Etiket arşivi: zekat

Zekâtımı nasıl hesap edeceğim?

Soru: Ben mahalle bakkalı çalıştıran küçük çapta bir esnafım. Bana zekât düşer mi düşmez mi bilemiyorum. Nasıl bir hesapla tespit edebilirim zekât mükellefiyetimi?

Cevap: Zekât, nisap miktarı fazla parası olanın üzerine farz olan mali bir ibadettir. Öyle ise önce zekât verecek kadar fazla paraya sahip olup olmadığınızı tespit edeceksiniz. Bu tespiti de şöyle yapabilirsiniz:

-Aile olarak temel ihtiyaçlarınızı karşıladıktan sonra geride bekleyen (80) gram altının karşılığı sayılan (sekiz bin) lira kadar bir paranız var mı? Bir senedir bekleyen bu kadar paranız varsa, zekât vermesi gereken zenginlerden sayılırsınız. Bu para evde ya da bir finans kurumunda, yahut da dükkânda sermaye, vitrinde mal olarak da bulunuyor olabilir. Diyelim ki, elde mevcut şu kadar para var. Vitrindeki malın tutarı da şu kadar. Ayrıca şu kadar da alacağınız var, ama borcunuz da mevcut.. Bunların hepsini de topladıktan sonra meydana gelen yekundan borcunuzu çıkaracaksınız, kalan miktar en azından sekiz bin lirayı buluyor ya da geçiyorsa zekât zengini sayılırsınız. Bu paranın her bin lirasına (25) lira zekât takdir edip yoksulun hakkını verme mutluluğunu yaşayacaksınız.

Soru: Alacağımın da zekâtını verecek miyim?

Cevap: Alacağınızı sağlam alacak, ödenmesinde şüphe olan zayıf alacak diye ikiye ayırabilirsiniz. Sağlam alacağın zekâtını hemen vermeniz gerekir, şüpheli alacağın zekâtını da alınca verebilirsiniz..

Soru: Zekât ihtiyaç fazlası paraya lazım gelir, sözünden neyi anlamak gerekir? Aldığımız maaşımıza, cebimizde harcayacağımız harçlığımıza da zekât vermek gerekir mi?.

Cevap: Cebinizde ihtiyaçlarınızı karşılamak üzere hazır bulundurduğunuz harçlığınıza, maaşınıza, borcunuzu ödemek için beklettiğiniz paranıza zekât vermek gerekmez. Çünkü bunlar bir senedir boşta bekleyen ihtiyaç fazlası para değildir. Tam aksine her ay, hatta her an harcayabileceğiniz ihtiyaç paralarıdır.

Soru: Oturduğum evim, kirada dükkânım, bindiğim arabam var. Bunlara zekât vermem gerekir mi?

Cevap: Oturduğunuz eve, kullandığınız arabaya, kirada olan mülke zekât vermek gerekmez. Ancak varsa bunların getirdiği paraya zekât vermek gerekir. Bunlar sahibini sadece fitre zengini yapmış olur o kadar.

Soru: Öğrencilere verdiğimiz burslar zekât yerine geçer mi?

Cevap: Elbette.. Yoksul öğrenciye verilen burs, ülkemiz için iyi bir eğitim alıp hayırlı bir nesil yetişmesine hizmet eden önemli bir destektir. Bu itibarla, okuyacak öğrenciye verilen burs adındaki zekâtlar tam yerine verilen yardımlardır. Hatta Osmanlı’da okuyana, okutana muhtaç olup olmadıkları sorulmadan zekât verilir, öğrenci, yahut da okutan hoca olmasını, yardım edilmesi için yeterli gören alimler bulunurdu..

Soru: Oturacak ev, binecek araba almayı düşünüyorum. Bunlar için ayırdığım paraya da zekât vermem gerekir mi? Bunlar borçtan sayılmaz mı?

Cevap: Sadece bunlara niyet emekle borçlanma kesinleşmiş olmaz. Bekleyen bu gibi paralara zekât gerekir. Ancak anlaşma yapılmış da borçlanma kesinleşmişse, kesinleşen borca verilmek üzere bekleyen paraya zekât gerekmez.

Soru: Zekât ve fitre verirken açıkça söylemek gerekli mi?

Cevap: Gerekmez. Verenin niyetini Rabb’imizin bilmesi yeterlidir, alanın bilmesine de gerek yoktur.

Ahmed Şahin / Zaman Gazetesi

Zekât ve fitre mükellefiyetimiz üzerine

Dinimizin emir ve yasaklarına baktığımızda görüyoruz ki, İslam mensuplarını, yalnız kendi nefsini düşünen bencil kimse olmaktan çıkarıyor, çevresindeki yoksul kardeşlerini de düşünen sosyal insan haline getiriyor. Bu sebeple Ramazan’da ekonomik durumu müsait olan Müslümanlara İslam uyarısını şöyle yapıyor ve diyor ki:

– Sen nisaba malik zengin bir Müslüman’sın. Öyle ise sahip olduğun servetin zekâtını ihtiyaç içinde olan çevrendeki yoksullara vermeli, böylece yoksulların senin servetin içindeki Allah’ın takdir ettiği haklarını ödeyip borçtan kurtulmalısın!.

– Sadece zekâtını vermekle de kalmayıp ailenin her bir ferdi adına birer fitre de vereceksin. Çünkü aile bireyleri adına fitre vermen de vacip derecesinde bir mükellefiyetindir!.

– Bir de zekâtını, fitreni ihtiyaç sahiplerine verirken onlara minnet de etmemeli, hatta alıp da seni borçtan kurtardıkları için yoksula minnet duymalı, teşekkür ihtiyacı da hissetmelisin!.

Evet, yüce İslam Müslüman’a şu mübarek Ramazan’da mükellefiyetlerini böyle hatırlatıyor. Bunlara ilaveten vereceği bu zekât ve fitreyi kimlere verip kimlere veremeyeceğini de açıklıyor ve bunu da şöyle ifade ediyor:

– Müslüman’ın çevresindeki ihtiyaç sahiplerinden bazıları kendi yakınları olabilir. Bu yakınları tespite ihtiyaç vardır. Çünkü yakın akrabaya zekât, fitre verilmez. Verirse sanki bir cebinden çıkarıp öbür cebine koymuş gibi olur. Öyle ise kimlere zekât, fitre verilir, kimlere verilmez bunların da bilinmesi gerekir. Bu sebeple zekât, fitre verilemeyecek yakınlar önceden şöyle sıralanır:

– Anneye, babaya, dedeye, nineye, oğullara, kızlara, bunların çocukları olan torunlara zekât ve fitre verilmez!.

-Neden? Çünkü bunlar zekât verenin yabancısı değil ailenin sanki ortağıdırlar. Bu kadar yakın olanlar zekâtla, fitreyle değil de servetin kendisiyle korumaya alınmalılar.

Bunlardan sonra zekât ve fitre verilecek kimseler de şöyle sıralanmaktadır:

– Evlenerek başka aileye karışmış ihtiyaç sahibi kız kardeşlere, ayrılmış oğlan kardeşlere, bunların çocukları olan yeğenlere, sonra amcalara, dayılara, hala ve teyzelere, kayınvalide, kayınpedere, damada, (bir görüşe göre çok muhtaçsa) geline ve ihtiyaç sahibi öğrencilere, öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılayan vekillerine.. zekât ve fitre verilir.

Bir de servetin kazanıldığı yerin muhtaçları varsa onlar da ihmal edilmezler. Çünkü bunlar beklenti içinde olabilirler. Onları mahrum bırakmak kırılmalarına da sebep olabilir. Halbuki zekâtın bir hikmeti de kırılmaları, darılmaları önlemektir.

Bu bakımdan çevredeki yoksullar beklerken başka yerlere göndermek caiz olsa da beklenti içinde olanları mahrum bırakmak uygun olmaz.. Öyle ise yakında bekleyenlerin ihtiyaçları bir ölçüde karşılanır. Sonra çok muhtaç görülen uzaklardaki Müslümanlara destek verilir. Yeter ki gönderilen bu kimseler tam ihtiyaç sahibi olsunlar. Bayramdan önce ellerine geçerek bayramın mutluluğunu hep birlikte paylaşma imkânı bulsunlar.

Zaten yardımlar biraz da bayram sevincini hep birlikte ortak yaşamamız içindir. İçimizde ihtiyaçlarını karşılayamamış üzgünler, kırgınlar kalmaması içindir. Yardımların acilen bayram öncesi yapılması hikmeti de bundandır. Birlikte sevinip birlikte bayram yapmayı sağlamak için.. Bundan dolayı böyle özel yardım devrelerinde Efendimiz (sas) Müslümanlara titreten ikazını şöyle yapmıştır:

-Müslümanların derdiyle dertlenmeyen bizden değildir!.

Ahmed Şahin / Zaman Gazetesi

Seni zengin eden kim?..

İbadetler, Allah emrettiği için yapılır. İslam’ın şartından biri de zekât vermektir. Belki zekât vermek insana sıkıntı verir, yani malını bir başkasına vermek zordur.

Adam diyor ki, “Canımı istesen veririm fakat para istiyorsun, işte bu çok zor.” Çünkü canını bedava buldu. Kolayca vereceğini zannediyor amma iş cüzdana gelince fakirlikten korkuyor ve titriyor. Ancak iman ibadete dönüşürse o zaman zekât verdiğine sevinir. “Çok şükür Allah bana zekât vermeyi nasip etti.” der. Zekât Allah’ın emri olduğu için “Ne olursa olsun; Allah emretmiş, o emre uyacağım.” denirse Allah da insana kolaylık gösterir.

Allah’ın varlığı karşısında kendi fakrını anlayan insan, zekât vermekten korkmaz. Kendi organlarına bile sahip çıkamayan insanın nesi zengin? Ömrünü uzatamayan, felaketlere mani olamayan insanın nesi zengin? Zaten zekât meselesinde anlaşılması zaruri olan husus şudur: Neden falan adam zengin olamamış da kendisi zengin olmuş? Herkesin aklı var, gücü var, işi varken, pek çok kişi zengin olmak için çabalayıp da olamıyorken, onu zengin eden kim? Böylece anlar ki onun zenginliği Allah’ın lütfuyladır. Elim ayağım, evim arabam dese de aslında onlar onun değildir. Ölünce “benim” dediği çok kıymetli vücudunu ve mallarını dünyada bırakır gider. Böylece anlar ki aslında insan çok fakir amma kainat bütünüyle Allah’a ait…

Hangi meşhura kaldı ki dünya?

Bastığın yer belki kralların kalbidir.

Gururlanma ey insan değmez,

İnsan neyin sahibidir?

Kuyumculuk yapan çok zengin bir arkadaşım vardı. Psikolojik hastalığa yakalandı. Yanıma gelip bana sordu, “Bu hastalıktan kurtulmak için ne yapabilirim?” Dedim ki, “O serveti tek başına yeme. Allah, razı olmaz. Bak hastalandın. Peygamberimiz buyurmuş ki, hastalıklarınızı sadaka ile tedavi edin.” “Ne yapayım?” dedi. “İnşaat yap.” dedim. Arkadaş inşaat işinde yüzlerce insan istihdam etti. Birçok eve ekmek girdi. Hastalık mastalık kalmadı. Allah servet verir. Fakat onu sadece bir adamın yemesine izin vermez. O servetten herkes pay almalıdır. Bunun iki çeşidi vardır: Biri şirket kurmak, işçi çalıştırmaktır. Diğeri zekât vermektir. Milletçe kalkınmak İslamiyet’te hedeftir…

Allah’ım her türlü nimeti “senden bilenlerden” eyle… Senin emirlerine tabi olanlardan eyle. Verdiğin nimetlerden ihtiyacı olanlara vermemizi nasip eyle… Bütün iyilikler Senden, kötülükler nefsimizdendir. Allah’ım bizi iyiliklerle mamur eyle. Sen bize servet verdin. Bize de zekâtlarımızı vererek, şükrümüzü eda etmeyi nasip eyle…

Hekimoğlu İsmail / Zaman Gazetesi

Sadaka ve Zekat Kimlere Verilebilir ?

“Keder ve gamları sadaka ile önleyiniz. Allah size isabet edecek zorlukları engeller. Düşmanlarınıza karşı size yardım eder. Kötü anlarınızda ayaklarınızı kaydırmaz.” Hz.Peygamber(s.a.v)

Zekât, Allah rızası için yapılan yardım nevi’leri veya verilen şey; Sadaka ise insanın malından sırf Allah rızası için muhtaç olanlara temlik edilmek üzere çıkardığı bir vergi türü anlamında fıkıh terimleridir.

Zekâta, mü’minlerin Allah’ın emirlerine uymadaki sadakatlarini gösterdiği için “sadaka” da denilmiştir. Çoğulu sadakât’tır.

Sadaka kavramında üç temel özelliğin bulunması gerekir: İhtiyaç, mülkiyetin nakli ve temlîkin Allah için olması.

Sadaka, yükümlünün durumuna göre farz, vacib veya nâfile hükmünde olur.

Sadakanın farz olan kısmı zekâttan ibaret olup; tarım ürünlerinin zekâtı olan öşrü; hayvanların, ticaret mallarının, altın, gümüş ve diğer nakit paraların zekâtı ile define ve madenlerin zekâtını kapsamına alır.

Cenab-ı Hak Furkan-ı Hâkim de şöyle buyuruyor:

  • “Namazı kılın, zekâtı verin.” (el-Bakara, 2/43);
  • “Mü’minlerin mallarından zekât al ki, onları temizleyip mallarını çoğaltasın” (Tevbe, 9/103);
  • “Hasat günü ürünün hakkını ödeyin” (el-En’âm, 6/141)

Hz. Peygamber’in çeşitli hadislerinde farz olan zekât emredilmiştir: “İslâm beş temel üzerine kurulmuştur. Bunlardan birisi de zekât vermektir” (Buhârî, İmân, 1, 2; Tefsîru Süre, 2/30; Müslim, İmân, 19-22; Tirmizi, İmân, 3; Nesâî, İmân,13)

İhsanlar zekât nâmına olmazsa, üç zararı var. Ba’zan da fâidesiz gider. Çünkü Allah nâmına vermediğin için, ma’nen minnet ediyorsun; biçâre fakiri minnet esareti altında bırakıyorsun. Hem makbûl olan duâsından mahrum kalıyorsun.

Hem hakîkaten Cenâb-ı Hakk’ın malını ibâdına vermek için bir tevziat me’muru olduğun halde, kendini sâhib-i mal zannedip bir küfrân-ı ni’met ediyorsun.

Eğer zekât nâmına versen, Cenâb-ı Hak nâmına verdiğin için bir sevab kazanıyorsun, bir şükrân-ı ni’met gösteriyorsun. O muhtaç adam dahi sana tabasbus etmeğe mecbûr olmadığı için, izzet-i nefsi kırılmaz ve duâsı senin hakkında makbul olur.

Evet zekât kadar, belki daha ziyâde nâfile ve ihsan, yâhut sâir sûretlerde verip riyâ ve şöhret gibi, minnet ve tezlil gibi zararları kazanmak nerede? Zekât nâmına o iyilikleri yapıp, hem farzı edâ etmek, hem sevabı, hem ihlası, hem makbul bir duâyı kazanmak nerede? (Mektubat, 22.Mektub)

Namaz dinin direği ve kıvamı olduğu gibi, zekât da İslâmın kantarası, yani köprüsüdür. Demek, birisi dini, diğeri asayişi muhafaza eden İlâhî iki esastırlar. Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır.

Zekât ile sadakanın lâyık oldukları mevkilerini bulmak için birkaç şart vardır:

1. Sadakayı vermekte israf olmaması.

2. Başkasından alıp başkasına vermek suretiyle halkın malından olmayıp kendi malından olması. Ali’den alıp Veli’ye vermek değil, belki kendi malından vermektir. “Size rızık olandan veriniz” demektir.

3. Minnetle in’âmın bozulmaması(minnet etmemek). Yâni “Ben size rızkı veriyorum. Benim malımdan benim abdime vermekte minnetiniz yoktur.” Yâni “Mal benimdir, benim namımla vermelisiniz.”

4. Fakir olmak korkusuyla sadakanın terk edilmemesi, Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek.

5. Sadakanın yalnız mala ve paraya münhasır olmadığı bilinmesiyle, ilim, fikir, kuvvet, amel gibi şeylerde de muhtaç olanlara sadakanın verilmesi. Sadaka nasıl mal ile olur. İlim ile dâhi olur. Kavl ile, fiil ile, nasihat ile de oluyor.

6. Sadakayı alan adam, o sadakayı sefahette(günahlar ve haram eğlenceler) değil, hâcât-ı zaruriyesinde sarf etmesi lâzımdır. Öyle adama veresin ki, nafakasına(ailevi, zaruri ihtiyaçlarına) sarf etsin. Yoksa sefahete sarfedenlere sadaka makbûl olmaz. (İşaret-ül İ’caz, s.24)

Fıtır sadakası, vacib hükmünde bir sadaka türüdür.

Bu, Ramazan ayının sonuna yetişen ve aslî ihtiyaçlarının dışında en az nisap miktarı bir mala mâlik bulunan her hür müslümanın yoksullara vermesi gereken bir sadakadır. Buna kısaca, “fitre” denir ki, fıtrat sadakası, yani sevap için verilen yaratılış atıyyesi(hediyesi) anlamına gelir.

Abdullah b. Abbas(r.anhümâ)’dan yapılan rivâyete göre Rasûlullah(s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Cenab-ı Hak, oruçluları gereksiz ve çirkin sözlerden arındırmak ve yoksullara yiyecek sağlamak için fitreyi farz kılmıştır. Fitreyi kim bayram namazından önce öderse, bu makbul bir zekât, kim de namazdan sonra öderse, herhangi bir sadaka olur” (Buhârî, Zekât, 70, 71, 77; Müslim, Zekât, 12, 13, 16; Ebu Dâvud, Zekât, 18, 20; Nesâi, Zekat, 31, 33)

Sadaka verilecek fakirler arasında bir tercih söz konusu olursa; bu durumda öncelikle Takvası en üstün olan fakire bu sadakayı vermek gerekir.

Sadakayı verirken, tasadduk ettiği sadaka ile ihtiyaç sahibinin ibadet için güçlenmesini niyet etmek gibi güzel düşüncelerle vermek gerekir.

Sadaka verdiği zaman kişi bunu kendisi için bir ganimet bilip, Allaha hamd etmelidir.

Bir hadislerinde Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Müslüman, güvenilir, kendisine emredileni tam ve eksiksiz gönül huzuru ile yerine getiren, kendisine emredilen kimseye ödenmek is­tenileni ödeyen haznedar, sadaka veren iki kişiden biridir.” (Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 205)

Fakir olmak korkusuyla sadakanın terk edilmemesi, Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek. 

Cenab-ı Hakk(c.c) Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerimde mü’minleri şöyle uyarmaktadır: “Şeytan sizi Allah yolunda infak ederken fakir olursunuz diye korkutur ve sadaka vermemenizi emreder.” (Bakara 268)

Efendimiz(s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: Sadaka, malı eksiltmez, malı çoğaltır ve bereketlendirir.” (Müslim, Birr 69; Muvatta, Sadaka 12)

Bir kudsi hadiste: “Ey Ademoğlu! İnfak et ki, Ben de sana  infak edeyim.” buyrulmaktadır. (Buhari, Zekat 28; Müslim, Zekat 57)

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed(s.a.v), Hz. Ebu Bekir’in kızı Esma’ya şu tavsiyede bulunmuştur: “Ey Esma! Cimri olma ki, Allah da sana eksik vermesin. Saymadan ver ki, Allah da sana saymadan versin. Kesenin ağzını bağlama ki, Allah da sana nimetini eksik etmesin, kesenin ağzını bağlamasın. İnfak et ki Allah da sana infak etsin.” (Buhari, Zekat 21; Müslim, Zekat 88; Tirmizi, Birr 40)

Çeşitli ameller arasında fazilet bakımından farklar bulunduğu gibi, ihtiyaç sahiplerine yapılan yardım ve tasadduklarda da bir sıra gözetilmiş; öncelikli tasadduk alanları belirlenmiştir.

Gerçekten kişinin çok yakınında, belki aile fertleri arasında büyük sıkıntı içinde olanlar varken, uzakta olanlara yardım etmeye kalkışması maslahata uygun düşmez. Bu yüzden yardım ve infaka en yakınından başlamak prensibi getirilmiştir.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bir kimsenin sarfedeceği en faziletli dinar, kendi aile fertlerine infak ettiği dinarla, Allah yolunda hayvanına ve yine Allah yolunda cihad edecek olan arkadaşlarına harcadığı dinardır.” (Müslim, Zekât, 38; Tirmizi, Birr, 42; İbn Mace, Cihâd, 4; Ahmed b. Hanbel, V, 279, 284).

Yine Rasûlüllah(s.a.s) “Allah yolunda harcanan, bir köle azadı için sarfedilen, bir yoksula verilen veya ailenin geçimi için yapılan harcamaları zikrettikten sonra, bunların sevap bakımından en üstününün aile fertlerine yapılan harcamanın olduğunu belirtmiştir.” (Müslim, Zekât, 39)

Bu hadislerde zikredilen aile fertlerinden maksat; bir kimsenin nafakası kendisine ait olan çocukları, eşi, annesi, babası ve hizmetçisidir.

Sadakanın en kıymetli, en iyi, en temiz ve en sevilen maldan verilmesi çok faziletli olmakla birlikte, bir mü’minin tasaddukunu sevdiği mal cinsinden yapması, Cenab-ı Hakkın rızasını kazanmaya sebep olur.

Kur’ân-ı Kerim’de Al-i İmran suresinde mealen; “Siz sevdiğiniz mallardan infâk etmedikçe iyilik ve taate nail olamazsınız” buyurulur. (Âl-i İmrân, 192)

Bu âyet inince Ebû Talha(r.a), Rasûlüllah(s.a.s)’e gelerek şöyle dedi: “Benim en çok sevdiğim malım Beyrahâ adındaki bahçemdir. Bu malım Allah için sadakadır. Onun Allah nezdinde sevabını ve âhiret azığı olmasını dilerim. Ey Allah’ın elçisi; onu istediğin yere sarfet!” Bunun üzerine Hz. Peygamber(s.a.v), bu kararının çok kârlı bir yatırım olduğunu belirttikten sonra, bahçesini hısımlarına(akrabalarına) vakfetmesini bildirdi. (Müslim, Zekât 42, 43)

Ramazan ve 17 Ağustos’un Hatırlattıkları

“Sadaka belayı def eder”, Yüce Peygamberimiz(SAV) böyle buyuruyor.

Dünya coğrafyasına baktığımızda deprem, sel, kuraklık gibi birçok afet ve felaketlerle imtihan olan bir çok insan görüyoruz, bu tür felaketlerin bizede gelmesi ihtimal dahilinde, tıpkı 17 ağustos’ta geldiği gibi.

Allah bu millete bu ve buna benzer bela ve musibetleri bir daha yaşatmasın(amin). Mübarek ramazan ayında yaptığımız bu kavli duaya bir de fiili dua ile kuvvet verelim inşaallah.

“Dünyanın herhangi bir yerinde açlıktan ölen insanlar varsa zekat vermeyen müslümanlar bundan mesuldur.” hatırlatmasını yapmak yerinde bir uyarı olacaktır.

Renkleri gibi bahtlarıda kara olan kardeşlerimizin seslerine kulak verelim.

Rahmeti bol Mevlamın onlara vermek için emaneten verdiklerini asıl sahiplerine gönderelim, çocukları açlıktan ölen anneleri sevindirelim, onların da bayramlarını bayram edelim, Mevlam bu fırsatı hepimize bahşetsin.

Çetin Kılıç / LÜLEBURGAZ

www.NurNet.org