Etiket arşivi: zekat

Zekat İçin Çalışanlar Kimlerdir? Zekat Nasıl Yaygınlaşır?

Zekât vermek herkesin elinden gelmese de, verilen zekâtın miktarını arttırmak hepimizin gücü dahilinde olan birşeydir. Kur’ân da, akıl da bize bu yolu gösteriyor.

avuç dolusu bozuk paraKonuyla ilgili düzinelerce âyette zekât emredilir ve zekât verenler övülürken, Mü’minûn sûresinin 4’üncü âyetinde daha değişik bir ifade kullanılmış ve “zekât için çalışanlar”dan söz edilmiştir. Bu genel ifadenin altında pek çok anlam ve hikmet saklıdır. Çözebildiğimiz birkaç tanesi:

Onlar zekât alan değil, zekât veren kimse olmak için çalışırlar, zekât verecek duruma gelmek için çaba harcarlar.

Bir de, onların çalışmaktan ve kazanmaktan maksatları biriktirip yığmak, yahut harcamak, tüketmek, yüksek bir hayat seviyesi tutturup keyfince yaşamak değildir. Onlar, muhtaç olan kardeşlerine yardım etmek için çalışırlar. Allah nasıl kendilerine lütuf ve ihsanda bulunduysa, onlar da Allah’ın verdikleriyle yoksullara iyilikte bulunmak isterler.

Bir başka deyişle, onları “tüketici” değil, “zekât verici” kimliğiyle tanımlamak daha doğru olur. Çünkü çalışmalarının hedefinde zekât vardır.

***

Geçenlerde UTESAV’ın İman İlmihali buluşmalarında Turan Yalçın dostumuzun yaptığı bir hatırlatma, bizi bu âyetin bir başka mânâsıyla daha tanıştırdı.

Zekât verenlerle alışveriş yapmalıyız,” diyordu Turan Bey, “ ki onlar daha çok kazanıp daha çok zekât versinler.”

İşte, burada, dikkatimizden kaçan önemli bir ayrıntı var:

Biz alışveriş yaptığımız kişi veya müesseseye ücret öderken, yoksulun payını da o ücret içinde bir emanet olarak aktarıyoruz. Eğer muhatabımız zekâtını veriyorsa emanet yerini bulacak, daha doğrusu, iki katlı bir kazanç ortaya çıkacaktır:

Hem bize ürün veya emeğini satan kimsenin kazancı artacak, hem de onun vereceği zekât miktarı artacaktır. Sonuçta, biz, “kendimiz için” alışveriş yaparken, ayın zamanda “zekât için çalışmış” olacağız.

Tabii ki bunun aksi de aynı derecede geçerlidir. Zekât vermeyenlerle yaptığımız alışverişlerde de, fakirin hakkı olan payı, ona ulaştırmayacağını bildiğimiz, emin olmayan bir yere teslim etmiş oluruz.

Kısacası, her alışverişte iki şıktan birini tercih etmek zorundayız:

Ya zekât için, ya da zekâta karşı çalışmak!

***

Zekâtı veya zekâtsızlığı teşvik etmek gibi iki şıktan birine mahkûm olduğumuza göre, artık alışveriş alışkanlıklarımızı ciddî bir şekilde gözden geçirmemizin vaktidir. Acı haber:

Göz kamaştırıcı AVM’ler, süper’leri ve hiper’leriyle o meşhur market ağları, listede üzeri ilk olarak çizilecekler arasında yer alıyor! Eğer onların ayrılığı tahammülünüzü aşan bir hicran teşkil edecekse, ara sıra hasret gidermek üzere şöyle bir dolaşabilirsiniz (gerçi bu kadarını da tavsiye etmiyoruz), fakat alışveriş yapmamak kaydıyla! Mutlaka birşeyler alacaksanız, ne yapıp yapın, o ürünü satanlar arasında zekât verenleri bulup alışverişinizi ondan yapın.

Zekât vereni nasıl tesbit edelim?” diye soracak olursanız, bu zaten üzerimizde bir sorumluluk olarak duruyor. Zekât verecek olan kimse, zekâtı hak eden yoksulu araştırıp bulmak ve paranın yanlış kimseye gitmemesi için kendi imkânları ölçüsünde tedbirini almak zorundadır. Aynı sorumluluğu, alışverişlerimizde biz de hissetmeliyiz; çünkü cebimizdeki potansiyel zekâtın yerine ulaşmama tehlikesi vardır.

***

Zekât için çalışanları öven âyet ile ilgili olarak dikkate almamız gereken bir husus daha var:

Burada sayılan özellikler, Firdevs Cennetine hak kazanan mü’minlerin özellikleridir.

Firdevs Cenneti ise, Cennetlerin en yüksek ve en değerli olanıdır. Onun için, Peygamberimiz, “Allah’tan Cennet isteyeceğiniz zaman Firdevs’i isteyiniz” buyurmuştur. (Buharî, Cihad: 4, Tevhid: 22; Tirmizî, Cennet: 4.)

Tabii ki Cennet ucuz değildir; Firdevs Cenneti ise Cennetlerin en pahalısı olmalıdır. Eğer Allah’tan içtenlikle Firdevs Cennetini istiyorsanız, onun fiyatını da ödemeniz gerekir.

Zekât için çalışmak, bu fiyatın bir cüz’üdür.

Ümit Şimşek

Seni Kim Zengin Etti?

İbadetler, Allah emrettiği için yapılır.
İslam’ın şartından biri de zekât vermektir. Belki zekât vermek insana sıkıntı verir, yani malını bir başkasına vermek zordur.
Adam diyor ki, “Canımı istesen veririm fakat para istiyorsun, işte bu çok zor.”
Çünkü canını bedava buldu. Kolayca vereceğini zannediyor amma iş cüzdana gelince fakirlikten korkuyor ve titriyor.

Ancak iman ibadete dönüşürse o zaman zekât verdiğine sevinir. “Çok şükür Allah bana zekât vermeyi nasip etti.” der. Zekât Allah’ın emri olduğu için “Ne olursa olsun; Allah emretmiş, o emre uyacağım.” denirse Allah da insana kolaylık gösterir.
Allah’ın varlığı karşısında kendi fakrını anlayan insan, zekât vermekten korkmaz. Kendi organlarına bile sahip çıkamayan insanın nesi zengin?

Ömrünü uzatamayan, felaketlere mani olamayan insanın nesi zengin?

Zaten zekât meselesinde anlaşılması zaruri olan husus şudur: Neden falan adam zengin olamamış da kendisi zengin olmuş? Herkesin aklı var, gücü var, işi varken, pek çok kişi zengin olmak için çabalayıp da olamıyorken, onu zengin eden kim? Böylece anlar ki onun zenginliği Allah’ın lütfuyladır. Elim ayağım, evim arabam dese de aslında onlar onun değildir. Ölünce “benim” dediği çok kıymetli vücudunu ve mallarını dünyada bırakır gider. Böylece anlar ki aslında insan çok fakir amma kainat bütünüyle Allah’a ait…

Hangi meşhura kaldı ki dünya?

Bastığın yer belki kralların kalbidir.
Gururlanma ey insan değmez,
İnsan neyin sahibidir?
Kuyumculuk yapan çok zengin bir arkadaşım vardı. Psikolojik hastalığa yakalandı. Yanıma gelip bana sordu, “Bu hastalıktan kurtulmak için ne yapabilirim?” Dedim ki, “O serveti tek başına yeme. Allah, razı olmaz. Bak hastalandın. Peygamberimiz buyurmuş ki, hastalıklarınızı sadaka ile tedavi edin.” “Ne yapayım?” dedi. “İnşaat yap.” dedim. Arkadaş inşaat işinde yüzlerce insan istihdam etti. Birçok eve ekmek girdi. Hastalık mastalık kalmadı.

Allah servet verir. Fakat onu sadece bir adamın yemesine izin vermez. O servetten herkes pay almalıdır. Bunun iki çeşidi vardır: Biri şirket kurmak, işçi çalıştırmaktır. Diğeri zekât vermektir.
Milletçe kalkınmak İslamiyet’te hedeftir…
Allah’ım her türlü nimeti “senden bilenlerden” eyle… Senin emirlerine tabi olanlardan eyle. Verdiğin nimetlerden ihtiyacı olanlara vermemizi nasip eyle… Bütün iyilikler Senden, kötülükler nefsimizdendir. Allah’ım bizi iyiliklerle mamur eyle. Sen bize servet verdin. Bize de zekâtlarımızı vererek, şükrümüzü eda etmeyi nasip eyle…

Hekimoğlu İSMAİL

Ayakları yere basan Müslüman olabilmek…

Dünya fani, fakat ne zaman öleceğimizi bilmiyoruz. Uzun ömürlü de olabiliriz, bir saat sonra ölebiliriz de… Mademki ne zaman öleceğimizi bilmiyoruz, öyleyse ölünceye kadar kimseye muhtaç olmamak için çalışmak zorundayız.

Ayrıca helal kazanç ibadettir. Bu ibadetten gelen sevapları almak için çalışıyoruz. İnsanı cennete götürecek en önemli ibadetler, parada, malda, makamda Müslüman’ca yaşamaktır. Hadis-i şerifte buyruluyor ki: “Doğru tüccar şehitlerle haşrolacak.” Her Müslüman şehit olmak ister. Bunun da en kısa ve kansız olan yolu, doğru tüccar olmaktır. Zekât vermek farzdır. Zekât ibadetinin sevabına nail olmak için zekât verecek kadar malın olması lazım… Bunun için çalışacağız.

Eskiler ‘Bir lokma bir hırka’ demişler; adeta fakirliği yüceltmişler, sanki dünyayı terk etmişler.” deniyor. Peygamberimiz ve sahabenin hayatından anladığımıza göre Müslümanlar para kazanacak fakat bencillikten kurtulacak; akrabalarına, komşularına, milletine yardımcı olmaya çalışacak… Bilhassa gerçekten zengin olan dindarların bu meseledeki sorumluluğu daha büyük! “Devlet, ülkenin kalkınmasında gerekeni yapamıyor!” demek yerine, kolları sıvayıp İslamî hizmetlerin, adam yetiştirmenin peşini kovalayacak… Meyveli ağaçlar meyvesini yemiyor, başkasına ikram ediyor.

Yıllar önce alim, arif bir şahsa sormuştum; “Hocam, mü’minle kâfirin tarifini yapar mısınız?” İki dizinin üzerinde doğruldu, “Evladım, ben beni düşünür, sen de seni düşünürsen, olur gâvurluk… Ben seni düşünür, sen de beni düşünürsen, olur Müslümanlık.” dedi…

Bir lokma bir hırka” düşüncesi Osmanlı İmparatorluğu gibi bir cihan imparatorluğunun içinde olabilir. Binlerce insan milleti, devleti en üst noktaya taşırken bazı şahıslar da fakir bir hayatı tercih edebilir. Fakat Müslümanların geri kaldığı zamanda bu hayatı tercih etmek ve savunmak ihanet olur. Dünya herkese terakki dünyası, bize tedenni dünyası olamaz. Müslüman ülkelerin genel durumuna bakarsak, imanın sadece kalplerde kaldığını, zahire çıkmadığını görürüz. Çabalarımız ibadete dönüşmeli. Karganın ağzından düşen cevizi yeşerten Allah, elbette ki bizim çabalarımızı da boşa çıkarmayacaktır…

Başkası ne yapıyor?” demeden önce, “Ben ne yapacağım?” demelidir. İnsanın insana üstünlüğü yoktur; insanları başarıya götüren, meziyet ve prensiplerdir.

Ben ne yapacağım, sorusuna dört prensiple cevap buldum:

1) Maddi olarak kimseye muhtaç olmayacak duruma gelmek

2) İlmimi artırmak

3) Kimseyi tenkit etmemek

4) Borçlanmamak

Hayatımın kalitesini böylece artırdığımı söyleyebilirim…

Hekimoğlu İsmail / Zaman

İnsanın kazancı kirden nasıl temizlenir?

Mal sahibi bilerek veya bilmeyerek kazancına kul hakkı karıştırmış olabilir. Bilerek yenen kul hakkı zekâtla telâfi edilmez. Bunun telâfisi için, bire bir malı mal sahibine geri ödemek gerekiyor.

Adapazarı’ndan Hüseyin Bey: “Kur’ân’da ‘Kim zerre miktar şer işlese karşılığını görür’ buyruluyor. Bu ayet zerre miktarlara da bakılacağını bildiriyor. Oysa kişiler arasında taneciklerle ifade edilen haklar söz konusu olabiliyor. Meselâ esnaf ve müşteri arasında ne kadar hassas terazi ile de tartılsa, tanecikler halinde haklar ya esnafta kalabiliyor, ya da müşteriye geçmiş oluyor. Bu haklar nasıl telâfi edilecek?

Hiç şüphesiz mal sahibi bilerek veya bilmeyerek kazancına kul hakkı karıştırmış olabilir. Ve hiç şüphesiz bilerek yenen kul hakkı zekâtla telâfi edilmez. Bunun telâfisi için, bire bir malı mal sahibine geri ödemek gerekiyor.

Fakat mal sahibinin malına, bahsettiğiniz gibi, bütün dikkatlerine rağmen, bilmeyerek, tanecikler halinde de olsa, kul hakkı karışmışsa, cömertçe verilen zekât, maldaki böyle bilinmeyen kul hakkının meydana getirdiği kirliliği giderir.

Meselâ ortaklar arasında, komşular arasında, arkadaşlar arasında, kardeşler arasında, müşteri ile satıcı arasında, taraflardan birine bilmeyerek tanecikler halinde de olsa hak geçmesi söz konusu olabilir.

Kazanç paylaşımında ortaklar küçük ayrıntılara girmemişlerdir ve iki taraftan birisine pek belirgin olmasa da hak geçmiştir.

Adamın tavuğu, komşusunun ürününe zarar vermiştir. Satıcının terazisinde bilinmeyen bir arıza vardır ve eksik tartmıştır. Satıcı belki haklı sebeplerle malı pahalı tutmuştur. Alıcı almak zorunda kalmıştır; fakat satıcının fazla para aldığını düşünmektedir.

Örnekleri arttırmak mümkündür. Böyle bilinmeyen durumlarda taraflardan birisine kul hakkı geçme risklerine karşı, dil ile helâlleşmek bir çözüm olmakla beraber, bilâhare fakire verilen zekât da bu helâlliği pekiştirmekte ve malı bilinmeyen kişilerin haklarından doğan kirlerden arındırmaktadır.

Böylece mal ayrıntılarla gelen kirlerden temizlenir, helâl hüviyet kazanır ve sahibine bir mahşer yükü olmaktan çıkar.

Süleyman KÖSMENE

Zekât Vermek İstemeyenler Okusun!

Allah Teâlanın zekât vermeyenler hakkındaki şiddetli tehditlerini dikkatlere sunmadan geçemeyeceğim. Allah Teâla’nın bu tehdit ve uyarıları da Onun şefkat ve merhametinin bir başka tecellisidir. Önündeki ateşe veya uçuruma düşecek olan bir görmeyene, önündeki ateşi veya uçurumu haber vermek, haber verenin iyilikseverliğini ve şefkatini göstermez mi?

Şimdi buyurun hep beraber Yüce Rabbimizin uyarılarını büyük bir dikkatle okuyalım, dinleyelim:

Altın ve gümüşü (parayı) biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanları acı dolu bir azapla müjdele. O gün bu paralar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve “İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi tadın bakalım biriktirip sakladıklarınızı”! denilecek.

Bir başka âyet-i celilesinde de şöyle buyurmaktadır:

“Allah’ın, kendilerine lütfundan verdiği nimetlere karşı cimrilik edenler, (zekât ve sadaka vermeyenler, hayır-hasenat yapmayanlar) bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır o, kendileri için şerdir. Cimrilik ettikleri şey, kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’a aittir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Bu ayetlerden aldığı ilhamla Allah Rasûlü Efendimiz de malının ve parasının kırkta bir zekâtını kuruşu kuruşuna hesap edip vermeyenler hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah kime mal verir de zekâtını ödemezse, kıyamet gününde o mal, sahibine, gözlerinin önünde simsiyah iki benek bulunan gayet zehirli ve zehirinin etkisinden başı kel bir yılan şeklinde onun karşısına getirilip boynuna dolandırılır, sonra yılan onu avurtlarına alarak boğmaya başlar: ‘Ben senin malınım, ben senin yığdığın stoklarınım.” der. Allah Rasûlü Efendimiz bu sözünün arkasından yukardaki ayet-i celileyi okuyarak işin ciddiyetini ortaya koymuştur.

Zekât, servetimizi, ona zarar verecek kirlerden temizleme, sadaka da bedenimizi sağlığa kavuşturma operasyonlarıdır. Zekât ve sadakalar, bahçemizdeki ağaçlarda görünen fazla dallardır. Onlar budanırsa bahçe sağlığa kavuşacak, daha güzel meyveler vermesine sebep olacaktır. Dalların budanmasına izin vermeyen bahçesine zarar verir. Günün birinde de bahçeden de, meyveden de mahrum kalır. Servetini kaybeden, sıhhatini de kaybeder. Gerek servetimizi ve gerekse sıhhatimizi korumak istiyorsak bu makaleyi ve Rasûlullah Efendimizin şu sözünü hep görebileceğimiz bir yere koyalım, gidip gelip onu okuyalım ve gereğini yapalım. İki dünyamızın Saadeti buyurmuşlar ki: “Servetinizi zekât vererek koruyun, hastalarınızı ve hastalıklarınızı sadaka ile tedavi edin, belaların defi için dua ile (namazla Allah’tan) yardım isteyin.

Varisü’n-Nebî’nin muhteşem tesbitiyle makalemizi noktalayalım: “Kalp amellerinin güneşi imandır, beden ile yapılan amellerin fihristesi namazdır, mal ile yapılan amellerin kutbu zekâttır.” “Namaz, dinin direği ve kıvamı olduğu gibi, zekat da islamınkantarası, yani köprüsüdür. Demek, birisi dini, diğeri asayişi muhafaza eden ilahi iki esastırlar. Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır.

Not: Daha geniş bilgi için Vehbi Karakaş’ın Timaş Yayınları arasında çıkan “Niçin Zekât” adındaki kitaba müracaat edilebilir.

Dr. Vehbi Karakaş