Etiket arşivi: yusuf kaplan

Geliyorum Diyen Felâket: “Kur’ân İslâm’ı” Söylemi

Son aylarda II. FG Vakası yaşanmasına yol açacak, adına “Kur’ân İslâm’ı” denen, sünneti, hadisleri, mezhepleri inkâr eden, tıpkı Martin Luther’in yaptığı gibi yeni bir din icat edilmesiyle sonuçlanacak bir tehlikenin, “Müslüman Luther’lerin” ülkenin yönetimine sızmaya çalıştığını, bizzat en tepedeki yetkililerden öğrendim.

O yüzden meselenin önemine ve hayatiyetine binaen bu yazımı gözden geçirerek yeniden yayımlama ve gelen tehlike konusunda halisane bir niyetle ikaz etme ihtiyacı hissettim.

YÜZYILLIK İKİ TEHLİKELİ PROJE
İki yıkıcı oryantalist proje var. Meseleyi kişileştirmeden, kimseyi kırmamaya özen göstererek bu iki hayatî sorunu kısaca mercek altına almak istiyorum. Umarım, herkes anlamak istediği gibi anlamaz.
Batılıların iki asır önce teorik temellerini attıkları oryantalist söylemin İslâm dünyası için geliştirdiği iki tehlikeli proje var.
Birincisi, İslâm’ın protestanlaştırılması, sekülerleştirilmesi, böylelikle hayattan uzaklaştırılması projesi.
İkincisi de, İslâm dünyasının diriliğini, dinamizmini, canlılığını koruyan, her şeye rağmen İslâm’la irtibatını sürdürmesini sağlayan 500 yıllık mücahede ve mücadeleyle Selçukluların kurdukları, yine 500 yıllık mücadeleyle Osmanlıların korudukları, Ehl-İ Sünnet omurganın çökertilmesi projesi.
Bu iki projenin hedefi, Müslümanları birbirine düşürerek, bir daha ayağa kalkamayacakları kadar büyük bir darbe vurmak.
Bu iki projenin somut olarak hayat geçirilebilmesi için belirlenen hedef, hadislere ve Hz. Peygambere (sav) saldırmak. Bu saldırının, uzun vadede, en kalıcı ve yıkıcı sonuç verecek saldırı biçimi olduğunu düşünüyor Batılılar.
Soru şu burada: Batılılar, neden Hz. Peygambere ve hadislere saldırıyorlar peki? Düşünün!
Sıra Kur’ân’a gelecek! Bazı âyetler öne çıkarılacak ve sonuçta, “bu kitap saçma -hâşâ- bir kitap” diyecekler! Müslümanlar da bu durumu tevil edip duracaklar.

ÖRNEK, HIRİSTİYANLIĞIN TARİHİ
Muharref Hıristiyanlığı Aziz Pavlus kurdu. Peygamber olsa, insanlar din icat edemezdi oysa.
İlke şu burada: Tevhid’in koruyucu kalkanı, Nübüvvet hakikati.
Luther “İncil Hıristiyanlığı” çağrısı yaptı. İncil’i çağın zihin kalıbına göre okudu. Her şeyi yıktı. Sahte bir din icat etti.
İslâm”ı bekleyen tehlike de bu!
“Kur’ân İslâmı” söylemi, geliyorum diyen en büyük felâketlerden biridir. İslâm’ı protestanlaştırma projesidir çünkü bu söylem.

KUR’ÂN ASIL, SÜNNET USÛL’DÜR
Din, kuru bilgi kaynağı değildir. Hayat kaynağıdır. “Yaşayan Kur’ân” olarak tavsif edilen Hz.Peygamber olmazsa din kalmaz. Peygamberi devre dışı bırakan bir din kısa devre yapar.
Elbette ki, Kur’ân, Temel’dir. Sünnet, o Temel üzerinde yükselen ve Temel’i ayakta tutan Sütun. Sütun çökerse, gökkubbe de, Temel de çöker.
Şu yani: Usûl olmadan tefsir de, hadis de, fıkıh da olmaz; işlemez.
Kur’ân asıldır; Sünnet-i Seniyye, usûl. Aslolan hakikate vusûldür / varmak. Usûl yoksa vusûl de yoktur. Fusûl / sapma vardır.
Başka türlü kurman gerekirse bu cümleyi: Kur’ân Kaynaktır. Sünnet, Irmak. Aslolan hakikate varmak. Irmak, gürül gürül akacak ki; Kaynak, hayat fışkıracak.

ÖNCE ÇAĞDAŞ HURAFELERDEN ARINMAK!
İslâm’ı hurafelerle doldurdular, diyorlar. Luther de öyle demişti. Ama asıl hurafeyi o üretti: Sahte Din.
Dine Karşı Din icat edecekler! O yüzden “Uyuma!” diyorum.
Şunu iyi bilelim: Kimseden çekmedi bu din, hurafe temizliyoruz, diyerek zihninin çağdaş hurafelerle iğdiş edildiğini göremeyen çapsızlardan çektiği kadar!
Hurafeleri temizleyeceğiz, diyorlar. Böyle diyenlere şu soruyu sormak zorundayız: İyi de, kimsin “sen”?
Hurafe “sen”sin: Ç/ağ’ın, insanın zihnini iğdiş eden seküler hurafelerinin kölesi!

VARIŞ NOKTASI NE, KALKIŞ NOKTASI NEREYE DÜŞER?
Kalkış Noktası ve Varış Noktası olmadan Kur’ân’a gidemeyiz. Çağın kavramlarını ve bağlamlarını Kur’ân’a giydiririz sadece.
Soru şu burada: Varış Noktası belli, Kur’ân ve Sünnet. İyi de Kalkış Noktası neresi?
Çağ’ın ağları ve bağları, bağlamları ve kavramları. Yani bizim çağrı’mızın kurmadığı, zihnimizi ve idrak biçimlerimizi allak bullak eden, bizi İslâmî duyuş ve düşünüş, varoluş ve yaşayış biçimlerinden uzaklaştıran ve devâsâ bir ağ’a dönüşen seküler çağ! Kalkış Noktası burası. Bu ağ!

ÜMMÎLEŞME’DEN ASLÂ!
O yüzden, bura’yı zihnen ve idrak açısından terketmeden, çağ’ın ağlarını ve bağlarını, kavramlarını ve bağlamlarını aşma çabası göstermeden yani Ümmîleşmeden Kur’ân’a gidemeyiz: Çağdaş hurafeleri Kur’ân’a giydirir, her şeyi tarumar ederiz! O yüzden önce Zihinsel Hicret şart, diyorum.
Özetle 200 yıllık oryantalist proje şunu hedefliyor:
Hadisler tartışılsın! Ardından Peygamber’in konumu tartışılsın ve devredışı kalsın!
Sonuçta, Her kafa Kur’ân’ı yorumlasın, neredeyse kelle sayısı Kur’ân çıksın. Nifak çıksın ve insanlar dinden uzaklaşsın, kaçsın!
Sözün özü: Hadisleri, Hz. Peygamberi tartışmalı hâle getirip Kur’ân’ı kıt akıllarına göre yorumlayan Müslüman Lutherler icat edecekler!
Oysa, diğer dinler paçavraya çevrildi. Niçin? Peygamberi olmadığı için.
Tevhid, peygamber varsa, korunur. Yoksa, önüne gelen “tanrılığa” soyunur.
Son söz: Hadisler, Kur’ân’ın önüne geçiyor, diyenler, kendilerini hadislerin de, Kur’ân’ın da önüne geçirdiklerini görebiliyorlar mı acaba?

Yusuf Kaplan / Yeni Şafak

‘Said Nursi’ye bu sözü dedirten bu ruhtur

Umut var Anadolu kıtasında; ruh var çünkü, ruh…

Önceki haftalarda ‘fildişi kule‘mden çıkarak, Anadolu kıtasında, bir uçtan diğer uca, uzun bir yolculuğa çıktım: İstanbul’dan Ankara’ya, Diyarbakır’a Mardin’e, Niğde’ye ve Kayseri’ye uzanan bir tür ‘Anadolu turu‘na…

İşte size bu yolculukta yakaladığım, Schumacher’in ‘küçük güzeldir‘ gözlemini doğrulayan görünüşte küçük bir ‘enstantane’: Anadolu kıtasının bir noktasında, caddede yürürken, önümde güle oynaya giden iki kişinin birdenbire durduklarını, yerden bir şey alıp öperek bir duvarın boşluğuna yerleştirdiklerini fark ettim: Onlar oradan uzaklaşınca, duvarda boşluğa yerleştirdikleri şeye baktım yaklaşarak: Bir parmak ucu kadar bir ekmek parçasıydı bu! Ruhum ışıdı! Bir anda bütün dünyalar benim oldu: Şükrettim Rabbime.

‘Ne var bunda?’ demeyin lütfen! Ekmeğin kudsiyetine duyulan böylesine incelikli bir saygıdır insanı yatay ve dikey boyutlarda aynı anda varedici bir yolculuğa çıkaran. İnsana ve hayata ruh katan, anlam kazandıran.

İşte medeniyet bu! Bir ekmek parçasına duyulan bu saygı, aslında bir rızık olarak ekmeğe, o ekmeği veren Rızk’ın Sahibine duyulan katışıksız saygının ve teşekkürün bir nişânesi. Ekmeğe saygı duymayan insanların emeğe saygı duyabilmeleri mümkün mü?

* * *

Anadolu’yu herhangi bir toprak parçasından ayıran, insanlığın umut kaynağı bir kıtaya dönüştüren işte bu ruh, bu tevazu, bu ince hassasiyettir. Bu topraklarda yaşanan hayatın şiiriyetinin kanatlandırıcı ve insanlık çapında, insanlık adına umutlandırıcı resmidir bu.

İşte bu insan, hâlden anlar: Çünkü etnik-ötesi, ulus-ötesi, dünya-ötesi bir gerilim hattında yaşar: Kendisi dışındaki insanları ve varlıkları kucaklayan bir medeniyetin çocuğudur: Eğer Anadolu’da bunca propagandaya, yıkıma, kışkırtmaya, ‘medyatik operasyon‘a rağmen, hâlâ etnik bir çatışma yaşanmıyorsa, bundandır: Anadolu kıtası bilincinden. Anadolu’nun herkese bağrını açan yüce gönüllüğünden. Ruhundan…

* * *

İşte bu ruh, Mardin’de katıldığım Münazarat Sempozyumu’nda birkaç kez hatırlatıldığı gibi, bir Kürd’e, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’ne, ‘Türkler, İslâmiyet’in yılmaz hâdimleridir; saadetimiz Türklerle beraber olmaktır‘ dedirtebilmiş, sadece bu toprakların değil, bütün insanlığın şiddetle ihtiyacını hissettiği yegâne varedici kardeşlik ruhudur.

İşte bu ruh, Niğde’de YAZSANBİR’in (Yazarlar ve Sanatçılar Birliği) düzenlediği bir panelde, eski Nizam-ı Alem Ocakları Başkanı Yavuz Ağıralioğlu’na, ‘Türk, Arnavut kadar Arnavut, Kürt kadar Kürt, Arap kadar Arap olduğu zaman Türk’tür‘ dedirtecek bir medeniyet şuuru yeşertmiştir Anadolu kıtası büyüklüğündeki bu mübarek topraklarda.

* * *

Biz, bu ruhu fenâ hâlde örseledik: Siyasî darbelerle, kültürel darbelerle, zihnî darbelerle vesaire! Ama bu ruh ölmedi. O yüzden, bir ekmek parçasının yerden alınıp öpülerek duvara yerleştirilmesi bile umudumuzu diri tutmaya, bu ruhun yaşadığını göstermeye yetiyor.

O yüzden, DP eski Genel Başkanı, Anadolu kıtası’nın çocuğu Süleyman Soylu Bey’e, Niğde’deki panelde, modernleşme tarihimiz boyunca yaşadığımız serüveni, ‘başkalarını, bizim dışımızdakileri ötekileştirmek’ olarak tanımlatacak kadar özeleştiri özgüveni kazandıran, derinlerde kök salan bu ruhtur.

YAZSANBİR’in heyecanlı, çalışkan, mütevazi ve hayalleri sınır tanımayan başkanı Hayrullah Eraslan’ın öncülüğünde Niğde’de düzenlenen ‘darbeler’ panelinde söylenenlerde değil yalnızca; aynı zamanda panelin düzenlenişinde, panele katılan ve salonu hıncahınç dolduran insanların üç saatten fazla bir süre söylenenleri pürdikkat dinleyişinde de kendini gösterdi bu ruh. Öyle ki, Niğde Valisi Alim Barut, Belediye Başkanı Faruk Akdoğan ve -gece teheccüd namazları kıldığı için büyük saygı duyulan- Niğde’nin alçakgönüllü ve parlak milletvekili Ömer Selvi üç saatlik paneli sonuna kadar ilgiyle takip ettiler.

Yusuf Kaplan / Yeni Şafak