Etiket arşivi: hicret

Okunacak takvim

KÂBE’NİN PUTLARINA kırmaya giden yol hicretle başlar. Taif’te taşlanmak, ondan önce üç yıl boyunca şehirde dışlanmak; hicrete hazırlık talimleri.

Cihattan önce gelir Hicret. Nefsaniyeti terk etmeyen cihada çıkamaz. Yerini, yurdunu, işini, aşını, zevkini, lezzetini, masivayı bırakmayan nasıl muhacir olur, nasıl mücahit olur?

Tazyiklere dayanmak zor, terk ediş zor, yol zor; fetih kolay mı, putları kırmak basit mi?

İmanın akla yerleşmesi, kalbe oturması, latifelere hâkim olması, azalara hükmetmesi, hale taşınması, hayata yansıması, medeniyete dönüşmesi; zaman ister, zahmet ister, ıstırap ister, acı ister, dışlanmak ister, taşlanmak ister, sonra Mekke fethedilir, sonra Kâbe putlardan arındırılır, sonra Medine’leşilir, sonra medeniyetleşilir, sonra şehirler fethedilir.

Hicret ne kadar zorsa ondan sonraki süreç de o kadar kolay değildir. Bedir tecrübesi, Uhud hüznü, Hendek hengâmesi yaşanır, Hudeybiye bocalaması aşılır; eleklerden, süzgeçlerden geçilir, barikatlar aşılır; arınma tamamlanır, safilik kazanılır; Mekke’nin kapıları, kalbin kapıları ondan sonra açılır.

Hicret, geçmişte kalmış bir yolculuk, tarihselleşmiş bir seyahat değil; hakikat arayıcılarının, hikmet âşıklarının her gün okudukları bir takvim, her daim soludukları bir hayat, her daim yaşadıkları bir haldir.

Hicret hayattır, hayatın kaynağına yolculuktur, hikmetin mihverine gidiştir, hakikate vuslattır, öze yürüyüştür, öze dönüştür, eve erişmektir, evi arındırmaktır.

Güneş ışımaya, ay parlamaya, yıldızlar yanmaya, bulutlar akmaya, yağmur yağmaya, rüzgar esmeye, elektron dönmeye, zerreler harekete, toprak berekete, çiçekler renklere, galaksiler dönmeye, akıl akletmeye, basiret görmeye, kalp şuur ile hissetmeye devam ettikçe hicret hakikati vardır ve ruh hicretle kanatlanır, hürriyetine kavuşur, elest yolculuğunu devam ettirir. Zira zaman içre zamansız, mekân içre mekânsız yolculuk hicret…

Elestte başlayan ebede giden yolculuğu hatırlatır, göğün, arzın, dağın kabullenmediği “emanetin” taşınması ve temiz iade yolcuğunu düşündürür Hicret.

Bir çiçeği, bir yıldızı, bir atomu, bir insanı okuyan, onlardaki isim ve sıfatları talim eden, O’na yönelen, ondan gayrısını terk eden muhacirdir, mücahit adayıdır; isterse dağ başında olsun, isterse şehirde, ister küçük bir odada…

Lezzeti terk, zevki terk, malaniyeti masivayı bırakmak, oyuncaklarla oyalanmamak; arınmak ve hakikat evine erişmek adına bir adım atmak, bir odadan diğer bir odaya, bir mekândan bir mekâna gitmek de Hicrettir, o yolculuğu yapan mücahit yolculuğuna çıkmış bir muhacirdir.

Mekân ve zaman devam ettikçe Hicret çıkılacak bir yolculuk, okunacak bir takvim, yaşanılacak bir hayattır.

 04/11/2013

© 2013 karakalem.net, Hüseyin Eren

Hicreti okumak…

Ansiklopedi karıştırmayı severim…Geçenlerde İslam Ansiklopedisi’nden “Hicret” maddesini okudum. Okuyunca anladım ki, günahların süslenip, haramların reklam edildiği bu devirde, Allah için, din için gösterilen her çaba bir nevi hicrettir. Hicret, hecr (hicran) kelimesinden gelir. “Terk etmek, ayrılmak, ilgisini kesmek” demektir. Kişinin herhangi bir şeyden bedenen, lisanen veya kalben ayrılıp uzaklaşmasıdır. Bu durumda Allah’ın razı olmadığı işlerden her uzaklaşmamız, hicrettir.

Hicretin ahlak ve zühd ile ilgisine işaret eden alimler, hicret kavramını üç maddede ele almışlar:

Hicret, haramları terk edip, kötülüklerden uzaklaşmaktır: Bugünkü sosyal hayat, Hicret’in yaşandığı Mekke devrine benzetilebilir. Çünkü bu devir tabiatçılığın, materyalizmin, modernizmin, israfın, kahvelerin, meyhanelerin, ekranların, perdelerin, vitrinlerin Müslüman’ın yolunu kestiği bir devirdir.. Hüviyetimizi cebimizde taşısak da, kimliğimizi biz yazdık, biz taşıyoruz. Bize bakan bize ne diyor? Hiçbir ressam rastgele karalamakla bir resim çizemez. Hiçbir heykeltıraş çekici rastgele vurarak mermerden heykel yapamaz. Canın istediği yaşanarak da cennete gidilmez.

Nefsi terbiye etmek maksadıyla yolculuğa çıkmak, hicrettir: İbni Haldun demiş ki, “Coğrafya, kaderdir.” Muhitin insan üzerinde eksi ve artı etkileri vardır. İstanbul’dan memleketine dönen iki gence sormuşlar: “İstanbul’da ne var ne yok?” Biri, barları, meyhaneleri anlatmış. Dinleyenler hüküm vermiş; “Bu genç, İstanbul’un bataklıklarında gezmiş.” Diğeri; “Her köşe başında bir cami, her camide hoca, her tarafında bir alim…” demiş. Dinleyenler yine hüküm vermiş; “Bu genç, İstanbul’un gül bahçelerinde dolaşmış.” İnsan bulunduğu ortama göre şekil alıyor. Nasıl ki matematikteki eksi değer, artı değerleri götürür; aynı şekilde eksi değerli arkadaşlar, akrabalar, yakınlar da insanı maddeten ve manen eksiltir. Meyveye atılan taşlar isabet etmeyebilir amma kurt meyveyi içinden yer bitirir. İnsana en büyük zararı en yakınları verebilir. Bu durumda kalan bir şahıs, kendisine ve aile üyelerine daha uygun bir muhit araştırıp taşınabilir. Allah türlü işkencelere maruz kalan Peygamber’ine ve Müslümanlara, “Hicret edin” diyor. “O işkencenin içinde kalın” demiyor. İslamiyet, kitaplarda kalmamalı. Bu olaydan bizim almamız gereken ders şudur: “Müslüman bile bile zarara giremez, haramdır!” Dalalet şarampolüne yuvarlananlar, sadece kendileri yuvarlanmıyor, yakınlarını, komşularını, iş arkadaşlarını da yuvarlıyor…

Kalben ve zihnen halkı terk etmek, hicrettir: Bu zamanda kalben ve zihnen halkı terk etmek; kendimizi insanlara değil, Allah’a beğendirmeye çalıştırmaktır. İnsanlar mutlaka bir eksiğimizi veya fazlamızı bulur. Onların sözlerine kafasını takan, belki sabaha kadar uyuyamaz. Amma Allah’ın rızasına talip olan, “Allah razı olduktan sonra bütün dünya küsse ehemmiyeti yok.” der, çok rahat eder. “Desinler” diye, gösteriş için bir şey yapmaz. Bilir ki mahşerde Mahkeme-i Kübra’da dünyada yaptığımız işlerin ne için yapıldığı ortaya çıkacak. Muhterem Esat Coşan Hocaefendi bir sohbetinde demişti ki, “Allah katında senin kadrinin, kıymetinin, makamının, mekanının ne olduğunu merak ediyorsan, senin yanında Allah’ın mekanı ne kadar, ona bak!

Hicret bahsini okuyunca kendi kendime dedim ki, hicretin gayesi daha iyi bir hayat tarzına ulaşmaktır. İdeal uğruna verilecek her türlü mücadele de hicrettir…

Hekimoğlu İsmail / Zaman

Peygamberimizin “Aşure Günü” Tavsiyeleri

Hicri yılbaşı olan Muharrem ayı, İslam kültür tarihinde önemli bir zaman dilimini temsil ediyor.

Kerbela olayının yaşandığı Muharrem ayının 10. günü (Bu yıl 24 Kasım), Hazreti Adem’in tövbesinin kabul edildiğine, Hazreti Yakub’un oğlu Yusuf’a kavuştuğuna, Hazreti Nuh’un gemisinin tufandan, Hazreti İbrahim’in Nemrut’un ateşinden, Hazreti Musa ve İsrailoğullarının da Firavun’un zulmünden kurtulduğuna inanılıyor. Muharrem ayının, 10. günü oruç tutan Müslümanlar, aşure kaynatarak da sosyal dayanışmaya katkıda bulunuyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Halil Altuntaş, başkanlığın internet sitesinde muharrem ayı ve aşure konusunda bilgi verdi.

Her dinin, milletin kutsal veya diğer zaman dilimlerinden farklı kabul ettiği, kendine özgü belirli gün ya da ayları bulunduğunu belirten Altuntaş, İslam’da da bu tür gün, gece ve aylar olduğunu kaydetti.

İslamiyet’te ”Haram aylar”ın cahiliye devri uygulamasına göre, hürmet edilmesi gereken, savaş yapılması ve kan dökülmesi yasak olan kameri aylar anlamına geldiğini, ”haram aylar” nitelemesinin, bu aylarda yapılacak ibadetlere daha çok sevap, günahlara ise daha çok ceza verilecek olmasına dayandığının da ifade edildiğini anlatan Altuntaş, bu aylardan Muharrem’in birinci, Recep’in yedinci, Zilkade’nin on birinci ve Zilhicce’nin de on ikinci ay olduğunu bildirdi.

Bu dört ayın hürmetinin, öteden beri süre gelen dini bir uygulama olduğunu, cahiliye devrinde bile buna riayet edildiğini, haram aylarda savaş yapılmadığını, yılın bu döneminin barış zamanı olduğunu kaydeden Altuntaş, şöyle devam etti:

”Haram aylar içinde Muharrem ayının ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bu ayrıcalığı ‘Muharrem’ adından da fark etmek mümkündür. Zira ‘muharrem’ kelimesi, ‘haram kılınmış’, ‘hürmete layık’ anlamlarına gelmektedir. Muharrem ayını önemli kılan özellikleri kısaca şöyle sıralamak mümkündür. Hicri yılbaşı; Muharrem ayı, 12 ay ve 355 gün olan kameri yılın ilk ayıdır. Hicri tarih, Hazreti Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göç edişi ile başlar. Hicretin takvim başlangıcı olarak kabul edilmesi, Hazreti Ömer devrinde olmuştur. Onun devrine gelinceye kadar Araplar, düzenli bir tarih belirleme sistemine sahip değillerdi. Fil vakası gibi önemli olayları kıstas olarak benimsemişlerdi. Hz. Ömer devrinde, Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicret ettiği yıl (Miladi 622), İslami takvimin başlangıç yılı olarak, Muharrem ayı da bu takvimin ilk ayı olarak kabul edildi.

Aşure günü (On Muharrem); bilindiği üzere Hazreti Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde, orada Arap halkla birlikte yaşayan Yahudiler vardı. Hazreti Musa ile İsrail oğullarının, Firavun’un zulmünden Aşure günü kurtulduğunu söyleyen Yahudileri, Hazreti Peygamber yalanlamamış ve hatta bu yönde olumlu bir tavır sergilemiştir. Bunun yanı sıra tüm Sami dinlerde özel bir yere sahip görünen aşure günü, cahiliyye Araplarınca da önemli kabul edilmiştir.”

”HAZRETİ PEYGAMBER, ORUÇ TUTMAYI TEŞVİK ETTİ”

Hazreti Peygamber’in, Aşure günü oruç tutmayı teşvik ettiğini belirten Altuntaş, aşure günü oruç tutulması uygulamasının,Ramazan orucunun farz kılınmasına kadar devam ettiğini, Hazreti Peygamber’in Muharrem ayının 9, 10 ve 11. günlerinde oruç tutmayı ashabına tavsiye ettiğini anlattı.

Aşure günü oruç tutmanın faziletine ilişkin sahih hadisler bulunmasına karşılık, o günde hububat karışımı aş (aşure) pişirmek, sadaka vermek, mescitleri ziyaret etmek ve kurban kesmek gibi fiiller hakkında sahih habere rastlanmadığını belirten Altuntaş, bununla birlikte, Müslüman Türklerin dini halk geleneğinde önemli bir yer tutan aşurenin, aynı zamanda Muharremin 10. günü başlamak üzere, daha sonraki günlerde de özel merasimle pişirilip dağıtılan tatlıya isim olduğunu ve sosyal dayanışmaya önemli katkılarda bulunduğunu vurguladı.

Altuntaş, çok eskiden beri devam eden aşure aşının, Osmanlılar döneminde sarayda da pişirildiğini, ”aşure testisi” adı verilen özel kaplarla da saray dairelerine ve halka birkaç gün süreyle dağıtıldığını kaydetti.

AŞURE GÜNÜ MEYDANA GELEN OLAYLAR

Halil Altuntaş, aşure gününde meydana gelen diğer tarihi olayları ise şöyle sıraladı:

”Rivayete göre, Hazreti Nuh’un gemisi Tufandan kurtulup, Cudi dağına Aşure günü oturmuştur. Bilindiği üzere, Hazreti Nuh, Allah’ın emri üzerine kendine inananları yaptığı bir gemiye bindirmiş, tufan gerçekleşince, inanmayanlar suda boğularak helak olmuşlardı. Hazreti Adem’in tövbesinin kabul edilmesi, Hazreti İbrahim’in, Nemrut’un ateşinden kurtulması, Hazreti Yakub’un oğlu Yusuf’a kavuşması, Hazreti Musa ve İsrailoğullarının Firavunun zulmünden kurtulmaları, 10 Muharrem günü gerçekleştiği rivayet edilen olaylar arasındadır.

KERBELA OLAYI

Din İşleri Yüksek Kurulu Altuntaş, Emeviler’in ikinci hükümdarı Yezid zamanında ve Hicri 61 yılı Muharrem ayının 10. Cuma günü Hazreti Hüseyin’in şahadeti ile sona eren tarihi olayın meydana geldiğini ifade ederek, şunları kaydetti:

”Ehli beytin çok değerli bir ferdinin hayatına mal olan bu elim olay sebebi ile 10 Muharrem, Müslümanlarca yas günü sayılmıştır. Muharrem ayı içerisinde Hazreti Hüseyin gibi büyük bir şahsiyetin şehit edilmiş olması, bütün Müslümanlar için büyük bir acı olmuş ve Müslümanları derinden etkilemiştir. Bu zatın, Hazreti Peygamberin sevgili torunu olması ise, bu acıyı daha da artırmaktadır. Tarihin belli bir kesitinde meydana gelen bu üzücü olayları iyi düşünmek ve bunlardan ders çıkarmak gerekir. Müslümanlara düşen görev, bu tür müessif olayların tekrarlanmasını önleyecek bir bilinç ve anlayışa sahip olmak; kardeşlik, birlik ve beraberliğimizi korumaktır.

Hazreti Hüseyin’e reva görülen bu muamele, ne kadar haksız ve ne kadar üzücü olursa olsun, Müslümanlar arasında ayrılık ve husumet sebebi olmamalıdır. Tarihin belli döneminde gerçekleşen bu üzücü olayı, gene tarihin hakemliğine emanet etmek ve duygulardan çok aklı hakim kılmak gerekir. Zira günümüzde Müslümanların, her zamankinden daha fazla birlik ve beraberliğe ihtiyacı olduğu inkar edilemez.”

Kerbela olayının hatırasını yad etme gerekçesi ile yas günü olarak algılanan 10 Muharrem’de sergilenen etkinliklerde, bazı Şii Müslümanlar’ın, ”kendi kendine işkence” denebilecek uygulamalar sergilediğini hatırlatan Altuntaş, şu bilgileri verdi:

”Halbuki bu tür uygulamalar İslam’a aykırıdır. Yas tutmanın da bir ölçüsü vardır ve bu ölçüyü Hazreti Peygamber belirlemiştir. İslam’dan önce Cahiliye Arapları, ölen kimse için aşırı derece yas tutar, ölünün yakınları avazı çıktığı kadar bağırır, eşi kendini eve hapseder, yıkanmazdı. Hatta profesyonel ağlayıcılar da tutarlardı. Resulullah bu geleneği, şu hadisi ile ortadan kaldırmıştır: ‘Yüzüne vurarak, yakasını yırtarak, cahiliye adetlerini sürdüren bizden değildir.’

Muharrem ayı, tarih boyunca insanlık için dönüm noktaları sayılabilecek önemli olayların yer aldığı bir aydır. İslam’dan önceki semavi dinlerce de değerli bir zaman dilimi olarak kabul edilmiştir. Muharrem ayı, İslam kültür tarihinde önemli yeri olan bir zaman dilimini temsil etmektedir. İslam tarihinin en üzücü olaylarından biri olan Kerbela olayı da bu ayda gerçekleşmiştir. Bütün Müslümanları üzen bu tarihi olay, tarihin hakemliğine bırakılmalı, müminler arasında soğukluğun ve kırgınlığın sebebi kılınmamalıdır. Bütün Müslümanlara düşen görev, tarihin güzelliklerini, yaşadığımız dönemin şartları içinde yeniden yaşamaya gayret göstermek, yanlış ve üzücü örneklerden ibret alarak, onların tekrar yaşanmaması için ne gerekiyorsa onu yapmaktır.”

Kaynak: Samanyoluhaber.com

Diyanet İşleri Başkanı Görmez’den “Hicri Yıl ve Hicret Mesajı”

Müslümanlar için bir dönüm noktası olan hicret, tarihte yeni bir sayfa açmıştır. Hz. Ömer’in halifeliği döneminde hicretin gerçekleştiği gün, Hz. Ali’nin teklifiyle hicrî takvimin başlangıcı sayılmıştır. O günden itibaren de İslam âleminde 1 Muharrem hicrî takvimin başlangıcı olarak kabul görmüştür.

Bilindiği gibi İslâm’ın yayılmaya başladığı Mekke döneminde Sevgili Peygamberimiz ve ilk Müslümanlar sürekli baskı ve işkencelere hedef oldular. Sosyal, ekonomik ve kültürel ambargoya maruz kaldılar. İlk Müslümanlar önce Habeşistan’a, sonra da Medine’ye hicret ettiler. Peygamber Efendimiz (sas) ve ashab-ı kiram doğup büyüdükleri ve çok sevdikleri şehirleri Mekke ve Kâbe’den ayrılmak durumunda kaldılar.

Müslümanlar için bir milat olan hicret; Allah’a ve O’nun Kutlu Elçisi Rahmet Peygamberine gönülden bağlılığın bir ifadesi; hakka, hakikate, ilme, irfana ve medeniyete yapılan yolculuktur.

Hicret, Allah rızası için; anadan, babadan, evlattan, yardan, diyardan, maldan, mülkten hatta candan vazgeçmenin ibretli ve meşakkatli bir öyküsü; Yüce dinimizin rahmet yüklü mesajlarını bütün insanlığa ulaştırmak için çıkılan kutlu yolculuğun adıdır.

Hicret, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma, dostluk ve kardeşliğin ifadesidir. Kardeşine kucak açarak onunla evini, iş yerini, yiyeceğini ve varlığını paylaşmanın; kardeşini himaye etme ve sahiplenmenin adıdır.

Hicret, asla maddi zorluklar ve zorlamalar karşısında bir kaçış değil; aksine İslâm’ı öğrenmek, öğretmek, yaşamak ve yaşatmak için yeni imkân ve zemin arayışıdır.

Aslında hicret, bir anlamda medeniyete hicrettir. Zira Peygamber Efendimizin (sas) hicretiyle Yesrib, Medine’ye dönüştü. Medine de medeniyet üretti. İslâm Peygamberi Hz. Muhammed (sas) kin, nefret ve intikam toplumundan bir sevgi ve merhamet toplumu meydana getirdi. Katı kalpli insanlardan, can taşıyan her varlığa, hatta eşyaya dahi şefkat ve merhametle muamele edecek bir toplum oluşturdu. Hem maddi hem manevi açıdan arındırdı onları. Çıkarcılığı, çapulculuğu ve fırsatçılığı revaçta olan bir topluma, kendisi için istediğini, kardeşi için de istemeyi, diğerkâmlığı ve kardeşliği öğretti. Komşusu aç iken tok gezilemeyeceğini gösterdi. Dürüstlüğü, güvenilirliği, aldatmamayı, helal kazancı, alın terini, hak ve hukuku, hakkaniyeti, eşitlik ve adaleti öğretti. İyiliği, güzelliği, hayrı, ahlâkı, samimiyeti, olgunluğu, takvayı gösterdi. İnsanlara hizmette, emanet ve mesuliyet bilincini, liyakati getirdi. İffetli ve ahlaklı bir toplum kurdu. İlim ve hikmete, hak ve hakikate, bilgi ve öğrenmeye âşık örnek bir nesil yetiştirdi. Fakirler, sahipsiz olmadıklarını; güçsüzler kimsesiz kalmadıklarını hep ondan, onun uygulamalarından öğrendi. Kısacası onlara temiz bir toplumun nasıl oluşması gerektiğini göstererek insan onurunu, insanca yaşamı, Müslümanlığı ve medeniyeti gösterdi.

Bugün bizim için de bir hicret söz konusudur. Fakat bu hicret sadece göç edecek yer ve yurt aramak değil; her durumda daha iyinin, daha güzelin peşinde koşmak, İslâm’ı daha bir samimiyet içinde yaşamaya çalışmaktır. Hicret işte bu yolculuğun adıdır. Hz. İbrahim’in (as) dediği gibi, hepimiz Rabbimize hicret etmekteyiz. Geçici olan bu dünyadan, ebedi olan gerçek âleme doğru göç etmekteyiz. Buradaki hicret, Sevgili Peygamberimizin bir hadislerinde buyurduğu gibi, Allah’ın yasaklarını terk etmektir.

Ne mutlu hicret edenlere! Ne mutlu yüreklerinde hicret ruhunu taşıyanlara!

Bu vesileyle bütün İslâm âleminin yeni hicri yılını tebrik ediyor; hicrî 1434 senesinin ülkemiz, gönül coğrafyamız, İslâm dünyası ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum.

Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ

Diyanet İşleri Başkanı

Hicretiniz Kutlu Olsun!

İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla,canlarıyla cihad edenler,rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler.Kurtuluşa erenler de işte onlardır.”(1)

İnsanlık tarihinin en büyük, en muazzam olayı, Mü’minlerin geçmişte vazife olarak yerine getirdikleri ve hayat devam ettiği sürece yapmaktan kaçınmayacakları bir iş, amel ve aksiyon süreci hicret.

İmandan sonra en önemli bir vazife olarak Müslümanların gündeminde yer almıştır bu tarihi hicret.

İslâm’ın sistematiği açısından büyük bir öneme sahiptir.Fevkalâde bir tesir icra eden ve yankı uyandıran bu olayın kahramanlarına Kur’ân muhacir ünvanını lâyık görmüştür. O günden bu güne mânevî pâyeleri en yükseklerde seyreden bu kutlu kesim, Muhammed (s.a.v) ümmetinin başında takdirle anıla gelmişlerdir.

Hz.Ömer’in (r.a) tarifiyle hicret; Hakla bâtılın ayrılış noktasıdır.

Hicret, elmas ruhlarla kömüre dönüşmüş ruhların ayrışmasıdır.

Hicret, küfrün karanlarından imanın aydınlığına koşmaktır.

Hicret, fâniden ve fena şeylerden Bâkî’ye ve bekaya sığınmaktır.

Hicret, İsyan ve tuğyânı terk ederek kâinat Hâlıkına kaçmaktır.

Hicret, her yönüyle Hakk’a teslimiyet ve inkıyattır.

Hicret; fedâkârlık, feragat ve menfaat-ı şahsiyeyi terktir.

Hicret; ye’sin, meskenet ve ataletin terkidir.

İmân ve Kur’ânın gereğini yaşayabilme adına kendisi için müsait zeminlerin hazırlanmasıdır. Ve bu çalışmanın içerisinde bulunanlara yardım ve destek olmaktır.

Hicret, büyük fütûhatların başlangıcıdır.

Hicreti, sadece Mekke-Medine boyutuna değil, o günün Müslümanlarına münhasır (özgü) bir fazilet gibi algılamak değil, bütün çağlara ve gelecek asırlara yayılmış, kalıcı ve sürekli bir ibâdet olarak algılamak gerekir.

Allah Resulü (s.a.v)’in ifade buyurdukları mâna derinliğini yakalayabilmektir :”Gerçek muhacir,”Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçan, onları terk eden kimsedir.” (2) “Hakiki muhacir, hata ve günahları terk edendir.” (3)

Anlaşıldığı gibi hicret, mü’minlerin hayatında belli bir tarihî olay olarak değil, aynı zamanda bir irşad, tebliğ, iletişim, ulaşım, gönüllerin/ruhların fethi, hizmetin ve Kur’an Nurlarının yaygınlaştırılması, en ücra yerlere kadar bu mesajların iletilmesi, Hakk’ın/Hakikatın hâkim kılınması için meşrû yolların tâkip edilmesi, tekniğin ve teknolojinin ve buna bağlı olarak usûl ve metodların yerinde ve zamanında tatbik edilmesi gibi pek çok kavram ve mânaları içinde barındırarak varlığını devam ettirmesi gereken bir şuurlanma ve idrak odaklı bir dönüm noktasıdır.

Şu Hadîs-i Şeriflere dikkatinizi çekmek isterim :” Mekke’nin fethinden sonra hicret yok, ancak (aynı derecede sevap olan) cihad ve iyi niyet vardır. Cihada çağırıldığınız zaman (severek) hemen koşun.”(4) “Bozgun ve fitne-fesad döneminde ibadet etmek, benim yanıma hicret etmek gibi (faziletli) dir.”(5)

Evet, helâket ve felâket asrının fitne ve fesat odakları boş durmuyor. Delâlet ve ifsat şebekeleri, ihtilal ve Ergenekon çeteleri kol geziyor etrafımızda. Mâsûm ve günahsız insanlar hunharca katlediliyor. Maddî/mânevî yangınlar devam ediyor.

Böyle bir dönemde Kur’âna ve Sünnet-i Seniyyeye sarılmak, Resûl-i Ekrem (s.a.v)’in yanına hicret etmek gibidir. Tevhîd mücadelesinin önder ve rehberleri, başta peygamberler olmak üzere dâvâlarından aslâ tâviz vermemişler, hayatları boyunca onca ezâ ve cefaya rağmen hicreti hayatlarının bir parçası haline getirmişlerdir.

Hicret; Üstad Bedizzaman Said Nursî’nin ;

Pek çok münevver müçtehidleri ve nuranî muhaddisleri, kudsî hafızları, asfiyaları, aktabları âlem-i İslâmın aktârına uçurdu, hicret ettirdi. Şarktan garba kadar ehl-i İslâmı heyecana getirip, Kur’ân’ın hazinelerinden istifade için gözlerini açtırdı.” (6) veciz ifadesiyle topyekûn bir hizmet seferberliğidir,”bir medeniyet hamlesidir, bir aydınlanma sürecidir.”

Hicretin önemini kavrayabilmek için, onu hazırlayan sebep-sonuç ilişkilerini çok iyi anlamak gerekir.

Yesrib’i Medine-i Münevvere yapan ve İslâm Devleti’nin başşehri kılan bir çağın açılmasıdır hicret.

Hicret; bütün sahâbenin icmâ ve ittifakıyla hicrî yılın başlangıcı kabul edilmiştir. Hicrî Takvimin ilk ayı da Muharrem ayıdır.

Hicretiniz mübarek olsun.

İsmail Aksoy

www.NurNet. Org

Dipnotlar :

1-Tevbe, 9/20

2-Zübetü’l-Buhârî,1/6.H.No:4

3-İbn Mâce, Sünen,10/141.H.No:3934

4-Müslim, İmâret,85;İbn Mâce,a.g.e.,7/486.H.No:2773.

5-İbn Mâce,10/203 (3985)

6-Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat,19.Mektup