize ver de, annenle pazara gidelim, alışveriş yapalım.” dediğinizde;

”Hayır baba, ben bu parayı nasıl biriktirdim, sen biliyor musun?” diyecektir belki de.

Kumbara kültürü Anadolu Pedagojisi’nin içerisinde yer alan bir kültür değildir.

Peki çocuklara tasarruf etmeyi, para biriktirmeyi nasıl öğretelim? Öğretelim tabi, ama kendisi için para biriktirmeyi öğretmeyelim, biriktirdiği parayı birisi için kullanmak adına öğretelim. Afrika’daki aç insanların cd’sini alın ve oturun beraber izleyin. ”Oğlum sana ben bir kumbara aldım, buraya paralarını atacaksın. Ben de kendime kumbara aldım, ben de paramı atacağım. Şu Afrika’daki çocuklar için para biriktirelim.” veya ”Bizim mahallede fakir bir çocuk var, biliyorsun değil mi? Hiç kimseye söyleme, sen onun için para biriktir.” diyelim. Menfaatçilik duygusunu aşılamak yerine, vererek mutlu olması için çocuğumuzu teşvik etmeye çalışalım. O kumbaralar açıldığı zaman kumbaradan çıkan paranın şıngırtı sesi, çocuğun menfaatine dokunduğu için değil; Türkiye’nin birçok coğrafi bölgesinde yardıma muhtaç fakir fukara çocukların ihtiyacını karşılayacak diye sevindirmeli. Nokta hedefi olarak belirleyelim. ”Falanca ilin filanca semtinin filanca kasabasında bir köy okulu var, orada çocukların kitapları eksikmiş. Gel orası için on tane kitap almak üzere para biriktirelim. Her gün iki lira biriktirelim.”deyin ve kumbara açtığında on tane kitap parası birikmiş ise, çocuğunuzun sevinç çığlıkları o okula gönderilecek olan paraya sevinsin. Böylece erken çocukluk döneminden itibaren dünyalarına menfaatçilik girmemiş olur.

Uzman Pedagog Dr.Adem Güneş