alinureddin tarafından yazılmış tüm yazılar

Yunanistan Seferi ve Manevi Güzellikler

Dünyanın hemen her ülkesinde Müslümanların mevcudiyeti, Türkiye’den de tebliğ hizmeti maksadıyla pek çok ülkeye gidip gelmeler, globalleşen bir çağda büyük fütuhatlara sebep oluyor. İslâm inancının yayılması ivme ve hız kazanıyor…

Avrupa kıtasına ilk seyahatimiz Yunanistan’a oldu. Batı Trakya’daki mutlu şehirlere; Gümülcine ve İskeçe’ye gittik.

İpsala Türk-Yunan sınırını geçtikten sonra ilk durağımız Gümülcine.. Yunanca adı; Komotini… Değerli kardeşlerimiz, otobüsten iner inmez bize “hoş geldiniz!” diyordu. Orada akşam dersindeyiz. Eşim hanımlar dersinde. İskeçe şehrinden bizi karşılamaya gelen fedakâr ve çok gayretli kardeşler, akşam dersine iştirak edip dersten sonra bizi araba ile İskeçe’ye götürüyor.

Eşimle birlikte 10 Nisan Pazar günü akşamı, İskeçe Nûr Dershanesine yerleştik. Beş gün kadar misafir olacağız. Altında dükkânlar olan bu medrese, tek katlı müstakil bir ev gibi.. Çok temiz ve düzenli… Çarşının da merkezinde. Bir Yunanlıdan kiralanmış, inşaallah kendi mülkleri olur.

Çınar Cami’de okuduğum ilk ezan-ı Muhammedî.. Farklı heyecan ve duygularım beni kuşatıyor…Hoparlörle gümbür gümbür “Allahüekber”lerle ve kalabalık cemaatle, cemaatin sevgi ve alâkasıyla kendimi Anadolu’da hissediyorum…

Hele o ellerinde Kur’an’larla  Çınar Camiini dolduran, birkaç Hoca Hanım’ın Kur’an okuttuğu kız ve erkek çocuklar yok mu? Unutulacak gibi değil…

Üç gün sonra yeniden Gümülcine’ye gelip, camilerinde ezanlar okuyorum. Rivayet doğru ise; Üstad Bediüzzaman Hazretleri 1908’de Selânik’te Hürriyet Nutku’nu irad buyurdukları zaman Gümülcine’ye de uğramış ve iki şerefeli Eski Cami’de hutbe okumuş…

Orada tanıştığımız bir Bangladeş’li Müslümanı kitap hediye etmek maksadıyla Dershane-i Nuriyeye götürdük. İsmi Nâzımeddin olan bu zat, Arapça, İngilizce ve Yunanca biliyor. Yemek yedik, Nurlu eserleri tanıttık. “Burası nedir?” diye sorunca ; “Medrese-i Nuriye’dir” dedik.  O zaman ; “Ben de memleketimde böyle bir medrese açmak isterim” diyerek hoşlandığını ifade etti… Zeki ve malumatlı bir insan. Yanımızda , Sözler ve Lemalar’ın Arapçasından bir parça okumakla; “Bu eserler sadece Müslümanlara hitab etmiyor”, “Bunun Arapçasında bile bir başkalık var” gibi güzel, takdirkâr ifadeler söyledi…Bir miktar kitap hediye ettik, adresleştik ve uğurladık.

Eşim hanımlar ve ben de erkekler dersinde Çarşamba akşamı bulunuyoruz. Dersten sonra 50 km. mesafedeki İskeçe’ye dönüyoruz.

Yine İskeçe’deyiz. Burada sabah namazı sonrasında, her gün değişik mekânlarda olmak üzere sabah dersleri yapılıyor. Koyun Köyü ve diğer dağ köyleri olan Paşevik ve Ketenik köylerinin güzel mi güzel dershanelerinde akşam dersleri… Son iki günümüzdeki bu derslere Kırklareli’nden teşrif eden Abdülhamid Oruç Hoca Efendi Ağabeyimiz de iştirak edip doyumsuz dersler yaptılar…

Doğrusu bu Yunanistan seyahatimizde hiç tahmin edemeyeceğimiz güzelliklerle karşılaşmak bizi hayretlere sevk etti. Türkiye sınırını geçtikten sonra gözüken köylerin hemen hepsinde camilerin olması, keza Gümülcine ile İskeçe arasındaki köylerde de minareler görmemiz bu ülkenin kuzey bölgesine “Müslüman” mânası kazandırıyor…

Bir zamanlar Osmanlı hakimiyetinde olan bu beldelerde Nûr hizmeti hızla devam etmekte. Elhamdülillah! Nûr Talebeleri ve muhtereme eşleri hiç ‘durmak’ nedir bilmiyorlar… Fırsat buldukça da Nur eserlerini Yunancaya tercüme ediyorlar.

Hani, şair Necip Fazıl Sakarya Türküsü’nde:

“Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;

Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?”

diyor ya, işte bu Nur mücahidleri; Mehmetler, İbrahimler, Muharremler, Nuriler, Cemiller, Hüseyinler, Cüneytler, Ramazanlar, vs.ler tüm Yunanistan’ı Risale-i Nurlar ile diriltmeye -Allah’ın izniyle- inanmışlar  ve hedefe pek iyi kilitlenmişler…

O mübarekler heyetinden, dualarla, muhabbetlerle, tekrar kavuşmak dilekleriyle kucaklaşarak ayrıldık!…

Mehmet Gürler

Doluveren Kap ve Taşmayan Umman !

57 yaşında bir adamcağızdı… “Ben senin baban yaşındayım, gel sana biraz, tasavvuf anlatayım” deyip lafa girdi. “Hz. Muhammed’in nübüvveti yüzeyseldi. (Haşa!..) İslam’ı getirdi tamam ama, ondan sonra değişik asırlarda yetişen alimler, ilim noktasında onu geçtiler” gibi (Sümme Haşa!) bazı safsafiyatı ağzından döküvermişti.

57 yaşındaki bir insana karşı su-i edep bir tepki yanlıştı, Peygamberime (Aleyhissalatü vesselam) yapılan bu saygısız cüreti susarak kabullenmek ise daha fenaydı…

Mesela, Rasulullah’ın “Seni hakkıyla tanıyamadık, Ya Ma’ruf !” demesine karşılık Beyazıd-ı Bistami’nin “Şanım ne yüce” vb. sözlerini ve hayrete varışını anlattı.

Hz. Bediüzzaman’ın tabiriyle Bayezid-i Bistami, “Şems-i hidayetten aldıkları feyiz ile çiçek açmışlar” listesindeki münevver bir meyveydi. Ben de Hz. Mevlana’ dan iktibasla, Hz. Bayezid’ in kabının küçük olduğunu ve dolup taştığını, Rasulullah’ ın ise (Aleyhissalatü vesselam) ummanlar gibi olduğunu ve  O’ nda taşma olmayacağını ifade ettikten sonra, Risale-i Nur’daki diğer kısımlardan örnekler vermeye çalıştım.

Hz. Muhammed’ in (Sallallahü aleyhi ve sellem) ibtida ile intihayı  birleştirmesi (başlangıçta dahi mükemmel ve noksansız olma), ilim noktasında karşısına çıkan felsefecileri, devrin hâkim fikriyâtını, inançlarını, şairleri, edipleri ve diğer dinlerin ruhani reislerinin ilimlerini nasıl mağlup ettiğini ve benzeri Asr-ı Saadet hadiselerini naklettim.

57 yaşındaki bu adamcağız, tasavvuf için yıllarını verdiğini söylüyordu ve bana biraz “Kur’an’ın şifrelerini hesap makinasıyla çözümleyen kişilerden biri” hissini verdi. “Çok emek harcayıp yorulmasına rağmen, elde ettiği bir tutam saman” meselesini buna bakınca hatırladım. Ve Ehl-i Sünnet velcemaat yolunda yürümeye çalıştığım için sevindim, bu lakırdı karşısında hiç tereddüde kapılmadığım için şükrettim, Hz. Üstad Bediüzzaman’a rahmet okudum. Peygamberim’ i (Aleyhissalat ü vesselam) daha çok sevdim.

Saçları ağarmış bu adamcağız, anlattıklarıma “dogma” deyip önemsememişti. Ve ben de bunun üzerine, Hz. İsa’ nın (aleyhisselam) ahmaklardan dağa doğru kaçması kıssasını hatırlayıp oradan usulca uzaklaştım..

Ali Nureddin

www.NurNet.org

Risale-i Nur’daki Orijinal Tabirler-2

Hakiki İrtica:
Menşe’leri iki kanun-u esasîye istinad eden iki irtica var:
Biri: siyasi ve içtimai ki, hakiki irticadır. Onun kanun-u esasisi (anayasası) çok suiistimale ve zulme medar olmuştur.
İkincisi: İrtica namı verilen hakiki bir terakki ve adaletin esasıdır.” (yani Kur’an hükümleri).
Emirdağ Lahikası’nın 2. cildinde bu ifadeleri kullanan Bediüzzaman Hazretleri “Hakiki irtica” ismiyle nitelendirdiği bu ‘eskiye dönüş’ meselesini şöyle açıklar:
“Beşerin vahşet ve Bedevilik zamanlarındaki bir kanun-u esasisine, medeniyet namına dine hücum edenler, irtica ile o vahşete ve Bedeviliğe dönüyorlar.”(*)

Yazısının devamında “vahşet ve bedeviliğe” açıklık getiren Üstad Hazretleri, tarihin ortaçağ dönemlerindeki çok katı, çok sadistçe uygulanmış olan Engizisyon mahkeme ve zulümlerini örnek vermektedir. Yine ifadelerinin devamında ‘hakiki irtica’ya “vahşi irtica” adını vermektedir…
Müslümanları “irtica” ile suçlayan dinden uzak kesimler, bilhassa 1930-50 arasında Üstad ve Nur Talebeleri’ne görülmemiş zulüm ve işkenceler yaptılar. Üstelik bu zulümlerini Kanun namına, o kılıfla yaptılar… Fakat Bediüzzaman mahkemelerde onların kanunsuzluklarını yüzlerine vurmaktan, ‘irtica’ bahanesiyle vahşi ve çağdışı icraatlarını cesaretle haykırmaktan çekinmedi, korkmadı!..

Heme Ost Değil, Heme Ezost Deyiniz :
Hiçbir şey kendinin sahibi ve hâlikı değildir. Cenâb-ı Hak’kın varlığının tecellilerinden ibarettir. Aziz Üstad bu veciz ifadesini,Madem O var, her şey var” sözü ile destekler. Yani Allah olmasaydı, hiçbir şey olamazdı. Yani varlıklar (kadim) kendisinden değil, Allah’tandırlar…

“Yok” yok olsa “var” olur; yok yok ise o vardır :
Var ile yok, zıt kavramlar olup bir arada bulunamazlar. ‘gece’ ile ‘gündüz’ gibi.
Siz ‘yok’ kavramını yok ederseniz, ‘var’lık ortaya çıkar. Üstad Hazretleri bu cümlesinin ikinci cümleciği ile birinci-muamma gibi olan cümleciği açıklamış olmaktadır.

Keçeli : Said Nursî’nin, hizmetindeki talebelerine karşı kullandığı  bir tabir.. Kanaatımca, muhataba bir şey söylemiş olmak için söylenmiş, ne faydası ve ne de zararı olmayan; belki bir parça nefsi törpüleyici bir söz olsa gerektir. Üstad açısından mahallî bir alışkanlık da olabilir.

Meselâ keçe, sıcak tutması maksadıyla ayakkabının içine yerleştiriliyor. Çobanların ‘kepenek’leri keçedendir. Üstad’ın zamanında yelek vs. gibi keçenin daha çok kullanım alanı vardı. Yani birine, “Seni iki kulaklı seni” desek darılır mı, doğru söylemiş olmaz mıyız? Büyük Mürşid belki de ufak-tefek öfkelerini bu söz ile teskin ediyordu…

(*) Emirdağ Lahikası-2, B.S.Nursi, Sözler Yayınevi, İstanbul-1993, s.340.

Mehmet Gürler

Risale-i Nur’daki Orijinal Tabirler-1

Nur Risaleleri’nde geçen bazı orijinal tabirlere şahit olunur. Bunlardan hemen aklımıza gelen bir kısmını izah edelim.

Şefkat Kahramanı: Müslüman katı, gaddar, zalim ve hele sadist ruhlu olamaz, olmamalıdır. Bilakis ince, hassas ruhlu, mülayim, merhametli ve müşfik bir insandır. Her şey gibi şefkatin de dereceleri olduğuna göre, bu duyguyu âzam mertebede yaşamak ve tatbik etmek “kahramanlık” olarak nitelendirilmiş… Şefkatli analar buna güzel bir misaldir…

Şefkat Tokatları: Cenab-ı Rabbül âlemin, mü’min kullarını yanlışlıklardan ve gaflet gidişatından çevirmek için küçük cezalarla ikaz eder. İdrakli ve ferasetli kul, bu ikazlardan ders alarak halini düzeltir ve Allah yolunda “Emr-i bilmâruf ve nehy-i anil münker” hizmetine yine devam eder. Allah (c.c) kemâl-i şefkatinden “Şefîk” ismi ile okşuyor, “Kahhar” ismini tecelli ettirmek istemiyor… Sevdiği kullarına tokat kabilinden küçük ikazlar yapıyor.

Müslüman İseviler: Bediüzzaman “Müslüman İseviler” namına layık bir cemaat çıkacak haberi, ahirzamanın ahirlerinde görülecek ve gerçekleşecek bir hadise olup günümüzde gerçekleşmiştir. Takdir edilir ki; din değiştirmek kolay bir iş değildir. İnsanda bulunan sadakat duygusu bir çeldiricidir. Dinine sadık kalmak ister. İslamiyet hakkında yapılan yalan-yanlış propagandalar diğer bir çeldiricidir. Araştırıp bunları aşması lazımdır. İşte Said Nursi, batıl din mensuplarının önünde dağ gibi engeller olsa da işi akıl, mantık ve vicdan çizgisinde ele alarak o kesimlere; “dininizi bırakın, değiştirin!” tabiri yerine ehl-i kitâba “dininizi tashih edin” yani yanlışlıklardan arındırın diyerek onlara tedricen ve yumuşak yaklaşmaktadır. Bir başka deyişle; bugün en geniş taraftarı olan Hıristiyanlık dini yanlışlardan arınmış olsa zaten İslamiyet olacaktır. Bediüzzaman bu tabiriyle onların İslâm’a geçişlerini kolaylaştırmaktadır. “Müslüman İsevilik” hak dinine geçmede bir süreçtir.

Sanki Yedim: Bir mübarek zat, nefsinin istediği şeyleri almış sayarak o miktar paraları biriktire biriktire bir cami yaptırmış. Bugün bu küçük cami İstanbul’un Fatih semtinde ibadete açıktır. Adı da “Sanki Yedim Camii”dir. Eğer nefsinden bu fedakârlığı yapmamış olsaydı, o cami ortaya çıkmazdı. İşte bu enteresan olayı Üstad Said Nursi, tatlı bir şiirle tarihe mâl etmiş:

“Lezâiz çağırdıkça “sanki yedim” demeli. Sanki Yedim’i düstur yapan “Sanki Yedim” namındaki bir mescidi  yiyebilirdi, yemedi”

Mehmet Gürler

www.NurNet.org