Etiket arşivi: istanbul

Yunanistan’da Bir İlk: Risale-i Nur Sergilendi

Her şey halis bir dua ile başladı ve amin diyen halis gönüllerle… Bu dua ve aminler dalga dalga ta Anadolu’ya kadar yayıldı. Bu dua ve aminler kalplerin çarpıntısını değiştirdi. Bu dua ve aminler zihinleri ve himmetleri harakete geçirdi. Bu dua ve aminler Selanik’in Yunanistan’a bağlanmasının 100.cü yılında bir ilke imza attı. Evet 100 yıldır ilk defa, Osmanlı döneminde “Balkanların Kudüs’ü” diye anılan Selanik de, İslam’ın nurunu, Kur’an’ın nurunu, Risale-i Nurları sergileyen Garbi Trakya’dan bir dernek bir stand kuruyor. Bunun şuuru tabii ki bu fuarla ilgilenen herkesi son derece heycanlandırıyor ve de endişelendiriyordu.

RNK Neşriyat olarak başvurulan fuarı İskeçe (Xanthi) UHUVVET Kültür ve Eğitim Derneği temsil etti. Fuardaki sergimizin en çekici kısmı İstanbul Hizmet Vakfı’nın Derneğimize getirip hediye ettikleri ve herkesin kalbine hitap eden o güzel Kur’anlardı. Daha sonra başta Yunanca’ya çevrilen ve diğer dillerle raflarımızı dolduran ve zihinleri nurlandıran Risale-i Nurlardı. Bir de “İşte size Anadolu’dan Edirne Lokumu!” diye ikram ettiğimiz ve tüm nefisleri standımıza celb eden o çok lezzetli lokumlar.

Tabii ki burasını yalnız bırakmayıp bizi ziyaret eden ve her türlü destekte bulunan İstanbul, Edirne, Bursa, Bulgaristan, Erzincan’dan kardeşlerin olması buradaki vazifelerin çok daha kolay olmasına vesile oldular. Ve de perdenin arkasında bulunan başta Ruba Vakfı, RNK Neşriyat, Sözler Neşriyat, Envar Neşriyat, Nesil Yayınları, Hizmet Vakfı tüm hazırlıkların temelini oluşturdular.

24 Mayıs Regaib Kandilinde başlayan ve 27 Mayıs Pazar akşamı biten fuardaki standımızın ilk ziyaretçilerinden ve ziyaret defterimizi ilk imzalıyan Selanik’teki Türk Konsolosluk’unun Başkonsolosu Sayın Tuğrul Biltekin oldu. Daha sonra ziyaretçilerin arkası kesilmedi. Devletin her kesminden Elhamdülillah ziyaretçiler geldi. Polisler, askerler, din görevlileri, papazlar, üniversite öğretim görevlileri, öğretmenler, her yaşta öğrenciler, doktorlar, hastalar, gazeteciler, ve tabi ki yazarlar, kısacası halkın her kesminden insanlar doldu boşaldı. Aynı zamanda Yunanistan’ın en büyük universitelerinden biri olan Aristotelyo Üniversitesinin Rektörüne ve Selanik Belediye Başkanı olan Sayın Butaris’e de tüm tercümelerimizden verme fırsatımız oldu.

Ancak tüm bunların ötesinde en ilginç ziyaretçilerimizden biri bizi ilk gün ziyaret eden 60 yaş cıvarında olan Zoi (Hayat manasına gelir) teyze oldu. Bu teyzenin ana dili gibi Türkçe konuştuğunu duyunca merak ettik sorduk. Bu teyze de bize “evladım benim anacım ve babacım yıllar önce Yunanistan’a Barla diye bir köyden gelmişler, sen nerden bileceksin Barla’yı?” demez mi? Biz tabi neye uğradığımızı şaşırdık. Bizde teyzeye “peki teyzecim sen tüm bu kitapların senin köyün olan Barla da yazıldığını biliyormusun?” deyip ona Yunanca kısa tarihçeden yerini kitapta gösterince bizim gözler dolar, onun da gözleri iki çeşme misali akmaya başlar ve güçlükle sakinleşir…

Bir diğeri ise ilk gün bizimle tanışan ve ikinci gün bize bir kutu kurabiye ile gelen bir memur oldu. Hatta bize özellikle katkı maddesi olmayan ve müslümanların rahat yiyebileceği bir kurabiye olması için özellikle aradığını ve bulup bize getirdiğini söyledi.

Bunlar gibi daha bir çok örnekler ve ikramları görünce, tüm bunları ilk defa bir fuar macerasına girişen bizlerin işi olamayacağını ancak ve ancak Yüce Mevla’mızın inayeti ve ikramı olduğunu görüyor ve secdeye kapanmaktan başka şükür tarzı olmadığını anlıyoruz.

Sonuç olarak gördük ki, bizlerin belki 10 yılda ulaşamadığımız kitleye fuar aracılığı ile 4 günde ulaşıldı. Gelenlerden bir sürü Yunanca Kur’an, siparişi aldık. Ve onlara verdiğimiz binlerce broşürleri okuyupta bize fikrini bildirenlere bedava bir kitap göndermeye söz verdik. Hatta bize gelen mail yorumlarından bir tanesinde bir yunanlı diyor ki, “o çok lezettli lokum ve maddi (kitap) manevi ikramlarınızdan dolayı size teşekkür ediyor amacınıza en kısa zamanda başarıyla ulaşmanızı diliyorum.

Bizler bu fuardan ders aldık ve anladık ki: Yunanistan da İslam bilinmiyor, Kur’an bilinmiyor, hakikatleri bilinmiyor. Az bilenler de sadece televizyonun anlattıkları çarpık bilgilere sahip. Bizim haşire inandığımızı, Hz. İsa’ya, İncil’e, Musa’ya, Tevrat’a inandığımızı duyup ta şaşıran o kadar çok kişi ile karşılaştık ki, biz dahi şaştık. Hatta bir Yunanlı dedi ki, “ee, bu durumda bizim ne farkımız kaldı ki?

Fuarın sona ermesi bizlerin artık yepyeni bir yola başladığımızın işareti gibi idi. Yani, tercümelerin hızlanması ve bir an önce hakikatlerin herkese ulaşılabilmesi için gece gündüz çalışmamız gerktiğini anladık. Hatta bir kardeşimiz şunu itiraf etti: “Ben sekiz senedir ilk defa bu kadar şevklendim ve memleketimde hizmet etmem gerektiğini daha iyi anladım.

Evet herşey bir dua ile başladı, ve herşey duanın devamıyla devam edebilir. Çünkü dualarımız, dualarınız olmasa neyin ehemmiyeti kalır ki?… vesselam….

Yunanistan adına, Yunanistandaki olan ve olacak olan Nur talebeleri adına, dualarınıza devamlı muhtaç…

Ayrıca fuarda çekilen fotoğrafların tamamına Ruba Vakfı’nın Facebook sayfasından ulaşabilirsiniz… Tıklayınız…

UHUVVET Kültür ve Eğitim Derneği / NurNet.Org

İstanbul üçüncü fethini bekliyor

Son zamanlarda İstanbul’un fethi ile ilgili birçok şey yazılmaya başlandı. Feridun Emecan Hocamızın Fetih ve Kıyamet gibi son derece kıymetli çalışması yanında pek çok kurgu roman, anlatı, dizi ve film gündemde. Esasında şu hadise bile İstanbul’un fethinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Ve tabii tarihimizin en önemli vakasının bile hâlâ doğru dürüst anlatılamadığının da kanıtıdır.

Fakat benim temas edeceğim nokta, bunlar değil. Elbette birileri çıkıp bir tarihi hadiseyi farklı bir şekilde kurgulayıp ondan bir roman veya hikâye çıkarabilir ve meseleyi kendi gözünden irdeleyebilir.

Ancak ciddi bir sıkıntımız var. Çünkü meselenin gerçeği hâlâ su yüzüne çıkarılabilmiş değil. Maalesef Fatih’in kişiliğinden inancından tutun da savaş içindeki birtakım sembollere varıncaya kadar aydınlatılmamış birçok mesele askıda duruyor. Nerede ise Fatihi Hıristiyan yapacaklar ve İstanbul’u da hiç fethedilmemiş gösterecekler. Hele bir kesim var ki, adeta “İstanbul’un Türkler tarafından alınmış olmasından dolayı özür dilememizi isteyecek” durumdalar.

Böyle durumlarda konunun vâkıfı olmayanlar her yanlışı, her uydurmayı, her kurguyu hakikat zannedecekler. Bu bizim tarihçiliğimiz açısından da sanat ve edebiyat çalışmaları açısından da kocaman bir ayıptır, züldür, utançtır.

Ve yazıktır ki, İstanbul’un fethi meselesi -özelikle de bizim kaynaklarımızın yeterli bilgi içermemesi yüzünden- her türlü uydurma ve kurguya fırsat veriyor. Çünkü dönemin Osmanlı kaynakları İstanbul’un fethini büyütmeden, çoğu kere sıradan ama stratejik bir kalenin alınması gibi aktarmışlar.

Meseleyi büyüten, Hıristiyan tarihçilerdir. İstanbul’un fethedilmesini, (yani şehrin manevi kapılarının İslam’a açılmasını) felaket, düşüş, insanlığın sonu, kıyamet diye yansıtan Batılı kaynaklardır. Fethi en makul ve en orta karar anlatan Dukas bile, meseleyi dünyanın sonu gibi görmekten kendini alamaz.

Onların meseleyi küçültmeleri yahut bileğini bükemedikleri bir delikanlıyı kendilerinden göstermeleri, Fatih’in İstanbul’u aldıktan sonra Hıristiyanlığı kabul ettiği gibi meseleler bir aşağılık duygusunun farklı yansıtılması gibi algılanabilir.

Ya bizimkilere ne oluyor?

Onlara ne oluyor ki nerede ise fethi yok sayacaklar yahut Batı güruhundan özür dileyecekler.

Neymiş efendim, İstanbul’u müjdeleyen hadis, uydurmaymış.

Bir yığın geveze, sanki konunun uzmanı imiş gibi, güya ‘bilimsel davranma’ ayaklarıyla nübüvvetin ve Nebi (asv)’nin şeriat içindeki rolünü ve hadisi yok saymaya çalışan, düzmece din adamlarının yani ‘ulema-ı su’un’ uyduruk gerekçelerini serişte ederek ‘şu hadis şöyle bu hadis böyle’ diyorlar. Kimse de çıkıp ‘hadi ordan’ demiyor!

Efendim fetih hadisini bir tek İmam Hanbel aktarıyormuş da efendim hadisler 100-150 yıl sonra derlenmiş de bilmem neler neler…

Peki, İstanbul fethedilmiş mi?

Edilmiş!

Bununla ilgili ta ilk devirlerden itibaren sahabe arasında bir çaba ve sayısız deneme var mı?

Var!

Sayısız İslam komutanı ve devleti bu müjdeye mazhar olmak için çabalamış mı?

Çabalamış.

Neden Kudüs için böyle bir uydurma(!) yok. O, kendi devri için çok daha sembolik ve önemliydi oysa.

Ey ulema-ı su’ ve ey İslam’a karşı yüreklerinde öfkeyi o âlimlerin saçma sapan ifadelerinin arakasına gizleyenler, siz gayzınızdan ölseniz de İstanbul İslam kalmaya devam edecek ve en az üç kere, tekrar tekrar fethedilecektir. Ve inşallah, hicri 1453’te, son defa ve ebediyen bir kere daha fethin tadını çıkaracaktır. Ayasofya bir kere daha ibadete açılacaktır. Onu maksadının haricinde kullananlar da vakfiyesindeki lanete muhatap olmakla kalacaklardır…

* * *

Bir diğer mesele de İstanbul’un fethi ile kıyamet arasındaki ilişkidir ki birileri onunla da dalga geçiyor.

Ebu Hureyre (ra)’dan rivayetle Peygamber Efendimiz (asv) bir gün ashabıyla sohbet ederken “Siz hiç bir tarafı kara bir tarafı denizlerle çevrilmiş bir şehir duydunuz mu?” buyurmuşlardır.

“Evet Ya Resulallah…” denince Peygamber Efendimiz (asv) “Beni İshak’tan yetmiş bin kişi işte bu şehre gaza edip saldırmadıkça kıyamet kopmayacaktır….” buyurur. Birilerinin aklı bunu izaha yetmediği için, “Hani İstanbul fethedildi, kıyamet niye kopmadı?” diye soruyor.

Kuran, 1400 yıl önce “Kıyamet koptu!” diyor. “Kıyamet kopacak!” demiyor. Peki şu kadar zamandır kıyamet kopmadığına göre Kur’an’ı da sümme haşa yalancılıkla suçlayacaksınız?

Zaten şu anlayışsızlığınız, ahmaklığınız ve beyinsizliğiniz değil midir ki sizi küfürde sabit kılmış. Peygamberimiz (asv) kendi zamanını “ikindi/asır vakti” diye tarif ettiğine ve akşam vaktini kıyametin zamanı diye ima etiğine göre bu ne geçmez zamanmış ki hâlâ kıyamet kopmadı?

Anlamıyor musunuz ki bu bir sembolik anlatımdır. İşarî lisandır. Bilmiyor musunuz ki Peygamberimiz “Ahir zaman Peygamberidir”. Zuhurundan sonraki tüm zamanlar, kıyamet zamanıdır. Bu ümmet de ahir zaman ümmetidir.

Bununla birlikte İstanbul’un fethi aslında hakikaten de kıyametle ilintilidir. Bilen bilir ki Batı düşüncesinin doğmasını hazırlayan Rönesans, İstanbul’un fethinin en önemli sonuçlarından ilkidir. Ve tabii bugün, insanlığı hırs, ihtiras, şehvet ve inkâr gayyasına sürüklemiş, ruhu Rabbinden, beşeri Yaratıcısından, insanı Halıkından koparmış ve böylece insanlığın meshine yol açmış; yani yerlerin ve göklerin insan aleyhine harekete geçmesine zemin hazırlamış ve hazırlamakta olan bugünkü Batı düşüncesi de Rönesans’ın eseridir. Evet, Rönesans Fethin eseridir, inkar-ı uluhiyet de Rönesans’ın! Aklınız almıyorsa da bu böyledir.

* * *

İstanbul’un fethi ile ilgili üç hadis var. Bunların ikisinde İstanbul’un fethi ile kıyamet arasında ilinti kurulur. İnkârcıların meseleyi reddine sebep olan o iki hadis -ki eski tarih kitaplarında da zikredilirler- bizim açımızdan çok önemli işaretler ihtiva ederler.

Asıl fetih hadisinde fiil, Arapça dil yapısı açısından ikisi açık, biri gizli üç pekiştirme taşır. Biz bundan anlıyoruz iki biri manevi olmak üzere İstanbul en az üç kere fethedilecektir.

Bunların ilki Fatih’in onunu zaptedip Müslüman dünyaya kazandırmasıdır. İkincisi İstanbul’un işgal kuvvetlerinden alınıp yeniden Müslüman Türk halkının yönetimine katılmasıdır. Üçüncü fetih ise ‘saklı bir fetih’ olacaktır. Evet, İstanbul zahiren özgür gibi de görünse, onun manası ve ruhu olan Ayasofya, kilit altında olduğu için işgal altındadır ve fethedilmeyi bekliyor. İşte üçüncü fetih, Ayasofya’nın yeniden Rabbine kavuşmasıyla gerçekleştirilecektir.

Bediuzzaman, ‘siyaset âleminde çıkacak mehdi’nin vazifeleri arasında, Ayasofya’nın açılmasınıda sayar. İşte o mabedin kubbeleri yeniden tekbir ve Kur’an sedalarıyla buluştuğunda -ki onun vakti çoook yaklaştı- yani onun manevi iklimi, kubbesi altında varılacak secdelerle bir kere daha nurlandığında İstanbul son defa fethedilmiş olacaktır.

İstanbul’un fethini müjdeleyen hadisin ilk kelimesi olan ‘le-tuftehan-ne’ (fetholunacaktır) kelimesi üç pekiştirme ihtiva etmektedir. Birincisi baştaki ‘le’ ikincisi sondaki ‘ne’ üçüncüsü ise, fiilin ‘edilgen gelecek zaman kipi’inde kullanılmış olmasıdır. “Filan İstanbul’u alır’ denmiyor. ‘Türkler İstanbul’u alacak’ yahut ‘birileri İstanbul’u fethedecek’ denmiyor, ‘İstanbul fetholunacak’ deniliyor. İşte fiilin bu şekilde kullanımı Arapçada (ve Türkçede de) ‘pekiştirme’ ifade eder.

Le’ , Fatih Sultan Mehmet komutasındaki ordunun İstanbul’u almasına bakıyor. ‘ne’, Milli Mücadele neticesinde işgal altındaki İstanbul’un yeniden bize geçmesine bakıyor. ‘Edilgen gelecek zaman kipi’ ise, güya Milli Mücadele ile bize yeniden geçmiş olmasına rağmen, Batının dayatmaları sonucu, “Kostantiniye’nin ihtida ettiğinin zâhirî sembolü olan Ayasofya”nın kapısına kilit vurulmasıyla işgal altında tutulan şehrin, Ayasofya’nın ibadete yeniden açılmasıyla son ve ebedi fethin gerçekleşmesine bakıyor. İşte üçüncü fetih, o işgalin sona erdirileceği fetihtir.

Evet, İstanbul bir kere daha hakiki manada İslamın başkenti olacak. Ayasofya’nın ibadete açıldığı gün bilin ki üçüncü fetih de gerçekleşmiş. Madem haber verilmiş, olacak.

Sonra?

Sonrası, işte sizin beklediğiniz! Yani kibrinizle, küfrünüzle, ahmaklığınızla yerleri ve gökleri aleyhinize geçireceğiniz zaman! Kıyametin başlama vuruşu!

“Sizin” diyorum çünkü, kıyametin nesnel olarak başlamışından kısa bir müddet sonra tüm inananlar Allahsız kitapsız zalimler eliyle yok edilecekler. Yani inananlar, sizin kıyameti doya doya yaşamanıza ortak olmayacaklar korkmayın. Tek başınıza yaşayacaksınız o sahneleri. Müminler keyfinizi kaçırmayacak! Tepine tepine, çocukların bile bir anda saçlarının ağaracağı o dehşetlerin keyfini süreceksiniz!

Mehmet Ali Bulut – Haber 7

Arnavutköy’de Bediüzzaman’ı anma programı

İstanbul Arnavutköy’de Pusula Derneği ve nurnekani.com’un katkıarıyla Vefatının 52. yılında Said Nursi’yi anma ve anlama programı düzenleniyor.

1- KUR’AN-I KERİM TİLAVETİ

2- SLAYT GÖSTERİSİ

3- KONFERANS : Yrd. Doç. Dr. Ramazan BALCI

4- TİYATRO

5- İLAHİLER

6- ŞİİR DİNLETİSİ

7- KAPANIŞ

Mekan: Arnavutköy Kültür Merkezi

NET Nesil Platformu Stuttgart´ta Buluştu

 

 

 

 

 

 

Geçtiğimiz yıl Avrupa’da kurulan ve Avrupa´da yaşayan Genç Risale-i Nur talebelerine hitap eden Risale-i Nur okuma ve araştırma ekibi olan NET Nesil Platformu 2012 senesindeki ilk buluşmasını Stuttgart´ta geçekleştirdi.

Stuttgart Medresi-i Nuriyenin ev sahipliğindeki buluşmaya, Duisburg, Köln, Mannheim, Rotterdam, İstanbul ve Manisa´dan katılımlar oldu.

Bir önceki toplantıda alınan kararla, her bölge, Hizmet Rehberinden bir konuyu el alarak o konu hakkında araştırmalar ve ekip çalışması sonucu hazırlanarak bu programda sunacaklardı.

Sunulan konular: Risale-i Nur Nedir? Risale-i Nur’un mahiyeti? ve Risale-i Nur’un hususiyetleriydi. Ayriyetten Manisa’dan bu program için gelen Eğitimciler Halil Köprücüoğlu ve Rahmi Akman bilgi ve tecrübe birikimleri ile gençlere yardımcı oldular.

Tüm gün süren bu sunumların ardından pazar günü ise istişare yapıldıktan sonra program sona erdi. Yine her bölge Hizmet Rehberinden bir konu alarak ve üzerinden çalışma ve sunum yapmak üzere kendi hizmet yerlerine dağıldılar.

Gelen olumlu tepkilerde ise bu Platformun kurulması Avrupa Risale-i Nur Talebeleri arasında olumlu etki ve heyacan teşkil etti. Risale-i Nur’u Avrupa’da okuyan ve araştıran bir Neslin olması, iman hakikatlerinin ileriki yıllarda Avrupa’da daha geniş kitlelere ve daha bilinçli olarak yayılmasına vesile olacaktır.

Bir sonraki program ise Hollanda’nın Rotterdam şehrinde vuku bulacak. Araştırılacak ve hazırlanılacak sunumlar ise Risale-i Nur´a hizmetin fazilet ve faydaları, Risale-i Nur’un mesleğinin esasları ve Risale-i Nur’un hizmet tarzı olacak.

Yaptıkları bu önemli çalışmalardan dolayı Avrupa Risale-i Nur talebelerini tebrik ediyor ve çalışmalarının devamını Yüce Mevladan niyaz ediyoruz.

NET Nesil Platformunun çalışmalarını sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz.

NET Nesil Platformu Almanya

www.NurNet.org

     

 

 

 

 

 

 

Batı onu Deccal olarak görürdü!

Fetih 1453 filmi Osmanlı tarihinin en önemli padişahlarından Fatih Sultan Mehmet’e olan ilgiyi artırdı. Batılıların Deccal olarak gördüğü sultan hakkında tarihçi ve yazarların söyleyeceği çok şey var.

Konstantiyye (İstanbul) bir gün mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel asker” der Hz. Muhammed (a.s.m) İstanbul için. Yüzyıllar sonra Osmanlı’nın yedinci ve en kudretli padişahı Sultan Mehmet de, İstanbul’u fetheder ve ‘Fatih’ lakabını aldı. Onun hükümdarlığı boyunca Osmanlı İmparatorluğu en şaşaalı günlerini gördü. Ellisine varmadan vefat eden ve ilmi, zekası kültür sanata düşkünlüğüyle Avrupa’da da dikkat çeken Fatih Sultan Mehmet, şu sıralar Fetih 1453 filmiyle gündemde. Devrim Evin, İbrahim Çelikkol, Dilek Serbest gibi isimlerin rol aldığı film hakkında farklı görüşler var ama Fatih’e duyulan ilgiyi arttırdığı bir gerçek. Biz de tarihçilere onun hakkında yanlış bilinenleri, duymadığımız özelliklerini sorduk…

Kanuni Sultan Süleyman onu örnek aldı

Fetih 1453 filminin danışmanlığını yapan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yeniçağ Anabilim Dalı’nda görevli olan Prof. Dr. Feridun Emecen filmin genç bir sultanın tutkusunu ve gayretlerini gözler önüne serdiğini söylüyor: “Bu bakımdan mühim bir vazife icra ediyor ama bu nihayetinde bir filmdir, başka kaygılar da devrededir, gerçek anlamda bu dönemi ve kuşatmayı anlamak için araştırma türü kitaplara müracaat etmek en doğrusu” diyor. İstanbul’un fethine dair doğru düzgün kaynağımızın olmadığını belirten Emecen, olanların da Bizans ve Latin eserlerinden edindiklerini bilgilerle hareket ettiklerini anlatıyor: “Osmanlı kaynakları o dönemde bu hadiseyi teferruatlı anlatmıyor. Batı kaynakları haliyle geçmişi derinlere inen büyük Roma İmparatorluğu’nun son kalıntılarını yıkan, Hıristiyanlığın mukaddes şehrini alan biri gibi gördükleri Fatih’i ‘Deccal’ diye niteler. Öte yandan Hz. Peygamber’in müjdesine mazhar olmuş bir kumandan olarak da İslam dünyasında çok farklı bir yere sahip olması tabii karşılanmalıdır. Tarihçi olarak bizim daha serinkanlı yaklaşımlarla onu bu büyük devletin köklerini atan gerçek bir kurucu ata gibi kabul etmemiz, bütün bunların ötesinde ayrı bir anlam taşır.

Fatih Sultan Mehmet’in Osmanlı’yı bir cihan devleti haline getirdiğini söyleyen Emecen: “Hakkında bilinenler genellikle hamasi bir üslupla nakledilip onu ulvi bir şahıs olarak ortaya konuyor. Özellikle Osmanlı Devleti’ni bir imparatorluk haline getirecek çok önemli adımlar attığını vurgulamak gerekir. Siyasi ve askeri bakımdan genişleyecek imparatorluğun gerçek anlamda müessisi olduğunu unutmamak lazım. Bu yolda zaman zaman çok sert davranmış, vergileri artırmış, kaynakları sonuna kadar kullanmış ve gelecek haleflerine bürokrasisi, askeri sistemi ve kanunlarıyla yeni bir devlet bırakmıştı. Onun bu siyasi mirası, mesela Kanuni’ye önemli bir örnek teşkil etmiştir. Siyasi misyonunun yanında doğu ve batı kültürüne aşina ender padişahlardan biridir.

Ulubatlı Hasan değil Balaban Bey

Tarihçi-yazar Doç. Dr. Erhan Afyoncu ise Fatih Sultan Mehmet’in, bütün Türk tarihinin en önemli devlet adamı olduğunu söylüyor: “Tarihimizde büyük işler başarmış ve büyük zaferlere imza atmış devlet adamlarımız çoktur. Ancak hiçbiri Fatih Sultan Mehmet kadar çok yönlü değildir. Hanedandan birçok büyük komutan çıktı ancak onun kadar bilime, felsefeye, tartışmaya ve sanata önem veren bir ikincisi yoktu. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu’nun gerçek kurucusu olan Fatih, gerçek manada bir Rönesans hükümdarıydı. Onu tarih sahnesine çıkaran en önemli hadise ise İstanbul’un fethidir. Bu konuda çok laf edilmiş, ancak maalesef az araştırma yapılmıştır” diyor. Afyoncu, doğru bildiğimiz pek çok bilginin yanlış oluğunu söylüyor: “İstanbul surlarına ilk bayrağı dikenin Ulubatlı Hasan olduğu kabul edilir ve onun surlara tırmanışı, bayrağı dikişi tarih kitaplarında bir destan havasında anlatılır. Bu hadisenin kaynağı İstanbul’un fethi sırasında, bizzat orada bulunan Bizanslı tarihçi Francis’tir. Ancak anlatılanlar Francis’in eserinin orijinalinde yok. Sahte Francis olarak anılan ve daha sonraki tarihlerde Francis’in eserine geniş ilaveler yapan Melissinos’un yazdığı kitapta yer alıyor. İstanbul’a ilk giren ve suralara bayrağı diken Balaban Bey’dir. Keza fetih için gerekli gemiler Tophane’den denize çekilmedi, Okmeydanı civarında inşa edildi.

Türk sarığını Latin külahına yeğlerim

Fatih Sultan Mehmet hakkında bir diğer iddia ise kardeş katli. Afyoncu “Kardeş katli I. Murat ile başlıyor. Ancak Fatih ile kanunlaşıyor. Bu meseleyi Fatih’e yakıştıramayanlar, onun adını lekelememek için bu kanunnamenin batılılar tarafından yazıldığını ileri sürer. Kanunnamenin tek nüsha halinde ve Viyana arşivlerinde bulunmasını da iddialarına delil olarak gösterirler. Ancak yapılan araştırmalar kanunnamenin tek nüsha olmadığını, Osmanlı arşivlerinde başka nüshalarının da bulunduğunu ortaya çıkardı” diyor. Afyoncu’ya Ortadoks olan Bizanslıların fetihten bir sene önce Katolik mezhebini neden seçtiklerini soruyoruz: “İmparator Konstantin halkın tepkisine rağmen adım adım yaklaşan tehlikeye karşı Avrupa’dan yardım almak için son çare olarak Papa’ya Ortodoks kilisesini Katolik kilisesiyle birleştirmeye hazır olduğunu bildirdi. Halk ve din adamlarının çoğu bunu protesto etti. En güç koşullarda bile Ortodoksluktan vazgeçmeyen Bizans halkı, Latinlere borçlu kalmaktansa Osmanlılar tarafından yönetilmeyi tercih ediyordu. Nitekim Grandük Notoras, Bizanslıların duygularını ‘Şehirde Latin külahı görmektense Türk sarığını yeğlerim’ diye en veciz biçimde ifade etmişti.” Afyoncu sanılanın aksine İstanbul’un fetih öncesinde ölü bir şehir olduğunu belirtiyor: “Şehir, 1204’te Latinler tarafından işgalinden sonra uzun bir gerileme dönemine girmişti. Adeta köye dönüşmüş, bağlar ve tarlalarla dolmuştu. Patrik Scholarios, İstanbul’u ‘Büyük bir kısmı boş, yoksullukla perişan olmuş harabe bir şehir’ olarak tasvir eder. Fatih, İstanbul’u harabe bir nehir olarak ele geçirmek istemediği için son hücumu yapmaya karar verdiğinde Bizans İmparatoru’na, şehri yağmadan korumak için teslim etmesi gerektiğini teklif eder ve buna karşılık kendisine Mora despotluğunu önerir. Konstantin kabul etmeyince Fatih hocası Akşamsettin’den izin alarak şehrin yağmalanmasına müsaade eder.

Büyük imar hareketi

Fatih, büyük çapta bir imar hareketi gerçekleştirdi. 300 kadar cami, 57 medrese, 59 hamam, 29 bedesten, çeşitli saray, hisar, kale, sur, han ve köprüler yaptırdı. Başta Ayasofya olmak üzere sekiz kiliseyi camiye çevirdi. Bugünün üniversitesi olan Fatih Külliyesi’ni 1470 yılında tamamladı.

Hz. Eyyub-i Ensari’nin kabri, hocası Akşemseddin tarafından keşfedildi ve üzerine Eyüp Camii yaptırıldı. Fatih Camii, 1470 yılında yine onun tarafından ibadete açıldı. Fatih zamanında inşa edilen Kapalıçarşı, İstanbul’un en önemli ticaret merkezlerinden biri haline geldi. Devrin mimari eserlerinden Yeni Bedesten de ünlüdür. Saray-ı Cedide-i Amire adı verilen Yeni Sarayı (Topkapı Sarayı) da Fatih Sultan Mehmet yaptırmıştır.

Hastaydı ama öldürüldü

Prof .Dr. İlber Ortaylı (Tarihçi)

Tarihçi Prof .Dr. İlber Ortaylı Fatih Sultan Mehmet hakkında doğru düzgün bir şey bilmediğimizi söylüyor: “Fragmanlarda gördüğüm kadarıyla Fatih’e zırh giydirmişler. Fatih hiçbir savaşta zırh kullanmazdı. Çünkü esas ilgi alanları ateşli silahlardı. Kılıç-kalkan kullanmazdı.” Ortaylı Fatih başka bir çarpıcı bilgi veriyor: “Fatih Sultan Mehmet’in zehirlenerek öldürüldüğü iddialar var. Bunlar doğrudur. Fatih, yönü belli olmayan bir sefere çıkarken zehirlenerek öldürülmüştür. Veriler bu seferin İtalya üzerine olduğunu gösteriyor ve İtalyanlar zehir konusunda çok uzmanlaşmış. Fatih hastaydı ama hastalıktan değil zehirlenerek öldürüldü.

Orduya namaz kıldırdı mı?

Mustafa Armağan (Yazar ve Tarihçi)

Fetih 1453 filminde Papa dahil Batılı yöneticileri aciz, kalleş ve korkak gösteren kısımların olduğunu söyleyen yazar ve tarihçi Mustafa Armağan “Gerek yoktu bence. Unutmayalım ki, Konstantin’i küçültmek, Fatih’i büyütmez; aksine onun büyüklüğünden de bir şeyler eksiltir. Fatih’in İstanbul’u alma tutkusu, yalnız maddi değil, manevi temellere de dayanır” diyor. Armağan’a göre en çok bilinen yanlış Fatih’in fetih sırasında surların önünde ordusuna namaz kıldırması: “Gerçeklerle en ufak bir ilgisi yok. Ayasofya’daki namazda dahi imamlığa Akşemseddin’i geçirdiğini biliyoruz.

Tarafsız gözle okumalı

Ahmet Ümit (Yazar)

Önümüzdeki aylarda Fatih Sultan Mehmet’i anlatan bir roman çıkaracak olan yazar Ahmet Ümit ise şöyle diyor: “Bizim tarafta Fatih, mitolojik bir karakter gibi algılanıyor, batı ise Deccal olarak nitelendiriliyor. Tüm bunları ortak bir okumayla kavramak gerekiyor. Ama inkar edemeyeceğimiz bir şey vardır ki çok büyük bir devlet adamı. İstanbul’un fethi 54 günlük bir kuşatma içerisinde oluyor. Herkes çok yoruluyor, 53’ncü gün divan toplanıyor ve herkes bırakıp gitmek istiyor. Fatih askerlerden sadece bir gün daha dayanmalarını istiyor ve 54’ncü gün İstanbul fethediliyor.

Fatma Karaman / Star Gazetesi