Etiket arşivi: islam

Büyük İtiraf – Prof. Dr. Ahmet Akgündüz (video)

Mısır Câmiü’l-Ezher Üniversitesi reislerinden meşhur Şeyh Bahît Efendi İstanbul’a geldiği zaman Bediüzzaman’a sorar: “Avrupa ve Osmanlılar hakkında ne diyorsunuz, fikriniz nedir?

Bediüzzaman: “Avrupa bir İslâm devletine hâmiledir, günün birinde onu doğuracak. Osmanlılar da Avrupa ile hâmiledir; o da onu doğuracak.

Bu cevaba karşı Şeyh Bahît Hazretleri,

Bu gençle münazara edilmez. Ben de aynı kanaatteyim. Fakat bu kadar veciz ve beliğâne bir tarzda ifade etmek, ancak Bediüzzaman’a hastır” demiştir.

Cümlesiyle konferansa başlayan Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, İslamiyet’in doğuşundan bu yana Avrupanın İslamiyet’e bakış açısının zamanla nasıl değiştiğini ve sonunda Peygamberimizi Peygamber olarak kabul ettiklerini lakin bunu bir kısım insanların nasıl engellediğini anlatmakta ve bunlara yazmış olduğu “Büyük İtiraf” kitabında yer verdiğine dair beyanatta bulunmaktadır. Neticesinde ise Avrupanın ve Rusya’nın İslamiyet ile şerefleneceği müjdesini vermektedir.

Artık İngiltere’nin İslâmiyet’i kabul etmesi lâzımdır

İngiliz Devleti’nin payitahtında hatibleri kürsülerinde “Artık İngiltere’nin İslâmiyet’i kabul etmesi lâzımdır” diyerek bağırdıklarını ve beşeriyetin bütün hakikî ihtiyacatını câmi’ olan Furkan-ı Hakîm’in âyetlerini birer birer okuyup tefsir ve beyan ettiklerini en son gazetede arkadaşların okuduklarını işitiyoruz diye o kardeşimizin bu havadisine bin elhamdülillah deriz.

Evet o devletin hem dünyası, hem saltanatı, hem saadeti onunla kurtulabilir.

Emirdağ Lahikası-1

Güney Afrika’daki hizmetler gelişiyor

Muhterem Abilerimiz;

Elhamdulillah Güney Afrikada’ki hizmetlerimiz (mingayr-i haddi ve liyakati ) inkişaf ederek, hem Cape Town’da hem de Johannesburg’ta devam etmektedir. Johannesburg şehrinde Nurlar, muhtaç ve müştaklarını yavaş yavaş buluyor. Haftalık dersler ve programlar devam ediyor.

Johannesburg’ta, bizleri şükran ve sevinç hisleriyle dolduran bir güzel ve ehemmiyetli hadise; siyahi kardeşlere ulaşıp, onlarla beraber omuz omuza Nurlardan istifade ve istifaza etmemizdir.

Dünyanın en büyük siyahi ve fakir bölgesi olan Soweto şehrinde Risale-i Nurlar çok takdir ve tahsinle karşılanıyor ve iştahla okunuyor. Bu bölgedeki kardeşlerimizle sürekli irtibat halinde muhaveremiz devam etmektedir. Kardeşlerin içinde öyleleri varki sonradan müslüman oldu ve her gün yüzer sayfa Risale okuyorlar. Elhamdulillahi heza min fadli rabbi.

Her Cuma mescidlerde binlerce Risale-i Nur dağıtılarak insanların Kuran hakikatlarından haberdar olmalarına gayret ediyor, irtibatımızı arttırıyoruz. Müsait olan kardeşlerimizle müsait vakitlerde şehrin farklı yerlerinde (parklarda, tepelerde ve yüksek yerlerde) Nurları sesli okuyarak hava zerrelerine bu hakikatları nakşetmeye çalışıyoruz.

Gayr-i müslim ülkelerde manevi hava bozuk olduğundan bu ülkelerde mümkün mertebe her yerde okumaya gayret ediyoruz. Gayr-i müslim olan komşularımızla irtibatımızı devamlı tutuyor, İslami ve imani hakikatlardan haberdar ediyoruz.

Hemen sol tarafımızdaki komşumuz bu geçtiğimiz ramazan ayında bizimle oruç tuttu. Risalelerden okuyor ve her gün ailesiyle internetten ve kitaplardan İslam hakkında bilgi edindiklerini, bütün konuşmaları ve sohbetleri artık nurlar, İslamiyet ve bizler olduğunu söylüyorlar. Hac dönüşümüzde bizi evlerine davet ederek, tam 2 saat haccı ve hissiyatımızı anlatmamızı istediler, soru yağmuruna tuttular. Böyle külli bir ubudiyet çok hoşlarına gitti, ağızlarından hayret ve tebrik kelimeleri dökülüyordu.

Güney Afrika hizmetleri yanında, yakın ülkelerde de Nurlar tanınmaya ve okunmaya başlandı elhamdulillah. Mozambique ülkesiyle uzun zamandır irtibatımız devam ediyor. Hemen hemen her ay bizi arıyorlar, kitap, cevşen ve dershane istiyorlar. Mozambique ülkesi çok iştiyaklı ve şevkli bir kitleye sahip.

Geçtiğimiz hafta komşu ülkelerimizden Bostwana’dan Nurları istediler. Biz de elimizde bulunan 23. Söz ve Tabiat Risalelerinden 1000 adet gönderdik. Bir kaç ay önce külliyat alıp gitmişler ve bizi ülkelerine davet etmişlerdi.

Kıymetli Abilerimiz; bu ve buna benzer hizmetler elhamdulillah her zaman oluyor. Cenab-ı Allah’ın inayet ve ihsanıyla inşaallah bir mülk belki de onlarca dershanemiz olur inşallah.

Kısaca ülke ve bölge hakkında bilgi verelim;

Güney Afrika, Afrika kıtasında en gelişmiş ülkelerden biri. Siyasi, ticari, ekonomik, eğitim ve daha bir çok alanda  diğer ülkelere liderlik yapiyor.

Afrika’da, Avrupa Birliği gibi bir birlik var, adı Afrika Birliği (Africa Union). 46 Afrika ülkesinin üyeliği ile oluşan bu birliğin Parlamentosu Johannesburg şehrinde.

Afrika’nın güneyindeki 22 ülkeye adeta başkentlik yapan Johannesburg, 11 milyonluk bir nüfusa sahip. 22 ülke, bu şehirden maddi ve manevi besleniyor.

Bizim bulunduğumuz şehir Johannesburg, merkezi bir yer, hizmetimiz cihetinden de çevredeki ülkelere merkez teşkil edecek bir konumda. Burada olacak bir mülk dersanemiz çok hizmetlere vesile olacak inşaallah. Medreseyi aldığımız bölge ise,  kısa bir zaman öncesine kadar tamamı gayr-i müslim olan bir bölge iken son bir kaç yılda bölgeye çok nezih bir mescid yapılmasıyla eğitimli ve seviyeli ve mütedeyyin insanların merakını mucip olup, müslümanların mülk alıp yerleşmeye başladığı bir bölge haline geldi. Şu an 750 civarında müslüman ailenin yaşadığı ve çevresinde çok sayıda müslüman işyerlerinin açıldığı, çok kariyerli, kaliteli ve güvenli bir bölge haline geldi.

İki yıldır bizim Nur Dershanelerimiz bu bölgenin etrafındaydı. Biz bu bölgeyi önceden bilmiyorduk. Sırf sevk-i İlahiyle bu bölgeye yakın yerden kiralamıştık. İki yıldır mümkün mertebe namazlarımızı bu bölgedeki mescidde kılıyor ve Nurlardan dağıtıyorduk. Elhamdulillah müslümanların ileri gelenleri bizleri az da olsa tanıyorlar. Bölgede Risale-i Nur Külliyatı alanların sayısı artti.

İki kişi var, bunlar Nurları 29 yil öncesinden Hindistan’daki medresedeki bir şeyh tarafından duymuşlar. Şeyhleri o zaman Risale-i Nur hakkında diyormuş; “şimdi öyle bir eser yazılmışki imani meseleleri vazıh ve mükemmel bir şekilde izah ediyor. Daha hiç bir izaha ihtiyaç bırakmıyor. Böyle bir eser bu zamana kadar daha gelmiş değildir“. Bu zatlarla tanışıp Nurlardan bahsedince hemen bir külliyat alıp, okumaya başladılar ve çevresindekilere de anlatıp okumalarını tavsiye ediyor. Bizlere diyorki; “bu insanlar bu eseri ve bu tarz bir tefsiri bilmiyorlar, yavaş yavaş bunlara anlatmalıyız.”

İşte çok yönde hizmet için faydalı olan bir bölgede satın alınmak üzere bir dersane bakıyorduk, burası nasip oldu. Mahallenin ismi Greenside (yani; Yeşiltaraf, ya da yeşil bölge.) adından da anlaşılacağı üzere yemyeşil bir yer. Dua buyrun Allah’in izni ve inayetiyle bir mülk dershane alalım.

Hürmet ve Muhabbetle

Johannesburg Nur Talebeleri

İslam ve insan

Herkesin bildiği bir hadis: “Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar. Sonra ebeveyni onu Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir.” (Buhari, Cenaiz, 92)

Hadis bize şunu ilam etmektedir: Başka dinler sonradan edinilirler, birer manevi/kutsal kimlik olarak benimsenirler veya insanlar anne-babaları tarafından bir dine mensup kılınırlar. Buradaki “ebeveyn”i biraz daha genişletip sosyalleşmeyi sağlayan, yakın çevre, sokak, okul, meslek ve toplumsal hayat şeklinde düşünebiliriz. Yahudilik, Hıristiyanlık, Mecusilik (ve elbette diğer dinler Budizm, Taoizm, Shintoizm, Animizm vd.) ile sosyo-politik ve ideolojik sistemler ya bireysel tercih veya belirleyici çevre faktörü tarafından edinilirler.

İslamiyet de tabii ki bu iki yolla edinilir. Kişi akil ve baliğ olduktan sonra başka dinden ise iradi olarak İslamiyet’i seçip ihtida edebilir. Ya da, zaten gözünü Müslüman bir ailede açmışsa, bundan sonraki hayatını da Müslüman olarak sürdürür.

Bu böyle olmakla beraber Müslüman olmanın, diğer dinlerden farklı bir mahiyeti var ki, yukarıdaki hadise göre, “insanın dünyaya gelirken gözünü Müslüman olarak açması”dır. Hangi dini, kültürel, etnik veya bölgesel çevreye mensup olursa olsun, yeryüzünün bütün anneleri çocuklarını Müslüman olarak doğururlar.

Burada anahtar terim durumundaki “fıtrat”ın ne anlama geldiğine bakmak lazım. Fıtrat, Allah’ın insanı üzerinde yarattığı ahlaki düzeneklerin bütünüdür. Yaratılışın İlahi mahiyeti; arı duru tabiat; yüksek ahlaki erdemlerin kendisinde içkin olduğu zemin; temiz, lekesiz, saf yaratılış; kemale ayna olan manevi ve estetik potansiyeller.

Fıtratın karşılığı “din”dir: “Sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır.” (30/Rum, 30) Bu ayette sözü edilen “din”, herhangi bir din değil, “Ed Din (li’ddin)”dir. Yani hem Adem’den Son Peygamber (sas)’e kadar tebliğ edilen bütün vahyleri, sahih dini öğretileri, dini tebliğleri ihtiva eden -Kur’an, kendisinden önceki kitapları tasdik eder, sonradan ve dışarıdan karışmış beşeri-yabancı unsurları ayıklar ve tamamlar- hem de insanın temiz fıtratına karşılık olan din. Ed Din olan İslamiyet, aynı zamanda insanların üzerinde yaratılmış bulunduğu fıtrattır, fıtri düzen ve ahlaki yoldur.

Pekiyi, “önce insan mıyız?”, yoksa “önce Müslüman mıyız?” Kesin olan şu ki, diğer dinler ve doktrinler söz konusu olduğunda “önce insanız”. Ama Müslümanlık söz konusu olduğunda öncesi ve sonrasıyla “Müslüman insanız”! Çünkü beşeriyet olarak hepimiz “İslam fıtratı üzere”, yani Müslüman olarak doğarız. Bu ergenlik çağına kadar sürer, bu yüzden bütün çocuklar masumdur, temizdir ve insanlığın ilk saflık hallerini temsil ederler.

Buradan baktığımızda, “insani değerler”le “İslami değerler” arasında bir problem gözüküyor. “İnsani değerler” her zaman ve her beşeri durumda “iyi, doğru ve güzel” değildir. Eğer salt insana ilişkin tutum ve davranışların yönlendirici ilkesi manasında değeri ele alırsak, katil, hırsız ve zorbaların da tutum ve davranışları “insani değerler”dir. İyi insan olduğu gibi kötü insan da vardır. Ama İslami değerlerin tümü iyi, güzel, doğru ve hayırlıdır, çünkü değerlerin kaynağı Allah’ın vahyleridir. Bizim fıtratımız icabı öne çıkardığımız değerler, yine din’den/fıtrattan neş’et eden değerlerdir. Zaten İslam, “iyi insan (insan-ı kamil)” olmanın yolu ve öğretisidir. İslam’ın yöneldiği yegane hedef, insanı yüksek ahlaki formlara sahip varlık haline getirmek, “güzel ahlakı tamamlamak”tır.

Özetle, iyi dediğimiz “insani veya evrensel değerler” eğer gerçekten “iyi” iseler, İslam’a aittirler. Bunların sahiden “iyi değerler” olup olmadıklarını test etmemizin yolu onları Kur’an ve Sünnet’le kritik etmekten geçer. Zulüm, sömürü ve haksızlıkların sürdüğü bir dünyada, insanı yüksek ahlaki, hayat, özgürlük ve adalete çağırdığımızda, aslında onu kendi fıtratına, temiz özüne çağırıyoruz demektir. İslam’ın çağrısına cevap verenler, kendi temiz fıtratlarına dönmüş oluyorlar.

Ali Bulaç / Zaman

İsraf

İnsanın sahip olduğu nimetleri gereksiz ve aşırı tüketmesi. Bu tür bir davranış, İslâm tarafından uygun görülmemiş ve insanoğlunun yeme, içme ve harcama konusunda belirli bir denge içerisinde kalması istenmiştir. Cenâb-ı Hak, Kur’an-ı Kerîm’in çeşitli yerlerinde bu hususa işaret etmiştir: “Elini bağlı olarak boynuna asma. Onu büsbütün de açıp saçma. Sonra kınanmış pişman bir halde oturup kalırsın” (el-İsra, 17/29). Burada “boynuna asma” tabirinden cimrilik etmenin kasdedildiği belirtilmektedir. “Açıp saçma” tabirinden ise, israf olduğu belirtilmektedir. Bu iki husus da birbirinin zıddı olan fakat tasvip edilmeyen alışkanlıklardır. İkisinde de hem kişiye hem de topluma sayısız zararlar bulunmaktadır.

Başka bir ayette Cenâb-ı Hak, “Ey Âdemoğulları, her mescide gidişinizde temiz ve güzel elbiselerinizi giyin. Yiyin için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez” (el-A’raf, 7/31). Cimrilik, meşru bir şeyden faydalanmaktan nefsi mahrum bırakmaktır. İslâm ise, meşru sınırlar içerisinde kişiyi faydalanmakla mükellef tutar, haram kılınmamış bir şeyi insanların haram olarak kabul etmelerinden hoşlanmaz. Çünkü hayatın güzelleştirilmesi, çirkinliğe ve israfa kaçmaksızın gerçekleştirilmelidir. İsraf hem fert ve hem de toplum için bir bozuluştur. Hepsi bu yolda verilse bile, Allah yolunda malı infâk etmek israf değildir.

Hz. Peygamber ve ashabının; “yüce Allah dağ gibi altın verse, bunu O’nun yolunda harcamayı temenni ettikleri” nakledilmektedir (bk. Buhârî, Fedâilü’s-Sahâbe, 6, Temennî, 2, Zekât, 4, Müslim, Münâfîkîn, 52, Zekât, 31, Fedâilü’s-Sahâbe, 221, 222; İbn Mâce, Mukaddime, 10, Zekât, 3).

Bu yönüyle israf, İslâm’ın ileri derecede hoş görmediği lüks hayattan kaynaklanmaktadır. Servetin büyüyüp lüks uğruna harcanması sonucuna gitmemesi için malın zenginler arasında dönüp dolaşan bir devlet olması İslâm tarafından reddedilmiştir (bk. el-Haşr, 59/7). Bu yüzden lüks, bir toplum için “şer” kabul edilmiştir. Lüksün hoş görülmediği ve haram kılındığı konusunda çeşitli nasslar bulunmaktadır. Ancak buradaki lüks’ü ileri teknoloji ürünü aletleri evimize sokma şeklinde anlamak yanlıştır. Burada lüksten içki, kumar, fuhuş, aşırı giyim, gücünun üzerinde gereksiz harcamalar, gurur-kibir, şan ve şöhret için ziyafet düzenlemeler gibi harcama ve yaşantılar kastedilir.

Kur’an-ı Kerîm bazen tarih boyunca lüks ve rahat bir hayat sürenlerden söz eder. Bu tür halklar kendilerini helâke sürükledikleri gibi onlara uyanları da aynı âkıbete götürmüşlerdir. Bir toplumda lüks içerisinde olanlar varsa, mutlaka orada zayıf durumda olan mağdur kesimler de bulunur. Refah ve lüks içerisinde olanlar hasta ve rahat hayatlarına tutkundurlar. Şehvet ve lezzetlerine bağlıdırlar. Kur’an-ı Kerîm bu tür sapmış ve haddi aşmış toplumların isyan içerisinde bulunduklarından söz etmektedir.

“Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşlere, besili atlara, hayvanlara ve ekinlere karşı duyuları aşırı istek, insanlara süslü gösterildi. Oysa bunlar, sadece dünya hayatının geçici malıdır. Varılacak güzel yer ise Allah’ın katındadır” (Âlu İmrân, 3/14). “Biz herhangi bir ülkeye bir uyarıcı göndermişsek, oranın zengin ve şımarık ileri gelenleri, mutlaka; “Biz, sizin getirdiklerinizi inkâr ediyoruz” demişlerdir” (Sebe’, 34/34)

İsraf, ferdin olduğu kadar İslâm toplumuna yön verecek otoritelerin de dikkat etmesi gereken bir husustur. Tüketici, gerekli ihtiyaç maddelerinden kabul edilen malları harcarken de, gereğinden fazla harcamamaya dikkat etmek durumundadır. Kişinin iyi bir hayat sürmesi için yapacağı harcamalara hiçbir şekilde sınırlama getirilemez. Elverir ki, bu harcamalar etkinliğin artmasına ve İslâm’ın gerçek bir müslümandan toplum içinde beklediği hizmetlerin yerine getirilmesine yarasın.

Öte yandan “kıt kaynaklar” iddiasına rağmen sınırsız ihtiyaçlara göre üreten Batı iktisat sistemi tabii kaynakları alabildiğine israf eder. Oysa israf fikrinin olmadığı bir İslâm toplumu kaynakları verimli olarak kullanır. Yine İslâm toplumunda ihtiyaçları öncelikle zaruretler tayin eder. İslâm, kaynaklarla ihtiyaçlar arasındaki ilişkileri esasta israfın bertaraf edilmesi gereği açısından düzenler. İsraf yasağı temeli üzerinde oluşan İslâmî üretim tarzı, İslâm devletine tabi olanların beslenme, barınma, giyinme, ulaşım ihtiyaçlarını yeterli olarak karşılamak hedefine yöneliktir. Bu üretim tarzında ihtiyaç dolayısıyle tüketim ilk sevkedici güçtür. Çağdaş kapitalist sistemde ise tüketimin sevkedicisi üretimdir. Üretim yapıldığı için insanlar tüketmek durumundadırlar. Tüketim sınırsız arzular oldukça cazip pazarlama ve reklâm faaliyetleriyle sürekli olarak kamçılanır. Böylece ihtiyaçlar üretimin peşinde koşar.

Kapitalizmin tüketim hırsı sınırsız bir insan tipi meydana getirmiştir. İslâm’da gerçekleştirilen üretimin hedefi insandaki maddi tatmini manevî sahaya aktarmakla bu ihtiyacı giderir. Bir müslümanın tüketim sahasında göz önünde tutacağı başlıca esaslar, haramdan kaçınma, helâlinden tüketme, temizlik, aşırılıklardan kaçınma, sağlığını tehlikeye düşürmeme ve çevredekileri de hesaba katma şeklinde ortaya çıkar.

İslâm, israf yasağı ile özel mülkiyet hakkına bir sınır getirmiş ve servet kimin olursa olsun, onda toplumun hakkı bulunduğu ilkesini benimseyerek, israfla bu hakkın yok edilmesine engel olmak istemiştir.

İslâm’ın yasak ettiği her türlü harcama, -içki, kumar, uyuşturucu maddeler gibi- kişiye ve topluma hiçbir yararı olmayan ve insanı başkalarına muhtaç hale getirecek kadar ölçüsüz yapılan bağış ve harcamalar israf sayılmıştır. Yalnız israf kavramını daha geniş tutmak ve maddî-manevî her türlü servet ve imkânın boşu boşuna harcanmasını israf olarak değerlendirmek mümkündür.

Sağlık, Allah’ın bize bir lütfu, bir nimetidir. Zaman yine bir nimettir. Sağlığımıza dikkat etmemek, zamanımızı boşa harcamak israftır ve bunun hesabı bizden sorulacaktır. Gereksiz olarak musluktan akıtılan su, yakılan elektrik israftır. Bütün ümmete ait olan nimetlerin boşa harcanmasıdır.

Sami ŞENER

Prof.Dr.Saffet Solak anlatiyor…

Amerika’da master yaptığım yıllarda çalıştığım üniversitenin yemek salonu açık büfe şeklindeydi. Herkes dilediği yemekten istediği kadar alabiliyordu. Yemekhanenin kapısında “Take what you need.Eat what you take” (Yiyeceğin kadar al, aldığını da ye) diye yazmakta idi.

Bir gün aynı masada yemek yediğimiz Çinli bir arkadaşı tabağında kalan son pirinç tanesini almaya çalışırken görünce dayanamadım denemek için dedim ki;

– Bir pirinç tanesi için neden bu kadar uğraşıyorsun? Bırak tabakta kalsın. Çinli arkadaşın verdiği cevap çok düşündürücüydü;

– Her çinli bir pirinç tanesi israf etse, Çin nüfusu ile çarp bakalim, kaç ton pirinç yapar? Biz kalabalık bir ülkeyiz, isref etme gibi bir lüksümüz yoktur. dedi

Yine denemek için dedim ki;

– Şu anda Çin’de değil Amerika’dasın. Tabağında bırakacağın pirinç tanesi Çin’i degil Amerika’yı zarara uğratacaktır. bu sözlerim karşısında güldü ve şöyle dedi;

– Yaşadığım ülke olan Amerika’yı zarara uğratmak onurlu bir davranış olmaz.

Çinli arkadaşı bu onurlu davranışından dolayı tebrik ettim ve düşüncesini paylaştığımı söyledim. İslam dininin bu konudaki “Yiyiniz içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez” buyruğunu açıkladım.

Çok hoşuna gitti. Tam o sırada, Ürdünlü müslüman bi arkadaş tabağındaki yemek artıklarını çöp sepetine boşalttı. Bunu gören Çinli arkadaş Ürdünlü’yü göstererek ;

O Müslüman değil mi? dedi.

O kadar üzüldüm ki ne diyeceğimi bilemedim.